Peygamberimizin Yüce Mertebesi ve Mevlid-i Nebî - Hutbe - 2 Şubat 1979

6 Eylül 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Lekad câeküm resûlün min enfüsiküm 'azîz, 'aleyhimâ anittüm harîsun 'aleyküm bil mü'minîne raûfun rahîm.
Sadakallahü'l-Azîm.

Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine secde etmekle yüzlerini süsleyen, alınlarını teyzîn eyleyen, Allahu Zü'l-Celâl Hazretlerini sevmekle kalblerini nûrlandıran, peygamberlerin peygamberi olan Hazret-i Muhammed aleyhisselâmı her şeyinden ziyâde sevmekle îmânlarını kemâle erdiren, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

İçinde bulunduğumuz ay bir şehr-i azîmdir. İnsanların lisânlarının tarîf edemeyeceği, büyük bir ay içinde bulunmakdayız. Bu ay da Rebîulevvel ayıdır. Zîrâ âlemlere rahmet olarak gönderilen, Allah'ın rahmetinin halkın nazarına sunulduğu, sebeb-i hilkat-i âlem ve sebeb-i hilkat-i Âdem olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın Hakk tarafından bize izhâr olunup, takdîm olunduğu aydır. Eğer Fahr-ı Risâlet gelmeseydi ne semâ ref' olunur, ne ard döşenirdi, ne cennet halk olunur, ne cehennem halk olunurdu. Onun için Cenâb-ı Hakk bir hadîs-i kudsîde "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk, Habîbim Muhammed, seni halk etmeseydim, eflâki halk etmezdim" buyuruyorlar. Gene bir hadîs-i kudsîde, "Cümle mevcûdâtı senin için, seni de kendim için halk eyledim" diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. 

Ne melek, ne felek halk olunmadan evvel, Cenâb-ı Hakk kendi nûrundan Habîb-i Hudâ Şefî'-i Rûz-i Cezâ Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın nûrunu halk eyledi. O'nun nûrundan arşı, kürsüyü, levhi, kalemi, cenneti ve nârı halk eyledi. Ve arşın üzerine şöyle yazdı : "Lâ ilâhe illallah Muhammed habîbî ve resûlî ve meni's-tesleme bi kadâî ve sabara 'alâ belâî ve şekera 'alâ na'mâî ve ektübühû sıddîkan. Ve men lem yeslim bi kadâî ve lem sabara belâî ve lem şekera na'mâî fe'l-yettehiz sivâen gayrî". Yani arşın üzerine şöyle yazdı ki, "Benden başka ma'bûdun-bil-hak yokdur, ancak ibâdete lâyık, azamete lâyık, tevhîd ve tesbîhe ve takdîse ve tahiyyata lâyık benim. Benden gayrı ilâh yokdur. Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, benim habîbimdir ve resûlümdür. Her kim benim kazâma teslîm olur, belâma sabreder, vermiş olduğum nimetlere şükrederse, onu ben sıddîklardan yazar, sıddîklar defterine kaydeylerim. Her kim ki benim belâma sabretmez, nimetime şükretmez, kazâma teslîm olmaz ise, benden gayrı Allah arasın". Elbet ki O'ndan gayrı ma'bûdun-bil-hak yok, ancak O var. Evvel O, âhir O, zâhir O, bâtın O, rahmân O, rahîm O, latîf O, cemîl O, bütün güzel sıfatlar ve esmâlar O'na mahsûs. Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine. 

Allah'ın en büyük nimeti de, Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâmdır. Hazret-i Muhammed'den daha büyük bir nimet olamaz kâinâtda. Onun için Cenâb-ı Hakk Sûre-i Tekâsür'ün nihâyetinde, "Ben size her hâlde nimetlerimden soracağım" diyor. Bunun manâsı, Resûlullah'dan soracakdır Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. Hattâ, şunu iyi biliniz ve gönül defterine kaydediniz ki yakın zamanda bununla karşılaşacaksınız. Bu söylediğim söz ile karşılaşacaksınız. Yani kabre girdiğimiz vakitde ilk soru Resûlullah'dan olacakdır. O gelen melâike ki Cenâb-ı Hakk'ın resûlleridir, ona münkereyn denir, o şu soruyu soracak bizlere, "Rabbiniz kim? Peygamberiniz kim? Şu zât hakkındaki malûmâtınız nedir?" diyecek. Mü'minler, âşık-ı sâdık olanlar, lisânları tutulmayarak, çeneleri kilitlenmeyerek, "Rabbimiz Allah Celle Celâluhû Hazretleri, Peygamberimiz Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm ve rahmeten-lil-âlemîn olarak gönderilen peygamberdir ki, bütün peygamberlerin seyyididir, bu âlemin sebebidir, âdemoğullarının mefharıdır, O'na itâat Allah'a itâat, O'na muhabbet Allah'a muhabbetdir" dediği vakitde, diyecek ki melek, "Senin bunun cevâbını vereceğini biz biliyorduk, fakat sünnetullah böyle cereyân etmişdir, istirahat et, rahat et" diyecekler. Burada iki ma'nâ var, "Bu zât hakkında" derken, bir, Resûlullah Efendimizin eşkâlini gösterecekler. Veyâhud âşık-ı sâdık isen bi zâtihî Peygamber'i göreceksin. Yani ilk soru o. Yani âhiret pasaportunda, âhiret pasaportu ki, îmân kağıdı, onun üzerinde Resûlullah'ın imzâsı varsa, benim ümmetim diye, işin kolay ve sehildir, teshîl edilmişdir. Kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Ve hûri ve vildân ve gılmân sana hizmetde ve enîs olurlar. Kâfirler bilmeyecekler, münâfıklar ise, "Müslümanlar ona peygamber derlerdi" diyecekler bu şekilde, sonra onların kabirleri ateşle doldurulacakdır. Haberlerde böyle vârid olmuş, muhbir-i sâdık olan yani haberlerinde sâdık olan Hazret-i Muhammed böyle haber vermişdir, sallallahu aleyhi vesellem. 

