28 Temmuz 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Okuduğum âyet, Sûre-i Mülk'de. Yani Kur`ân-ı Kerîm'in yirmi dokuzuncu. cüz, birinci sûresi. Sûre-i Mülk ki, bütün velîler bu Sûre-i Mülk'ü evradlarına almış ve dercetmişler ve vird-i zebân etmişlerdir. Yani bütün ihvânına bunu talîm buyurmuşlardır. Fazîleti gâyetle büyük ve okunduğu vakitde, okuyana ve okutana ve okunduğu yere kâfî gelecek bir sûre-i celîledir.
Şu kıssayı anlatmadan geçemeyeceğim. Müfessirlerden bir zâtı öldü diye kabre koymuşlar. Fakat kendisini kan tutmuş, kabirde ayılmış. Başlamış bağırmağa, "Cankurtaran yok mu? Beni çıkarın, ölmedim" filan demeğe, bitişik kabirden kendine seslenmişler, demişler ki, "Bağırıp çağırma, şimdi gecedir, bağırmakla sesin kısılır, sabahleyin sesini duyuramazsın". "Aman siz beni çıkarın!". "Biz ehl-i kuburuz" demişler yani kabir ehliyiz. "Peki gece olduğunu nereden biliyorsunuz?" diye sormuş. Demişler ki, "Biz dünyâ hayâtında iken, her gece Sûre-i Mülk'ü okur idik, tilâvet ederdik. Gece olduğu vakitde Allah bize Sûre-i Mülk'ün nûrunu ihsân u inâyet buyuruyor, ondan gece olduğunu biliyoruz. Gündüz olduğu vakitde bir nûr zâhir oluyor" demişler.
Gene Cenâb-ı Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellem, ordu-yı hümâyûnla bir yere giderken, bir kabristana bilmeyerek ordu-yı hümâyûn iskân olmuş. Çadırlarını kurmuşlar. Sahabeden birisi, Sûre-i Mülk'ü okumuş, Cenâb-ı Fahr-i Risâlet buyurmuş ki, "Buradaki bulunan bu kabir ehline bu kâfî geldi" demiş Cenâb-ı Peygamber.
O kadar mühim bir sûre-i celîle. Onun için ezberle, oku, yâhud yüzünden oku, okumasını öğren. Lâzım olacak sana istikbâlde. Fazîletli bir sûre böyle. Bir mikdar yani denizden bir katre, şemsden bir zerre olarak size bir mikdârını bahsetdik böyle.
Diyor ki o zât-ı muhterem, "Sonra sabah olmuşdu, seslendiler, sabah oldu, gelen geçen var, bağır dediler" diyor. "Bağırdım, gelip kabri açdılar, beni oradan kurtardılar. Ben de zâten orada ahd etmişdim ki eğer kabirden sıhhat u âfiyet ile kurtulursam bir tefsîr yazayım Kur`ân'a, bu hâdiseyi orada anlatayım dedim" diyor.
Onun için Sûre-i Mülk'ü vird-i zebân et diline. Yani akşamları muhakkak oku. Maddî ve manevî, dünyevî ve uhrevî menfaatini göreceksin, seâdetine ereceksin.
Bu emir, "kul" emri, Cenâb-ı Fahr-i Risâlet Mefhar-i Mevcûdât Efendimiz Hazretlerine. Allah Celle Hazretleri, yani yerin göğün sâhibi, bizi yokdan vâr eden, bir katre su iken batn-ı mâderde bir katre sudan ve kudret fırçasıyla, hayız kanıyla yoğuran bizi şekl-i insâna koyan Allah söylüyor bunu, habîbine. Yani sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma.
Efendiler! Ben hemen hemen her dersde söylüyorum, kafamıza yer etsin diye. Kuyunun taşı sertdir, ip de taşdan yumuşakdır, sürte sürte taşa yer yapdığı gibi, inşâallah bizim sözlerimiz de bizim başlarımıza yer edecekdir. Peygamberimize ne kadar hürmet gösterirsek, ne kadar sevgi gösterirsek, dünyâ ve âhiretde o kadar âlî oluruz. Sevgili peygamberimize ne kadar hürmet gösterirsek, ne kadar sevgi beslersek, ne kadar sevgi gösterirsek, ne kadar sünnetine ittibâ edersek, hattâ mübârek ayaklarını nasıl atdı, ona dahi uymamız, bizim istikbâlde ve hâl-i hâzırda menfaatimizin iktizâsıdır. Sen tabiî menfaat için yapma bu işi. Resûlullah'a ittibâ için yap ki azîz olasın.
"Kul" emri, Cenâb-ı Hakk tarafından Peygamberimize. Yani "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "söyle, kullarıma haber ver".
"Hüvellezî", O Allah ki, her şeye kâdir u kayyûm, semâları direksiz, kâfirleri yüreksiz halk etmiş, ardı altımıza döşemiş, güneşler, aylar, yıldızlar, yıllar, haftalar, aylar, günler, saatler, vakitler yaratmış, bize rengârenk lezzetleri ayrı ayrı nimetler ihsân u inâyet buyurmuş, annemizn sadrına şefkat, babamızın kalbine rahmet vermiş, bizi büyütmüş, yetiştirmiş ve bizi kendine kul, Habîbi Muhammedine ümmet kılmış. En büyük nimet burada.
Dünyâda en büyük nimetullah, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, bundan daha büyük bir nimet olmaz. Her kim ki Hazret-i Peygamber'e ümmet oldu, o adam en tâlihli adam, en güzel adam, Allah tarafından en büyük nimete mâlik olan kişi demekdir, kadın olsun, erkek olsun. Zîrâ bunu târihde de görebiliyoruz. Bilâl-i Habeşî gibi köleler, Resûlullah'a ittibâ etmekle azîz oldular, kıyâmet gününe kadar sâlihlerin, âşıkların lisânından tarzî ve tebcîl olundular. Resûlullah'ın aleyhinde bulunan azîzler, hepsi rezîl ve sefîl oldular, kıyâmet gününe kadar lanete uğradılar. Kıyâmetden sonra cehenneme girecekler. Onun için, bir adam, zelîl iken Resûlullah'a sarılırsa o adam azîz olur. Bir adam azîz iken Peygamber'in aleyhine geçerse, Allah onu dünyâda ve âhiretde zelîl eder. Bunu unutma sakın ha! Resûlullah'a ittibâ insanın izzetine, şerefine, yükselmesine sebebdir. Sallallahu aleyhi vesellem.
Gene, îmânının kemâlini istiyorsan, îmânının kemâle erdiğini, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemi canından, malından, kasandan, kesenden, rütbenden her şeyinden, her şeyinden ziyâde sev. Hele fitne zamanlarında onun bir sünnetini ihyâ etmek, yüz şehîd sevâbına mâlik olmakdır. Bir ufak sünnetini. Yani misvakla dişini yıkasa bir adam, yâhud dişlerini yıkasa, misvağı olmasa, diş fırçası olmasa da parmaklarıyla yıkasa, sünnet-i Muhammed diye, yüz şehîd sevâbına mâlik olur. Sallallahu aleyhi vesellem.
Onun için Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîminde, onu söyleyecekdim, hiç "Yâ Muhammed", "Yâ Ahmed" diye hitâb etmemişdir. Kur`ân'da "Yâ Muhammed", "Yâ Ahmed" hitâbı yokdur. Dört yerde Allah habîbinin ismini zikreylemiş, arkasından sıfatını söylemişdir. Bugün hâfız efendinin okuduğu gibi. "مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰ mâ kâne Muhammedin ebâ ehadin min ricâliküm velâkin resûlallah". Bir yerde gene, "هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ hüvellezî ersele resûlehû bi'l-hüdâ ve dîni'l-hakki li yuzhirahû ale'd-dîni küllih, ve kefâ billahi şehîdâ". Hep sıfatlarıyla ve iltifât-ı rabbâniyle söylemişdir ve Habîbi Muhammedine tazîm eder Allah. Yani hürmet gösterir. Çünkü Resûlullah hürmet edilecek bir kuldur. Görmüyor musun, her Cuma her tarafda şu âyet ilân olunuyor, "اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا innallahe ve melâiketehû yusallûne ale'n-nebiyy yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi vesellimû teslîmâ". "Ben Allahlığımla, meleklerimle Habîbim Muhammedime salât ediyorum". Bunu söyleyen müftü değil, diyânet reisi değil, şeyhülislâm değil, yerin göğün sâhibi Allah!. "İnnallahe", muhakkak Cenâb-ı Hakk, "ve melâiketehû", melekleriyle berâber, "yusallûne ale'n-nebiyy", Nebiyy aleyhi's-salâtü ve's-selâm üzerine salât eder. "Yâ eyyühellezîne âmenû", ey ismimle isimlendirdiğim, beni tevhîd eden, benim habîbime gönül verenler, ey mü'minler, kıyâmete inananlar, siz de ne yapınız, "sallû aleyhi", O'na salât ediniz, "ve sellimû teslîmâ", tam bir teslîmiyyetle, hakkıyla. Biz de ne yapıyoruz hakkıyla salât vermek için Cenâb-ı Peygamber'e? Allah'a diyoruz ki, "Yâ Rabbi", "Allahümme", Ey benim Rabbim, Ey bani yokdan vâr eden Rabbim, Allahım, "salli alâ Muhammed", Muhammed'in üzerine salât et yâ Rabbi, "ve âli Muhammedin", Âl-i Muhammed'e salât et diyoruz. Allah diyor ki bize, "Siz salât edin", biz diyoruz ki Allah'a, "Sen salât et yâ Rabbi" diyoruz. Manâsı ne demek? Yani "Yâ Rabbi, Habîb-i Hudâ Şefî-i Rûz-i Cezâ, Mefhar-i Âlem, Sebeb-i Hilkat-i Âdem olan Muhammed Mustafâ'ya lâyık olan salavâtı biz kullar bilemeyiz yâ Rabbi. Ancak sen ilm-i ilâhiyyen ile O'na lâyık olan salavâtı bilirsin, O'na sen salavât et" diyoruz Cenâb-ı Hakk'a.
Bunu niçin söylüyorum? Efendimizin ismi anıldığı vakitde, ezânlar okunurken, radyolarınızı ve televizyonlarınızı kapayınız, çalgılarınızı kesiniz ve ezâa hürmet gösteriniz. Çünkü ezânın içinde Resûl-i Kibriyâ zikrolunuyor. Ezân okunduğu vakitde ezânı Allah da dinliyor. Hadîs-i Şerîf'de öyle. Cenâb-ı Hakk müezzinin okuduğu ezânı tasdîk eder karşısında, mekândan münezzeh olarak.
Cünyed-i Bağdâdî diyor ki, dikkat buyur konuşacağım söze, yani Seyyidü't-Tâife, velîlerin reîslerinden, seyyidlerinden, "Bağdad halkı, ezânlar okunduğu vakitde, naylarının seslerini durdurmadılar, susturmadılar. Kavm-i Nûh'a sel geldi ve gark oldular, Kavm-i Muhammed'e ateş geldi" diyor. Yani Cengiz geldi sonra Bağdad üzerine. Eğer Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin ismi okunduğu vakitde hürmet göstermezsen, musîbeti ve belâyı bekle. Onu söylemek istiyorum yani. Geçiyoruz.
"Hüvellezî", O Allah ki., yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, bizim Rabbimiz, bizi besleyen, bizi yetiştiren, bizi büyüten, bizi yaşatan, bizi öldürecek olan, sonra diriltip, sonra öldürüp, sonra diriltip, huzûruna alacak olan Allah. Yaa! Yokduk vâr olduk.
Yani kısa bir hayat. İyi dinle! Ey delikanlı! Biz de sizin gibi gençdik. Yaşlılar da öyle. Ölenler de böyle bizim gibi yaşıyorlardı vaktiyle. İki kapılı bir han, konan göçer, karar olmaz. Fakat bir adam pazara çıkar, bir şey alır döner, dünyâya gelmek bunun gibidir. Yani o kadar kısa. "Küllü âtin karîb". Çocukluk derken gençlik, gençlik derken dinçlik, dinçlik derken ihtiyarlık, derken o tarafa doğru gidiyorsun. O kadar kısa hayat. Ne alacaksan, bu kısa zamanda, pazardan onu alacaksın. Ana rahminden çıkdın pazara. Götüreceğin de bir arşın kefen, kısmet olursa. Bir kefen aldık döndük mezara, bu kadar hayat. Hayat kısa fakat ma'nâsı uzun çok, ma'nâsı çok uzun. Yaz gününde içdiğin soğuk suyun dahi hesâbı sorulacak. "ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ sümme le tüs'elünne yevme izin 'anin naîm".
Birgün Resûlullah, sallallahu aleyhi vesellem, yolda gidiyordu, karşısına Cenâb-ı Sıddîk-i Ekber Ebâbekir Sıddîk ve seyyidinâ Ömer ibn Hattâb radıyallahu anhümâ Hazretleri çıkdılar. Efendimiz, "Yâ Ömer Yâ Ebâbekir, nereye gidiyorsunuz?" dedi. Dediler ki, "Yâ Resulallah, açlıkdan çıkdık evden, yiyecek yok, açız. Gel filanca sahabenin yanına gidelim, onun biraz hâli vakti yerindedir" dediler ve Efendimizle berâber oraya gittiler. O zât da kendilerine bir hayvan kesdi, bir koyun kesdi, kuzu. Kızartdı onların önüne koydu. Yediler sonra Cenâb-ı Peygamber ona duâ etdi ve buyurdu ki, "İşte bunun da hesâbı bizden sorulacak" dedi Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. Acaba anlatabiliyor muyum? Birisi Ebûbekir, biri Ömer, biri Fahr-i Cihân Muhammed Mustafâ. Söyleyen muhbir-i sâdık O.
Onun için verilen nimetin kadr ü kıymetini bil, şükrünü edâ et. Ölmeden evvel de hayâtının kıymetini bil, kendini ibâdet ve tâatda harca. Yani ömrünü oradasarfet. Sonra ağlamanın sızlamanın faydası olmaz. "Bugün tövbe edeceğim, yarın tövbe edeceğim" yâhud "Tekâüd olayım, işlerim biraz hafiflesin" dersen, işin bitdiği gün kapıya zâten teneşir gelir, cansız at kapıya dayanır. Hemen başlayacaksın ibâdet ve tâata. Hemen îmânını tâzeleyeceksin. Her ân Allah diyeceksin. Her işinde Allah'la olacaksın, Allah'lı olacaksın, Allah'ı seveceksin, O'nun sevgisini bekleyeceksin, O'ndan korkacaksın. Emirlerini seve seve yapacaksın, cânına minnet bâşınâ tâc bileceksin. Yasaklarından kaçınacaksın, korkacaksın celâlinden, hak ve gerçekdir.
Böyle savsaklama kendini, "Aman dünyâdan biraz haz alayım". İçki sofrasından haz alma, namazdan zevk duy. Dünyânın kötü kelimelerinden zevk alma, Allah zikrinden zevklen. Hepsi yalan başdan aşağı fakat manâları sana sorulur. Hiç kimseye zulm olunmaz, herkes yapdığını bulur. Zerre kadar hayır işleyen hayrının mükâfâtını, zerre kadar şer işleyen de, kötülük yapan da, mutlakâ şerrinin felâketini görecekdir. Öyle diyor Allah Kur`ân-ı Kerîminde. Ama biz Muhammedîyiz, sallallahu aleyhi vesellem, Resûlullah'a tâbi olduk, O'nun yolundan yürür, O'nu şefî tutarsak, hemen tövbe edersek, cümle günahlarımızı affedeceğini Allah Kur`ân'da haber veriyor.
Hattâ afla da bırakmıyor, affediyor, sonra günahları hasenâta tebdîl ediyor. Tövbe eden mü'minler, hâlis tövbe edenler, Allah yoluna baş koyanlar, Allah'a kıyâm edenler, Allah'a rükû edenler, Allah'ı tesbîh edenler, Allah'a secde edenler, onların günahları afla kalmaz, ne kadar günahı varsa sevâba kalb olur. Yüz bin günahı vardı, affoldu, yüz bin sevâba kalb oldu. Bu fırsatı niye kaçıracaksın, güneş gurûba eriyor. Gelici pek yakında gelecek. Bugün-yarın derken vaktini geçirme.
Tabii zevk u safâlı günler çabuk geçiyor. Soruyoruz bazen, "Yâhu Ramazan ne vakit geldi, hafta ne vakit geldi". Sevk u safâdasın, farkında değilsin Allah'ın verdiği nimetlerin. Hasta olsan vakit geçmez. Hasta olsan hiç vakit geçmez. Saat araba tekerleği olur. Bir hastayı bir odaya koyduk, iki sevgiliyi bir odaya koyduk. Aynı saatde yatdılar, sabahleyin açdık kapılarını sorduk, sevgililer diyor ki, "Ne vakit sabah oldu yâhu", hasta diyor ki, "Yâhu hiç gece bitmedi" diyor, "ne kadar uzundu gece". Aklını başına al, aç gözlerini, uyuma! Çok uyuyacaksın sonra. İftah ayneyk!
Sana bir kıssa anlatayım. Bir pâdişah, yani sultan, bugün yarın derken ecel yatağına yatmış. İyi dinle, sana ibret olsun. Ecel yatağına yatdı, sonra vezîr vüzerâsını topladı, başına getirdi, dedi ki, "Ey vezîrlerim! Ey emîrlerim, askerlerim, kumandanlarım, paşalarım! Bakın beni görün, benden ibret alın. Şarkdan garba, iki dudağım arasındaydı halkın hayâtı ve memâtı, değil mi? Şimdi ben her şeyden âciz oldum. Bir yudum su yutamıyorum. Su var, yutmaya kudretim yok. Param var, harcamaya tâkatim yok. Vücûdum var, Hakk'a secde etmeye hâlim yok. İşte yatdım bu hâle, siz de bu hâle geleceksiniz. Ben pâdişah idim, benim hâlimi görün. Maalesef ben bugün yarın diyerek işi savsakladım, tövbe etmedim, Rabbime rücû' etmedim. Rabbine rücû' etmeden, tövbe etmeden ölenlerin hâli felâketdir. Ben korkuyorum kabir azâbından. Beni filanca sarayıma, bir tabutla tavanına altın zincirle asdırınız, toprağa gömdürmeyin, korkuyorum kabir azâbından".
O zavallı, dar görüşlü, bilmiyor ki Allah dilerse, cennetde insana azâb eder, cennetde! Allah dilerse cehennemde insanı mükâfâta erdirir. Nemrud'un ateşi İbrahim'i yakdı mı? Aleyhisselam. Halîl'in bıçağı İsmâil'i kesdi mi? Onlar sebebdir, müsebbib-i hakîkî Allah'dır Celle Celâluhû Hazretleri.
Allah kulunu affetmek istedi mi, cehennemde yerini gülzâra çevirir. Kâdir her şeye çünkü.
Allah'ı iyi anla ve öğrenmeye gayret et. Kudretini, cemâlini, celâlini, kemâlini. Onun için buraya geldin. "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'budûn", "illâ li ya'rifûn", öyle tefsîr etmişler. Gizli hazîne açıldı, sen bu âleme saçıldın. Vazîfen Allah'ı bilmek, Allah'ı bulmak, Allah'lı olmak. Unutma sakın vazîfeni, sonra felâket olur işin. Sonra bu'diyetde kalırsın, kurbiyyete eremezsin. Garîb olursun, karîb olmazsın. Karîb olanlar kurtuldular, garîb olanlar felâkete uğradılar âhiret âleminde.
Bak şimdi ne olacak. Öyle söyledi ve öldü. Vasiyetini yerine getirdiler, sarayının bir odasında, diğer bir sarayının, metrûk bir sarayının, onu bir tabuta koydular, kitlediler, tavana asdılar, tavana, yüksek yere. Kabirde azâb oluyor, orada kurtulacak, öyle zannediyor. Zâten öyle zannetmese o güne kadar tövbeyi geç bırakmazdı. Öyle zannetdiğinden tövbeyi geç bırakdı. Etrâfına asker çevirdiler, gece bekliyorlar. Bir felâketdir kopdu, tabutun içerisini açdılar, bir kara yılan pâdişahı yarıya kadar yutmuşdu. Anlatan Eşrefoğlu Rûmî, ondan söylüyorum, yerini de söyleyeyim sana. Kaddese sırrah. Hemen yılanı öldürdü askerler. Gene yerine koydular, okuyarak. Bir müddet sonra gene bir feryâd kopdu. Gene açdılar, gene aynı yılan pâdişahı göbeğine kadar yutmuşdu. Gene parçaladılar yılan. Gene arkasından bir feryâd kopdu, bakdılar ki, yılan yutmuş pâdişahı, azâb etmekde. Sonra gitdiler, büyük velîlere sordular, bu nedir diye. Dedi ki, "Onu öldürmeye kalkmayınız, siz onu öldürmezsiniz", "Neden?", "O ölen zâtın ameli idi".
Herkes dünyâda ne ise, âhiretde odur. Çünkü âhiret denilen nesne, kabir denilen nesne, insanın amel sandığıdır. Bir adamın ameli yılan olup da, zâhiren insan olursa, kabirde mutlakâ o amel onun boynuna dolanacakdır. Onun için iç tarafını insan etmeye çalış. Kötü huylarını terket. İbâdete koyul. Zâhirini şerîatın nûruyla, bâtınını aşkullah, muhabbetullah ile münevver kıl. Allah aşkıyla, Muhammed aşkıyla, Muhammed zevkiyle.
"قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ kul hüvellezî zeraaküm fi'l-ard", Sizi kürre-i arddan Allah toplayacak. Yaratdı, öldürecek. Toplandın, dağılacaksın. Doğdun, öleceksin. Yapılan binâ, yıkıldı. Toplananlar, dağıldı. Doğanlar, büyüdüler sonra öldüler. Her sene neşr olunan nebâtât, sonbaharda ölüyor. Görebilirsen, hep bizi gösteriyor bu. Ben bu câmiye elli üç senesinden beri devâm ediyorum, kaç defa doldu boşaldı burası. Haberin yok. Yer sana onu söylüyor altından ama sen duymuyorsun ben ne yapayım. Bu minber de onu söylüyor bana, "Ben üzerimde nice hatîbleri eskitdim" diyor bana, duymuyorum ben, o ne yapsın. Görenedir görene, köre nedir köre ne! Geçiyoruz.
Mü'minler! İki şeyi unutma, sözün kısası. Biri, Allah'ı unutma, biri, ölümünü unutma. O vakit fenâlıkdan kaçacaksın, kaçınacaksın. Allah'ı unutan, ölümü unutan, felâkete gitdi. Hangi iş yapdığın vakitde, Allah'ın onu gördüğünü, Allah'ın sana senden yakın olduğunu, bildiğini, işitdiğini, duyduğunu bilmen, bir de ölenleri görüp de, "Ben de bu hâle geleceğim" diye düşünmen, seni Allah yoluna doğrultacakdır. Allah'ı unutmayanlar, ölümlerini unutmayanlar, saâdete erdiler. Allah'ı unutanlar, nefislerini unutdular, ölümü unutanlar, nefislerini unutdular, onlar da felâkete erdiler. İki yol gösterdik, aklı başında olanlara. Birisi, rüşd yolu, birisi, felâket yolu. Biri eğri, biri doğru. Doğru yol İslâm yolu, Kur`ân yolu, Hazret-i Muhammed'in çizdiği yol, sırât-ı müstakîm. O yolun nihâyeti, cennet, cemâl, rıdvânâ gider. Eğri yolun nihâyeti cehennemdir.
"Efendi ne kadar cehennemden bahsediyorsun" deme bana. Ben bahsetmiyorum, Allah bahsediyor. Bin emir var Kur`ân'da, bin nehiy var. Bin vaad var, bin vaîd var. Allah hemen küfrü söyler arkasından îmânı, hemen cennetin arkasından cehennemi. Allah Kur`ân'da öyle zikreder. Hemen cehennemi söyler hemen arkasından cenneti söyler. Çünkü cennet Allah'ın cemâli ve kemâliyledir. Cehennem Allah'ın celâlidir. "Lâ mevcûde illâ hû"dur, anlayan için.