Peygamberimizin Büyüklüğü ve Mevlid-i Nebî - Hutbe - 24 Aralık 1982

13 Eylül 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Cuma Namazı

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
ve fî âyetin âhar
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ * وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِه۪ وَسِرَاجًا مُن۪يرًا
ve fî âyetin âhar
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ * اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ * وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Sadakallahü'l-azîm.

Sultân-ı enbiyâ, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm ki bizim peygamberimiz ve Allah'ın sevgilisi, mahbûbu olan Peygamberimizin nübüvvetine inanan ve Resûl-i Ekrem'i her şeyinden ziyâde severek, evlâdından, ayâlinden, canından, malından, rütbesinden, kasasından, kesesinden, dünyâdan âhirete ve mâfîhâdan ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, Resûl-i Ekrem'in şefâatini özleyen ve O'nun yollarını gözleyen ve Resûl-i Ekrem'e âşık olan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Bir muazzam ay içinde bulunuyoruz ve o ay içerisindeki bulunan mübârek gece ki Leyle-i Mevlid'dir, Resûl-i Ekrem'in dünyâya zuhûrudur, onun arefesindeyiz, onun arefesi olan Cuma günündeyiz. Yevm-i azîm, çok büyük bir gün. Leyle-i Kadir'den de yüce. Leyle-i Kadir, kelâmullah nüzûlüdür, Hazret-i Muhammed gelmese, kelâmullah kime nüzûl edecekdi? Bu Mevlid-i Nebî o kadar yüce bir gecedir ki, müslümanların bunun maalesef farkında değildir. Ve ilk unutulan âdâb-ı islâmiyyeddendir. Eski mü'minler Rebîulevvel ayının, yani içinde bulunduğumuz ay ki Rebîulevvel ayıdır, Resûl-i Ekrem'in tulûu ve zuhûrudur. Allah'ın en büyük nimeti olan Muhammed Mustafâ bizlere. Bütün beşeriyyete, yalnız bize değil, yalnız mü'minlere değil, müslimlere gayr-ı müslimlere, dinlilere dinsizlere, hepsine nimetullahdır Hazret-i Peygamber Muhammed Mustafâ. Çünkü O olmasa ne kâinât, ne uhrâ, ne âhiret, ne dünyâ meydana gelebilirdi. Gelmezdi ki "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk", yani "Habîbim Muhammed seni halk etmeseydim, eflâki halk etmezdim". Felekiyyâtı yani kâinâtı. 

Ahkâmı eskimeyecek olan Kur`ân da buna şâhiddir. İçerisinde Resûli Ekrem'in şân u şerefine âid nice âyetler vardır. Okuduğum âyetlerin ma'nâlarını vermeyeceğim. Bir tânesinin filan vereceğiz. Zâten vereceğimiz ma'nâda da deryâdan bir katre, kürreden bir zerre, güneşden bir hüzme olarak söyleyeceğiz. Şân u şeref-i vâlâsını Allah ilân etdiği için Allah'ın kelâmıyla sizlere Peygamber'in hakkındaki âyetleri okudum. 

Bir defa, "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ  men yutı'ir-resûle fekad etâ'allah". "Her kim ki Resûlüm Muhammedime itâat etdi, muhakkak bana itâat etdi". Gene diğer bir âyet-i kerîmede, "اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ innellezîne yubâyi'ûneke innemâ yubâyi'ûnallah" "Habîbim Ahmed sana kim bîat etdiyse muhakkak bana bîat etdi" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. 