İşte Fahr-ı Risâlet'in zuhûrunun ayıdır bu ay. Peygamber'in zuhûr etdiği aydır. 

Gene ashâbdan birisi Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme sormuş, "Yâ Resûlallah, siz ne vakitden beri peygamberdiniz?". Fahr-ı Risâlet şu cevâbı vermişler, "Âdem henüz toprak ile su arasında, çamurdu yani, daha çamuru yuğrulmamışdı, ben nebî idim" diyor Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem. Yani hilkatin mebdei O, hilkatin nihâyeti de O. Nûru evvel, ba'si sonra. Fakat bütün nûr-ı Muhammediyyet cümle enbiyâyı sarmışdır. Âlem-i ervâhda Resûlullah'ın nübüvvetini Cenâb-ı Hakk ilân etmiş, "Kâlû belâ" cevâbında Cenâb-ı Hakk'a karşı, Resûlullah'ın nübüvvetini ikrâr edeceğimize söz vermişizdir. Cümle enbiyâ nûrunu Fahr-ı Risâlet'den almışdır, sallallahu aleyhi vesellem. 

Onun için Peygamberimiz böyle ilk mekteb kitâblarında yâhud orta, lise kitâblarında yazıldığı gibi değil, işte efendim "peygamber Muhammed Mekke'den Medîne'ye kaçdı", estağfirullahel-azîm ve etûbu ileyh. Efendime söyleyeyim, "Karılarına orada ev yapdırdı", şöyle böyle kaba kaba sözlerle, bunlar müslümanların söyleyeceği sözler değildir. Bu ümmetin başına gelen felâketin en büyüğü, Resûlullah'dan muhabbet kesildiği için Allah bu ümmeti zelîl etmişdir. Cenâb-ı Hakk Sûre-i Fetih'de, "وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ ve tuazzirûhu ve tuvakkirûh" buyuruyor. Nebiyy-i zîşân. Canım hiç düşünemiyor muyuz? Zerre kadar irfân kalmadı mı bizde, silindi mi? Allah diyor ki Celle Celâluhû Hazretleri, her Cuma gününde de bunu müezzinler ilân etmekdeler, "إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا innallâhe ve melâiketehu yusallûne ale'n-nebiyy, yâ eyyühellezîne âmenû sallû 'aleyhi ve sellimû teslîmâ". Yani ma'nâsı şöyle, denizden bir katre, şemsden bir zerre olarak söylüyoruz yani mü'minler, âşık-ı sâdıklar, "Ben Allahlığımla, meleklerimle beraber muttasılen, hiç kesmeden Habîbim Muhammed'e salât ediyorum". Kur`ân bunu söylüyor, bunu her Cuma günü de hatîbler minbere çıkarken, şân-ı Muhammedîyi ilân için bu âyeti okuyorlar. 

Bazı şimdi beyinsiz müftüler zuhûr etmiş, bid'at diye bu âyeti kaldırmışlar, okutturmuyorlar. Katiyyen böyle şey câiz değildir. Zâten Resûlullah'ı üzdük. Resûlullah'ı üzdük, Peygamber'e çok ezâ ve cefâ etdik. Hattâ Cenâb-ı Allah Kur`ân-ı Kerîminde, "Sizler Allah ve Resûlüne ihânet etmeyiniz! Benî İsrâil gibi Habîbim Muhammed'i üzmeyiniz! Yahudiler gibi olmayınız! Peygamberinize eziyet cefâ etmeyiniz!". 

