Peygamber Vârisleri ve Manevî Hilâfet

14 Aralık 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Veraset

Büyük mürşidlerimizden Hazret-i Pîr Seyyid Ahmed er-Rıfâî Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî Efendimiz SÛre-i Rûm'un baş tarafındaki, "لِلّٰهِ الْاَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُۜ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَۙ * بِنَصْرِ اللّٰهِۜ يَنْصُرُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ" âyet-i kerîmelerini zkretdikden sonra buyuruyorlr ki :

Allah'ın murâd etdiği oldu. Yolları açdı, vaadini gerçekleşdirdi. Allahu Teâlâ işte bu vaadi sebebiyle dînini kemâle erdirdi ve nimetini tamamladı. Hazret-i Muhammed'in vârisleri O'ndan bu görevi alarak O'nun emirlerine uyup yasaklarından sakınmayı emretdiler. Hazret-i Peygamber'in bütün vârisleri, O'nun getirdiği hükümlerle hükmetmek için harekete geçdiler. Ve bu vazîfe, zâhir ve bâtın olmak üzere ikiye ayrıldı. Hakîkatde zâhirî vazîfe de bâtınî vazîfe de birdir. Kim, "Bu görev yalnız bâtınîdir" diye iddiâ ederse, hatâ etmiş olur. 
Cenâb-ı Hakk katına yükselmiş her hüküm şâyet herkese açık olsaydı, bu hüküm âdil bir hâkimin hükmü gibi olurdu. Halbuki bu iki vazîfe arasındaki fark, vazîfenin îcâbındandır. Hâkime verilen vazîfe insanlar tarafından bilinir. Bâtınî vârislere verilen vazîfe ise gizli olup zâhirî gözle görülmez. İlk dört halîfe  hâriç, çoğu zaman bu iki vazîfe aynı kişiye verilmemişdir. Dört halîfe bundan istisnâ edilmişdir. Çünkü bunların bâtınî vazîfesi nübüvvet bürdesiyle perdelenmişdir. Muhammedî nûr ummânının dalgaları birbirini dövüp dururken nasıl olurdu da onlar, velâyetlerini izhâr edebilirlerdi. Bunun için Resûlullah zamânında ve torunlarının devrinde onların bâtınî hâlleri yani, velâyetleri gizli kalmışdır. Nübüvvet bürdesi bunu örtdüğü için, o zaman onların yalnız zâhirî hilâfetleri görülmüşdür. Gerçekde ise onlar hem zâhir hem de bâtın yönünden Peygamber'in vârisleridirler. Öyle ki onlardaki Muhammedî nûru gözler müşâhede etmiş, onun korkusuyla kalbler ürpermişdir. 
Muhammedî nûra vâris olmak, Resûlullah'ın zâtî ahlâkı ile süslenmeye ve ondan bir cüz olmaya bağlıdır. Bu nûrun nöbeti, kendisini Allah'a adamış olan ve gözlerimizin nûru Hazret-i Hasen ve Hazret'i Hüseyn'in annesi Hazret-i Fâtıma radıyallahu anhâ Hazretlerinin nöbetidir. Pırıl pırıl parlayan bu nûr-i Muhammedî, nöbetini "Yâ Ali, ente bi menzileti Hârûn" hadîsiyle yüceltilen Hazret-i Ali ile devâm etmişdir. Hilâfet kılıcını kuşanan Hazret-i Ali Allah'a kavuşuncuya kadar, zâhirî halîfeliği asâleten, bâtınî halîfeliği ise vekâleten yerine getirmişdir. Bu hilâfet gömleğini sonradan şehîdeyn-i nesîbeyn sıbteyn-i mükerremeyn İmâm-ı Hasen ve İmâm-ı Hüseyn giymişdir. Bu Muhammedî vazîfenin nöbeti Allah'ın velîsi Mehdî'ye gelinceye kadar gizli hazîneler içinde torundan toruna geçmişdir. Bu nöbeti, şehîd-i Kerbelâ Hazret-i Hüseyn'in torunlarından manevî hilâfet libâsını giymeye lâyık olan Muhammedî ahlâka sâhib olanlar günümüze kadar getirmişlerdir.
Evet, Allah'a verdikleri sözde sâdık olan bazı kimseler, bu manevî hilâfet elbisesini giyip bu vazîfeyi yerine getirmişlerdir. Onlardan bir kısmı Resûlullah'ın soyundan olan Fâtımîler, bir kısmı da başkalarındandır."يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ". Fâtımîlerden bir kısım insanlar manevî hilâfet şartlarının hepsini taşımadıkları hâlde, zaman zaman bu hilâfeti üstlenmişlerdir. Fâtımîler dışında bu manevî hilâfet libâsını giyen kutublardan bazıları şunlardır : Cömertliğiyle marûf Marûf el-Kerhî. O "nâibü'n-nazar"dır. Yine Serî es-Sakatî de onlardan olup, "nâibü'l-azm"dır. Cüneyd el-Bağdâdî, "nâibü'l-lisân"dır. Şiblî, "nâibü'l-himmet"dir. Sehl bin Abdullah el-Tüsterî, "nâibü'l-kalb"dir. Ve yine o manevî hilâfeti üstlenip Fatımî soyuna nisbet edilenler ise, Talha Ebû Muhammed eş-Şenbekî olup, "nâibü'l-kudret"dir. Tâcî Mansûr el-Betâihî er-Rabbânî, "nâibü'l-burhân"dır.
Bu manevî hilâfeti son olarak bütün yönleriyle yüklenen, bu zayıf, âciz, güçsüz, hiç bir şeye mâlik olmayan, bendenizdir. Ki bunu bana kadîm ve mukîm olan Hazret-i Allah, ancak kereminin bir nişânesi olarak bahşetmişdir. Ayrıca rahmet peygamberi Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem de, kurbiyyet derecesine erişenler arasında ve O'nun manevî huzûrunda bulunan askerlerinin yanında, beni bununla müjdelemişdir. Allah'ın râzı olduğuna biz de râzı olduk. 
Bu, Allah'ın celâl sıfatının perdeli kalblerde bir sarsıntısıdır ki bu sarsıntı, bazı insanların korkmaları ve Allah'ın kudretinden ibret almaları için olup, Cenâb-ı Hakk'ın sarp ve yalçın dağları alt üst eden depremlerinden daha şiddetlidir. Ancak bu manevî hilâfeti üstlenen bazı kimseler de vardır ki, onlar sükûn üzerine olup, bu dehşetli sarsıntıdan çok az etkilenirler.
Dost cemâli şem'inin pervânesidir cânımız
Anın içün ol Muhammed nûrudur îmânımız
Çün Muhammed nûruna mazhar yaratdı lâ-yezâl
Tevhîd-i zât-ı ilâhîdir bizim burhânımız

Listeye geri dön