14 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Bugünkü durumda on sekiz bin âlemdir. O da insanlar saymışlar, insan ilmiyle on sekiz bin âlem. Allah'ın bilgisiyle on sekiz milyar âlem. İnsanlar saymışlar, karıncalar âlemi, hayvanlar âlemi, balıklar âlemi, havâ âlemi, melekler âlemi, şeytanlar âlemi, insanlar âlemi, saymışlar saymışlar saymışlar, on sekiz bin âlem bulmuşlar. İnsan ilmiyle bulunmuş. Allah biliyor. "وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ ve in te'uddû nimetallahi lâ tuhsûhâ", siz Allah'ın bir nimeti sayamazsınız diyor Allah, nerede kaldı on sekiz bin âlem. Ama ulemâ saydılar, bu kadar buldular, kendi ilimlerine göre. Kıyâmet kopduğu vakitde neyse kâinâtda yaradılan, "يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ yevme tübeddelü'l-ardu gayra'l-ard", başka bir âlemde aynını halk edecek Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri. Yani seninle beni karşı karşıya getirecek. Nasıl? Nasıl bizim rızkımızı unutmuyorsa, o gün de öyle bizi meydana getirecek, böyle karşı karşıya, bu meclis, huzûrullahda sorulacakdır. Dinleyene de söyleyene de.
On sekiz bin âlem, insanların yani âlimlerin saydığı, sayabildikleridir. Yoksa Allahu Sübhânehû veTeâlâ Hazretlerine göre nice mahlûkât-ı ilâhî var ki biz ondan bî-haberiz. Hattâ Süleyman Peygamber demiş ki Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbi, bana müsaade etsene, şu mıntıkanın rızkını ben vereyim, bir gün ben dağıtayım" demiş Süleyman Peygamber. Allah müsâade etmiş, bir mıntıkanın, ufak bir mıntıkanın rızkını dağıtmış. Sonra demiş ki, "Bütün mahlûkâtıma rızkını verdin mi yâ Süleymân?". "Verdim yâ Rabbi" demiş. "Yok" demiş "suyun içinde bir taş var, taşı çıkarın" demiş. Taşı açmışlar, bir kurt açım diye bağırıyor. "Ben onu dahi bırakmam" demiş Cenâb-ı Hakk.
Bu, halkın böyle görmesi, bilmesi için anlatılan bir hikâye, böyle bir hâdise olmuş. İnsan vücûdunda milyonlarca mahlûkât-ı ilâhiyye var. İçeride muhârebeler, dövüşmeler, çekişmeler filan, maddî manevî. Bir yer kesilse, görmüyor musun hücûm ediyor mikroplar birbirleriyle harb ediyorlar orada, acıyor filan, sonra deri kapanıyor. Allah onların hepsinin, görünen görünmeyen mahlûkâtın, on sekiz bin âlem, on sekiz milyar âlem, onların hepsinin rızkını veriyor. Hepsinin rızkını veriyor, sıhhatine bakıyor, gözü varsa gözünün nûrunu, kulağı varsa işitme hassasını hep veren Allah'dır, Celle Celâluhû Hazretleri. Yoksa oturmuş tahtının üstüne, galyanı yakmış, lakır lakır içiyor, hiç aldırdığı yok değil yani. Hep bizimle meşgûl. Başına belâ almış yani yaratmış bizi, efendime söyleyeyim, uğraş da dur, hiç durmadan. Yaaa, bizimle meşgûl. "كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ külle yevmin hüve fî şe'n", Sûre-i Rahmân'da, her ân bizimle meşgûl, iştigâli var. Yalnız bizimle değil, ağaçlarla, topraklarla, toprak içinde bulunan mahlûkâtla, kürre-i ardın altında, yedi kat semânın mâverâsında tâ seriyyeden süreyyâya kadar ne varsa insanların idrâk edebildiği ve idrâkinin mâverâsında, ne varsa onlarla meşgûl Allahu Sübhânehû ve Teâlâ. Yoksa tahtına oturmuş, bir tarafda Cebrâil, bir tarafda Mikâil, bir tarafda İsrâfil, bir tarafda Azrâil, ellerine tokmaklar almışlar böyle bekliyorlar pâdişahın oturması gibi değil. O, "er-rahmânu al'el-arşi's-tevâ" istivâ manâsına ama, arş-ı sûrî var arş-ı manevî var ve arş-ı hakîkî var. Arş-ı hakîkî üzerine oturmuşdur. Onu anlayacak kafa lâzım, izân lâzım ve irfân lâzımdır. İnsana verilen ilim Allah hakkında verilen ilim, ancak insanın idrâki kadardır.
Onun için zâtullah üzerinde durulmaz, mahlûkât üzerinde dururuz, sıfat ve esmâ üzerinde dururuz biz. Halbuki bırak esmâyı geç müsemmâya. Esmâda kalma geç müsemmâya. Yaaa! Bırak esmâyı, müsemmâya gel. Dervîşliğin bidâyeti, "üzkürullah", Allah'ı zikirdir, esmâdadır, esmâ, esmâ, esmâ. Esmâdan murâd, esmâdan gâye nedir? Müsemmâdır. Hep esmâda kalırsan o vakit tahtda kalırsın yani tahtın sâhibine mülâkat olmaz. Şimdi, bütün kâinât bir araya gelse, Âdem aleyhisselâmdan kıyâmet gününe kadar gelecek insanlar da gelse, bütün fen sâhibleri gelse, bir sivrisineği halk edemezler. Şeklinde yaparlar, benzetirler ama sivrisineğin kendine verilen kudret verilmez. Moskitoyu gösteriyoruz, o, halkın gözünde görünen en zayıf hayvan olduğu için. Yoksa mikrobu da yapamazlar. Gözün göremediği, nedir o, mikroskobun göremediği mikrobu da yapamazlar. Bazı mikrop var, mikroskop da göremiyor o mikrobu. İşte o mikrobu, mikroskobun dahi teşhis edemediği mikrobu halk etmekle, bu kâinâtı, on sekiz bin âlem diyorlar, on sekiz bin âlemi halk etmek arasında Allah için hiç bir fark yokdur. "Kün" der olur. "اِذَٓا اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ izâ erâde şey'en en yekûle lehû kün fe yekûn". Murâd etdiği vakitde, "ol" der ve o şey hemen zâhir olur. Yıkmak istiyorsa, "yıkıl" dedi mi, tamam. Gene "kün", derhal yıkılır. Yaaa!
www.muzafferozak.com