Ramazân-ı Şerîf ve İnfak - Hutbe - 24 Haziran 1983

7 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İnfak

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Şehru ramadânellezî ünzile fîhi'l-kur`ân, hüden li'n-nâsi ve beyyinâtin mine'l-hüdâ ve'l furkân, fe men şehide minkümü'ş-şehra fel yesumh.
Sadakallahülazîm.

Nûr-ı tevhîd ile kalbleri münevver, Allah ve Resûlünü sevmekle fuâdları müzeyyen, Allah'a secde etmek şerefiyle alınları eser-i secde ile süslenen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'In cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar! Nereden geldim, nereye gidiyorum, niçin geldim, niçin gidiyorumu arayanlar! Yani sebeb-i hilkatlerini arayanlar! Allah rızâsını gözleyenler! Hazret-i Muhammed'in cemâlini gözleyenler!

Mühim bir aydayız, bir ay içerisindeyiz. O da Ramazan. Allah'ın bir ismi de Ramazan'dır, esmâ-yı ilâhiyyedendir. Allah kendi ismini bu aya koymuş, rahmeti taşmışdır, rahmeti, cûş u hurûşa gelmiş, taşmışdır. Yani bu ayda, her gece iftar vakti olduğu vakitde, milyonlarca cehenneme müstehak olan kullar, cehennemden âzâd olur. Tâ Leyle-i Kadr'e kadar. Sonra, Leyle-i Kadr'den sonra da, o güne kadar ne kadar insan affolduysa, onun mikdarı affolmaya başlar bu sefer.

Tabii Ramazan'ı Ramazan bilenler için söylüyoruz. İnşâallah Ramazan'ı tutanların, Ramazan'a hürmet edenlerin hürmetine, Ramazan'ı tutmayanları da Allah affetsin. Cenâb-ı Hakk, onların hürmetine onları da affetsin. Yani bütün mü'minler anadan doğmuşçasına, hiç günâh kalmayarak. 

Yalnız ben dâimâ size söylüyorum. Kul hakkı, müstesnâdır. Kulağınızda bulunsun bu. Kul hakkı. Kul râzı olmayınca Allah râzı olmaz. Vurdunsa git boynunu bük, hasmına "Bana vur" de, "ben sana vurmuşdum" de. Aldınsa götür ver. Hayvan hakkı, kâfir hakkı, mü'min hakkı müşkildir yani âhiretde da'vâsı, muhâkemesi. Mutlakâ huzûra çıkarılacaksın. Kurtuluş yok.

Bayram sabahı, oruç tutan mü'minler, namazlarına dâim olanlar, geceleri kâim olanlar, gündüz sâim olanlar, onlar, analarından doğmuşçasına, yani tertemiz, tâhir olarak bayram sabâhına ererler. Bu fırsat kaçırılır mı? Soruyorum. Bu fırsat kaçırılır mı? Belki ömrümüzün son Ramazan'ı, belki son Cuma'mızı kılıyoruz, onu da bilmiyoruz. Kimin elinde senet var yaşamaya? 

İyi dinle bakayım! Bir daha söyleyelim.

Bir gün Cenâb-ı Resûlulullah, Resûl-i Ekrem, iki cihân güneşi, fahr-i risâlet, Allahu a'lem, Ramazan idi, minberine çıkdı. Birinci basamağa mübârek ayaklarını basdılar, "âmîn" dediler. İkinci basamağa ayaklarını basdılar, gene "âmîn" dediler. Sonra üçüncü basamağa ayaklarını basdılar, gene "âmîn" dediler. Sonra döndü, mübârek cemâlini ashâbına karşı, ashâb-ı bâ-safâya krşı ve oturdular. Enes kalkdı ayağa, sahâbeden Enes.

Be Enes kimdir bilir misin? Haydi menâkıbını söyleyiverelim, mübârek günde iyi olur. Biraz fazlaca konuşalım, Ramazan bu. Yani patronlar filan da affetsin, yani işçilerini burada tutuyoruz diye. Allah onun bereketini verecek. Hiç üzülme yani işden geri kaldım filan diye. Allah Sûre-i Cuma'da, namaz vaktinde kaybetdiğin, zâyi etdiğin vaktin bereketini ihsân edeceğini haber veriyor, "وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ vallahu hayru'r-râzıkîn" diyor, Sûre-i Cuma'da. Bir kaç dakîka. Ramazan bu ya. Çok gece sabaha kadar uyumadın, düğünde, dernekde. Bir gece Allah için uykuyu terk etmedin. Dünyâ için çok çalışdın, bugün Cuma, biraz konuşalım azıcık. Bunun da faydası vardır yani maddî. Belki maddî kazancımızdan kaybederiz zannediyoruz ama kaybetmeyiz. Manevî kazancımız yüksek olur. Çok iyi dinle! Bu Enes kimdir?

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'den Medîne-i Münevvere'ye hicret etdiği vakitde, emr-i ilâhî ile. Sakın hâ, böyle "Resûl-i Ekrem korkdu, kaçdı filan" deme, küfürdür. Allah Kur`ân'da şöyle ilân etmiş, "اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ ellezîne yübelligûne risâlâtillahi ve yahşevnehû velâ yahşevne ehaden illallah, benim kitâbımı teblîğ eden o peygamber ki, o kimseden korkmaz, benden başka" diyor Hazret-i Allah.

Bırak sen Peygamber'i, Allah'dan korkan mü'min kimseden korkmaz. Allah erkeği tarif ediyor çünkü, diyor ki, "Ben erkek şuna derim ki, onu benim zikrimden hiç bir şey men etmez, benden başka da kimseden korkmaz" diyor Hazret-i Allah. Bırak Peygamber-i zî-şânı.

Hani bazı kitâblarda okudum ben, Peygamber korkmuş da kaçmış da bilmem ne. Kaçmak filan yok. Resûl-i Ekrem, Peygamberimiz, Allah'ın sevgilisi Peygamberimiz, ne yapdıysa Allah'ın vahyi ile yapmışdır. "وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ vemâ yentiku 'ani'l-hevâ", hiç bir sözü, hiç bir işi kendi kendine yapılmamışdır, hepsini Allah söyletmiş, Allah yapdırmışdır Peygamber'e.

Onun için Medîne-i Münevvere'ye emr-i ilâhî ile çıkdılar. Orada büyük bir kahramanlık var, söyleyelim mi? Söyleyelim ya. Çok mühim değil mi? Dünyâda hiç eşi emsâli görülmemiş bir kahramanlık var.

O akşam da Peygamber'e sûikasd yapacaklardı, etrâfını çevirdiler, her kabîleden bir yiğit topladılar, küffâr-ı hâkisâr. Dar görüşleriyle Resûl'ü söndürecekler, Allah'ın nûrunu. Ona imkân var mı? Ahmak! Sen üflüyorsun söndürmek için, Allah onu parlatıyor. Kıyâmet gününe kadar böyle olacak. Sen İslâm'dan çıkdım diye hiç sevinme! Senin yerine birini kaydederler. Kim lâyıksa onu alırlar, kim lâyık değilse atarlar dışarıya. Bu, Allah dîni bu! Yerin göğün sâhibinin, bilinen bilinmeyen âlemlerin mâlikinin dîni bu! Sen de o dînin sâlikisin elhamdülillah. Âbâ u ecdâdın o dîn için kan vermiş, cân vermiş, mâl vermiş, her şeyini fedâ etmiş. Hattâ kanından kendisine kefen biçmiş, bu dîn için. 

Resûl demiş ki, "İstanbul feth olunacak" demiş, gelmişler, senin ceddin gelmiş, burada ezân-ı Muhammedî okunsun diye zabt etmiş burasını. Ezânlar okunuyor elhamdülillah. Bazıları da şikâyet ediyor, sabahleyin uyandırıyormuş ezân onu. Ezân uyandırıyor, rahatsız ediyormuş diye bazıları şikâyet ediyorlar ezândan. Şikâyet etmişler bir kaç kişi. Ben de girdim bir gün, neyse bereket versin, kumandan bey kovdu herifi. İsmini de versem tanıyacaksınız, meşâhirden birisi. Ben de oraya gitmişdim. "Efendim" dedi, kumandan beye, askerî kumadana, "lütfen söyleyin şu ezânı sabahleyin okumasınlar, bunu men edin filan" dedi, "uykumuzu bozuyor, biz gece geç yatıyoruz" dedi filan. Kumadan bir kovdu herifi dışarıya, kumandanın elini öpecekdim yani iki elini birden tutup öpecekdim yani o kadar hoşuma gitdi.

Efendimiz emr-i ilâhî ile çıkarken, İmâm-ı Ali'ye dedi ki, "Yâ Ali benim yatağıma yat". Ve yatdı İmâm-ı Ali. Düşman bekliyor dışarda. Resûl aleyhisselâm uyuyacak, onlar içeri girip Peygamber'e sûikasd yapacaklar. Cenâb-ı Peygamber'e Allah emretdi, "وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ ve ce'alnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe ağşeynâhüm fehüm lâ yubsirûn". Bu âyeti okudu Peygamber, bir avuç toprağın üzerine, ve düşmanın üzerine atdı. Kâfirler bakar-kör oldular. Malûm ya efendiler, iş bakmakda değil, görmekde. Bakarsın da Allah göstermezse göremezsin. Çıkdı Peygamber, gitdi.

Dikkat buyrun efendiler! Hazret-i Mûsâ kelîmullah diyor ki, "Yâ Rabbi, beni gönderiyorsun Firavuna'a, beni öldürür Firavun" diyor. Peygamberken bak! Kelîm, kelîm, Mûsâ kelîm. Beni Firavun'a gönderiyorsun yâ Rabbi, beni öldürür Firavun" diyor. Hazret-i Ali demiyor ki, "Yâ Resûlallah, her taraf sarılmış, bekliyorlar, sen beni, yerine koyuyorsun ama, beni parçalayacaklar burada" demiyor, "Peki Yâ Resûlallah" diyor. Düşününüz. Eh, insan bedâva da Allah'ın arslanı olmaz doğrusu. Esedullah diyorlar ya, Allah'ın arslanı diye. Numûne, kahramanlık numûnesi, fazîlet numûnesi, İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh. Hiç itiraz yok, Resûl-i Ekrem'in yerine yatmış, üzerine abasını çekmiş. Bir de içeri girdi kâfirler bakdılar ki, İmâm-ı Ali. Hepsi çekildiler kenara.

Bu kadarla bırakacağım, çünkü bilirsiniz hepiniz, okumuşsunuzdur hicret meselesini. Buda kadar kâfî. 

Efendimiz Medîne'yi teşrîf etdikden sonra, Medîne halkı, Peygamber'i davet etmişlerdi, mallarıyla, canlarıyla Peygamber'e hizmet edecekler, öyle söylemişlerdi, söz vermişlerdi, herkes hediye getiriyor Peygamber'e. Bir kadın, bir çocuk, ufak bir çocuğu, yalınayak başıkabak, elinden tutmuş, Huzûr-ı Saâdet'e geldi. "Yâ Resûlallah, hâlleri vakitleri yerinde olanlar, size hediyeler behiyeler verdiler, ben fakîrim, benim hediyem filan bir şeyim yok, ancak benim çok kıymetli bir hediyem var, benim için, belki senin için değil, ama benim için pek kıymetli". "Nedir o?" dedi Cenâb-ı Peygamber. "Yâ Resûlallah, Enes" dedi, "Enes'i ben sana hediye ediyorum, evlâdımı, ciğer parçamı" dedi, "sana hizmet etsin" dedi. On üç sene Peygamber'in yanında bulundu, on üç sene! Diyor ki, "Yapdığım oldu, yapamadığım oldu, bir kere Peygamber Efendimiz beni paylamadı, bana ağır bir söz söylemdi" diyor. Efendimizin güzel tabîatına bakınız, sallallahu aleyhi vesellem. 

İşte bu Enes, ayağa kalkmış, "Yâ Resûlallah, minbere çıkdığınız vakitde, her basamağa çıkdığınızda âmîn dediniz, bu âmînin manâsı ne, biz bir şey anlayamadık bundan". İyi dinle! Resûl-i Ekrem diyor ki, "Cibrîl-i Emîn bana geldi". 

Cebrâil kim? Vahiy getiren melek. Bu vahiy getiren melek, Peygamber Efendimizin yanında kim? Resûl-i Ekrem'in emirberi, Allah ile arasında. Resûl-i Ekrem'in şânına gönderilmiş Cebrâil, hizmete. 

Cenâb-ı Hakk Cebrâil aleyhisselâma sormuş, demiş ki "Yâ Cebrâil, seni benî âdemden halk etseydim, âdemoğullarından, insan olarak halk etseydim, melek yaratmasaydım, insanoğlundan halk etseydim seni", iyi dinle!, "bana ne gibi ibâdet yapardın?" demiş. Demiş ki, "Yâ Rabbi semâda ardda her şeyi bilen sensin, benim ne yapacağımı bilirsin". "Ben senin ne yapacağını bilirim, söyle ki bana kullarım işitsinler, kullarım duysun". "Yâ Rabbi üç şeyle sana ibâdet ederdim". Üç şeyle. Neymiş bunlar? "Bir tânesi, susuzlara su verirdim. Susuzlara su verirdim. Suyu olanların suyunu kesmezdim. Susuzlara su verirdim". Suyu kesen, suyu men eden zâlimdir, Yezid'dir yani, Yezid tohumu yani. Bak Cibrîl söylüyor şimid. "Su verirdim susuzlara" diyor.

Zenginlerininiz kuyu açtırmalı. İstanbul'da şimdi belki müsâade etmiyorlar ama köylerinizde, kentlerinizde. Hepimiz bir yerden geldik buraya değil mi. Su arkı açtırtmalı, su getirtmeli, çeşme yaptırmalıdır. Ne olur, ne çıkar! Hâlin vaktin yerindeyse. Hâlin vaktin yerinde değilse, "Âh ben de bir çeşme yapdırsam" desen böyle, ama içinden böyle niyet etsen, Allah yevm-i kıyâmetde defterine kaydeder onu, bir de okursun ki defterden, çeşme yapılmış. "Yâ Rabbi ben çeşme yaptırmadım". "Dünyâ metâını verseydim yaptıracakdın ama vermedim. Sen niyet etdin senin niyetinle ben yapmış gibi saydım onu". İnneme'l'amâlü bi'n-niyyât.

"Su verirdim. Susuzlara su verirdim". 

Câminin şadırvanına yazı yazmışlar, su almak yasakdır diye. Su men edilir mi! Olmaz öyle şey! Çirkin, çok çirkin! Hele ecnebî alırsa bunu bir fotoğrafla filan, götürürse Avrupa'ya. Câmiden su vermiyorlar içmek için adama. Ne kadar çirkin değil mi? Hiç hele bizim necîb milletimize yakışmaz. Bizim necîb millet, düşmanına dahi vurur da arkasından içeceği suyu verir. 

İşte Kosova Muharebesinde, o Miloş yatmışdı yere, pâdişaha suikasd yapacakdı. Yatmışdı yere, su diye yalvarıyordu. Sultan Murad da geçiyor oradan, avânıyla berâber. "Su" dedi pâdişahı görünce. Sultan suyu götürdü verdi ona, içmek için. Düşmanına! Muhârebe meydânında! Pâdişah veriyor suyu! Hançeri saklamış, pâdişahın karnına sokdu hançeri. Duâ etmişdi pâdişah geceden, demişdi ki, kâfirler çok kalabalık idi ve kavî idiler, "Yâ Rabbi ordumuzu muzaffer et, beni onlara kurbân et" demişdi, duâsı müstecâb olmuşdu. Kosova'da, türbesi orada, şimdi düşman ayağı altında. 

Bir çok gâzîlerimizin memleketleri, şehirleri, kabirleri düşman ayağı altında şimdi. Vahdeti bozarsan burayı da alırlar, buradan da seni sürerler. Sekiz yüz sene İspanya'da varlığın. İstanbul'da, beş yüz otuz sene. İspanya'da sekiz yüz sene. Atdılar, yabânî ot söker gibi atdılar hepsini dışarıya. Bu kafayla gidersen gidecek burası da elinden sonra. Dürüst ol! Ceddine lâyık ol! Özün doğru, sözün doğru, her şeyinle doğru dürüst ol! Bir defa senin ismin Allah kütüğünde Muhammedi diye kayıtlı. Yakışır mı öyle, kötülük, fenâlık, hîlekârlık, sahtekârlık, yalancılık, dolandırıcılık. Sen öyle bir milletin evlâdısın ki, düşmanından haraç almışsın, altı ay sonra düşman basdırmış kaleyi, müdafaa edemeyeceksin, haracı düşmana tekrar dağıtmışsındır. "Ben sizi bir sene üzerime aldım, sizi müdafaa edeceğim diye, müdafaa edemiyorum, gelin paranızı alın" demişsin. Öyle kimsesin sen. Onların çocuklarısınız siz. Giderken üzüm bağlarına girmiş senin ceddin, üzüm koparmış, üzüm iki kuruşsa, iki kuruş yapıyorsa, beş kuruş ipe bağlamış, salkımın yerine bağlamış, onun çocuklarısın sen. Seni haram lokmayla büyütmemiş o. Ama ne oldu sana bilmiyorum. Bana ne oldu, ben de bilmiyorum. Sen hiç târihini okumuyorsun. Âbâ ü ecdâdının efâl ü harekâtından hiç haberin yok. Hep kötü taraflarını görmüşsün sen. Öyle değil. Öyle göstermişler sana. Sopa dürüst ama senin rüyetin bozuk. Kırık görünüyor senin gözünde. Durgun suya sopa sokarsan kırık görünür çünkü. Sopa kırık değildir, senin rüyetin bozukdur. 

İki. Daha dün Kıbrıs Harbinde, vurdu Mehmed düşmanını, "Mehmed su!" dedi, Mehmed matarasını çıkardı verdi. Dün, dün Kıbrıs Harbinde. Bu kalleş Yunan'a, kalleş Yunan'a. Düşmanı da insanın mert olmalı yani. Kaypak, kalleş düşman da çirkindir yani. Kalleş. Çoluğu çocuğu kesen, eli silah tutmayanı mahveden. Verdi. Sonra sormuşlar, esir düşmüş, sormuşlar, "Şaşırdım" diyor. "Beni vuran askerden su istedim, suyunu verdi". "Peki sen Türk askerini vursaydın da o senden su isteseydi ne yapardın?" diye sormuşlar. Erkekmiş herif gene. "Ben vururdum" demiş. "Silahı çevirir alnından vururdum" demiş "su vermezdim" demiş. Çünkü gavur o. Farkımız o. Biri mü'min, Muhammedî, biri şeytânî. Bitdi o kadar.

Hazret-i Cebrâil dedi ki, "Yâ Rabbi, su dağıtırım, su veririm" dedi, "su dağıtırım".

Eskiden kandil günlerinde, sıcak günlerde, ibâdullaha su verirlerdi, iyi su getirip dağıtırlardı. Şimdi, kalabalık yerde suyu kesiyorlar, limonata satalım, yâhud koka kola satalım diye. Herkesin parası olmaz ki koka kola içmeye. Terkos suyunu dahi vermiyor, Yezid çünkü. Damarı çekiyor bir defa Yezidliğin. Su! Su!

Efendiler, şunu da söyleyeyim, duramıyorum söylemeden, Yunanistan'a gitdim ben. Bizden kalan bir âdet. Hangi kahveye gidip oturursan otur, evvelâ su getiriyorlar. İçinizde gidenler varsa biliyorlardır. Önce su getiriyorlar, sonra soruyorlar, "Ne içeceksin, çay mı kahve mi?" diyorlar. Yunanistan'da. Türklerden kalmış, bizim âbâ u ecdâdımızdan o ahlâkı almışlar. Hangi kahveye oturursan otur, gidp oturdun mu, garson evvelâ su getiriyor adamın önüne. Burada su vermiyorlar. Herif su satmıyor. Ucuz çünkü. Az para kazanacak diye.

Yapmayalım böyle, bunlar iyi şeyler değil. Toplarsın, toplarsın, yiyemezsin topladığını kardeşim. Yiyemezsin. Karınca gibi. Karınca, toplar toplar, yiyemeden gider âhirete. Sen de öyle. Başkaları yer sonra. Karıya bırakırsın, dostunla yer. Oğluna bırakırsın, metresinle yer. Kızına bırakırsın, sevdiğinle yer. Hesâbını sen görürsün sonra. Yapma yâhu! Etme yâhu! Konuşduğum acı biraz, çirkin ama, ben sizi berî kılarım böyle şeylerden. Öyle yapanlara söylüyorum. İyi değil. Yapma!

"Yâ Rabbi, su dağıtırdım, susuzlara su verirdim". İki, "Fakîr olan kimselere gizli yardım ederdim, bildirmezdim, halkın içinde onları zillete düşürmezdim".

Bazı adam var, zekât verecek, "Aldın kabûl etdin mi?", "Etdim", "Aldın kabûl etdin mi?", "Etdim". "Aldın kabûl etdin mi?", "Etdim". Hay senin başında patlasın vereceğin zekât. Sağ elin verdiği vakitde sol el duymayacak. Bırak hâriçden kimsenin duymasını. Meğer ki halkı teşvîk ve tergîb için veresin. Yani onlar da versinler diye. O vakit niyet iyi olur. "Bu benim fitrem, aldın kabûl etdin mi?" Ne lüzûm var böyle şeylere. Niyet edersin, gizli olarak verirsin. Hattâ fukarânın gönlünü alacaksın. Diyeceksin ki, "Yâhu, bugüne kadar biz seni göremedik. Kusura bakma, benim de hâlim vaktim pek yerinde değildi, hesaplarım da doğru dürüst değildi, şimdi hesabı çıkardık, şunu lutfen kabûl et". Lutfen hem de! Almazsa ne yapacaksın? Denize atamazsın, ateşde yakamazsın. Ne yapacaksın? Soruyorum! Zekât mü'minin hakkıdır, hayvana yediremezsin, câmi yaptıramazsın, cenâze kaldıramazsın, yol ya da çeşme yaptıramazsın. Zekât, müslümânın hakkıdır, canlı müslümânın hakkıdır. Fitre kâfire verilir, sadakadır çünkü. Ammâ zekât, mü'minin hakkıdır,  bir mü'minin diğer mü'minin cebinden hakkıdır zekât.