Allah'ın Rahmân ve Rahîm esmâsının Resûl'ün vücûduyla zâhir olmasıdır, Peygamber'in tulûu. Mü'minler yani müslümanlar bir çok âdâb-ı islâmiyyeyi terk etdiklerinden dolayı bunun da farkında değillerdir. Hattâ bazı ahmak kişiler geliyorlar da, "Efendim, sakal-ı şerîfi öpmek câiz mi değil mi?" diye soruyorlar. Canım gayr-ı meşrû şeyleri öpüyorsun da Resûlullah'ın sakalını öpmekden mi çekiniyorsun yani, ona da mı cevaz arıyorsun benden yani. Bu, aşk meselesi bu. Muhabbet meselesi bu. Sende Resûlullah sallakkahu aleyhi vesellemin aşkından bir mikdar varsa O'nun ayağının tozlarını gözüne sürme diye çekersin. Her velî ki yüceldi, kutbiyyete vardı, Resûl'ün ayağının tozunu gözüne sürme çekdi, o makâma yükseldi. Sen Muhammed Mustafâ'yı ne zannediyorsun, sallallahu aleyhi vesellem. Babası Abdullah, annesi Âmine, dedesi Abdülmuttalib, amcası Ebû Tâlib, böyle mi biliyorsun? Ebû Cehil senden daha a'lâsını biliyor, beraber yaşamışlar, aynı yerde.  Resûl-i Ekrem, mir`ât-ı Hakk'dır, resûl-i mutlakdır, sallallahu aleyhi vesellem. 

Hattâ sahabîden birisi, Allah ondan râzı olsun, demiş ki Peygamberimize, "Yâ Nebiyyallah, ne vakitden beri nebîsiniz?". Bu soruyu sorunca, Fahr-ı Risâlet mübârek fem-i saâdetlerini oynatarak demiş ki, "Âdem henüz toprak ile su arasında idi, daha çamuru karılmamışdı, ben o vakit nebî idim". Daha ileri git. Âdem'in toprağı ve suyu yaradılmadan Hazret-i Peygamber nebî idi. Çünkü Cenâb-ı Allah Celle Celâluhû ve Tekaddes Hazretleri, Habîb-i Edîbini zâtı nûrundan halk eyleyip, halk etdiği nûrâ "Kün Muhammedâ, Muhammed ol" dedi. Tâ âlem-i ezelde. Ne melek gulgulesi, ne felek velvelesi vardı. Amâda. Kendi zâtı nûrundan Habîb-i Hudâ Efendimizin nûrunu halk edip, "Kün Muhammedâ", Arapçası, "Muhammed ol" dedi. Sallallahu aleyhi vesellem. 

Allah'a kasem ederim ki efendiler, kardeşlerim, birâderler! Bir dam Resûl-i Ekrem'in ismini söyler de O'nun sıfatını söylemezse yapdığı amelleri bâtıl olur. Birbirine çağırır gibi Resûl-i Ekrem'e seslenirse, "Yâ Muhammed" diye, sallallahu aleyhi vesellem, amelleri bâtıl olur. Allah Kitâb-ı Kerîminde hiç bir zaman Resûl-i Ekrem'e, "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir. Mutlakâ sıfatlarını söylemiş. "وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ vemâ Muhammedün illâ resûl kad halet min kablihi'r-rusul". Ve fî âyetin âhar, "هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ * مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ hüvellezî ersele resûlehû bi'l-hüdâ ve dîni'l-hakkı li yuzhırehû ale'd-dîni küllih, ve kefâ billâhi şehîden, Muhammedü'r-resûlullah". Gene diğer bir âyet-i kerîmede, "مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ mâ kâne Muhammedün ebâ ehadin min ricâliküm velâkin resûlallahi ve hâteme'n-nebiyyîn". Dâimâ Resûl-i Ekrem'în ismini Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri andığı vakitde tazîmen anar. İşte müezzin efendiler onu her Cuma her câmide ilân ediyor. Yalnız müezzin efendiler mi câmilerde ilân ediyor zannediyorsun? Kâinâtın her zerresi Muhammed Mustafâ'yı yâd ediyor. Şu ânda, bütün semâvât ve ard ehli toplanmışlar Beyt-i Mamûr'da Cuma namazı kılıyorlar. Orada da Cuma namazı kılınıyor. Cibrîl aleyhisselâm imâm olmuş, Hazret-i Mikâil müezzin olmuş, Hazret-i Azrâil minbere  geçmiş, hutbeyi okuyor. Ve şöyle duâ ediyorlar, diyorlar ki Cuma namazından sonra...