Bak size şunu da söyleyivereyim. Senin çocuğun kötü yerlere gitse, iyi dinle beni, senin çocuğun kötü yerlere gitse, sen de çocuğunun gitdiği kötü yerleri öğrensen, baba olmak münâsebetiyle, yani babalık hissiyâtı varsa sende, iskele babası değilsen, üzülürsen elbet. Ne olursa olsun diye çocuk sokağa atılmaz. Üzülürsün değil mi? Evet. Ümmetin yapmış olduğu efâl ü harekât Cuma geceleri ve Pazartesi geceleri Resûlullah'a haber verilir. Haftada iki akşam efâl-i ümmet, ümmetin efâli, yapdığımız işler, Resûlullah'ı haberdar eder Allahu Teâlâ. Yapdığın kötü işlerden dolayı Peygamber'i üzersin, yapdığın vakit. Kötülük yapdın mı, Allah'ın yolundan gitmedin mi, Resûlullah'ın çizdiği yoldan varmadın mı, Resûlullah'ı üzersin. Neden? Senin evlâdına olan şefkatinden Peygamber'in bize olan şefkati yetmiş bin defa ziyâdedir. Okuduğum âyet-i kerîme de, esteîzübillah, "لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ رَح۪يمٌ lekad câeküm resûlün min enfüsiküm". Sizin cinsinizden, insan cinsinden, benî âdemden bir peygamber size geldi. Bu peygamber azîz, şânlı, şerefli. Nerede? İnd-i ilâhiyyede, bu kâinâtda, öteki âlemde. Bütün âşıkânın, bütün peygamberânın, bütün velîlerin, bütün sâlihlerin, iyi kişilerin gönlünde muhabbeti lemeân etmekde. Hattâ bir kalbde muhabbet-i Muhammediyye olduğu vakitde, onun yüzüne Muhammed nûru zuhûra gelir. Muhammedîler ayrılabilir yani. On bin kişilik bir kâfir tâifesinin içine üç tâne Muhammedî girsin, gözünde irfânı olan kişi, şemme-i Muhammediyyeyi duyan kimse, o üç kişiyi ayırabilir, çıkarabilir mü'mini yani yüzünden. Çünkü aşkulllah ve muhabbetullah olan kalblerde yüzünde nûr-ı Muhammediyyet zuhûra gelir. 

Hattâ geçenlerde gene bir mecmua, istatistik yapmış, dünyâda hangi isim fazla anılıyor diye. Dünyâ yüzünde hangi isim fazla anılıyor. Ve bütün kâinât bunu tasdîk etdiler ki, Muhammed ismi, sallallahu aleyhi vesellem. Hiç bir ân yok ki, Hazret-i Resûlullah'ın risâleti ilân edilmesin. Semâda ve ardda. Meselâ şuradan vereyim size, şöyle bir topralayalım. Bu sözümüze bir şâhid ve tanık getirelim. Şimdi burada İstanbul'da şu ânda ezan okundu, az evvel, on dakîka evvel, on dakîka sonra, şu ânda şimdi Çorlu'da ezan okunmakda. Dâimâ ezan-ı Muhammediyye 24 saat zarfında dünyânın devrinde her sâatda, her ânda Peygamber'in ismi anılmakda minârelerde, Allah'ın ismiyle Cenâb-ı Peygamber'in ismi. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". Öyle bir kelime-i tayyibe ki,  Muhammed ismine kim sarıldıysa, mahrûm olmadı o kimse, sallallahu aleyhi vesellem. 

Hattâ şunu da size müjde vereceğim, Cenâb-ı Hakk'ın şu iltifâtına bakınız ki, yarın yevm-i kıyâmetde ilân edilecek, münâdîler nidâ edecekler, "Muhammed ve Ahmed isimliler ayağa kalksın onlar gelsinler". Ve Cenâb-ı Hakk diyecek ki, "İsmin Muhammed olduğu için ve Ahmed olduğu için sizi o isme bağışladım" diyecekdir Allahu Teâlâ. Onun için Muhammed ve Ahmed ismini fazla koyun çocuklar üzerine ki memlekete saâdet ve selâmet ola. Elhamdülillah ki kavm-i necîbimiz, kahraman askerlerimize Mehmetçik denilmişdir. Türkler Mehmed demişlerdir çünkü Muhammed ismini söylediği vakitde kötü bir söz söylerse eğer, olur ya, çirkin olur diye, Mehmed ismiyle kısaltmışlardır. Askerimize de, şânlı ve şerefli askerimize, i'lâ-yı kelimetullah için dört kıtada çarpışan, göğüslerini kalkan eden, Allah ve Peygamber uğruna kalkan eden askerlerimize Mehmetçik ismi konulmuşdur ki, bundan büyük şeref olmaz bizim için. Bu kavim için bundan büyük şeref olamaz. Geçiyoruz.

Fahr-ı Risâlet, sallallahu aleyhi vesellem, bidâyetdir ve nihâyetdir. Yarın kıyâmet gününde de, kıyâmet kopduğu vakitde, yani semâ yarılıp, yıldızlar döküldüğü vakitde, kabirler eşildiği vakitde, denizler kaynadığı vakitde, ilk kalkacak olan kabrinden, gene Fahr-ı Risâletdir, sallallahu aleyhi vesellem. Allah Cibrîl-i Emîn'i gönderir, Fahr-ı Risâlet kabrinden kalkar. Sorar evvelâ, "Ne gündür bu Yâ Cebrâil?". "İşte küffâr-ı hâkisârın inkâr etdiği, mü'minlerin tasdîk etdiği, mü'minler için ebedî saâdetin yollarının başlangıcı, küffârın da hasret ve nedâmet günüdür" dedikleri vakitde, "Hani ümmetim nerede?", "Yâ Resûlallah, ümmetin daha henüz kalkmadı, onlar kabirlerinden uyumakdalar, evvelâ siz haşr oldunuz, siz evvelü'l-haşrsınız" diyecek. Evvelü'l-haşr Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemdir. Geçiyoruz.

İşte bu nebiyy-i zî-şân, bu sebeb-i hilkat-i âlem, bu mefhar-ı benî âdem olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm...

Efendiler! Ne kadar çok muhabbet edersen, o kadar Allah seni azîz eder. Resûlullah'ın senin ve benim muhabbetimize ihtiyâcı yokdur. Allah O'na muhabbet etmekdedir. Gene Resûlullah'ın bizim salâtımıza ihtiyâcı yokdur. O'na Allah ve melekleri salât etmekdedir. Acaba anlatabiliyor muyum? Onun için sen Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme salât ü selâm okursan, senin şerefin yükselir, sen azîz olursun. 

Vaktiyle Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme hürmet eden bu kavim, Rebîulevvel'in birinci gününden otuzuncu gününe kadar, bütün diyâr-ı islâmda donanma yaparlardı, büyük şenlikler yaparlardı. Ve büyük yemekler, ziyâfetler tertîb edilir, fakîr fukarâ doyurulur, çıplaklar giydirilir idi. Kur`ânlar okunur, Mevlidler tilâvet edilirdi. Sonra tabii bunlar unutuldu, bunlar geçdi. Hattâ öyle zamanlar, öyle kişiler meydana geldi ki, "Mevlid okumak bid'atdir, bir faydası yokdur" diye, bu cesâreti gösterenler oldular. Bunların hiç birisi doğru değildir, bunlara kulak vermeyiniz. Mevlid-i Şerîf'i okutmak hânelere saâdetdir, bereketdir, gönüllere nûrdur. Yalnız şerî'ata hürmet etmek şerâitden olmak şartıyla. Yani böyle kadın erkek kucak kucağa oturarak, şehvânî nazarlarla birbirlerine nazar ederek değil. Allah'ın taksîm etdiği gibi, islâm şerî'atının taksîm etdiği gibi, kadınlar ayrı bir yerde, erkekler ayrı bir yerde oturarak, kendilerini muhâfaza ederek, elini, gözünü, dilini, kulağını, her şeyini,  hudû' ve huşû' ile Mevlid dinlemekle, büyük ecir ve sevablara insanlar nâil olur. Ve hânelere bereket ve saâdet olur. Sevâbı yok değil, sakın hâ! O kafayı terk et. 

Yeri değil ama söyleyeceğim, söylemeden geçmeyeceğim. Vehhâbî ulemâsından birisi gelmişdi İstanbul'a da, Mevlid'in bid'at olduğunu söyledi filan filan. Fakîr de oradaydım, ses çıkarmadım. Bir müddet sonra kendisine şu soruyu sordum. Dedim ki "Hocaefendi Hazretleri", kitâbları da var yani, basmış olduğu kitâblar, kendisinin telîf etdiği kitâblar var, dedim ki, "Hocaefendi, Mevlid'in bid'at olduğunu söylüyorsunuz. Bid'at iki kısımdır, bid'at-i hayriyye vardır, bid'at-i şerriyye vardır. Bu hangi kısımdandır?". Durdu. "Bid'at bid'atdir" dedi. Peki öyleyse. Dedim ki, "Biz şimdi burada otursak, desek ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Fil Senesinde dünyâya geldi, kendilerine kırk yaşında nübüvvetlerinin izhârı emrolundu, kırk üç yaşında risâletlerinin izhârı emrolundu. Sonra Peygamberimiz izhâr-ı nübüvvet etdikden sonra halkı dîne davet etdi. Sonra Allah O'na emir verdi ki Mekke'den Medîne'ye hicret ede. Ve Cenâb-ı Hakk O'nu mi'râcına aldı. Mi'râcda şu dereceleri gördü, şunları yapdı. Bunları böyle anlatsak sevâbı var mı yok mu?" dedim. "Var" dedi, "E bu manzûm olduğu için mi günah oluyor yani, böyle konuşduğun vakit sevâb oluyor?".

Efendiler! Sulehâyı zikreylemek, bırak sen Peygamberimizi, ümmetin sâlihlerini zikreylemek ibâdetdir. Hadîs-i şerîfle sâbitdir. Veliyyulahı konuşmak, velîleri konuşmak, iyi insanların efâl ü harekâtını, insanlara numûne olacak insanların efâl ü harekâtını söylemek, bunlar dahi sevabdır. Zâten Allah, asra kasem ediyor, hakkı tavsiye eden, sabrı tavsiye eden müstesnâ, Allah'a îmân eden. Binâenalâzâlik hak kelime konuşulduğu vakitde, günah olan söz lağviyyatdır, ne dünyâya yarar, ne âhirete yarar. Hattâ dünyâ husûsâtında bir adam bir adama sanat öğretse sevabdır. Öğreten adam ecr-i cezîle nâil olur. O sanat devâm etdiği müddetçe, meşrû olan şeyler, onun defter-i a'mâli kapanmaz, öğretenin yani. İster kitâbî, ister sanat bakımından. 

Burayı da iyi dinle, kulağını benden yana ver! Bir adam bir beldeye bir kötülük getirse, o beldede o kötülük devâm etse, o kötülüğü getiren adamın şer defteri kapanmaz. Kendi geberse dahi defter-i a'mâline yani şer defterine yazılır. Haydi daha açıkça konuşayım, bir erkek, gençlere söylüyorum bunu, bir erkek bir kadının ırzına geçse, sonra onu pespâye eylese, almasa, o kadın da fâhişe olsa, o kadın ne kadar zinâ ederse, ilk onu o günâha sokan adamın defter-i a'mâline zinâ yazılır başdan aşağı. Var sen bunu kıyâs eyle. Daha bin tâne sana misâl vereyim bu şekilde yani. Bunu anlatmak için söyledim, kusura bakmayınız. Çünkü dersde bir çok insanlar kavrayamıyor açmayınca böyle, açıp böyle söyleyeceğiz ki. Bazısı bir sözle anlıyorlar, bazısına açmak lâzım, söylemek lâzım. Zamanımızda uyandırmak lâzım halkı. Geçiyoruz.