"Fakra düşenlere gizli yardım ederdim" diyor Cebrâil aleyhisselâm, "susuzlara su verirdim", uzatmayalım, "fakra düşenlere de ne yapardım, gizli yardım ederdim". 

Üç. "Halkın ayıbını görmezdim, görürsem örterdim onun ayıbını" .

Fî zamâninâ, şimdi, orada benim bulunduğum yerde, yani öteki mescidde, namaz kıldırdığım öteki câmide, orada bir kahve vardı, kağıt oyunu yok orada, sofular toplanıyorlar, hep adam çekişdiriyorlar. Halbuki adam çekişdirmek zinâdan daha kötüdür, zinâ etmekden kötüdür. Ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem, "el gıybetü eşeddü mine'z-zinâ, gıybet, adam çekişdirmek, zinâdan daha ednâ ve eşnâdır, daha eşeddir". Oturuyorlar orada,  adam çekişdiriyorlar. Ulan kağıt oyna daha hayırlı. Kafayı çek daha hayırlı. Adam çekişdiren a sofu! Sersem herif! Bütün ibâdet tâatini veriyorsun, çekişdirdiğin adama. "Efendim, yapdı da söylüyorum". Gıybet işte o. Yapdığını söylemek gıybet. Yapmadığı hâlde yapdı dersen, bühtân, iftirâ. Daha ağır cezâsı, belâsı. Velhâsın ahlâk islâm dîni. Cebrâil bize öğretiyor şimdi ahlâkı. 

"Yâ Rabbi susuzlara su verirdim. Fakîrlere yardım ederdim, gizli olarak, duyurmazdım".

Renginden fukarâyı bileceksin. Fukarâyı renginden bileceksin. Sonra?

"Günah işleyenlerin", yani bazı insanlar kusur yaparlar ya, "o kusurları örterdim, göstermezdim kimseye, setrederdim" diyor. Allah ne buyurdu, biliyor musun, yerin göğün sâhibi? "Ey Cebrâil, Yâ Cebrâil", yâ demek ey manâsına Arapçda, "Ey Cebrâil, senin böyle yapacağını bildiğimden dolayı seni vahiy meleği yapdım" dedi, "vahyime müekkel kıldım seni" dedi. "Biliyordum böyle yapacağını senin" dedi Cenâb-ı Hakk. Bu kadar sevâbı çok.

Ramazân'dan hâriç, bire on, garanti. Ramazân'da bir yetmiş, bire yedi yüz, bire yedi bin, bire yedi milyon, "vallahu vâsiun alîm", Allah dilerse kat kat ed'âf u mudâ'af kılar.

Bakacaksın yüzüne, yüzünün sarardığını anlayacaksın mü'minin. Mahallenizde dul mu yok yetîm mi yok? Neyine güveniyorsun? Yarın Allah senin de rûhunu kabzeder, paran kalır kasada, çocukların yetîm oluverir. Bir de arkadan senin bir dostun çıkar, yani sana dost gibi görünen biri, paranın üstüne oturuverir, çocukların sürünür. Neler gördük öyle biz. Tımarhâneye git de gör. Nice zengin insanlar var, hacir altına aldırmışlar, akılları başında fakat zavallılar hacir altında deli diye tımarhânede oturuyorlar. Huzurevlerine git, gör, bak neler göreceksin. İbret mi istiyorsun sen. Bak, benim vaazımdan daha kuvvetli o. Görebilirsen ama. Gözünde ibret varsa, daha kuvvetli benim vaazımdan. Ölüm var bir defa evveliemirde. Kabristanlara git, bak. Hastahânelere git, dolaş. Huzurevlerine git. Bakıyorsun bir ihtiyar ağlıyor, kızı atmış sokağa, oğlu atmış huzurevine, kapı dışarıya. Büyütmüş, yetiştirmiş. Tabii besmeleyle süt vermemiş herhalde. Besmeleyle süt verseydi atmazdı dışarıya. Aynını görürsün, ne yapdınsa.

Gelelim şimdi. 

"Yâ Resûlallah, birinci basamakda âmîn dediniz". Diyor ki, Nebiy-yi zîşân Efendimiz "Cebrâil bana geldi"...

Yalnız benim dersime gelenlere benim ricâm şudur, niyâz ediyorum ve ricâ ediyorum, Resûl-i Ekrem'in ismini iştdiği vakitde salavât vermekle mükellefdir bizde. Kim Resûl-i Ekrem'in ismini işitdi, salât verdi, cennetin yolunu buldu o adam. Kim Resûl-i Ekrem'in ismini iştidi, salât vermedi, cennetin yolunu kaybetdi. "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim".

"Ben birinci basamağa basdığım vakitde, Hazret-i Cebrâil geldi, bana dedi ki, 'Yâ Nebiyyallah, senin ümmetinden bir kimse, senin ismini işitir de sana salavât vermezse eğer, o adam nâra müstehak oldu, Allah onu oradan kurtarsın' dedi, ben de âmîn dedim" diyor Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. Bir. Az evvel söyledim bunu.

İki. "İkinci basamağa basdım, ikinci basamakda âmîn dedim. Bunun da sebeb-i illeti, gene Cebrâil bana dedi ki, 'Yâ Nebiyyallah, Yâ Hayra halkıllah, Yâ Nûra arşillah, Yâ Emîne vahyillah, senin ümmetindne bir kimse, anasının babasının hayâtına yetişir de, yâhud anasına, yâhud babasına, yâhud anasının babasının hayâtına yetişdi, bu adam bunların gönlünü hoş etmedi, bunların hüzmetine bakmadı, bulara ikrâm etmedi, bunlara tatlı sözde bulunmadı"...

Verdi, yedirdi, of dedi değil mi, gitdi, yandı hepsi verdiklerinin, gitdi, tamam. Of demek yok. Üf demek yok. Annenin ayağının üstü değil, altı öpülecek bir defa evveliemirde. Neden? Resûl-i Ekrem demiş ki, muhbir-i sâdık, sebeb-i hilkat-i âlem Muhammed Mustafâ demiş ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Cennet annenin ayağı altında" demiş, "Cennet annenin ayağı altında" demiş. Altını öpersen cenneti bulursun, üstü olmaz. Olmuyor üstü. Neler var ama vaktimiz dar. Yaaa!

"Anasının babasının hayâtına yetişdi fakat onların gönlünü hoş edemedi". Bir defa kabir azâbının bir tânesi de buradan neşet eder. Efendiler, size hikâye gelmesin! Kabir azâbı filan bunlar, kabir azâbı nedir diye. Yakında tek başına kalacaksın çukurun içinde. Ben de öyle sen de öyle. "Eyvaaah! Keşke hocanın dediğine biz insansaydık. Demek ki hakmış ve gerçekmiş" diyeceksin ama iş işden geçecek. Bir daha ağlaman, sızlaman, parmaklarını ısırman, saçını sakalını yolman para etmeyecek. Bitdi. Tamam bitdi. Ne namaz var orada ne oruç var. Burada hepsi. Dünyâ âhiretin tarlası, burada ekeceksin orada biçmek için. Orada hiç bir şey biçemezsin boş gidersen eğer. Aklını başına al!

Bazısına soruyorum, "Niye yapmıyorsun birâder ibâdet?". "Hocaefendi, inşaallah ben bir tekâüd olayım, sen bendeki ibâdeti gör". İyi bir niyet ama, güzel bir niyet ama, Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde dese ki, böyle söyleyen, böyle düşünen adama, "Ey kulum, işe yararken kullara hizmet etdin, işe yaramdığın vakitde mi bana hizmet edeceksin?" dese ne cevâb vereceksin Cenâb-ı Hakk'a. Soruyorum haydi. Böyle bir sorsa Cenâb-ı Hakk. Ve af etse de. Af da etse de, böyle sorsa ama. Bırak bu kafayı! Hemen ibâdet kemerini beline dolayacaksın. İbâdet. Rabbü'l-âlemîn'e muhtâc olduğun kadar ibâdet edeceksin. Cehenneme tahammül edeceğin kadar günah işleyeceksin. Bak sana söylüyorum, miyârını, ölçülerini veriyorum. 

"Anasına babasına itâat etmedi, ihsân etmedi, ikrâm etmedi".

"Efendi, babam memleketde ben burada". Buradan göndereceksin, mektûb göndereceksin, bir çift çorap alıp gönderirsin, gönül almak meselesi mevzûbahis. Hattâ hısım akrabânı terk etsen îmânın sıhhate ermez be. Dayı oğlunu, amca oğlunu, teyze oğlunu, teyze kızını, hala kızını. Hısım akrabâna sâhib olacaksın. Sıla-i rahim edeceksin bazen, memlekete gideceksin göreceksin. Bırakmış, kapıları çekmiş gelmişler buraya. Olur mu? Olmaz öyle şey. Olmaz. Arayacaksın, soracaksın, bağlanacaksın.

"İşte Yâ Resûlallah, anasının babasının hayâtına yetişmiş, yâhud anasının hayâtına yâhud babasının hayâtına yetişmiş fakat onların hakkını yerine getirememiş, Alla onu cehenneme koydu" diyor Cebrâil aleyhisselâm. Cenâb-ı Peygamber diyor ki, "İşte böyle dedi Cebrâil. Allah onu oradan kurtarsın dedi, ben de âmîn dedim" diyor Peygamberimiz.

Üçüncüsü. "Yâ Resûlallah, bir adam Ramazan'a erişdi, Ramazan'a yetişdi, Ramazan'a, kendisini Cenâb-ı Allah'a affettiremedi, Ramazan'dan istifâde edemedi, rahmete ermedi"...

Efendiler! İftar vakti, sofrada bulununuz, duâ ediniz. Seninle Allah arasında hicâb yok, perde yok yani. Bir kere Cenâb-ı Hakk rahmet nazariyle nazar ederse, bir daha o kulu cehenneme koymaz. Öyle mühim mesele yâhu! Evveli rahmet, ortası mağfiret, âhiri ıtku'n-mine'n-nâr. Bak ortasına geldik işte. Ramazan mamazan filan derken, on beşi, yarın akşam on beşinci gece. Bitdi. On beşden sonra hemen tırrrr gider. Ömrün de böyle. Çocukluk, gençlik, dinçlik derken, ihtiyarlık, ihtiyarlığa kalmadan, kapıya cansız at hemen gelir dayanır. Kazancın filan hepsi geride kalır. Amelinle başbaşa gidersin. Haber veriyoruz, söylüyoruz. 

"Ramazân-ı Şerîf geldi geçdi, kendisini Allah'a affettiremedi, Allah bu kimseyi nâra koydu. Bu, nâra müstehak oldu, zelîl oldu, hakîr oldu, burnu yere sürtüldü, Allah bunu buradan kurtarsın dedi ben de âmîn dedim" diyor Peygamberimiz.

Diyor ki gene Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, "Eğer benim ümmetim Ramazan'ın ne olduğunu bilseydi, bütün hayatlarının Ramazan'la geçmesini Allah'dan temmennî ederlerdi". Duâlar kabûl, günahlar mağfûr, günahlar affolur, duâlar kabûl olur. Oruca tahammül etmeyip yatsan uyumaya, uykun dahi tesbîhdir. İftar vaktinde iki ferah vardır. Bizim gibi olanlar, yemekle ferahlanırlar. Âşıklar, cemâlullah ile ferahlanırlar.

Hemen göndermeye bak ibâdet ve tâatını, önden yürüt. Önden gitsin ışığın. Arkadan gelen ışığa bakma, öndeki hendeği göremezsin gitdiğin vakitde arkadan ışık geldi mi. Önden giderse görürsün önünü. Hayır hasenâtını önden gönder gitsin, arkaya bırakma.  Sana ibret için bir kıssa anlatıp bitiriyorum dersi. Çünkü o komprime olur, kıssa. Hem hatırında kalır. 

Eyüp Sultan'da, bir hocaefendi varmış, sarıklılardan, âlim bir adam ama cimri. 

Allah'ın hiç sevmediği kimse. Resûl-i Ekrem diyor ki, "Bir adam cömerd mi, fâsık da olsa ehl-i cennetdir" diyor, "bir adam cimri mi, zâhid de olsa, alnı secdede çürüse, cehenneme" diyor, "en arka cennete gider" diyor. Çok ağır. Ve cimrilerin malını yemeyiniz. Onlar kendi mallarını kendileri yesinler. Köpeğin kabından alıp yemek gibidir. Yarın kıyâmet gününde, yediğinizi ister. "Ben buna bir çay ısmarlamışdım yâ Rabbi, çayımı versin" diye. Gördüm hadîs-i şerîfde. 

Bu hoca gâyetle cimriymiş, sarıklı bizim gibi ama, cimri böyle. Bazısı buradan yalar, bazısı üste koyar. Bazısı kelb gibidir, kendi yer kimseye vermez. Bazısı var, ne yer, ne yedirir. O kısımdanmış hocaefendi hazretleri. Fakat bir meczûb onu irşâd ile memûr olmuş. O devirde Eyüp Câmisinin karşısındaki kahvelerde otururken, bir Meczûb Ali varmış, Arab Ali. 

Size kasem olsun, ben bunu okudum kitâblarda, Eyüp Târihinde, yazma bir kitâbda, merâk ediyordum kimdir bu diye, bir gün ben Piyer Loti'ye çıkıyordum, böyle durdum dinleneyim diye, bir de bakdım bu Meczûb Arab Ali'nin kabir taşı karşıma çıkdı benim. Bak mübârek makâmdayım, söylüyorum. 

Bu Meczûb Arab Ali içeri girmiş kahveye, hocaefendiye gitmiş, "Hocaefendi" demiş, iyi dinle, sana büyük bir ibret bu, "Hocaefendi bana yoğurt al" demiş. "Git oradan" demiş hoca, "başkaları alsın" demiş, "ben ilim veriyorum" demiş, "para vermem". "İlle alacaksın" diye tutturmuş, meczûb bu ya. At sineği gibi, kovdukça gelmiş, kovdukça gelmiş, en sonunda hoca illallah demiş, yani def'-i belâ kabîlinden, bir kuruş para çıkarmış, o devrin parasıyla yâhud bir metelik, gümüş para zamanı, "al bunu yoğurt al kendine" demiş. "Biraz da ekmek" demiş. "Ekmeği de başkası alsın" demiş, çıkmış yürümüş hoca. Ama yani ciğerine kızgın demir oturmuş hocanın. O kadar ağır gelmiş. Oradan yürümüş. Fakat o akşam hocaefendi bir rüyâ görmüş. Kulağını benden yana ver! Bir rüyâ görmüş, rüyâsında, bir yer ama diller tarîf edemez, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalblerin tahattur edemediği, şuarânın lisâna getiremediği, efendim o ağaçlıklar, o nehirler, bal nehirler, süt nehirleri filan böyle akıyor ama hocayı sokmuyorlar oralara. Hoca görüyor kendisini. Altından yapılmış köşkler, bir tek inci tânesinden yapılmış saraylar, yâkutlar, zümrüdler, toprağı misk, çünkü cennet. 

Seni bekliyor. Allah dünyâda bir adama mal verir, elinden alır tekrardan. Gençlik verir, ihtiyar olursun. Hayat verir, ölümü vardır. Sıhhat verir, hastalığı vardır. Orada öyle şey yok. Bir hayat verilir, ölümü yok. Bir sıhhat verilir, hastalığı yok. Bir cennet verilir, mülk verilir, fenâsı yok bir daha. Senin olacak ebediyyen.

Oraya buraya koşuyor hoca, arıyor fakat gelgelelim zavallı hoca bir lokma bir şey bulamıyor, açlıkdan ölüyor hocaefendi, karnı tırmalanıyor. Derken oaradan bir zât zuhûr etmiş, demiş, "Yâhu burası çok güzel bir yer, olsa olsa cennet ama cennet de diyemeyeceğim" demiş. "Çünkü Kur`ân'da okuduk" demiş, "cennetde kebab olmuş kuşlar var, meyvaların çeşidi, envaı var, her şeyi söylüyor Allah Kur`ân-ı Kerîm'de, burada böyle bir şey bulamıyorum. Neresi burası, öldüm açlıkdan, yiyecek bir şey yok mu" demiş. Der demez demiş ki o zât, "Hocaefendi, burada bir yoğurt var" demiş, "şu yoğurdu ye" demiş. Gündüz meczûba ısmarladığı yoğurdu getirmiş önüne koymuş, "al bunu ye" demiş. Demiş, "Yâhu burası neresi?". "Burası cennet" demiş. Demiş, "Hani bu şeyler, Kur`ân'da okuduğumuz?". "Efendi, onları buraya gönderirsen bulursun burada" demiş, "göndermezsen nereden bulacaksın. Cehennemde ateş yok, buradan ateşini götürürsün. Cennetdeki nimetleri de buradan götüreceksin. Çünkü dünyâ âhiretin tarlası. Yoğurt göndermişsin, yoğurdu buldun ye". "Biraz da ekmek". "Ekmeği gönderseydin" demiş, "ekmek de bulurdun. Yoğurt gönderdin, yoğurt yiyeceksin".

Uyanmış adam, ter içinde, karısına demiş ki, "Yâhu bizim gitdiğimiz yol yol değil, tövbe edelim biz bu işe. Kapıyı arkasına kadar açalım ve mallarımızı cennete kendimiz için gönderelim" demiş.

Malûm ya, İmâm-ı ali geçiyormuş atın üzerinde, bakmış bir adam, altınlar var elinde, böyle sallıyor şıkır şıkır şıkır, "Kimin o paralar?" demiş Hazret-i İmâm radıyallahu anh aleyhissselâm. "Nedir o elindeki paralar?". "Benim efendim" demiş, "Ya İmâm, benim". "Senin değil". "Vallahi benim, ben kazandım". "Peki ölürsen kimin olur?" demiş. "Mîrâsçıların". "Peki mîrâsçılar ölürse?". "Ortada kalır". "Demek ki senin değil". "Evet benim değil" demiş. "İstiyor musun senin olsun, Allah yoluna sarfet, orada bulacaksın, tecidûhu indallah".

Kâfî geldi değil mi konuşduklarımız. Buradan ne gönderirsen onu bulacaksın. Sen burada ısırganı ek, orada buğday bekle, olmaz. Burada orucu ye, orada sevâbını bekle, olmaz. Burada namazı terket, orada Allah'dan mükâfât iste, olmaz. Kulluk vazîfelerini tamâmen yap, seve seve yap hem de. Allah bize namazı farz etmseydi ne olacakdı bizim hâlimiz? Orucu farz etmeseydi hâlimiz nice olacakdı? Ya abdesti? Abdesti farz etdiği hâlde, su vurmaya yüzümüze korkuyoruz. Yâ Cenâb-ı Hakk abdesti farz etmeseydi ne olacakdı? Pislik içinde dolaşacakdık demek ki, kokacakdık yani leş gibi. 

Sokakları kirletme. Üstünü başını kirletme. Câmiye temiz elbiselerinle gel. Soğan sarımsak yiyenler câmiye geldikleri vakitde, arkaya gitmeli, halkı incitmemelidir. Ayakları kokanlar ön saflara geçmemelidir. Bak söylüyoruz. Çıplak ayakla ön safa geçmemelidir, arka saflarda namaz kılmalıdır çıplak ayaklı olanlar. Kokulu çorabını sarar sarmalarsın dışarıda bırakırsın arka safda namazını kılarsın. Çünkü bazı insan vardır, senin çıplak ayağını gördü mü, midesi bulanır onun. Öyle insanlar vardır. Resul-i Ekrem diyor ki, "Külli mûzîin fi'n-nâr, her eziyet veren mü'min kardeşine, o, cehennemdedir" diyor. Bak bak bak, dîn-i İslâm''a bakınız. Sigara kokusu olsa ağzında, o hazzetmiyorsa, yanında cigara içme onun. Sen cigara içiyorsun, o içmiyormuş, onun yanında içme cigara. Çünkü ona eziyet yapıyorsun. Yapma öyle şey. 

Hele âdâb-ı muâşeret. Hıristiyanların perhîzi varsa, onun karşısında pirzola yemeyeceksin. Perhizde onlar çünkü et yemiyorlar o vakit. Ayıp! İnsan değil misin sen! Düşmanının cenâzesi var, burada radyonu çalmayacaksın. Ayıpdır. Âdâb-ı muâşerete mugâyirdir. "Ama efendim düşman". Düşmansa düşman. Senin en büyük düşmanın sana en yakın olandır, nefsindir. Hele bir düşmanın vardır ki ondan çekdiğini hiç kimseden çekmedin. Söylemeyeyim, yeri değil burası çünkü.

Yâ Rabbi, acı sözlerle cemâatimi belki incittim, beni affet ve sözümün tesîrini halk eyle ve cemâatimi iki cihânda azîz et ve bu mübârek günde, ağızlarımız oruçlu, işlerimizi güçlerimizi terk ettik, senin davetine icâbet ettik, beytine geldik, bizi buradan boş çevirme. Biz kul iken Yâ Rabbi, hânemize gelene ikrâm ederiz, sen pâdişahlar pâdişahısın, kâinâtın yegâne hâlıkı ve mâlikisin, bizi evinden boş mu çevireceksin yâ Rabbi. Sonra Habîbin Muhammed haber verdi, oruçlunun duâsı kabûldür diye, duâlarımızı kabûl et, bizi boş çevirme yâ Rabbi. Oruçdan zevk ver, namazdan zevk ver, ibâdetden lezzet ve zevk ver, gözyaşı silmekden zevk ver yâ Rabbi. Kalbimizi aşkınla, muhabbetinle süsle. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 24 Haziran 1984 (13 Ramazan 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön