15 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin Amerika'daki bir TV sohbetlerinde programın sunucusu, "Hepimizin önünde karanlık, ne olduğunu tam idrak edemediğimiz, korkutucu bir ölüm hâdisesi var. İslâm'ın ve sôfîlerin ölüm hakkındaki tavrı, anlayışı nedir?" diye sorunca, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Ehemm-i mühimm bir soru bize soruldu. Hakîkaten ölüm diye bir şey yokdur. Doğum vardır. Ve yok olan da bir şey yokdur kâinâtda. Yani Lavozyer Kânunu değil, "yok olan bir şey var olmaz, var olan şey yok olmaz" o da değil. Şu var. Bütün zî-rûh yani rûh sâhibi olan mahlûkât ölümü tadıcıdır. Bu manâya. (Efendi Hazretleri su dolu bardağı alıp bir yudum su içerek ne demek istediklerini gösterdiler). Tadına bakmak bu. Tâ âlem-i ervahdan yani rûhlar âleminden bu tarafa doğru safha safha doğum vardır. Meselâ babanın belinden ana rahmine dökülüş, bir doğumdur o. Babada bulunduğu vakitde nüve, ana rahmine göre orası çok dar bir yerdir. Ana rahmine geldiği vakitde, gelen mahlûk yani insan, orasını kâinât zanneder. Ondan başka büyük bir kâinâtı tasavvur edemez. O düşen nüvenin, aklı da vardır, fikri de vardır, kendine göre bir hayâtı vardır. Kendine göre. Meselâ çocuk dünyâya geldiği vakitde, çocuğun bir âlemi vardır, kendine göre siyâseti vardır, annesini nasıl celb eder, ağlayarak meme ister, yâhud elinden aldıkları bir oyuncağı bağırmak çağırmakla taleb eder. Nasıl bunu yapıyorsa, o hayâtı yaşamakdadır kendine göre. Siyâseti vardır, düşüncesi vardır ama kendi çerçevesinde.
Şimdi, ana rahminden çıkdığı vakitde ağlayarak dünyaya gelir. Neden? Zannediyor ki ondan büyük âlem yokdur. Buradan çıkıyorum nereye gidiyorum? Bilmediği bir mekâna geliyor, zannediyor ki geniş bir âlemdeydim zannediyor, nereye gitdiğini bilmediği için ağlayarak dünyâya gelir. Bakar ki bu âleme burası çok daha büyük, ana rahmine göre gâyetle geniş bir kâinât. Buradan giderken de gene zanneder ki, nereye gidiyorum bilmiyor, gitdiği yere göre burası bir ana rahmi gibidir.
Her çocuk ağlayarak dünyâya gelir. Ama târihde birkaç kişi var onlar gülerek dünyâya gelmişdir. Ve dünyâya geldiği vakitde, şu şekilde gelir, elleri yumuk gelir dünyâya. Bu da dünyâya harîs olduğuna işâretdir. Fakat giderken de eli yumuk değildir, eli açık gider. Eli boş gider, bir şey götüremez o tarafa doğru. Doğarken çocuğun ağlamasına şâir güzel bir şey söylemiş ki bizimle münâsebeti okuyacağım şiirin.
Ooo çocuk geldi maşallah, erkek çocuğu oldu filan, baba, anne ve akrabâlar gülüyorlar fakat çocuk ağlıyor.
Sen gelirken sen ağlıyordun, halk gülüyorlardı. Sen öyle bir hayat yaşa ki, giderken ölüm sana gülerek gelsin, halk sana ağlasınlar. Arkandan hoş bir sadâ bırak.
Şimdi, Allah'a inananlar, bu âleme nereden gelip nereye gitdiklerini, niçin gelip niçin gitdiklerini bilenler, arayanlar, soranlar, Hakk'ı bilenler, Hakk'ı bulanlar, Hakk'da olanlar, bunlar, hayatlarında öyle bir hayat yaşıyorlar ki dâimâ insâniyyete hâdim, Allah'a kulluk ve şahsına olan vazîfelerini, efrâd-ı âilesine olan karşı durumlarını, cemiyete karşı olan vazîfelerini, Allah'a karşı olan vazîfelerini yerine getirenler, bunlar için ölüm korkulacak bir şey değildir, ölüm bâbında vuslat vardır, kavuşma vardır.
Şu var yalnız, gözden nihân olunur, gözden kaybonulur. Rûhlar gözle görülmez. Hakk Teâlâ murâd etdiği vakitde, rûhu gözle gösterebilir. Allah her şeye kâdirdir. Ama rûh gözle görülmez. Gözle görülen ceseddir. İnsan da iki şeyden müteşekkildir, rûh ve cesed. Allahu Teâlâ rûhu cesedin üzerine yüklemişdir. Hayvanın üzerine yüklenen insan gibi yani. Öyle farzedelim. Nereden gelip nereye gidiyor, niçin gelip niçin gidiyor, bunu arayanlar için ölüm bâbında vuslat vardır, kavuşma vardır.
