2 Şubat 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Bereketden bahsederken aklıma geldi, Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bu kıssayı yeri geldikçe hep anlatırlardı. Bir defasında şöyle lutfetmişlerdi :
Resûl-i Ekrem yâhud peygamberlerden birisi, iki kitâbda gördüm ayrı ayrı, birisi Cenâb-ı Peygamber'e isnâd ediyor, bir tânesi Benî İsrâil peygamberlerinden bir tânesine. İkisi de bizim peygamberimiz sayılır.
Bir delikanlıyı evlendirmiş, nikah kıymış, nikâhını, demiş ki, "Bu çocuk bu akşam ölecek" demiş peygamber, "dâmad" demiş. Sabahleyin câmiye çıkagelmiş çocuk, mescide, bir şeyi yok. Herkes peygamberin yüzüne bakıyorlar, bir de çocuğun yüzüne bakıyorlar filan. Sonra Peygamberimiz demiş ki...
İki isnad var, Resûl-i Ekrem'e de söylüyorlar, başka peygambere de, ikisi de bizim peygamberimiz.
Demiş ki, "Yatağı kaldırdın mı oğlum?" demiş. "Kaldırmadım" demiş. "Ben gelmeyince yatağı kaldırma" demiş Cenâb-ı Peygamber. Oradan gelmişler, ashâbı toplamış getirmiş. Yastığı kaldırmış, yılan. Akra cinsinden bir yılan. O yılan, kel olurmuş kafası. Arabistan'da. Vurdu mu öldürürmüş adamı, zehirlermiş. Vâdî-i Fâtıme'de bulunurmuş. Öyle bir yılan, bükülmüş orada yatıyor, yastığın altında, dâmadın. Sonra Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sormuş o çocuğa, "Sen ne gibi bir hayır yapdın bakayım bu akşam? "demiş. "Yâ Resûlallah ben bir hayır yapmadım. İşte gece geldik, iki rekat namaz kıldık, hanımla zifaf olduk, yatdık" demiş. "Başka?". Arabistan'da süt koyarlarmış evlenenlerin odasına, süt. Demiş, "Yâ Resûlallah süt koymuşlardı, kapı çalındı, bir fukarâ geldi, ben sütü fukarâya verdim" demiş. Ashâba dönmüş demiş ki, "Bak dinleyin şimdi". Yılana demiş ki, "Niye geldin buraya" demiş. Yılan, lisâna gelmiş.
"Efendim yılan konuşur mu?". Her şey konuşur. Allah dili konuşturursa, eli konuşturur. Eli konuşturan Allah, ayağı konuşturur. İnsanı konuşturan, hayvanı konuşturur. Görmüyor musun papağan da konuşuyor. Diyeceksin ki sen, "Papağan, sözü insan olur ama özü insan olmaz, konuşduğu sözün manâsını bilmez". Biz de çok şey konuşuıyoruz, manâsını bilmeden. Papağandan farkımız yok. Bir çoklarımız da düşünüyoruz hindi gibi. Feylesof olamadık, hindi olduk, düşünüyoruz fazlaca.
"Niye geldin buraya?". "İlhâm olundu ki bu adamı ben vurup öldürecekdim. Fakat bu gece sabaha kadar burada dolaşdım, etrâfıma bir kale çevrildi benim, kaleyi deşip dışarı çıkamadım. Kaleyi deşip dışarı çıkamadım, sade dolaşdım. Sonra yoruldum, uyudum". "Gördünüz mü? İşte senin o fukarâya vermiş olduğun süt, sâile vermiş olduğun süt, ne oldu, senin sebeb-i necâtın oldu. Belâya kale oldu yani.
Malûm ya, bereketin bin bir çeşidi var, maddîsi var, manevîsi var. Maddî bereketin bin bir türlüsü, manevî bereketin de bin bir nevi var. Ömrün uzaması da bereketin bir çeşididir ve başka şeylerle pek kıyâs edilemez. Çünkü pek çok hayır ömrün uzaması ile gerçekleşir. Ölümle beraber ibâdet ve amel kesilir çünkü. Tabii mücerred uzun ömür de bir şey ifâde etmez, yani çok yaşamakda bir kerâmet yokdur, mühim olan ibâdetli, tâatlı bir ömür sürmekdir. Bunun için eskiler, birisine duâ edecekleri zaman, "ömrün uzun olsun" demezlerdi, "ömrüne bereket" diye duâ ederlerdi.
Bu kıssada başka incelikler de var. Meselâ ömür kısalır mı, uzar mı meselesi yâhud kâzâ ve kader meselesi. Pek çok kişinin anlayamadığı bir mesele bu. Bakıyoruz, koca koca hocalar, âlimler bile çıkamıyorlar bu işin içinden. Yine bir mesele daha var burada ama o daha da derin bir mesele. Tevhîde dâir çünkü o. Neyse burası yeri olmadığı için geçiyoruz bunları. İnşallah başka zaman anlatırız.
www.muzafferozak.com