Resûlullah, sallallahu aleyhi veselleme Ümmet-i Muhammed bir ay yani Rebîulevvel'in birinden otuzuna kadar, yirmi dokuzuna kadar, otuzuna kadar, çünkü bazen Arabî aylar yirmi dokuz gelir, donanma yaparlardı. Yemekler pişirilir, ikramlar edilir, donanmalar yapılır, şenlikler yapılır, Mevlidler okunur, Kur`ânlar okunur, kasîdeler okunurdu Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme. Sonra Ümmet-i Muhammed bunları unutdu. Unutdu da hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme tecâvüz edenler oldu, ondan bile Ümmet-i Muhammed incinmedi. Evet, evet, hiç incinmedi bile. "Allah'dan bulur" dedi gitdi. Halbuki beş kuruş için adam öldürenleri gördük biz. Çünkü, "Bir münkerât gördünüz mü" diyor Peygamberimiz, "bunu reddediniz, ya elinizle, ya dilinizle, ya kalbinizle. Burada münkerâtdan ma'nâ, bir kötülük gördün değil mi, bunu üç şeyle men edebilirsin. Ya elinle. Yapamadın. Dilinle. O da olmadı. Kalble buğz etmek îmânın en zayıf kısmıdır. Resûlulullah sallallahu aleyhi veselleme, O'nun ezvâc-ı tâhirâtına, O'nun ashâbına nice bühtanlar, kötülükler söylendi, gene Ümmet-i Muhammed bizim pişkin olduğu için, ses çıkarmadı,i yürüdü gitdiler filan. İşte "Allah'dan bulur" filan dedi. Bu şekilde böyle. Tabii Allah ve Resûlünün kendilerini müdâfaaya ihtiyaçları yokdur ama Allah şart koşmuşdur. İyi dinle beni! "اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ in tensurullahe yensurküm". Manâsı, "Siz Allah'ın dînine yardım ederseniz, Allah'la olursanız, Allah size yardım eder" diyor.  Gönüller boş olunca Allah yardım etmez. Allah zâlimlerin yardımcısı değildir. Allah muhsinlerle, müttakîlerle beraberdir, onların yardımcısıdır. Geçiyoruz. 

Fahr-ı risâleti medh etmek, bütün ne kadar şuarâ varsa, hayalleri geniş adamlar, kalemleri defterleriyle Peygamber'i medh etsinler, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi medh ü senâ edemezler. Çünkü Resûlullah'ın meddâhı Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleridir. Hakâik-i Muhammediyyeyi Allah'dan gayrı hiç bir mahlûk bilmez. Allah mahlûk değildir, Allah hâlıkdır, Cenâb-ı Hakk bu hakâik-i Muhammediyyeyi ancak ilmullaha hasretmişdir. Ancak Peygamber'i muhabbetin kadar bilirsin. Resûlullah'a ne kadar muhabbetin varsa o kadar Peygamber'i görebilirsin, gördüğün kadar. Yani iz'ânın, irfânın aldığı kadar. Peygamber böyle bir sözle, iki sözle, on kitâbla, yüz kitâbla, yüz bin kitâbla ta'rîf olunmaz. 

Onun için bak, müsâade buyurunuz, "إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ innallahe ve melâiketehû yusallûne ale'n-nebiyy, ben Allahlığımla meleklerimle beraber Habîbim Muhammed'e salât ediyor, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi vesellimû teslîmâ, ey îmân edenler, benim celâlimi, azametimi, cemâlimi, kemâlimi tasdîk edenler, siz de ne yapınız, Habîbim Muhammed'e salât ediniz" diyor Hazret-i Allah. Biz ne diyoruz mukâbilinde? "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed" diyoruz. Yani manâsı şu. "Yâ Rabbi, sen salât et Habîbin Muhammed'e". Allah diyor ki, "Ey kullar! Siz salât ediniz Habîbim Muhammed'e", biz diyoruz ki, "Yâ Rabbi, sen getir salâtı Muhammed'e". Sallallahu aleyhi vesellem. Manâsı şu. "Yâ Rabbi, hakîkat-i Muhammediyyeyi biz bilemeyiz. O'na lâyık olan salavâtı da biz bilemediğimiz için, ancak sen ilmullah ile bilirsin, biz sana havâle ediyoruz Yâ Rabbi, sen salât et Habîbin Muhammed'e" diyoruz. Acaba anlatabildim mi âşık-ı sâdıklar, Muhammedîler?

Peygamberimizi sallallahu aleyhi vesellem bu ayın on ikinci gecesi, ittifakla budur, Rebîulevvel'in on ikinci gecesi, Pazartesi sabaha karşı duhâ vakti zuhûra gelmişdir. Kimden? Hazret-i Âmine'den. Pederi Hazret-i Abdullah'dır. 

Sakın hâ, ebeveyn-i Resûlullah hakkında bazı dar görüşlü, câhil kimseler gibi konuşmayınız. "Peygamber'in anası, babası, amcası küfür üzere gitdi" filan diye, sakın hâ! Sakın öyle şeyler konuşmayın! Hiç Allahu Teâlâ inciyi alır da kabuklarını atar mı? Okumuyor musun sen, iyi dikkat et konuşduğum söze, "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîm ve alâ âli İbrâhim"  diyoruz bak. "Yâ Rabbi Habîbin Muhammed'e ve Muhammed'in âline ve İbrâhim'e ve İbrâhim'in âline salât et" diyoruz namazda. Vücûb hükmündedir. Âşıklar için farz-ı ayndır. Bırak fıkıhın kâidelerini şimdi. Okuması sünnetdir ama âşıklar için vâcib ve farz hükmündedir, farz-ı ayndır yani Peygamber'e salât okumak. Ne kadar Peygamber'e salât okursan o kadar Allah'a yaklaşırsın, Allah sana yaklaşır. Âl-i Muhammed'den murâd, Ehl-i Beyt-i Mustafâ ve Ezvâc-ı Tâhirât ve Peygamber'in hısım ve akrabâsıdır ve Peygamber'e karîb olan ashâbdır ve evliyâullahdır, Âl-i Muhammed'den murâd. Âl-i İbrâhim'e gelince, İbrâhim aleyhisselamdan Peygamberimize kadar Peygamberimizin dedeleridir. Onun için Peygamber'in babası, anası hakkında konuşulmaz. Terbiyesizliğe lüzûm yokdur. Vakt-i câhiliyyetde bulunmuşlar ve onlar muvahhiddiler yani Allahu Teâlâ'nın birliğine inanıyorlardı. Hattâ Abdülmuttalib Hazretlerine, evet, Cenâb-ı Peygamber'in dedesine dediler ki, "Hiç bizim kavmimizde Muhammed ismi yokdu, sen bu çocuğa", yani Cenâb-ı Fahr-ı Risâlet için, "Muhammed ismini nereden buldun koydun?" dediler. Buyurdu ki, "Âlî olan Allah bana emr ü fermân buyurdu ki torunuma Muhammed ismini vereyim" diye. 

O gün için şu sözü söyledi, ben söylemedim, çünkü ters anlayan olabilir diye. "Gökdeki Rabb" dedi ki burada âlî olan manâsınadır. Küffâr-ı hâkisâr Allah'ı gökde bilirlerdi. Bazı âyetlerde de aynı şekilde nâzil olmuşdu, kâfirin itikâdı üzerine. "Siz semâdakinden emîn mi oldunuz?" diyor Allahu Teâlâ. Allah semâda değil. Fakat küffâr-ı hâkisâra göre Allah semâdadır, onların itikâdına göre. Onların itikâdı üzere nâzil olmuşdur Kur`ân-ı Kerîm. İncelik var oralarda. Burada söylemek doğru değildi ama ağzımızdan kaçdı bir defa söyledik, îzâh etmek mecbûriyyeti hâsıl oldu. 

Resûlullah Efendimiz Fil Senesinde dünyâya geldi. Fil Senesi demek, Ebrehe denen bir hâin adam, Yemen pâdişahı Kabe'yi yıkmaya yemîn etdi, Kabe'yi yıkacağım diye ordusuyla geldi Ebrehe. Resûlullah Efendimiz o vakit annesinin batn-ı mübârekindeydi. Hazret-i Âmine'nin, radıyallahu anhâ. geldi fakat Cenâb-ı Hakk onlara ebâbil kuşlarını gönderdi. Allah'ın orduları çokdur. Bütün mahlûkât-ı ilâhî Allah'ın ordusudur. Mikroplar, kuşlar, rüzgar, ateş, ne varsa Allah'ın ordusudur, semâ ordularındandır. Allahu Teâlâ bu kibirli kâfire kuşları gönderdi, kırlangıç kuşlarını gönderdi, ağzılarında cehennemde kızdırılmış ateşlerle geldiler ve Ebrehe'nin ordusunu yıkdılar. Çünkü Fahr-ı Risâlet sallallahu aleyhi vesellem anasının batnındaydı, annesinin karnındaydı. Bundan elli iki gün sonra Rebîulevvel'in on ikinci gecesi Pazartesi sabaha karşı, Rûmî Nisan'ın da yirmi birinde Peygamberimiz ilkbaharda dünyâya geldi. Anla Peygamber'in kadr u kıymetini. Hiç bir peygambere olmamış bir hâdise. Allah diyor ki Vedduhâ Sûresinde, "وَالضُّحٰىۙ ve'd-duhâ", "Peygamber'in doğduğu vakte yemîn ederim" diyor, "Muhammed'imin doğduğu vakte yemîn ederim" diyor Hazret-i Allah. Gene, "Muhammed'imin yüzünün nûruna yemîn ederim". "Siyah saçlarına yemîn ederim", "وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ ve'l-leyli izâ secâ"ya bu manâyı vermişlerdir. "Mübârek nûrlu cemâline yemîn ederim ve siyah saçlarına yemîn ederim". Gene bir âyet-i kerîmede Kur`ân-ı Kerîm'de, "Senin ömrüne, hayatına kasem ederim Yâ Muhammed" diyor Cenâb-ı Allah. Düşün bir defa Peygamberimizin Allah indindeki kudsiyyetini. 

Bundan ne anlıyorsun biliyor musun? Peygamber Allah'ın indinde bu kadar yüce ise, sen de O'nun ümmetisin, senin de makâmın çok yüce. İşte bu nimet-i uzmâya şükretmezsen Allah senin elinden Muhammed'i alır. Bu îmân senin kalbinden silinir. Tard olunursun, islâm defterinden, îmân defterinden, muhabbet defterinden, aşk defterinden. Kadrimiz çok yüce. Çünkü Muhammed'in bendesiyiz, sallallahu aleyhi vesellem. Allah bizi O'ndan ayırmasın.

Evet, 21 Nisan. Hazret-i Âmine'den bir kaç şey anlatacağım sizlere. Hep bilirsiniz ama unutduklarımızı hatırlayalım. Diyor ki Hazret-i Âmine, Peygamberimizin annesi, "Ben diğer kadınlar gibi, böyle ağrı sızı duymadım hiç. Yalnız karnımdan yani batnımdan, rahmimden bazı geceler ses gelirdi, ses işitirdim" diyor. "Ümmetî, ümmetî, ümmetim, ümmetim derdi". Yani ana batnında, ana karnında iken Peygamberimiz "Ümmetim" derdi. "Doğruduğum vakitde benim etrâfımda, civârımda Hazret-i Meryem'i", Îsâ'nın annesini, Îsâ aleyhisselâmın annesini "ve Firavun'un âilesi" ki Allah resûlüne Mûsâ Peygamber'e îmân etmişdi, "Hazret-i Asiye, onları gördüm. Kendilerine sordum. Ben dedi Îsâ'nın annesiyim, Meryem'im dedi bir tânesi. Bir tânesi Asiye, bir tânesi de hûrilerdendi. Bana onlar hizmet etdiler. Resûlullah doğduğu vakitde mübârek gözleri sürmeliydi ve göbeği kesilmişdi. Doğar doğmaz secdeye kapandı" diyor Hazret-i Âmine radıyallahu anhâ. Secdede yani. "Aldım bakdım, dudakları oynuyordu, dinledim, ümmetim diyordu gene". 

Bu böyle olduğu gibi, gene Hazret-i Ali kerremallahu vecheh, Cenâb-ı Hayder-i Kerrar'dan rivâyet, "Vaktâ ki Fahr-ı Risâlet âlem-i bâkîye göçecekdi, biz O'nun etrâfındaydık" diyor Cenâb-ı İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh. Sonra, Cibrîl nâzil oldu Peygamber'e dedi ki, "Yâ Resûlallah, gam yeme, senin ümmetin sana bağışlanmışdır. Sana bağışladık senin ümmetini. Kim ki Muhammed ismini andı, o adam nârdan kurtuldu". Îmân ederek tabii, hakaretle değil, îmân ederek andı nârdan kurtuldu. Ebedî saâdet erdi. "Sonra bakdım" diyor, uzatmayacağım, vakit dar oldu, Cenâb-ı Fahr-ı Risâlet'in en son kelâmı, sümme refîku'l-a'lâ, sümme refîku'l-a'lâ, sümme refîku'l-a'lâ, dedi ve mübârek gözleri kapandı. Sonra dudakları oynadı yeniden" diyor Hazret-i Ali kerremallahu vecheh. "Dudakları oynuyordu, halbuki rûh çıkmışdı bedeninden, mübârek bedeninden, hemen koşarak gitdi, ne söylüyor, bir şey söylüyor". 

Çünkü Peygamberimizin, iyi dinleyiniz, her şeyi tesbit edilmişdir. Hayatda ne yapdıysa tesbit edilmişdir, yazılmışdır yani. Yalnız bir şey tesbit edilmedi. Karpuzu nasıl kesdi. Onu bilmiyorlar. Ondan gayrı hepsini, her türlü yani âilevî durumlar, ictimâî durumlar, ferdî durumlar hepsi tesbit edilmişdir. 

"Ağzı oynayınca koşdum, kulağımı ağzına dayadım, sümme refiku'l-a'lâdan sonra gene ümmetî, ümmetî yani ümmetim ümmetim diyor, bizi Allah'dan diliyordu Fahr-ı Risâlet". diyor. 

Evet. Gözleri sürmeli, göbeği kesik olarak geldi. Âlem başka bir âlem oldu. Hâssalarından. Mübârek başı üzerinde dâimâ bir bulut dolaşır, onu gölgelerdi. Mübârek vücûdu mayıs gülü, pembe güle kokardı. Bir çocuğun başına el vursa sabahleyin,  Peygamber'in kokusundan, Resûlullah'ın o çocuğu okşadığını bilirlerdi. Mübârrek dişleri inci tânesi gibiydi. Yanakları kırmızı ve buğday rengindeydi. Bir kavmin içinde bulunduğu vakitde, kavmin en yücesi görünür. Yavaş dahi yürüse bütün kavmin önünden giderdi. Hânesinde çoluğuna, çocuğuna, âilesine hizmet ederdi, yardım ederdi Fahr-ı Risâlet. Peygamberimizin fazîleti nihâyetsiz yani  denizden bir katre, şemsden bir zerre olarak söylüyorum sizlere, böyle daldan dala geçerek söylüyoruz yani. 

İşte o Peygamber-i Zî-şân sallallahu aleyhi vesellem, O azîz, "عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ aleyhimâ anittüm harîsun aleyküm, size hırslı". Niye? Ümmetini kurtarsın, ibâdullah îmân etsin diye uğraşmış. Gece gündüz, namazında, doğarken, âlem-i bâkîye göçerken, ibâdetinde, gecede, gündüzde, kıyâmında, kıraatında, rükûunda, sücûdunda, hep ümmeti hakkında. Hattâ Uhud Muhârebesinde mübârek yüzüne taş vurdu kendi kavmi, dişleri kırıldığı vakitde ellerini açdı, bedduâ etmedi, "Allahümme'hdi kavmî innehüm lâ ya'lemûn" buyurdular. Yani manâsı, "Yâ Rabbi, kavmime hidâyet et, onlar bilmiyorlar, kusurlarına bakma Yâ Rabbi" dedi Peygamberimiz. Katiyyen ağzından kötü bir söz çıkmaz, dâimâ ümmetinin yardımına koşmaya hazır. Hattâ hattâ seversen son nefesde sana ve bana yardıma gelecek, onu da haber vereyim sana. Bir kıssasını anlatalım şimdi, geçelim.

Bir zât-ı muhterem diyor ki, "Ben Kabetullah'da bulunuyordum, bir delikanlı Kabe'yi tavâf ediyordu. Kabe'nin her rüknünde bir duâ vardır. Her rüknümn duâsı ayrı ayrıdır. Bu çocuk yalnız salât ü selâm okuyor. 'Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed. Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed' bu şekilde. Bakdım çocuğun ahvâline, donra delikanlıyı çağırdım yanıma, tavâf bitdikden sonra. 'Evlâdım, her rüknün bir duâsı vardır, bilmiyor musun? Sana öğreteyim' dedim. 'Hayır, biliyorum amca' dedi" diyor. 'Niçin salât okuyorsun yalnız, duâ okumuyorsun?'. 'Analatayım başımızaa geleni' dedi" diyor. 'Biz Horasan tüccarlarındanız, hacca çıkdık yola, hacca geliyorduk, Kûfe şehrinde babama ecel erişdi, babam öldü çadırda. Fakat babamın şekli değişdi' diyor, 'insan şeklinden başka bir şekle girdi. Şimdi, hem babamın bu felâketine, musîbetine hem bunu ben haber verirsem, ikinci musîbet benim için, diyecekler ki bu çocuğun babası böyle oldu diyecekler. Musîbete uğradık, ağlıyordum. Birdenbire çadırın kapısı açıldı, nûrânî bir zât içeri girdi. Ve gitdi babamın yüzündeki perdeyi kaldırdı, mübârek elleriyle babamın yüzünden tutdu ayağına kadar okşadı böyle elleriyle. Babam eskisinden güzel oldu. Ben hemen kalkdım o zâtın ayaklarına sarıldım, kapandım. Kimsiniz bana bildirin, beni bu felâketden kurtardınız, babamı da bu musîbetden halâs etdiniz dedim. O vakti dedi ki o zât-ı muhterem, ben âhir zaman nebîsi Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmım. baban günahkar insandı. Fakat her akşam bana yüz defa salât okurdu, her gece. Bu akşam gelmedi melek'. Çünkü salavâta müekkel bir melek vardır, salavâtı götürür. Allah'ın telefonları, telgrafları vardır yani melekler bu şekilde gider gelirler yani senin anlayacağın. 'O melek gelmedi ve geldi dedi ki, o zât vefât etdi. Salât gelmedi bana'. 

Çünkü ne okursan Peygamber'e gidiyor salât ü selâm, haber veriyorlar. Bazen rûhâniyyetleri bir meclisde olabilir. Neşe bulunan meclislerde. İbâdet meclislerinde, neşe bulundu mıu, zevk bulundu mu bil ki rûhâniyyet-i Muhammediyye oradadır, sallallahu aleyhi vesellem. bunun mekânı zamanı olmaz, rûhların. Burada da olur, aynı zamanda Hindistan'da da olabilir. O kasar süratlidir, lisân tarîf etmez bu işi. Bak görüyorsun ya, insanlar neler îcâd etmişler, şurada şimdi önümüzde bir makina olsa, konuşsam bütün dünyâ dinleyecek beni. Kullar buna kâdir olursa, Allah neye kâdir değil yani.

"Melek geldi, salâtı getirmedi, dedi ki, Yâ Resûlallah, sana salât okuyan zât vefât etdi. Fakat böyle bir vartaya uğradı o. Koşarak geldim. Beni hayatında unutmayanı memâtında ben unutmam dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Ondan sonra ahd u peymân eyledim ki bundan böyle duâ etmem Cenâb-ı Hakk'a, ancak Resûlullah'a salât ederim. Peygamber benden hoşnûd ve râzı olsun, bana kâfî gelecek' dedi". Onun için salât okuyorum demiş. Bunu rivâyet eden Bayezid-i Bistâmî Hazretleridir. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 2 Şubat 1979 (4 Rebîulevvel 1399) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön