7 Kasım 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Bazı insanlar vardır, nazar ettiği vakit, halkın kalbinden geçeni Allah ona gösterir. Yani halkın kalbi, orman gibi, onun nazarı da arslan gibidir. Nasıl arslan ormanda bilâ pervâ dolaşırsa, o da insanların kalbini sezer. Halbuki kalb mühim bir sır kutusudur. Ama Allah bazı kullarına gösterir. Hep Allah'ın kudretindedir.
Hani Huzûr-ı Seâdet'e Ebû Cehil geldi, elinde bir takım taşlar vardı. Geldi Peygamber'e, "Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "Avucumdakini bil, ben sana îmân edeceğim" dedi. Efendimiz, sallallahu aleyhi vesellem, şu cevâbı verdi, "Ben gaybı bilmem. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ gaybı bilir. Ama Allah bildirirse bilirim". Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk Peygamber'e vahy etti, dedi ki, "Söyle sen Ebâ Cehil'e, avucundakiler mi seni bilsin, sen mi avucundakileri bilesin". Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurdular ki, "Dur, şimdi Cenâb-ı Hakk bana bildirdi. Cenâb-ı Hakk diyor ki, avucundakileri mi ben bileyim, avucundakiler mi beni bilsin?". Ebû Cehil akıllı adam, "Avucumdakileri söylerse belki atar, tutar, taşların konuşması ise muhal" diye düşündü. Onun için muhal, akıllı çünkü o. Akl-ı meâş sâhibi. Akl-ı meâş, ata benzer, denize kadar gider, daha ileri gitmez. Ebû Cehil, "Avucumdakiler seni bilsin" deyince başladı taşlar söylemeye, "Ente Resûlullah, Ente Resûlullah" yani "Sen Allah'ın Resûlüsün" demeye. Nasîbi olmadığı için, "Ente sehhârun azîm yâ Muhammed" yani "Senden daha büyük bir sihirbaz görmedim" dedi, taşları yere vurdu ve kaçdı.
www.muzafferozak.com