Ey Cuma namazını kılan âşık! Haccedemedin ama Cumaya geldin, hac sevâbını aldın. Fakîrin haccı Cuma namazı kılmakdır.

Diyor ki Cibrîl-i Emîn, "Yâ Rabbi, şu kıldırdığım namazın sevâbını dünyâ yüzünde ibâdullaha Resûl-i Ekrem'in ümmetine Cuma namazı kıldıran imam efendilerin defter-i a'mâline kaydeyle". Hazret-i Azrâil diyor ki, hutbe okuyor, "Okuduğum hutbenin sevâbını dünyâ yüzünde Ümmet-i Muhammed'e hutbe-i Muhammed'den hitâb eden hatîblerin defter-i a'mâline kaydeyle". Hazret-i Mikâil ezan okuyor, diyor ki, "Yâ Rabbi, şu okuduğum ezanın, yapdığım müezzinliğin sevâbını dünyâ yüzünde müezzinlik yapan zevâtın yani Cuma günü müezzinlik yapan zevâtın defter-i a'mâline kaydeyle". Hazret-i Ömer ibn Hattab diyor ki, "Eğer bana hilâfet teveccüh etmeseydi, müezzin olurdum" diyor. Müezzinlere müjde. Kendini hakîr görme. Ey müftî! Ey imâm! Sen nâib-i Muhammedîsin, o kisveyi giyiyorsun çünkü. Gene diyor ki, "Müezzinlikdeki sevâbın ne olduğunu bilseydi halk, birbirleriyle müezzinlik yapacağım diye mücâdele ederdi" diyor. Bu kadar söylüyoruz. Diğer melekler de, "Yâ Rabbi, bugün Cumayı kıldık, kılmış olduğumuz şu Cumanın sevâbını kürre-i ardda Cuma namazı kılan mü'minlerin defterine kaydeyle" diyor. Bu müjdeyi vereyim sana. 

Ey mü'minler! Evet, Cenâb-ı Hakk kendi zât-ı ulûhiyyetinden bir nûr halk ederek, "Kün Muhammedâ, Muhammed ol" dedi ve Resûlullah'ın nûru halk olundu. Halk olunur olunmaz, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "Lâilâheillallah" dedi. "ve alleme'l-âdeme esmâe küllehâ". Yalnız Âdem Peygamber'e değil esmânın talîmi. Esmâ-i ilâhî Âdem'e talîm olundu, esmâ-i ilâhî, efâl-i ilâhî ve zât-ı ilâhî, Hazret-i Muhammed'e talîm olundu, sallallahu aleyhi vesellem. Anlayana söyledik. Geçiyoruz. "Lâilâheillallah" dedi. Der demez, Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, Resûlullah'ın bu tevhîdine cevâb verdi, "Muhammedü'r-Resûlullah" dedi. Nûr-ı Muhammed, "Lâilâheillallah" dedi, Cenâb-ı Hakk bu tevhîde mukâbil, "Muhammedü'r-Resûlullah" dedi. Peygamberin nübüvveti tâ o vakitden tasdîk olundu. Ve buyurdu ki, "Bir kimse bu kelime-i tayyibeyi lisânıyla söyler, kalb ile tasdîk ederse, ebedî onu nârda koymam. Belki hiç cehenneme dahi sokmam". Geçeceğiz ama ateş yakmayacak. 

Aman! Allah'ı kırmayıni Peyygamber'i gücendirmeyin. Allah'ın yolunda bulunun mü'minler! Rûh kuşu kafesden uçmadan Allah'a kulluk edin. Bir gün gelecek çok pişman olacaksın, namaz kılmadığına. Bir gün gelecek hac yapmadığına çok pişman olacaksın. Dünyâda kötülük yaparken gülerken, o kötülük yaparken gülenler, bir zaman gelecek çok ağlayacaklar. Allah bir kalbde iki korkuyu cem etmedi. Dünyâda Allah'dan korkanı, Allah kıyâmet gününde korkutmayacakdır. Kalbinde Hakk korkusu varsa, müjde olsun sana!

Ve buyurdu ki, "Bu kelime-i tayyibeyi her kim söyler onu nârda ebedî bırakmam. Habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "beni tevhîd eder de seni n ismini işittiği hâlde senin nübüvvetini tasdîk etmezse ona da cennetimi haram kıldım. Allah'ı tasdîk etdi ama Resûlullah'ı işitti, nübüvvetini tasdîk etmedi, ona cenneti haram kıldım. Muhammedü'r-Resûlullah diyenlere nârı haram kıldım. 

Resûl-i Ekrem Allah'ın en büyük nimetidir. İmâmü'l-etkiyâdır, nimetullahdır, mustafâdır, müctebâdır, murtazâdır, şemsü'd-duhâdır, bedrü'd-dücâdır, nûru'l-verâdır, "fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ"dır, resûlü's-sekaleyndir, imâmü'l-harameyndir, ceddü's-sıbteyndir, Hazret-i Muhammed Mustafâ. Böyle bir peygambere bağlısın. Peygamberini sev. Allah'a kasem ederim ki sana yani rûh kuşu cesedinden uçunca ilk soru Hazret-i Muhammed'den olur, sallallahu aleyhi vesellem. Kabre girer girmez ilk soru, O'ndan olacakdır. "Bu zâtı nasıl tanıyorsun?" diyecekler, "Bu zâtı nasıl tanıyorsun?". Sünnetine sarılanlar, Resûl-i Ekrem'in isrinden gidenler, onlar diyecekler ki, "Biz bütün ömrümüz boyunca O'nun aşkıyla, O'nun muhabbetiyle kalbimiz titredi, nasıl tanımayız. Allah'ın mahbûbu, bizim sevgilimiz". "اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ elâ inne evliyâallah lâ havfun aleyhim velâhüm yahzenûn". Münâfıklar, işitmiş de Peygamber'e muhabbet etmemiş, O'nun sünnetine, Ehl-i Beytine ihânet etmiş, ashâbına ihânet etmiş, evliyâsına ihânet etmiş kimseler de, "Mü'minler O'nun hakkında peygamber derlerdi" diyecekler, onlar, "وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn", mücrimler mü'minlerden ayrılacakdır. 

Birkaç söz daha söyleyeceğim. Çünkü anlatacaklarım kitâblara sığmaz. Hattâ mübâlağa etmiş olmayayım yani denizler mürekkeb olsa, ağaçlar kalem, semâvât ve ard defter olsa, bütün zî-rûh rûh sâhibleri de kâtib olsa, mürekkebler tükenir, kalemler kırılır, yazanlar yorulur, Resûl-i Ekrem ve Mevlid-i Muhammedî bitmez. Çünkü bidâyet ne ise nihâyet odur. Bidâyet Muhammed Mustafâ'dır, nihâyet Muhammed Mustafâ'dır. 
Hattâ kıyâmet gününde dahi ilk haşr olacak olan Hazret-i Peygamber'dir, sallallahu aleyhi vesellem. İlk haşır Peygamber'dir, kabrinden kalkacak olan. Cebrâil gelecek, Peygamber'in kabrinden nûr zuhûr edecek, oraya gdecek, "Yâ Resûlallah, kalk kıyâmet günüdür". Kalkar kalkmaz, bizi soracak, "Yâ Cebrâil, ümmetim nerede?" diye soracak. 

