Ramazan Bayramı ve Bayram Âdâbı - Hutbe - 29 Haziran 1984

9 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى * وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى * بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا * وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى * إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى * صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى
Kad eflaha men tezekkâ. Ve zekere'sme rabbihî fe sallâ. Bel tü'sirûnel hayâte'd-dünyâ. Vel âhiretü hayrun ve ebkâ. İnne hâzâ le fi's-suhufî'l-ûlâ. Suhufi İbrâhîme ve Mûsâ.
Sadakallahü'l-Azîm.

Bir mübârek günde, seyyidü'l-eyyâm, yani günlerin efendisi olan bir cuma günü başlayan Ramazân, yine günlerin efendisi ve seyyidi olan bir cuma günü, bugün, hitâma resîde oluyor yani hitâma erişdi, sonuna geldik. Düşünecek olursak, bu ayrılık, hakîkaten mü'minler için ve âşık-ı sâdıklar için büyük acı. Hattâ orucun kıymetini bilenler için, bu ayrılık onların kalblerini yakıyor. Ramazân'ın ayrılması, firâkı onların kalblerini hasret ve firâk ateşi ile yakmakda, âşıkların da gözyaşını dökmekdedir. Anlayan için, anlamayana bir şey yok. Yarın o bol bol yesin, yatsın ve oynasın. Yiyenlerle yemeyenler bir oldular, müsâvî oldular.

Oruç tutanlar, rızâ ve rıdvân ve cenneti buldular. Tutmayanlar da Hakk'ın rahmetine kaldı. Allahu Teâlâ tutan mü'minlere tutmayanları bağışlasın. Duâ edin onların da hidâyete ermesi için. Onların da ibâdet ve tâatden zevk alması için Allah'a duâ ediniz. Allah duâları kabûl eder. Hele oruçlunun duâsını.

Resûl-i Ekrem buyuruyor ki, "Eğer ümmetim" diyor, "Ramazân'ın ne demek olduğunu bilselerdi, bütün ömürlerinin Ramazan ile geçmesini Allah'dan temennî ederlerdi". Bütün günâhlar mağfûr, yazılmıyor defter-i a'mâle. Ve geçmiş günâhlar da mağfûr, affedilmiş, silinmiş, defterler tertemiz olmuşdur. Duâlar müstecâb. Hattâ uykun bile, uyusan Ramazân gününde, tesbîhdir uykun, nefes alıp vermen tesbîhdir Cenâb-ı Hakk'ı.
 
Şimdi, "beke's-semâvâtu ve'l-ard", ard ve semâ da ağlıyor yani yalnız âşıklar ağlamıyorlar. Semâ ve ard ağlıyor, melekler ağlıyorlar, Ümmet-i Muhammed'in uğradığı musîbete.
 
Geçen sene bir çok ahbâb u yârânımız vardı, bu Ramazân'a yetişemediler. Gene bu sene belki biz de ömrümüzün son Ramazân'ını geçirmekdeyiz. Bir dahaki sene Ramazân'a ya yetişiriz ya yetişemeyiz. Hattâ yarına çıkmaya elimizde senedimiz yok ya, neyse, Ramazân münâsebetiyle böyle konuşdum.

Onun için tutanlara müjde olsun! Onlar Hakk'ın rızâsını kazandılar ve yarın sabah, Resûl-i Ekrem muhbir-i sâdıkdır, analarından doğduğu gibi oldular, tertemiz. Artık günâha dönme, isyâna dönme, Allah'a karşı isyân etme. İyi bir şey değil, Allah'a isyân etmek. Bayramı onun için yapıyoruz, Ramazân gitdi diye bayram yapmıyoruz, affolduk diye bayram yapıyoruz. Yarın sofra-yı ilâhiyye. Cenâb-ı Hakk yarın davet edecek Ümmet-i Muhammed'i, "Gündüzleri emrime imtisâl edip yemeyip içmeyenler, gelin soframda iftar edin bugün" diyecek yarın. Hakk'ın sofrasında iftar edeceğiz yarın inşâallah. Yarından murâdım, mücerred bayram değil, mahşer gününü de söylüyorum. Arşın altında, Resûl-i Ekrem'in sofrasında, Peygamber'le berâber iftar edeceğiz inşâallah. Efendimizin o güzel mübârek ellerinden, İmâm-ı Ali'nin o güzel mübârek ellerinden, Hazret-i Haseneyn'in mübârek yedlerinden âb-ı kevserden de, Kevser Nehrinden de içeceğiz, içirileceğiz. Müjde olsun mü'minlere!

Dünyâ hayâtı serîu'z-zevâldir, dünyâ altundan, âhiret tenekeden olsa, tenekeyi tecih et. Çünkü dünyâ fânîdir, altun da olsa elinden çıkacakdır. Ama teneke ebedîdir. Estağfirullah. Bir misâl söyledim sana, anlayabildinse eğer. 

Şimdi gene İmâm-ı Hasen'den...

İmâm-ı Hasen kim? Cenâb-ı Peygamber'in pek sevgili torunu, Cenâb-ı Fâtımetü'z-Zehrâ'nın yavrusu. İmâm-ı Ali babaları, Hazret-i Muhammed dedeleri. Anneleri Cenâb-ı Fâtımetü'z-Zehrâ, Efendimizin pek sevgili kızı. 

İmâm-ı Hasen diyor ki, "Babam Hasen'den", yani babası İmâm-ı Ali'den, "babam da dedemden" diyor, "haber verdi. Dört gece var" diyor, "dört gece. Bu gecelerde Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti yağmur gibi mü'minler üzerine yağar. Hiç bir mü'min bundan mahrûm olmaz. Meğer ki isyânda ola, Hakk'ı unuta". Hangisi bunlar? Receb'in ilk akşamı, Receb Ayının ilk akşamı. Bir de ilk Cuma gecesi kandil yanar, Leyle-i Regâib'dir, o ayrı. Receb'in ilk akşamı. Şabân'ın on beşi. Bu akşam, Bayram Gecesi. Bir de Kurban Bayramı gecesi. Rahmet-i ilâhî tecellî ediyor. Onun için bu akşam ibâdet ve tâata. Sakın hâ kalkıp da bazı Hakk'ın istemediği yollara, yerlere gitmeyiniz. İbâdet ve tâatınıza bakınız. Sizi hiç bir şey kandırmasın Allah yolundan. Hiç sizi bir şey men etmesin Allah yolundan. Bu geceyi fevt etme. 

Yarın sabah da sabahleyin kalk, güzel yıkan, güzel elbiselerini giy, Allah'ın sana verdiği vücûda, Allah'ın sana vermiş olduğu o nimeti, giysiyi, elbiseyi giy ve tekbîr ederek, abdestli olarak tekbîr ederek câmi-i şerîfe yürü. Tekbîr ederek yürüyeceksin. Zamânımızda burada âdet olmamışdır, bağırmak lâzımdır fakat zamânımızda burada Türkiye'de âdet olmadığı için gizli olarak, kendin duyacak kadar, "Allâhuekber Allâhuekber, Lâilâheillallâhu vallâhu ekber, Allahuekber" diye tekbîr ederek câmiye geleceksiniz, yürüyeceksiniz. Ve câmiden çıkdığınız vakitde, ayrı yoldan hânenize döneceksiniz, aynı yoldan dönmeyiniz. Yollarda konuşarak filan gelmeyin öyle, tekbîr ederek gelin.
 
Ve câmiye çıkarken bir parça tatlı yiyin, Sünnet-i Resûl'dür. Büyük bir şifâ vardır bunda. Zâten şeker bayramı demekden kinâye budur. Peygamber zamânında şeker yokdu, bal vardı. Eğer şeker bayramı demek, şekerden ötürü olsaydı bal bayramı yani "ıydü'l-asal" demek lâzım gelirdi, bal bayramı. Şeker bayramı, kamış bayramı, gül bayramı başka milletlerde vardır. Bizde Ramazân Bayramı, "ıydü'l-fıtr"dır, yardım bayramıdır. Mü'minler birbirlerine yardım edecekler bu bayramda, maddî-ma'nevî. Neyse. Ondan kinâye. Biraz tatlı alacaksın ağzına. Kurban Bayramında bir şey yemeyeceksin. Tâ kurban eti yiyinceye kadar. Kurban etiyle açacaksın orucunu bayram günü. Oruç değil de yani o vakit iftar edeceksin.

Bayram günü oruç tutulmaz. Senede beş gün vardır, haramdır oruç tutmak. Dört gün Kurban Bayramından, bir gün Ramazan Bayramından. Beş gün oruç tutulmaz, haramdır. Sene üç yüz altmış beş gündür, beş günü bayramdır. Dört gün Kurban Bayramı, bir gün Ramazân Bayramı. Anlatabildim mi?

"E üç gün", üç gün değildir Ramazân Bayramı, bir gündür fakat bir günde davetler tamam olmadığı için, bir de yağmur yağarsa namaz geriye kaldığı için, üç güne kadar çıkarılmışdır o. Meselâ yağmur yağdı, büyük âfet oldu, eskiden böyle câmilerde bayram namazı kılmazlardı, matara toplanıyorlar, meydana toplanıyorlar, tayyâre meydanı gibi yerlere böyle, bütün şehir halkı, e yağmur yağdı ne olacak, ertesi gün kılınacak namaz. O günde yağmur yağdı, üçüncü gün namaz kılınır. Onun için üç güne çıkarmışlar. Bir gündür. "Bayram günü ben oruç tutacağım" derse bir adam, Ramazân günü oruç yemek neyse Bayram günü oruç tutmak odur. Günahkâr olur yani âsî olur Allah'a. Allah ne emretdiyse öyle yapacaksın. Ye ye, yeme yeme, otur otur, kalk kalk, kalkma kalkma. Aklınla değil. Aklını Allah ve Muhammed yoluna kurbân edeceksin.

Biraz tatlı alacaksın. Sonra, namazdan sonra dargınlar barışacak, dargınlıklar gidecek. Büyüklerin eli öpülecek, hatırları sorulacak, onlara ikrâm edilecek. Hele annelerimiz babalarımız hayatdaysa, buradaysa mutlakâ evvelâ onlara. Yok öldülerse, hemen kabirlerine gidilecek, makberelerine, rûhları oraya gelecek, sizi bekliyorlar orada rûhları. Âlem-i berzahdan Cenâb-ı Hakk müsâade eder, onlar kabirlerine gelirler, ziyâretçileri karşılamaya. Gitmezsen, boyunları bükük kalır. Ziyaret bekliyorlar sizden.

Kabirlerin üzerlerinden yaprakları, otları yolmayınız, koparmayın, câiz değildir. Yapraklar, otlar tesbîh eder, Allah'ı zikrederler, o tesbîhâtın kabirde yatana faydası vardır. Önce selâm verirsin, sonra kabrin başında bir mikdar oturursun, düşünürsün, hatırlarsın. Kendi öleceğini düşünürsün. Külâhını önüne koyarsın. Bir gün her şeyin elinden çıkacağını, bir bayram günü seni de böyle gelip ziyâret edeceklerini düşünürsün. O toprağın altında yatacağını hatırına getirirsin. Ölümü unutmazsan Allah'ı unutmazsın. Allah'ı unutanlarla ölümü unutanlar, helâke gitmişlerdir. Bir mikdar Kur`ân okursun, gözyaşı dökersin, selâm verirsin, Allah'dan rahmet dilersin, anana babana, kimse büyüğün orada, hak sâhibi ona, sonra oradan kabristandan çekilirsin.

Kabir ziyâretine giderken de kabirleri çiğnemeyiniz. Kabrin üstüne basmak, hâmile kadının karnına basmak gibidir. Bak ne söylüyorum. Kabirlere basmak, hâmile kadının karnına basmak gibidir, çok günâhdır. Tabii bizim her şeyimiz alt üst olduğu için, her şeyimiz ama, kabirler de öyle, altüst. Şimdi ne yapacağız, onun bir çâresini söyleyeceğim ben. Onun bir çâresi vardır. Kabristana gitdiğin vakitde, kabristanın hâricindeyken, yani daha kabristana girmeden evvel, üç tâne Âyetelkürsî okursun. "Ben bilmiyorum". On bir "kul hüvallahu ehad" sûresi okursun. Bir Elham, bir Ayetelkürsî. "Âyetelkürsî bilmiyorum". On bir İhlâs, bir Elham. Eğer Âyetelkürsî biliyorsan, on bir ihlas, üç Âyetelkürsî, bir Fâtiha okursun, on salavât-ı şerîfe. Orada yatan, makberede yatan mü'minlere ve üzerine basacağın kimselerin rûhlarına bağışlarsın, çıkarsın kabirlerin üzerine. Neye benzer bilir misin? Birine bir tokat atdın, arkadan beş bin lira verdin. Ona benzer yani. Kabrine basacaksın, üzerine, ona ikrâm ediyorsun, onun gibi.  

Unutmayın konuşduklarımı! Ve sizde kalmasın bu, bildiklerinizi ahbâb u yârânınıza söyleyiniz, irşâd edin onları. Güzellikle söyleyin, acı söylemeyin, benim gibi. Ben acı konuşuyorum biraz. Sen acı konuşma sakın hâ! Akreb, yılan gibi olma, sokma kimseyi. Tatlı konuş, vecîz konuş, hikmetli konuş, iknâ ederek konuş, arkadaşını, hısım akrabânı, hânendeki bulunan ekmek yedirdiklerini, evdeki sultânı.

Size bir şey haber vereyim mi? Haydi aklıma gelmişken söylemeden geçmeyelim.

Resûl-i Ekrem diyor ki, "Yarın yevm-i kıyâmetde iki kişinin hasmıyım" diyor, "yevm-i kıyâmetde iki gürûhun hasmıyım". Hasım! Düşmanıyım diyor yani. Birisi, bi gayrı hak karısına eziyet cefâ eden erkeğin hasmıyım". 

Lüzûmsuz yere. "Çorbayı niye pişirmedin" diye dövemezsin. Vazîfesi değildir çorba pişirmek kadının. Yaparsa sevâb alır. "Bana niye su vermiyorsun!" diye itip sünemezsin. Verirse sevâb alır. Dünyâya çocuk getirir, emzirmez. Emzirirse Allah hac sevâbı verir, gazâ sevâbı verir. Onun için üzerine fazla varma. Yalnız şerîata davet et. İffet ırz meselesi en mühim. Senden izinsiz sokağa çıkarmaya müsaade etme, izinle çıksın. Senin haberin olmadan senin malını dağıtmasın, kesenden para almasın. Bunlar mühim şeyler. Ondan gayri öyle yokdan yere kadın dövmek, eziyet etmek, cefâ etmek, küfretmek, vurmak, katiyyen câiz değildir. Hele yüzüne! Yüz mukaddesdir, yüzde âyât u beyyinât vardır, okuyan için Görene, köre ne! Hattâ mü'minler nâra girdiği vakitde, günahkâr mü'minler, onların yüzleri domuz şekline girmeyecek, kâfirlerin suratı domuz şekline girecek. Zâlimleri bile mü'minlerin insan şeklinde girecek. Bir adam yüze küfretse, yüze, ki ekseri yapıyorlar, dînden dışarı çıkar. Göbekden yukarı küfreden adam dînden dışarı çıkar, islâmdan dışarı çıkar. İsmi silinir islâm defterinden. Mukaddesdir göbekden yukarısı. İnsanın her tarafı mukaddesdir ya, göbekden yukarısı mühim, ehemm-i mühim. Bacı sultâna, evdeki bulunana hürmetkâr olunuz, onların hak ve hukûkunu koruyunuz, Allah sizi âlî kılsın.     

İkincisi, "bi gayrı hak, gayr-i müslimlere eziyet cefâ edenlerin hasmıyım" diyor Peygamber. Bi gayrı hak. Adam, vergisini veriyor, çalışıyor, çalışkan, kimseye bir zararı yok, kâfir diye, hıristiyan diye üzerine bindiriyor onun, eziyet cefâ ediyor. Gözümle gördüm de onun için söylüyorum bunu. Aklıma geldi şimdi. Resûl-i Ekrem bunların hasmıdır. "Efendim kâfir". Kâfirse hakkına elini uzatamazsın. Bak, babalarımız reâyâ demiş. Reâyânın ma'nâsı ne? Hakkına riâyet edilen demek. Bir müslümanın hakkını gasb etsen, âhiretde çâresi var onun. Gasb etdiğin için senin kıldığın namazı alırlar, hak sâhibine verirler, tutduğun orucu alırlar, hak sâhibine verirler. Yeterse ne a'lâ, yetmezse hak sâhibinin günâhını alırlar sana yüklerler. Fakat kâfir senin îmânına saldıracak, onun îmânı yok çünkü. Çok müşkil. Aman hâ! "Efendi bir kürdan". Bir kürdan dahi böyle. Kürdan, diş karışdırmak için. Hakkını gasb etsen nâra girersin. 

Îsâ Peygamber gidiyormuş, belki işleriniz filan var bugün ama, Ramazan konuşması yani son, Allah buyurdu ki Celle, "Yâ Îsâ duâ et, oradaki mevtâyı dirilteceğim, konuş onunla, ibret olsun insanlara". Hazret-i Îsâ duâ etdi, kabir şakkoldu, oradan bir zât kalkdı, başından toprakları silkerek. Allah Îsâ Peygamber'e dedi ki, "Sor ona, ne iş yapardın?". "Ne iş yapıyordun dünyâda?". "Yevmin cedîd rızkın cedîd kazanan bir insandım, hammallık yapardım". "Şimdi nasıl kabirde rahatın, istirahatin". "Azâbdayım, kabir azâbına dûçâr oldum, kabrim ateş dolu benim". "Niçin, sebebi ne?".

Dinle! Üç şeyden kabir azâbı zuhûr eder. Kulağında kalsın. Söylemedi deme sonra. Yarın yevm-i kıyâmetde Allah seni ve beni karşısına huzûruna alacak, senin beni rızıkda unutmadığı gibi, seni beni hesâba çekecek, unutmayacak, teblîğ etdiğimi şâhid olacak elin ayağın. Ona göre. Allah da şâhid olsun. İdrardan kaçınmayan, pislikden, idrardan, çişden yani, pislikden kaçınmayan. Anaya babaya âk olan. Bir cemiyetden bir cemiyete laf taşıyan, iki cemiyeti ayırmak isteyenler, azâb-ı kabre giriftâr olurlar. Daha başkaları vardır ama üç tânesi hadîsle sâbitdir. 

Şimdi, bu zât öyle söylüyor, "Kabir azâbındayım". "Sebebi?". "Bir gün odun taşıyordum, yemek yemişdim, dişimin arasında, kovuğunda, çürük diş vardı ağzımda, içeride ekmek kaldı, taşıdığım odundan bir tâne kürdan çıkardım, kürdan yapdım, dişimi karışdırdım, o kürdanı atdım yere. Ondan azâb-ı ilâhîye dûçâr oldum". 

"Efendi bu nasıl şey? Olur mu?". E Kur`ân söylüyor ya, "فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ fe men ya'mel miskâle zerratin hayran yerah", وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ve men ya'mel miskâle zerratin şerran yerah"" diyor. "Zerre kadar hayır yapan hayrın mükâfâtını görecek, zerre kadar şet yapan da belâsını bulacak" diyor Allah Kur`ân'da. Zerre nedir? Güneş bazen vurur, yerden zerrât kalkar böyle. Görürsün. İşte zerre onlar. İşte o kadar da îmânın olsa gene kurtulacaksın âhiretde. Zerre kadar îmânın olsa, Hazret-i Muhammed el uzatacak sana. O zerre kadar îmânın olsa kurtulacaksın. Şefâat edecek Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. 

Allah da diyor ki, "Benim de hasmım ikidir. Bir tânesi, çalışdırır, hakkını vermez" diyor. Allah diyor bunu da, Mirâc'da Peygamber'ine. "Kullardan benim de hasmım, düşmanım ikidir. Çalışdırır, hakkını vermez. Yâhud bir şey yer, bakana tatdırmaz. Bunlar benim hasmımdır" diyor Cenâb-ı Hakk. Kulağında kalsın. Yediğinden tatdır. Çalışdırdığın adamın daha teri soğumadan hakkını ver. Bazı müslümanlar var, onu da söylemeden geçmeyelim, olan oldu, çalışdırıyor, o gün vermiyor, "yarın gel" diyor. Ertesi güne kaldı mı adamın yorgunluğu gidiyor, teri kuruyor, dinleniyor, ne varsa râzı olur ertesi günü o, unutdu çünkü yükü, acıyı. O anda alırsa, o vakit râzı olmaz, hakkını arar. Çünkü ter içerisinde kalmış, yorgunluk içerisinde. Öyle yapmayın sakın hâ! Hattâ cebinde para varken borca mal alırsan zâlimsin. Resûl-i Ekrem öyle söylüyor. Parası var cebinde, borca alıyor malı. Zâlimsin. Vereceksin parayı, alacaksın malı. Hattâ esnafa bütün para vermeyeceksin, bozuk para vereceksin. Âdâb-ı islâmiyye bunlar. Sorarsın, gönül rızâsı varsa, "Bozuk paran var mı, bin lira verirsek yâhud beş bin lira bozar mısın" filan diye sorarsın. "Yok" derse bozuk para vereceksin. Râzı olması şart. Geçiyoruz. 

Şimdi, sabahleyin sabah namazına geleceğiz, bayram namazına. Ve yarın kesenin ağzını açacağız. Ve düşüneceğiz, bundan on sene, on beş sene evvel, beş sene evvel, altı ay evvel, üç ay evvel, bir düşün, kimler vardı bayram sabahı, kimlerin elini öpüyorduk, kimlerle beraber sofraya oturuyorduk. Düşün bakalım. Hep gitmişler başdan aşağı, ellerini ayaklarını çekmişler memleket-i fânîden, varmışlar âlem-i bâkîde karâr eylemişler. Onu düşüneceksin! 

Sonra kesenin ağzını açacaksın. Cebindeki paranın ebediyyen senin olmasını istiyorsan, Allah yoluna sarfedeceksin. Hepsini değil. "وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn". Allah'ın taksîmâtı vardır.

İmâm-ı Ali'ye sormuşlar, "Zekât kaçda kaç Yâ İmâm?" demişler, "Size kırkda birini vermek, bize hepsini vermek, üste kelleyi vermek" demiş Hazret ve sözünde durmuş.

Yetîmleri, yoksulları sevindireceksin, dulları, kimsesizleri. Arkadaşın vardı, öldü, çocukları yetîm, kapısını gidip çalacaksın, "Ey baba dostları! Nasılsınız bakalım? Bir isteğiniz var mı, bir arzunuz var mı?". Memlekete mektûb yazacaksın. Oradaki bulunan hısım akraban var. Köylerin kapısını çekdik geldik buraya. İhtiyarlar var orada. Haminnelerimiz, teyzelerimiz, halalarımız, komşularımız, onlara mektûb yazacaksınız. Hak bunlar. İslâm, bunları emrediyor, Allahu Teâlâ Hazretleri. Yetîmi giydir, giydirmezsen bakarsın bir daha seneye senin çocuğun yetîm olur sonra. O gelici bir geldi mi;
Servi boyları büküp eyler kemân
Hâk ile yeksân eder vermez amân

Bir de bakıyorsun, senin çocukların yetîm olur sonra. Senin âilen dul olur sonra. "E param vardı benim". Hiç faydası olmaz. Bütün cihân senin olsa gamın gitmez nedendir bu. Gidiyorsun o tarafa doğru, yürüyorlar, akın akın. 

Bak Resûl Ekrem, en güzel önderin senin, bak ne yapmış bir bayram sabahı. Enes ibn Mâlik Hazretleri diyor ki, söylemeden geçmeyelim, mübârek gündür, "Bir bayram sabahıydı biz musalladan çıkdık, yani câmiden, namazdan çıkdık, Cenâb-ı Peygamberle geliyorduk beraber, Efendimiz'le beraber". 

Enes kim biliyor musun? ResÛl-i Ekrem'e annesi tarafında hediye edilmiş bir çocuk. Efendimiz Medîne'ye vardığı vakitde, herkes Peygamber'e hediyeler götürdüler. Peygamber ve seyyidler ve şerîfler, sadaka alamaz, zekât alamazlar, haramdır onlara, Âl-i Muhammed'e. Ama hediye alırlar. Cenâb-ı Peygamber'e hediye götürüyorlardı ehl-i Medîne, ensâr, kadın çocuğunu götürdü, dedi, "Yâ Resûlallah, zenginler size ikrâm ediyorlar, veriyorlar filan, vallahi bende bir şey yok hiç ama ben sana en kıymetli şeyimi hediye edeceğim. Ciğerimin parçası Enes'i vereceğim Yâ Resûlallah sana, sana hizmet etsin" dedi. İşte o Enes ibn Mâlik Hazretleri, onu verdi.

Diyor ki, "Gidiyorduk, bakdık çocuklar giyinmişler, oynuyorlar" diyor.

Çünkü bayram günü, malûm-i ihsânınız, bayram günü, zenginler için bayramdır, çocuklar için bayramdır ama bazı çocukları için azâb günüdür, mâtem günüdür, bazı âileler için. İyi dinle, hak vereceksin bana.
 
Çocuklar oynaşıyorlar, bir çocuk kenara oturmuş, boynu bükük, öyle bakıp ağlıyor. Efendimiz onu görünce, Resûl-i Ekrem rahmeten-lil-âlemîn, Allah'ın Rahmân ve Rahîm sıfatlarının tecelliyâtı Cenâb-ı Peygamber'dedir, O'ndan zâhir olmuşdur, görünce onu Efendimiz, oraya vardı. "Esselâmü aleyke yâ veledî" dedi. Efendimiz çocuklara selâm verirdi. "Ve aleykümselâm". "Evlâdım niye ağlıyorsun, bugün bayram, oynasana arkadaşlarınla beraber". "Âh Efendim" dedi, "Bayram zengin çocuklarına, bizim için bayram yok, bizim için mâtem var bugün" dedi. "Neden?". "Benim kimsem yok, garîbim ben" dedi. "Babam gazâda şehîd oldu, annem başka bir erkeğe vardı, bana bakmadılar, beni dışarı atdılar. Ben şimdi burada sürünüyorum. Bayram mı yapayım bugün. Karnım aç, sırtım çıplak".

Sen yetîm mi büyüdün, babalı mı büyüdün, soruyorum sana. Sen benim bu sözümün tesirini anlayamazsın yetîm büyümediysen eğer. Aç ve açık büyümedinse, karnın aç olarak büyümedinse bilmezsin sen bunu, sözümün tesiri olmaz sana. 
Allah niye orucu farz etdi bilir misin? Bir sırrı da budur. Açların hâline vâkıf olalım diye. Pâdişâhın karnı tok, halkın açlığından haberi olmaz onun. Ama oruç tutarsa, açlığın ne demek olduğunu bilir. Allah pâdişâha açlığı tattırıyor ki milletinin hâlini bilsin diye.
 
"Onlara bayram, bizim için mâtem günü" dedi. "Ben nasıl oynayayım, oynamak günü değil bizim için" dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem mübârek gözlerinden inci tâneleri gibi yaş dökdü. Elinden tutdu, okşadı, "Gel bakayım, senin baban Muhammed, annen Âişe, ablan Fâtıme, kardeşlerin Hasan, Hüseyin, ammin Ali olsun mu?". "Sen Resûlullah'mısın?" dedi. Cenâb-ı Peygamber onu okşayarak aldı ve omuzuna bindirdi ve buyurdular ki, "Yetîme, kendi yetîmine ve gayrın yetîmine tekeffül eden kimse, cennetde benimle beraberdir, şu iki parmağım gibi" buyurdular, sallallahu aleyhi vesellem. Aldı hânesine götürdü çocuğu. Tâ Efendimiz âlem-i cemâle göçünceye kadar o yavru Efendimizin evinde kaldı, Cenâb-ı Peygamber'in vefâtından sonra, Hazret-i Ebâbekir Sıddîk onu tekeffül etdi, aldı o yavruyu.


Şimdi, senin önderin, rahmeten-lil-âlemîn, o güzel Muhammed, Allah'ın habîbi, sana bunları göstermiş. Ben sana gâyetle basit olarak bunları anlatdım. Böyle deryâdan bir katre, şemsden bir hüzme, bir cüz olarak anlatdım bunları. Elini vicdânına koy, cüzdanına değil. Banka defterlerin burada kalacak, paralar da bankada kalacak, sonra vârislerin tarafından taksîm olacak ama sevmediklerine kalacak. Muhakkak bu böyle, böyle mutlakâ. Makâmın sevmediğine kalır, dükkanın sevmediğin tarafından satın alınır, evin öyle, düşman olan komşun alır evini senin. Âdetullah böyledir. İstiyorsan eğer, o kazandığın mal ebediyyen senin olsun, Allah yoluna sarf eyle ki, Allah bire on Ramazan'dan evvel veriyordu, Ramazan'da bire yetmiş, bire yedi yüz veriyor.

Fitresi verilmeyen oruçlar, semâ ile arz arasında muhayyerdir, muallakdadır yani, Allah'a arz olunmaz. Hemen fitreni ver ve bayram namazı kılınmadan evvel fitreni ver. Bak Ramazan'ın fazîletini şununla mukâyese edelim, sözümüze nihâyet verelim inşâallah. 

Hazret-i Osman Cenâb-ı Peygamber'e demiş ki, "Yâ Resûlallah, ben fitreyi vermeyi unutdum, bayram namazından sonra verdim, oldu mu acabâ?" demiş. Resûl-i Ekrem, "Oldu ama Yâ Osman" demiş, "bayramdan evvel verdiğin fitrenin sevâbına ermek için bayramdan sonra verdiğin fitrenin yanına bir de köle âzâd etseydin ancak o sevâba ererdin" demiş. Fitrelerinizi veriniz. Evvelâ hısım ve akrabâlarınıza, yakınlarınıza. Fakîr olanlara tabii, zenginlere değil. Zekâtlarınızı hesâb ediniz, yakınlarınıza, "ve âti ze'l-kurbâ ve'l-mesâkîni ve'bnis-sebîl", Allah Kur`ân'da tayîn etmiş bunları. Akrabalarınıza, yetîmlere, yoksullara, bunları sevindiriniz. Yetîmler sevindiği vakitde Resûl-i Ekrem sevinir. Çünkü Resûl-i Ekrem Ebû Tâlib'in yetîmidir, sallallahu aleyhi vesellem. Yetîmi okşadın mı Resûl-i Ekrem'i okşamış gibisin. Yetîm büyüdü O da. 

Ama Ebû Tâlib Hazretleri, radıyallahu anh O'na hiç bir zahmet vermedi hayâtında. O'nu çok sevdi. O'nu evlâdlarından hiç ayırmadı. O'na çok iyi bakdı, Cenâb-ı Peygamber'e. Hattâ Ebû Tâlib öldüğü vakitde o seneye Hüzün Senesi diye isim koydu Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem. Neyse. Yetîm olarak büyüdüğü için, anne baba şefkati ayrı. Ana şefkati olmuyor, ne kadar sevilse çocuk. Anada bir koku var, o kokuyu duyması lâzım. Babada bir koku var, o kokuyu duyması lâzım. Evlâdını akşamlar al, bağrına bas, onların saçlarını okşa. Kokla onları, bağrına bas evladlarını. Âileni öyle. Anneni öyle, ellerini öp, her akşam gitdiğin vakitde. Yola çıkarken de öyle, sabahleyin çıkarken, git elini öp. "Annecim bir emrin var mı, bir isteğin var mı, gönlün bir şey istiyor mu?" de. İnsanlık bunlar!

"Annem benim kâfir Efendi, annem benim kâfir, gayr-i müslim". Elini öpeceksin gene! Kiliseye götürmeyeceksin, kiliseden getireceksin evine. Annesi fâhişeymiş. Kerhâneye götürmez, kerhâneden sırtına alır, evine getirir. Ne kadar kızmışsın annene böyle! Ne olmuş! Bak ne diyorum! Fâhişe annesi adamın. Kerhâneye götürmez, kerhâneden sırtına yüklenir annesini evine getirir.

Çocuklarını bağrına bas. Onlara şefkat ve merhameti öğret. Öpersen, onlar da çocuklarını öpecekler. Onları bağrına basarsan, şefkat gösterirsen, onlar da evladlarına şefkat göstereceklerdir. Hıyar gibi büyütme, kazık gibi. Terbiye-i Muhammedî ver. Ona muhabbet kokusunu koklat, Kur`ân şifâsından ver.

Yâ Rabbi, şu mübârek günde ve şu mübârek saatde, şu kubbe altında toplandık, hep senin rızânı beklemekdeyiz. Bîz senden râzıyız Yâ Rabbi. Bizi bir katre sudan, bir katre menîden, bizi insan yapdın, nasıl râzı olmayız Yâ Rabbi. Göz verdin, gösterdin. Kulak verdin, duyurdun. Dil verdin, söyletdin. Ayak verdin, yürütdün. El verdin, tutdurdun. Akıl verdin, düşündürdün. Kalb verdin, şefkat ve merhamet verdin. Senden nasıl râzı olmayız. Hangi birinin hakkını ödeyebiliriz Yâ Rabbi. Bin sene acaba sana ibâdet etsek, bin sene oruç tutsak, bin sene namaz kılsak, alnımız taşda çürüse Yâ Rabbi, bir kere bakdığımız vakit semâyı görüyoruz, güneşi gözümüz alıyor, gece ayı ve yıldızları alıyor, şunun hakkını sana ödeyemeyiz Yâ Rabbi, şu görüşün hakkını. 

Bin sene! On bin sene! Bu hakkı ödeyemezsin Allah'a. Bir bakışda bakıyorsun semâya güneşi gözünün içine alıyorsun, görüyorsun. On bin sene namaz kılsan, on bin sene oruç tutsan, bu hakkı Allah'a karşı ödeyemezsin. 

Râzıyız Yâ Rabbi, sen de bizden râzı ol. El-vedâ el-firâk diyen Ramazân-ı mağfiret-nişânı cümlemiz hakkında müteyemmen ü mübârek eyleyip şefâatine bizleri nâil eyle, şikâyetinden emîn eyle. Ramazân-ı Şerîf'in ne olduğunu bilmeyenlerin kalblerine muhabbet-i Ramazân'ı ver. Oruç tutan mü'minlere oruç tutmayan mü'minleri bağışla. Namaz kılan mü'minlere namaz kılmayan mü'minleri bağışla. Onları da dîn-i islâmda sâbit-kadem eyleyip gönüllerini nûr-ı Kur`ân, nûr-ı tevhîd-i Sübhân ile ve muhabbet-i Muhammediyye, meveddet-i Ahmediyye, muhabbet-i Ehl-i Beyt-i Resûlullah ile tezyîn ve tenvîr eyle. âhir kelâmımızı Kur`ân-ı Mecîd, Kelime-i Tevhîd eyle. Yarın hulûliyle müşerref olacağımız Iyd-ı Saîd'i cümlemiz hakkında müteyemmen ü mübârek eyle. Nice seneler bizi Ramazan'a yetiştir. Senin rızâ şerîfini tahsîl eden ameller işlet. Rızâ-yı şerîfine muvâfık amellerle bizleri tezyîn eyle Yâ Rabbi. Sırât-ı müstakîmde âbit-kadem eyle. Bizi îmândan sonra küfre, hidâyetden sonra dalâlete gidenlerden eyleme. Namazı kıldıkdan sonra namazı terkedenlerden etme Yâ Rabbi bizi. Duâlarımız kabûl et, bizi buradan mahrûm gönderme.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

 
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 29 Haziran 1984 (30 Ramazan 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön