Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, rızık sıkıntısından şikâyet ederek, "Burada para kazanamıyorum, yurtdışına gitmek istiyorum" diyerek kendisinden izin isteyen dervîşlere, "Oranın Allah'ı ayrı mı?" diyerek îkâz buyururlardı. Buna kaç defa şâhid oldum.
Sıradan insanlar için yapılmasında mahzur olmayan birçok işler ehl-i tarîk için makbûl değildir. Efendi Hazretlerinin bu gibi heveslere kapılanları azarlaması da bunun içindir. Tarîkat, rızâ yoludur, teslîmiyyet yoludur, tevekkül yoludur. Dervîşlik bunlarla olur. Dervîşliğin başı, dünyâyı terk etmek, ortası ukbâyı terk etmek, nihâyeti kendini terk etmekdir. Öyleyse nasıl olur de üç kuruşluk dünyâ menfaati için yerini yurdunu bırakır da yaban ellere gider bir dervîş. Yanlış anlaşılmasın, dervîşlik demek tembellik demek değildir. Tam tersine, dervîş olan kişi, ölünceye kadar çalışacak, gerek malıyla gerek canıyla insanlara hizmet edecekdir. Fütüvvet ehlidir dervîş, çalışacak, helâlinden kazanacak, kazancından başkalarına yedirecek, kendisi aza kanâat edecekdir.
Büyük velîlerden bir zât diyor ki :
Belhli bir gence mağlûb olduğum gibi hiç mağlûb olmadım. Hacca giden bu genç yolda bana uğradı ve "Size göre zühd nedir?" diye sordu. Ben "Bulursak yeriz ve şükrederiz, bulamazsak sabrederiz" diye cevâb verince "Sizin yapdığınızı bizim şehrin köpekleri de yapar" demesen mi! Bu defa ben ona aynı soruyu sordum. Dedi ki, "Bulamazsak şükrederiz, bulursak başkalarını kendimize tercîh ederiz".