23 Mart 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri anlatmışlardı :
Bektâşi, oruç yemiş, atmışlar içeriye. Pencerede oturuyor. Ne yapacak içeride, karakolun penceresinden dışarı bakıyor filan. Karşıdan bir adam geliyor, elinde bir karpuz, göbekli filanmış herhalde, faş faş yiyerek böyle geliyor. Hemen Bektâşi bağırmış, "Şışşt! Ulan ne yapıyorsun! Görürlerse içeri atarlar seni!". "Bana kimse bir şey yapamaz" demiş karpuz yiyen. "Neden?" demiş. "Ben Ermeniyim, gavurum ben" demiş. "Vay anasını, sahi mi söylüyorsun! Ulan keşke gavur olsaydım ben de" demiş.
Bazıları bu latîfeyi anlamıyor, "bu kadarı da olmaz" filan diyor. Halbuki bugün müslümanlar arasında bu Bektâşi gibi nice insan var. Bunlar kimisi ana baba zoruyla, kimisi de etrafın ayıplamasından korkarak moda tabirle mahalle baskısıyla ibâdet eden kimseler. Eğer böyle bir baskı olmasa, ayıplanma endîşesi olmasa, ne oruç tutar, ne namaz kılar, ne de câmiye gider bunlar. Bunlardan bazıları kirişi kırıp yutrdışına çıkınca bakıyorsun ne dîn kalmış ne diyânet, ne ahlâk kalmış ne ibâdet. Bazıları da kendi yurdlarından ayrılıp başka diyarlara bâhusûs büyük şehirlere gelince böyle oluyor. Çünkü büyük şehirlerde kim kime dum duma, kimse kimseye aldırmıyor, ayıplamıyor.