Şimdi söyleyelim bir mikdar, Efendimiz Fil Senesinde dünyâya geldi, Rebîulevvel Ayının 12. gecesi sabaha karşı , Pazartesi günü. Olan vukûât. Kabe'de putlar vardı o vakit, putlar hepsi yüz üstüne döküldü. Kabe'nin bütün rükünleri birbirlerine selâm vererek Peygamber'in zâhir olduğunu yani zuhûr etdiğini birbirlerine tebşîr etdiler, Mekke kavmi şaşırdılar. Mecûsîlerin bin senelik ateşi söndü. Sâve Gölü göçdü. Sâve gölü göçdü, mecûsîlerin bin senelik ateşi söndü. 

Diyor ki Hazret-i Âmine, radıyallahu anhâ...Bazı beyinsizler var mü'minler içerisinde, benim yaşıma bağışlayın bu sözümü, Peygamber'in anası babası hakkında konuşuyorlar, islâm dîni üzerine gitmedi diye. Sakın böyle bir şey konuşma, adamın dilini ateşden makasla keserler. Edeb lâzım, terbiye lâzım. Hiç inciyi alırlar da sedefi atarlar mı? O Fıkh-ı Ekber'de bir kayıt var orada, "mâte ale'l-küfri" değildir, "mâ mâte ale'l-küfr"dür. Ebeveyn-i Muhammediyye. Âl-i İbrâhim kimdir? İbrâhim Peygamber'den Hazret-i Peygamber'e gelinceye kadar Peygamber'in dedeleridir, Peygamber'in annesidir, Peygamber'in babasıdır. İki gün kitâb okuyorlar benim gibi, sonra kalkıyor Peygamber'in anası babasını tekfîr etmeye yâhud amcasıyla uğraşıyor filan yani. Bırak böyle şeyi. Sen kendi babanla ananla uğraş. Sen nasıl âhirete gideceksin onu düşün bir defa, îmânlı mı îmânsız mı? Ben nasıl âhirete gideceğim, onu düşüneyim ben bir defa. 

Hazret-i Âmine diyor ki radıyallahu anhâ...

Söylemeden duramayacağım ki, altı aylıkdı Cenâb-ı Peygamber annesinin karnında, Hazret-i Abdullah yani Peygamberimizin peder-i âlîleri göçdüler. Öldü. 

Her fânî ölecek. Biz mezarlıklardan geçiyoruz, ibret almıyoruz. İnsanlara en büyük vâiz ölümdür birâder. Ölümden ibret almayan, ölümden nasîhat almayan kimseden hiç hayır gelmez. Annen gitmiş, baban gitmiş, deden gitmiş, komşun gitmiş hepsi, hiç bir türlü uslanmıyorsun. Eyvaaaah! Vah o göze! O göz ki ibretsiz bir gözdür, senin düşmanındır. Sen düşmanını başının üstünde taşıyorsun. Tefekkür edemiyorsun, o beyin senin dostun değil, düşmanındır, o düşmanını sen kafanda taşıyorsun, kafanın üzerinde. Yazıklar sana! Ölümden ibret almayan hiç bir şeyden vaaz u nasîhat almaz. 

Hepimiz ölücüyüz. Ölmek var, olmak var. Hangisini istiyorsun. Bir ölmek var, hayvan gibi. Bir olmak var, Resûlullah'ın âgûşuna düşmek var, kucağına yani Peygamber'in. Hangisini istiyorsun? Ölmek var, olmak var. Buradan giderken, ya "eyne tezhebûne", yâhud "kaddimûnî" diyeceksin. Ma'nâsı Türkçe yani, "Beni nereye götürüyorsunuz!" diyeceksin. Bazısı, "Aman ben yerime götürün" diyecek. hangisini olmak istiyorsun? "Eyne tezhebûne" diyenler âhireti inkâr edenlerdir, azâba müstehak olan âsîlerdir. "Nereye götürüyorsunuz! Aman götürmeyin beni!". İster çelengi olsun, ister davulu olsun, zurnası olsun, isterse altından kubbeli türbeye gömülsün, hiç bir faydası yokdur. Dışarısı mamûr, içerisi harâbdır. Kabrin içini mamûr edecek, zikrullahdır, ibâdetdir, tâatdır, muhabbetdir, aşkdır. Bitdi o kadar. 

Altı yaşında Peygamber'in annesi vefât etdi, Hazret-i Âmine. Kül yetîm kaldı Peygamberimiz. Ne ana var ne baba var. Amcası olan Hazret-i Ebî Tâlib yanına aldı Peygamberimizi. Melekler demişler ki, erbâb-ı mükâşefeye göre, "Yâ Rabbi, habîbim diye medh ü senâ etdin, semâvâtı ardı, bilinen ve bilimnmeyen âlemleri O'nun için halk etdin, cennetlr O'nun için hazırlandı, hûriler, vildanlar, gılmanlar O'nun için hazırlandı. Cehennemin derekâtı O'nu sevmeyenler için hazırlandı, zincirler, bukağılar, yılanlar, akrepler, O'nun düşmanları için hazırlandı". Esteîzübillah, "اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ وَاَغْلَالًا وَسَع۪يرًا innâ a'tednâ lik kâfirîne selâsile ve ağlâlen ve sağîrâ", "ama annesini de aldın babasını aldın, kül yetîm kaldı". Diyor ki Cenâb-ı Hakk, "Bundaki sırrım şudur". Bir tânesi. Biz bir sırrı çözeriz, iki sırrı çözeriz, fazlasını vermiyorlar ilm-i ledünnün. Diyor ki Cenâb-ı Hakk, "Bir yerden zulüm gördüğü vakitde habîbim, annesi yâhud babası sağ olsaydı, ya annesine seslenecek yâhud babasına seslenecekdi, şimdi onları aldım, doğru bana seslensin, Allah desin". Ortaya vâsıta koyma. 

Diyor ki Hazret-i Âmine, "Ben diğer kadınlar gibi ağrı sızı duymadım. Evlâdım dünyâya geldi, Muhammedim, sallallahu aleyhi vesellem, göbeği kesikdi, sünnetliydi, gözleri sürmeliydi. Ve secdeye kapandı. Mübârek dudakları oynuyordu. Gitdim dinledim ne diyor diye. Çocuk konuşuyor, bir şey söylüyor". 

"Efendi, çocuk konuşur mu?". Konuşur. Konuştururuz çocuğu biz. Biz konuşturmuyoruz, Allah konuşturuyor. Hani Îsâ konuşmadı mı Meryem'in kucağında? Dediler, "Yâ Meryem, nereden buldun bu çocuğu?". "فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ fe eşâret ileyh", işâret etdi, ona sorun diye, kundakdaki çocuk konuşdu. "اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِيًّاۙ innî abdullah, âtâniye''l-kitâb, ve ce'alenî nebiyyâ" dedi Hazret-i İsâ. Îsâ Peygamber Benî İsrâil peygamberi, Hazret-i Muhammed cemî nâsa, hem meleklere, hem cinnilere, hem insanlara peygamber Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem. Niye çok görüyorsun? Orada hemen mantığını işletiyorsun, "çocuk konuşur mu?" diye. 

"Kulağımı verdim, dinledim, ümmetm ümmetim diyordu". 

Yaşadığı boyunca, kıyâmında rükûunda, secdesinde kavmesinde, celsesinde tahiyyatında ümmetini Allah'dan istedi. Gene bir Rebîulevvel'in on ikinci gecesi, bir Pazartesi sabaha karşı Hazret-i Ali diyor ki, "Resûlullah'ın ayaklarından rûh çekildi, sümme refîku'l-a'lâ, sümme refîku'l-a'lâ dedi, sonra rûhu çıkdı Peygamber'in, biz yanındaydık. Rûh çıkdıkdan sonra gene dudakları oynadı. Koşduk ne söylüyor diye" diyor, "gene ümmetî diyordu Peygamber". Bizi istiyordu yani. 

Resûl-i Ekrem'in nimetini yiyip ona nankörlük edenler. Şurada oturuyorsan eğer, Hazret-i Muhammed hürmetine oturuyorsun. Demiş ki, "İstanbul alınacak", geldi ceddin aldı, O'nun emriyle oturuyorsun burada, O'nun nimetiyle oturuyorsun. Rütbeni öyle giydin, müslüman olmasan sana o rütbeyi giydirmezlerdi, müslüman olmasaydın eğer. Mü'min olmasaydım benim burada ne işim vardı, kürsüde. Senin ne işin vardı câmide. 

İşte o gecenin fazîleti bitmez anlatmakla. Bir mikdar sizlere yani bir gül bahçesinden ufak bir gonca sunduk. Allah tesirini halk eyleye ve kalblerimizde muhabbet-i Muhammediyye zuhûrâ gele. Zâhirlerimizi şerîatın nûruyla nûrlana, bâtınlarımız aşkullah, muhabbetullah ile pür-nûr ola. 

O geceyi ihmâl etme. Yani mübârek Leyle-i Mevlid'i. O gece Cenâb-ı Peygamber'e çok salât ü selâm oku. Salât ü selâmla Peygamber'in kapısını açtırabilirsin. Kıyâmet gününde bana en yakın olanınız, bana çok salât ü selâm okuyandır. Kişi birini sevdi mi, onu çok zikreder. Allah'ı seven Allah'ı zikreder, Peygamber'i seven Peygamber'i zikreder. O gece vaktini gafletle geçirme. Duâ et. Ola ki senin kalbinde nûr-ı Muhammedî tulû eyleye, zuhûr ede. O vakit işte düdüğü çaldın demekdir. Cennetin sekiz anahtarı sana teslîm olunur. Cemâlullah ile senin aranda yetmiş bin perde vardır, o yetmş bin perde çâk olur, cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhî ile mülâkî olursun. 

Âyet-i celîlede, "Size sizin cinsinizden bir peygamber geldi, size raûf ve rahîm ve azîz ve harîs". İşte anlattık size manâlarını söyledik bunların, mevize olarak. Bizim cinsimizden. Yâhud, "min enfüsiküm", "min enfeseküm" de var kıraatda, şâz kıraatıdır ama öyle bir kıraat da vardır, "min enfeseküm", en nefîsiniz, en güzeliniz, en makbûlünüz, en nâdîdeniz yani. Mü'minlette harîs, raûf ve rahîm. Hattâ yevm-i kıyâmetde kendi evladlarını fedâya kalkacak, bizi kurtarmak için. Buhârî-i Şerîf'in son tarafındaki hadîslere bak. Yani Hasan'ını, Hüseyin'ini, Fâtıme'sini evet, sevgili Fâtıme'sini, Kâsım'ını, İbrâhim'ini, Zeyneb'ini, Rukiyye'sini, "Hepsi fedâ Yâ Rabbi, ille ümmetim" diyecek, bizi kurtarmak için. Ve Cenâb-ı Hakk'dan bu şefâati alacakdır, şefâat O'na verilmişdir. Hiç bir peygamber şefâat edemez, Hazret-i Peygamber şefâat etmeyince. İllâ şefâat izni Hazret-i Peygamber'e çıkar sallallahu aleyhi vesellem. 

Allah Yâ Rabbi, bin br esmâ-i ilâhîn hürmetine, bu ay içerisind zuhûr eden, muhabbet ve aşk-ı Muhammedi hürmetine bizleri habîbin Muhammed'den ayrıma, bizi dîn-i islâmda sâbit-i kadem eyle. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 24 Aralık 1982 (8 Rebîulevvel 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön