15 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Beyler bir türlü toplanmıyormuş Osman Bey'in etrafına. O kadar zorlamışlar filan, beyler bir türlü toplanmıyor Osman Bey'in etrafına. Sık sık Şeyh Edebâlî Hazretlerini ziyârete gidermiş, Eskişehir'e. Atlamış ata, doğru Şeyh'e gitmiş, canı sıkkın gitmiş. Gece epey oturmuş orda Efendi'yle sohbet etmişler.
Âriflerle bir adam sohbet ederse, la'l, mercân, inci olur o. Ama câhille konuşursan, laf bulamaz, bir söz söyler senin kalbini kırar filan. Onun için Allahu Teâlâ Kur`ân'da ne diyor, "وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ ve a'rid 'ani'l-câhilîn, câhillerden yüz çevirin" diyor. Bir işe yaramaz, echel. Haa, bir de Allah'dan gayrının câhili vardır, o ayrı. Onlar ârif-i billah kişilerdir, Allah'dan başka bir şey bilmez o, câhildir, Allah'ı bilir yalnız. Hani işte, Kur, ân'da var ya, "اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ innâ 'aradne'l-emânete ale's-semâvâti ve'l-ardi ve'l-cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehe'l-insân, innehû kâne zalûmen cehûlâ". İşte o insân olan, ordaki, o Hakk'dan başkasını bilmez, Allah'ı bilir yalnız, Allah'dan gayrıya câhildir. Bilgili insanlarla konuşmak lâzım. Gene Allah Sûre-i Tövbe'de, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ yâ eyyühellezîne âmenu't-tekullâhe ve kûnû me'as-sâdıkîn, Allah'dan korkunuz ve sâdıklarla, dürüst kimselerle ahbâblık yapın, arkadaşlık yapın" diyor.
Osman Bey de, Şeyh Edebâlî Hazretlerini kendisine ahbâb edinmiş, onun nasîhatlarına ihtiyâcı var, sıkıldı mı bazen, hemen Hazret-i Şeyh'in tekkesine, somasına gidiyor, atına atlıyor gidiyor Osman Bey. Osman Bey geliyor, Şeyh'le konuşuyorlar, güzel şeyler konuşuyorlar, Allah'ın kitâbından, şerîatdan, şerîatın tarîkatından, tarîkatın hakîkatından, hakîkatın marifetinden. Çünkü şerîatın şerîatı, şerîatın tarîkatı, şerîatın hakîkatı, şerîatın marifeti var. Tarîkatın şerîatı, tarîkatın tarîkatı, tarîkatın hakîkatı, tarîkatın marifeti var. Böyle şeyler konuşuyorlar. Allah Kitâb verdi ve hikmet verdi, hikmet konuşuyorlar.
Bir gün gitmiş gene Şeyh'e oturmuşlar, sohbet etmişler, uzun uzadıya oturmuşlar, zikrullah yapılmış, namaz kılınmış, ibâdet edilmiş. Evet, konuşuyorlar, sonra geç kalınca, "Osman Bey gitme, bu akşam burda kal" demiş Hazret-i Şeyh, "Sana yatak yapsınlar". Hemen dervîşlerini çağırmış, "Lebbeyk Efendim", "Osman Bey burada kalacak benim odaya yatak yapın" demiş Hazret-i Şeyh. Yapmışlar yatağı. Osman Bey odaya girmiş, soyunmuş, tam yatacak, bir de ne görsün, duvarda Kur`ân-ı Kerîm asılı. Onu görünce Osman Bey, yatmamış. Nasıl yatar, Kur`ân-ı Kerîm'e ayağını uzatsın, uzatabilir mi? Osman Bey yatmamış, Kur`ân'ın karşısında ayakda, böyle boynunu kesmiş, Allah'ın kitâbı karşısında böyle sabahlara kadar. Sabahleyin bir dervîş gelmiş, kapıyı vurmuş, "Tak, tak ,tak, namaza!". Allahuekber, Allaaaahuekber.
Mü'minler namaza kalkar. Allah davet ediyor sabahleyin. İsrâfil sûru üfürdü. İctimaya çağırıyor, kıyâmet gününe. Mü'minler sabah namazına kalkarlar. "Uyudum kaldım", o vakit mesele yok, Allah ziyâfet vermişdir sana. Ona sözümüz yok ama malak gibi bakarken böyle ortalık ışımış yatmak müslümana yakışır bir hâl değil.
"Hadi Efendi namaza!", "Peki geliyorum" demiş, Hazret hemen dışarı çıkmış. Dervîşân somada toplanmışlar, saf saf olmuşlar, melekler gibi bütün her taraf, herkesin boynu bükük, hepsinin kalbi Allah'a bağlı, perdeler çâk olmuş, vuslat olmuş hepsi namazda. Namaz kılıyorlar. Osman Bey de namaza uymuş. Namazdan sonra, sabah kahvaltısı. Müslümanlar öyle çok fazla yemezler. Bir parça bir şey yerler sabahleyin, çok yemezler. Kahvaltıyı etmişler, yatağı kaldırmaya bir dervîş gitmiş, yatak hiç bozulmamış, öyle olduğu gibi duruyor. Hemen gelmiş, Şeyh'in kulağına, "Efendi Hazretleri, Osman Bey hiç yatmamış yatağa, yatak olduğu gibi duruyor" demiş. "Yaa öyle mi?". Yemekden sonra demiş ki, "Osman Bey yatakda bir şey mi gördünüz, bir çirkinlik mi gördünüz?" demiş. Olur ya, bit görür, pire görür, bit görür, olur ya. "Yok" demiş, "ne münâsebet, "Burası cennet bahçelerinden bir bahçe, ilim meclisi burası, zikrullah meclisi olan yer, yataklarınız da tertemiz, tâhir, hem de mutahhir aynı zamanda, hem tâhir, hem mutahhir. Ama duvarda Kur`ân-ı Kerîm asılıydı. Allah'ın kitâbına karşı ben nasıl yatarım sırtüstü" demiş.
Dedi, "Efendim Kur`ân-ı Kerîm duvarda asılıydı, ben Kur`ân-ı Kerîm'e karşı yatamam" dedi. "Uzanamam, yatmam. Onun için yatmadım". Şeyh Efendi, "Yaa öyle mi" dedi ve başka bir odaya bir yatak hazırladılar, "bu tarafa buyrun" dediler, "Burda biraz istirahat buyrun. Namazdan sonra biraz yatmak sünnetdir" dediler. Yatdı orda biraz.
Bir rüyâ gördü Osman Bey. Ve ordan çıkıp Hacı Hünkâr'a gidecekdi ziyârete, niyeti oydu. Ordan çıkıp Hacı Hünkâr Velî'ye gidiyordu ziyârete. Rûhü'l-Beyân sâhibinin beyânına göre. Bir rüya gördü, göğsünden bir ağaç çıkdı, yükseldi, yükseldi, yükseldi, taaa semâvâta dayandı. Sonra bir dal koyverdi şarka, bir dal koyverdi garba. Doğu, batı, şimâl, cenûb. O ağacın altına, rengârenk insanlar, şehirler, nehirler, denizler, köyler, kasabalar, kaleler girdi o ağacın altına. Böyle acâib bir rüyâ. Kalkdı, " Hayırdır inşaallah, rabbiyessir velâ tu'assir rabbi temmim bi'l-hayr, harun lenâ şerrun li a'dâenâ". Acîb bir rüyâ. Hemen Şeyh'e gitdi, dedi, "Efendi, şimdi yatdım ben bir ma'nâ gördüm ama bu ma'nâ boş değil".
Herhalde istihâre etdi Osman Bey. Şeyh'e anlatdı rüyâsını. "Böyle böyle, böyle" gördüm dedi. "Aaaa Osman Bey sen bana emr-i mühim bir şey haber verdin. Ben bu rüyâyı tabîr ederim ama şartım var". Nedir o? "Kerîmemi, taht-ı nikâhınıza alırsanız, rüyânın karşılığı o, öyle tabîr edeceğim". "Aman Efendim" dedi, "Sizin gibi bir zât-ı ekremin kerîme-i muhteremesine sâhib olmak dünyâ ve âhirete sâhib olmak gibi bir şeydir. Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ hasene sırrı zâhir olmuşdur, hay hay" dedi. "Osman Bey, bir devlet kuracaksın, Kur`ân'a yapdığın hürmetden dolayı. Kur`ân'a yapdığın hürmetden dolayı bir devlet kuracaksın, şark, garb, şimâl, cenûb, Türkü, Arabı, Kürdü, Çerkesi, Boşnağı, Yugoslavı, Bulgarı, Romeni, Yunanı, hepsi senin devletinin altına girecek. İki deniz sana havuz gibi olacak. Dört kıtaya hükümrân olacaksın". Üç kıtaya mutlakâ, dört kıtaya da fermânı gidiyor. "Ya öyle mi!". "Haydi bakalım, Allah mübârek etsin dedi". O da Hanım Sultan'ı aldı. Hemen kendi dervîşlerini Osman Bey'in emrine verdi Hazret-i Şeyh. Ordan dışarı çıkdı, bir alay zât hazırlanmış, hepsinin ellerinde kılıçları, duruyorlar dışarda. Acâib bir takım insanlar. Yaaa, bilindiği gibi değil öyle hâdisât, devletin kuruluşu. Ondan sonra ormanın içinden bir zât-ı ekrem çıkdı, beyaz sakallı nûrânî bir zât, ormandan bir dal kesdi, o dalı getirdi, başından sarığını çıkardı, o dalın üzerine sarığını bayrak yapdı, "Al Osman bayrağın bu, askerin de bunlar" dedi. Ricâl-i gayb. Tabii. Yirmi altı vilâyeti zabt etdi ve Devlet-i Osmâniyye kuruldu.
Şehîdlerimizin, gâzîlerimizin, vatanımıza ve dînimize hizmet eden zevâtın, hayrâtda bulunan ashâb-ı hayrâtın, âşıkânın, garîblerin, yoksulların, mazlûmların rûhları için, ve bu câmi-i şerîfin bânîsi Sultân Bayezid Hân'ın ve selâtîn-i âl-i Osmân'ın rûhları için, bu câmiden güzerân eden müezzinîn, kayyımîn, vâizîn ve bu câmiye birr ü ihsânda bulunan, bu câmide bir kerreAllah diyen, bir kerre secde eden Ümmet-i Muhammed'in rûhları için, Fâtiha!
www.muzafferozak.com