Ölürken rûh, bedenden ayrılır. Eğer muhabbeti varsa bedene, yani bu dünyâ âlemine, fânî âleme, ayrılış güç olur. İki sevgili birbirinden zor ayrılır. Onun için ölümü şiddetli olur, ölümden acı duyar yani. İki sevgili birbirinden ayrılırken nasıl zahmet çekiyorsa, o zahmeti çeker. Allah'a sevgili kişiyse, bu acıyı duyurmamak için Cenâb-ı Hakk ona öyle bir âlem gösterir ki, o âleme bakarken bu iş olur biter, duymaz acıyı. Ne gibi. Vaktiyle Yûsuf Peygamber'e bakan kadınlar, ellerini kesmişlerdi, sofrada bıçak koydulardı onlara, meyva koydular, meyvayı soymak için bıçaklarını aldılar, Yûsuf da içeri girince, Yûsuf'a bakarken, Yûsuf'un güzelliğine, ellerini kesdiler, duymadılar. İşte ona remzdir bu. Yani Allah, öyle bir âlem gösterir ki, Hakk Teâlâ cemâlini gösterir, sevdiğiyle karşılaşdırır, cennetin kapılarını açar, onu görürken o, hiç duymaz o. Yûsuf'un cemâline bakarken ellerini kesen kadınlar gibi.
İnsan ölüme kendini alıştırmalıdır. Alıştırmalıdır kendisini. Bütün felâketler iki şeyi unutmakdan meydana gelir. Birisi Allah'ı, birisi ölümü unutmakdan meydana gelir. Buna binâen, insan ölümü hatırlarsa, fenâlık yapmayacakdır. Ve kendisini ölüme hazırlamalıdır.
Bu âlemden sonra gidilen âlemi de anlatacağım şimdi. Yedi derece üzerine oraya hapsolunur rûhlar, oraya toplanırlar yani. Yedi mertebe üzerine. Söyleyeceğim ama vakit olursa eğer.
Sunucu tenâsüh yani reenkarnasyon hakkında sorunca Efendi Hazretleri defalarca hayır anlamında başını sallayarak buyurdular ki:
Vâris vardır, aynısı değildir. O Şamanizm'de, Budizm'de filan vardır, İslâm'da böyle bir şey yok. Ve bâtıldır o. Bir buğdayı ekdik, o buğdaydan yüz tâne buğday çıkar, o buğday mıdır o? Değil. O buğdaydan hâriç mi? Değil. Bunun gibidir yani. Vâris olur.
Sunucu kendince bir misâl vererek, "Meselâ bir çiçek ekersiniz, çiçek çıkar, çiçek mevsim değişince ölür, fakat aşağıda kökü kalır, sonra aynı kökden ikinci defa çiçek açar" deyince, Efendi Hazretleri "Ama o mu? Değil" buyurdular. Sunucu, "Şekli farklı fakat kökü aynı" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
İnsan da öyledir. Şekil ayrı, ayrıyız, meselâ ben babamdan ayrıyım. Ben de insanım, o da insan.
Sonra, ne lüzûm var buna yani gidip gelmeye ne lüzûm var? Kötülük yapdıysa bir insan bu dünyâya gelip eşek olmasında ne fayda temin edilecek? İnsan denildiği vakitde, bütün mahlûkât arasında en önemli mahlûkdur. Ondan daha ileri bir safha yok. Allah var ondan sonra. Ondan daha şerefli bir mahlûk yok. Tekrardan onu eşeğe çevirmek yâhud yılana yâhud akrebe yâhud bilmem neye, bir şey değil. İslâm'da bu da var ama âhiret âleminde olacak o, öteki âlemde. Âhiret âleminde var, öteki âlemde var. Burası oranın remzidir. Burası oranın remzidir. Ama başka bir âlem o, ayrı bir âlem.
Şimdi, insanlar iki türlü buradan giderler. Ya insan olarak gelir, insan yaşar, insan gider. Yâhud insan gelir, hayvan yaşar, insan şeklinde hayvan olarak gider. İnsan şeklinde ama, başka bir şekle girmez. Buradan gidenler eğer iyi insansa, Allah melekleri gönderir ona. Sen göremezsin, gören görür. O da görür. Bilmediği bir âleme gidiyor, ağlamasın diye "Korkma, sakın mahzûn olma, bak bak işte gideceğin yer burası" der, cenneti gösterir ona. Ve o adam gülerek oraya gider. Yâhud babası, yâhud annesi, sevdiği kim ise. Kötü bir adamsa, insanlara fenâlık yapmış, hilkatini bilmemiş, kötülük yapmış, o adam için o vakit felâket o. Ölümü çok şiddetli olur, korkunç olur onun. Çünkü o sevgiliyi göremez ölüm ânında. Göremeyince bütün acıyı duyar ayrılırken. Onun için Allah diyor ki Hazret-i Muhammed'e, ve onun vâsıtasıyla bize söylüyor, bu zâlimler hakkında, "وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ, sen zâlimleri ölürken bir görsen Yâ Muhammed, neler çekerler onlar". Çünkü onlara perde açılmıyor. Açılmayınca, acıyı duyuyor. Perde açıldığı vakitde, o güzelliği gördüğü vakitde, Yûsuf'u görür gibi, duymuyor acıyı. Onun için müjde geliyor ona.
Buradan giden rûhlar, yedi kat semâda bunların makâmları vardır, o makâmlara çıkar. Toptan söylüyorum şimdi. Kötülerin rûhları felek-i kamerde kalır, kürre-i ardda kalır, buraya hapsederler. Onlara gök açılmaz, semâ açılmaz. Birinci kat semâda, zâhidler, ikinci kat semâda âbidler, üçüncü kat semâda, şehîdler, dördüncü kat semâda, âdiller, beşinci kat semâda, velîler, nebîler, altıncı kat semâda, nebîler, yedinci kat semâda, ulü'l-azim peygamberler. İnşallah bu bahsi bana başka bir zaman sorsun, çünkü ehemm-i mühimm bir bahis bu. Sonra konuşalım inşâllah.
www.muzafferozak.com