12 Mart 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
İrfan Efendi nâmında bir tanıdığım vardı. Bu zâtın babası, eski paşalardandı. Paşanın, Fatih'de Çırçır semtinde yapdırdığı bir câmi bulunduğunu da bilirim. Merhûm paşanın, diğer bir âilesinden olma çocuğu, babasının bütün servetini nasılsa eline geçirmiş, İrfan Efendi ile diğer kardeşini mîrâsdan tamâmiyle mahrûm etmişdi.
Yıllarca, fakîr ve mütevâzi bir ömür süren İrfan Efendi, işin peşini bırakmadı, uğraşdı didindi ve vefâtından bir iki yıl önce mîrâsa hak kazandı. Hattâ babasının yaptırdığı câmi-i şerîfe de mütevellî oldu. Bu arada, baba mîrâsını kendilerinden kaçıran kardeşi ile de barışdı. Nihâyet mîrâs kaçıran zât hastalandı ve birgün İrfan Efendi fakîre gelerek, kendisini birlikte ziyâret etmemizi teklîf etti. Kabûl ettim. Yolda giderken bana "Hocam, ne olur, kendisine tövbe telkîn et. Belki ıztırâbı biraz hafifler" dedi.
Mîrâs kaçıran birâder büyük bir apartmanda oturuyordu. İçeri girdik, tam hastanın odasına gireceğimiz sırada bir hanım : "Aman İrfan Efendi! Bugün hastanın yanına girmeye korkuyoruz. Karşı duvara bakıyor, dalıyor ve yüzü acâib bir hâl alıyor. Âdetâ, gözleri yuvalarından fırlar gibi oluyor" dedi. İrfan Efendi de, fakîri göstererek : "Bu zât, hocadır. İnşallah okuması ve sohbeti kendisine şifâ verir ve faydalı olur" cevâbını verdi.
Hastanın bulunduğu odaya girdik. Gerçekten de hastanın yüzünde korku ve heyecan ifâde eden bir hâl vardı. Karşı duvara bakıyor, bakıyor ve titriyordu. İrfan Efendi kendisine şöyle seslendi : "Birâder, bak sana Hoca Efendi'yi getirdim" dedi. Hasta, fakîre elini uzattı, ben de tuttum. Elimi öyle bir sıktı ki, elimi bir pehlivan sıkmış olsaydı ancak bu kadar kuvvetli sıkabilirdi. Karşıdaki duvarı göstererek : "Hoca Efendi! Hoca Efendi! Karşıdakileri görüyor musun? Beni, o duvarda gördüklerimden kurtar, kasamda bulunan yedi milyon lirayı sana vermeye hazırım" dedi. O gün için yedi milyon lira büyük bir servetdi.
Hayret ve dehşet içinde kalmışdık. Hasta, titreyerek tuttuğu elimi bıraktı, yatağının içine doğru büzüldükçe büzüldü. Korktuğu besbelli idi ve hâlâ dudakları titreşiyor ve bütün vücûdu havf ve haşyetden ürperiyordu.Efendi Hazretleri buyururlardı ki :
Sûre-i Vâkıa'daki "فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ * وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ / Fe lev lâ izâ belegatil hulkûm. Ve entüm hîne izin tenzurûn" âyet-i kerîmeleri ile Sûre-i Enfâl'deki "وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ / Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârahum ve zûkû azâbel harîk" âyet-i kerîmesinin sırrını o hastada açıkça müşâhede ettim.Efendi Hazretleri buyururlardı ki :
Nice insanlar vardır ki haram helâl demeden hep toplarlar, hiç ölümü düşünmezler. Bir de bakarsın, topladıklarını yiyemeden ölürler. Ölmekle de kurtulamazlar, azâb-ı ilâhîye giriftâr olurlar ve burada yaptıklarının cezâsını çekerler.Efendi Hazretleri, Sûre-i Hümeze'de beyân edildiği üzere, haramdan topladıkları paraları habire istifleyen, paralarına kıyamayıp zekâtını vermeyen, muhtâc olanlara yardım etmeyen, fukarâya infâk etmeyen, durmadan servetinin hesâbını yapan ve ölümü hiç düşünmeyen insanların âhiretde büyük bir azâba dûçâr olacaklarını, ölüm esnâsında nâzil olan azâb meleklerinin o kişiye korkunç şekillerde görünmesinin de bu azâbın işâreti olduğunu beyân ederlerdi. Sûre-i Enfâl'deki "وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ / Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârahum, ve zûkû azâbel harîk " âyet-i kerîmesi işte bu gibi insanlar hakkındadır.