HUTBE
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahu'l-azîm.
Geçen hafta yine aynı âyetden denizlerden bir katre, kürreden bir zerre, şemsden, güneşden bir hüzme olarak sizlere sunmuş idik. Şimdi yine aynı âyetin Türkçesini, açıklamasını yapacağız. Pek kısa yalnız. Böyle hemen bizim yapdığımız tefsîr ile Kur`ân'ın manâsı bitmiş demek değildir. Öyle söyleyenler yanılmışlardır.
Allah diyor ki, "Ey îmân edenler". Bu îmândan murâdımız, islâm îmânı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin, yani Cenâb-ı Mahbûb-i Kibriyâ, Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın, taraf-ı ilâhîden inanmaya dâir aldığı umdelere inananlar. Bunları lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk edenler. Çünkü herkesin bir îmânı var. Dînsizin dînsizliğe îmânı vardır. Putperestin putuna îmânı vardır. Burada, "Yâ eyyühellezîne âmenû" denildiği vakitde, Cenâb-ı Peygamber bize Allah tarafından bir takım inanmaya dâir maddeler getirmişdir, taraf-ı ilâhîden, Allah'ın arzusu üzere. İşte ona inananlar. Hazret-i Muhammed'in getirdiği umdelere inananlar. Bunu lisân ile kabûl, lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk edenler manâsına. Bunların da altı tâne şartı var, hepiniz bilirsiniz bunu. Bir adam bu altı şartı bilmezse, bunu lisân ile ikrâr edip, kalb ile tasdîk etmezse, kendi ahvâli tehlikelidir. Öğrenmesi lâzımdır.
Kısaca şöyle. Bunun birincisi Allah'a inanmak. Allah'ın arzusu üzere Allah'a inanmak. Allah'ın isteği üzere Allah'a inanmak. Hıristiyanlar, Yahudiler de Allah'a inanıyorlar fakat onlar Allah'ı cisimlendiriyorlar, resimleniyor, beyaz sakallı bir adam, saçı ağarmış, kamburu çıkmış, Allah diye filan böyle. Estağfirullah! Allahu Teâlâ hiç bir şeye benzemez. Hiç bir şey de Allah'a benzemez. Vardır, birdir, şerîki, nazîri yokdur, noksan sıfatlardan münezzehdir, istediğini verir, istediğini yapar, mülk onundur. Bir emirle bizi halk etmişdir, bir emirle yok eder. Tekrar bir emirle, bu kâinâtın yüz milyon mislini halk edebilir Cenâb-ı Hakk. Gecenin karanlığında, nısfu'l-leylde, karataş üzerinde kara karıncanın gitdiğini görür, ayağının sesini işitir. Bunu anlatmak için söylüyoruz yani. Allahj semî'dir, işiticidir yani. Onun için Cenâb-ı Hakk'ın arzusuyla îmân etmek lâzım Allah'a. Hıristiyanlar da, işte artık onlar karıştırıyorlar, diyorlar ki, "Îsâ Allah'dı, yok Allah'ın çocuğu Îsâ'ydı" filan, "Meryem de Allah'dı" filan, işin içinden çıkamıyorlar bir türlü, karmakarışık. Allah birdir, şerîki ve nazîri yokdur. Allah'ın hiç sevmediği, en sevmediği, en ikrâh etdiği, gadab etdiği günah, Allah'a şirk koşmakdır. Allah'ı ikilemekdir, üçlemekdir yani. Allah birdir. Ehaddir, vâhiddir. Zâtında ehad, sıfâtında vâhiddir Cenâb-ı Hakk. Hiç bir şey Allah'a benzemez. Allah da hiç bir şeye benzemez. Bu mevcûdâtı bir anda mahveder ve her ân da mahvetmekdedir. Eder diye söyledik, her ân mahvetmekde, her ân halketmekdedir Allah. Allah'ın muhyî ve mümît sıfatları her dâim tecellî etmekdedir. Geçiyoruz. "Ve melâiketihî", Allah'ın meleklerine inanmak.
Bunları hepimiz ezberleyeceğiz, belleyeceğiz. Lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk edeceğiz. Çünkü bu âlemden sonraki âlemde, geçecek olan bunlardır. Ne para, ne kasa, ne kese, ne evlad, ne rütbe, hiç bir menfaat vermez insana, belki insanın başına belâ olur. Bundan sonraki âlemde sana bundan sorarlar. En mühimmi, Hazret-i Muhammed aleyhisselâmı sorarlar. Bu altı rükünden cevâbı verirsen eğer, paçayı kurtarırsın, ebedî cehennemde kalmazsın. Nâra da girsen, Allah'ın hapishânesi olan cehenneme girsek dahi, günah mikdarı yanar, sonra rahmet-i ilâhî erişir, bizi oradan âzâd ederler. Ama nasıl tahammül edeceğiz onu bilmiyorum. Çünkü ateşe bir an bas bakalım, ne kadar tahammül edeceksin.
Efendiler! Kulağınızı benden yana verin ve insâf ile dinleyiniz. Bir adam günde bir günah yaparsa, senede üç yüz altmış beş günah yapar. Her günaha Allah bir gün cezâ verse, bir gün hapishânede, cehennemde kalmaya hükmederse, bir adam üç yüz altmış beş gün cehennemde kalır bir sene zarfında. Elli sene yaşarsa? Ya on tâne günah yaparsa? Ya yüz tâne günah yaparsa? Bizim gibi, bizim yapdığımız gibi böyle. Yüzümüz kara, gönlümüz kara. "Ben günah yapmıyorum Efendi!". "Namaz kılıyor musun?" "Kılmıyorum". Günahkârsın, bitdi, tamam. Hemen yakaladık seni, yek tahtadan. Günahkârsın, âsîsin Allah'a karşı. Yalan bizde, her ne kadar Allah'ın sevmediği kabih sıfatlar varsa ki vallahi, Allah'a kasem ederim, bu günahlardan bir günahı bizden evvel geçen ümmetlerden birisi yapsaydı, Allah onları dünya yüzünden kaldırırdı. İşte bak Kavm-i Lût, fi'l-i şenî icrâ ederlerdi, Allah onları, "وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ ve emtarnâ aleyhim mataran fenzur keyfe kâne âkıbetü'l-mücrimîn", semâdan başlarına taş yağdırarak dünyâdan kaldırdı. İşte Kavm-i Şuayb, bunlar ölçeklerinde, terâzilerinde eksik verirlerdi. Allah bunlara yağmuru kesdi, yağmur yerine üzerlerine ateş yağdırdı Allah. Allahyağmur yağdırdığı gibi ateş de yağdırır adamın başına. Dilediğini yapar Allah çünkü.
Onun için bu altı şarta dikkat. Allah'a inanmak. 'Âmentü billahi ve melâiketihî", Allah'ın meleklerine inanmak. Melekleri görmeyiz biz, onlar bizi görür. Bazen şekl-i insâna girerler, insan şekline bürünürler. yanında gelir oturur, bilmezsin, itersin, sünersin, kalbini kırarsın, yâhud kapına fakîr diye gelir kapından kovarsın, mülkün tersine döner, altunların toprağa kalbolur. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme, Dıhyetü'l-Kelbî nâmında bir sahâbe vardı, sahâbenin en güzeliydi, Cebrâil aleyhisselâm onun şekliyle Peygamber'e gelirdi. Bir gün Dıhye iki tâne olunca o vakit anladılar ki bir tânesi Cebrâil onun. Onun için melekler şekl-i insâna bürünürler. Köpek, kedi, domuz, eşek, katır, hayvan cinsine bürünmez. Ancak koyun müstesnâdır. Koyun melekü's-sıfatdır çünkü. Koyun hayvanı. Ondan gayrısı şekl-i insâna girerler. Cinniler, hayvan, eşek, yılan, akreb, keçi, hayvan şekline girebilirler, onlara müsâade edilmiş. Onlar nârdan halkolunmuş. İnsanlar toprakdan halkolunmuş. Melekler nûrdan halkolunmuş. Kulağınızda kalsın diye söylüyorum. Belki hepsini belleyemezsin ama söylediklerimin bir tânesi kafanda kalır elbet.
"Ve melâiketihî ve kütübihî", Allah'ın kitâblarına inanmak. Dört kitâb vardır. Tevrat, Zebur, İncil, Kur`ân. Ve yüz de suhuf vardır. Bunların hepsine inandık ama bunlar, yani Kur`ân'dan gayrısı İncil, Zebur, Tevrat ve diğer suhuflar, Kur`ân'dan gayrısı tahrîfe uğramış, papazlar ve hahamlar tahrîf etmişlerdir, reform yapmışlardır kitâblarında, hep tahrîf ve tağyîr etmişlerdir.
Şimdi, işte okuduğum âyetde var bu. "Ey mü'minler! Sizden evvel geçen ümmetlere orucu farz etdiğim gibi size de orucu farz etdim" diyor Allah. Oruç onlara farzdı, bizim gibi, onlar ne yapdılar? Hattâ yatsı vaktinde onlar oruca girerlerdi. Akşam ezanında açarlar, yatsı vaktinde oruca girerlerdi. İslâm'ın bidâyetinde, bize ilk oruç farz olunduğunda da böyleydi. Hazret-i Ömer ricâ etdi Cenâb-ı Peygamber'den, dedi "Yâ Resûlallah, vakit çok dar, yemek yiyemiyoruz, kadınlarımızla yatamıyoruz, Allah'a söyle bize tahfîf etsin, biz senin ümmetiniz" dedi, "biz Benî İsrâil değiliz" dedi, "biz Muhammed aleyhisselâmın ümmetiyiz" dedi, "Allah'ın sevgili habîbinin ümmetiyiz, bize tahfîf etsin bunu" dedi. Hazret-i Ömer'in ricâsı üzerine, Peygamberimiz Allah'a arzeyledi, duâ etdi, Allah bize haytü'l-ebyada kadar yani fecre kadar bize müsaade etdi. Yoksa akşam ezanında oruç açılır, İslâm'ın bidâyetinde, yatsı vaktinde ağız çalkalanırdı. Ramazan farz olmadan evvel Muharrem'de oruç tutardık, Muharrem'de farzdı oruç, on gün oruç vardı Muharrem'de, İslâm'da. Ramazan'dan evvel. Ramazan farz olunca Muharrem orucu kaldırıldı. İsteyen Muharrem orucunu tutarsa büyük sevâbı vardır, o ayrı davâ o, başka şey. Farz değildir. Geçiyoruz.
Papazlar ve hahamlar kitâblarını tahrîf etdiler. Meselâ Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin bütün evsâfını çıkardılar kendi kitâblarından. Tahrîf etdiler yani. Bir kıssa vardı, fakat inşâallah başka bir zaman anlatırız, çünkü vakit çok dar oldu.
"Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî", Allah'a, meleklerine, kitâblarına ve peygamberlerine. Biz bütün enbiyâya inanırız. Hazret-i Âdem aleyhisselâmdan Efendimiz dâhil olmak üzere bütün peygamberlere inanırız. Fakat peygamberler birbirleri üzerine efdaldirler. Mûsâ kelîm, Hazret-i Nûh necî, İbrâhim halîl, Peygamberimiz habîbullahdır. Peygamberimiz cümle peygamberlerin efdalidir. Nûru evvel ba'sı sonradır. Son peygamberdir. Tesbîhin bir ucundan başlamış, diğer ucunda ikmâl olunmuşdur yani. İmâmü'l-enbiyâdır, enbiyânın imâmıdır, başıdır, serdârıdır Peygamberimiz. Bu kâinâtın sebeb-i hilkatidir Peygamberimiz. Bu kâinâtda Allah'ın rahmetinin tecellîsinin ifâdesidir Peygamberimiz. Allah diyor ki, "vemâ kânallahu li yuazzibehüm ve ente fîhim", "Habîbim Muhammed, eğer sen onların içerisinde olmasaydın onlara azâb ederdim" diyor, "İçlerinde sen varsın diye azâbı kaldırdım üzerlerinden" diyor. Yoksa bizim de böyle, Benî İsrâil gibi böyle, kimimiz maymun, kimimiz domuz olurduk. Çünkü onlarda öyleydi. Namaz kılmayan, bir de sabah kalkardın, domuz olmuş. İnsan maymundan olma değildir, maymun insandan olmadır. Benî İsrâil'den bir takım kimseler domuz oldular, hınzır oldular, Allah Kur`ân'da haber veriyor, maymun oldular. Günah işledi mi sabahleyin Allah onun şeklini nesh ederdi, yüzü değişirdi, sabahleyin domuz olurdu, maymun olurdu. Ama Cenâb-ı Peygamber zâhir olunca, Allah Habîbi Muhammedine hürmeten, Ümmet-i Muhammed'den bunu kaldırdı. Biz bâtınen, amelen domuz oluruz, amelen maymun oluruz. Günah yaparsak eğer. Çünkü günah işlediğin vakitde, kalbine bir kara peydâ olur, tövbe edersen o kara silinir, bırakırsan aldırmazsan, bütün kara kalbini sarar senin. Hangi hayvanın ahlâkıyla ahlâklandıysan Allah o sıfatı sana verir. Kıyâmet gününde o sıfatla kalkarsın kabrinden.
Tekrar. "Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî". Allah'a inanmak, meleklerine inanmak, kitâblarına inanmak, peygamberlerine inanmak. Hayrın ve şerrin Allah tarafından takdîr olduğuna inanmak. Hayrın, şerrin, kaderin takdîr-i ilâhi ile olduğuna inanmak. Sonra, öldükden sonra dirilmek. Altı şart işte. Bunları lisânen ikrâr, kalb ile tasdîk etmek lâzımdır. Şehâdet ederiz. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ver resûlüh". Bu böyledir, böyle olacak.
Şimdi burada, Cenâb-ı Allah'ın "Yâ eyyühellezine âmenû" âyetiyle ifâde etdiği işte bu şartları, Resûlullah'ın getirdiği bu şartları lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk edenler. O manâya. Yoksa her îmân etmiş değil. Herif bakarsın budist, Buda'ya tapıyor, öteki puta tapıyor filan, onların da îmânları var, onların îmânları bâtıldır. Allah tarafından gelen îmân, Allah'ın isteği, arzusu olan, îmân budur. Bizim îmânımızdır ki, bunu kaybedersek ebedî cehennemde kalırız, istikbâlimiz mahvolur. Bunu kaybetmezsek ölürken, günah mikdarı Cenâb-ı Hakk dilerse yakar, yâhud affeder, yâhud şefâat-i Resûlullah'a nâil oluruz, kurtuluruz. Ve illâ, îmânsız giden bir adamın arkasından böyle dünya kadar altun dağıtsalar, yüz bin mevlûd okutsalar, yüz bin hatim, hiç bir faydası olmaz. Ancak mü'minse ölen kimse, okunan hatm-i şerîfin, okunan mevlûdun faydası olur meyyite. Ama kâfir öldüyse arkasından yüzbin hatim indir, yüz bin mevlûd okut, bir faydası olmaz. İlle bu îmân, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah"da dâim olmak lâzımdır. Dâimâ gece gündüz buna duâ edin, Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbi ölürken beni îmânlı gönder. Hem dünyada îmânlı yaşat, hem îmânlı olarak çenemi kapayayım yâ Rabbi" diye Allah'a duâ etmelidir. Geçiyoruz.
"يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ yâ eyyühellezîne âmenû kütibe aleykümüs'-sıyâm", size ben orucu farz etdim, "كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ kemâ kütibe alellezîne min kabliküm", sizden evvel geçenler gibi. Geçen ümmetlere nasıl farz etdimse, size de orucu farz etdim.
Onlar tahrîf etdiler, ne yapdılar, dediler ki, "Otuz gün oruç tutacağımıza kırk gün tutalım, canlı hayvan eti yemeyelim, perhiz edelim". Perhize çevirdiler işi. Akıllarıyla böyle, namazlarını kaldırdılar, oruçlarını kaldırdılar.
Bizim içimizde de bazı zevât çıkdı böyle şey yapmak için bazen, reform yapmak için. Secdeyi kaldıralım, câmiye ayakkabılarla girelim, ahıra girer gibi diye filan. Böyleleri çıkdı bizde, elhamdülillah bizde tutmadı. O maya tutmadı elhamdülillah bizde. E tabi böyle olması lâzımdır zâten, ikide bir çıkması lâzım böyle şeylerin. Olmadı bizde. Bu dînin sâhibi Allah'dır, kıyâmet gününe kadar, tâ kıyâmete kadar Kur`ân da bâkîdir, bu Dîn-i İslâm da bâkîdir. Allah bunun sâhibidir. Bu Kur`ân'ın, bu dînin sâhibi Allah'dır. Kıyâmete yakın bir zamanda, bir Cuma günü, hatîblerin dili tutulacak, Allah Kur`ân'ı hâfızların kafalarından silecekdir. Yakın bir vakitde kıyâmete, hatîblerin dilleri tutulacak hutbelerde, hâfızların da kafalarından Kur`ân çıkacak. Yani kafalarında hiç bir harf-i Kur`ân kalmayacak. Ondan sonra Allah onların üzerine kıyâmeti indirecekdir, koparacakdır yani. Geçiyoruz.
"Ey îmân edenler!" Neden? Çünkü oruç tutmak demek, beden şehrine hâkim olmak demekdir. Bedende yani vücûdda...
İyi dinle beni!, biraz sizi oyalıyorum ama, bizim güneş gurûba yaklaşdı, sonra bulamazsınız Muzaffer Hoca'yı yani. Yakın yani güneş gurûba yaklaşdı. Allah gecinden versin, erinden versin derken, o tarafa. Belki ömrümüzün son Ramazanını görüyoruz, belki ömrümüzün son Cumasını kılıyoruz, belki ömrümüzün son orucunu tutuyoruz. Bilmiyoruz yani. Onun için akıllı adam hemen hazır olmalıdır yani. Her şeyini hazırlamalı. "Yürü" dedi mi Hazret-i Melekü'l-mevt, "Eyvallah, geliyoruz" deyip yürümeli hemen. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". Bitdi o kadar.
Vücûdda iki kuvvet vardır, birisi nefs, biri rûh. Rûhun yardımcısı akıldır. Nefsin yardımcısı hannâs, o, şeytandır. İki pâdişah muhârebe ederler vücûd üzerinde, hangisi galebe çalarsa. Rûh galebe çalarsa, o adam müttakî, mü'min, sâlih olur ve insân olur ve meleklerden efdal olur. Eğer rûh mağlûb olup, nefs galebe çalarsa, o vakit o adam, hayvandan daha ednâ ve eşnâ olur, her türlü fuhşiyyâtı, fenâlığı yapar, haram helâl ayırmaz, dîn diyânet bilmez. Hayvan gibi böyle yer içer, "ülâike ke'l-enâmi belhüm edall", yemek içmekde hayvanlar gibi, dalâletde hayvanlardan daha ednâ ve eşnâ. Ancak yaşayışı yemek içmek, ....., anlıyorsun, sonra efendim bir de emeller beslemek. Böyle.
Bununla da tatmîn olmaz. Allah onun azâbını tacîl eder, dünyada azâbını verir. Dînsizler dinlenemezler. Dînsiz kimse dinlenemez. Allah azâbını tacîl eder onun. Çünkü düşünür, "Ölürsem benim malım kime kalacak?. Eyvah, ben torak olacağım, gideceğim, yok olacağım, bitdi. Ya bu evler, bu apartmanlar, ya bu paralar, ya bu kasalar kime kalacak? Metres teres kime kalacak?". Bunu düşündüğü vakitde yeis içinde kalır, çeker kafayı. Bu da tatmîn etmez. Bazen Avurpa'da, bunlar, bu şekilde olanlar ekseri, İslâm diyarlarında az oluyor, arkasından intihar ediyor. her zevki alıyor, bakıyor ki her şey kesildi. Bir zaman geliyor, erkeklik yok, bitdi her şey filan. Haaa o vakit, "Ben öleyim" diyor ve kalkıyor yeisden intihar ediyor. İslâm dîninde yok, haram bizde intihar etmek. Allah'ın binâsına kundak sokmak gibidir. Ondan günah bir şey olmaz hiç yani intihardan. Îmânından şübhelenilir yani, Allah muhâfaza buyursun, o kadar kötü. Ama Avrupa'da dînsizler dinlenemedikleri için, en nihâyet her şey ellerinden çıkıyor, güzellikleri bitiyor. Güzel bir artist meselâ farzedelim, yıldız, arkasından milyonlarca insan gidiyordu, sonra hep öyle kalmıyor ki o, çirkinleşiyor. En büyük azâba giriftâr oluyor. Aynı gördüğü vakitde her gün cehenneme girmiş gibi. En sonunda intihar ediyor.
Elhamdülillah, bizde öyle bir şey yok. Çünkü biz müslümanlar yaşlandıkça güzelleşiyoruz. Neden? Tevhîd nûru var. Muhammed nûru var. Hiç bir kokana ile bir ihtiyar haminne bir midir, bir müslüman kadını, namaz kılan bir müslüman kadını. Abdestini almış, namazını kılmış, böyle ibâdetde. Yüzü nûr gibidir onun. Âdemî olduğumuz için, toprak işlendikçe güzelleşir, biz de toprakdan halkolunduk, âdemîyiz, ibâdetli ve tâatlı olan mü'minler günden güne güzelleşirler. Yaşlandıkça güzelleşir. Başka bir halâvet, başka bir letâfet gelir yüzüne. Ama ötekiler öyle değil, ötekiler kaybediyorlar bu nûru. Hiç Allah'a îmân edenle etmeyen bir olur mu? Allah'a ibâdet edenle etmeyen bir olur mu? Körle gözü açık olan bir midir? İşitenle işitmeyen bir midir? Bilenle bilmeyen müsâvî midir? Soruyorum. Allah'a kulluk yapanla yapmayan müsâvî olmaz. Aman gayret kemerini beline dola ve vücûdunun hâkimi ol. İşte oruç bizi buna alıştırıyor.
Şimdi dinle bakayım, bir kısa hadîs meâlini söyleyeceğim. Hadîsin üzerinde durursak akşama kadar bitmez konuşmamız. Akşama kadar değil, yarın da bitmez, öbür gün de bitmez. Ramazân-ı Şerîf'de oruç tutan mü'minler, oruç tutan mü'minler...
Bak, dikkat edin efendiler! Bir adam, meşrû olmayarak orucunu terk etse, yani nefsine mağlûb olsa, orucunu terk eylese, bu adam ölürken susuz ölecekdir. Ölürken insana öyle bir harâret basar ki, öyle bir ateş basar ki, harâret, hattâ Şeytan, getirir bir bardak su ona, der ki, "Îmânını verirsen sana bu suyu veririm" der. Onun için meyyitleri ölürken susuz bırakmayınız, ağızlarına zemzem ve su veriniz. İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Yakın bir zamanda bu ecel yastığına başımızı koyacağız. Bana var sana yok değil. İblis gelir, "Îmânını ver, vereyim sana suyu" der, o zât eğer ibâdet ve tâatında değilse, derhal suyu alır ve îmânını verir. Çünkü o îmânın kıymetini bilmez ki. Bilseydi hayatdayken kıymetini bilecekdi îmânın. Ve îmânsız âhirete gider. Neûzübillah. Bu böyle olur.
Şimdi, oruç tutmayan, gayr-ı meşrû, hasta değil, seferde değil, keyfinden oruç tutmamış, bunun ağzına bütün denizler tatlı su olsa, yani mâ-i zülâl olsa, âb-ı hayât olsa verseler, gene harâretden ölecek, harâretli ölecek, kanmayacakdır. Cezâsı budur, bir tânesi. Bir daha söylüyoruz. Oruç tutmayan mü'minler, gayr-ı meşrû, hasta değil, sıhhat u âfiyetde, fakat nefsinin mahkûmu olmuş, "Eh hayvanın da ağzını bağlasan oruç tutar" demiş o kendi kendine, onun felsefesi vardır öyle. Biz de hayvanın ağzını bağlıyoruz zâten, nefsimizin, elhamdülillah. Onun hayvanının ağzı açık. Onların felsefesi vardır böyle. "Sen benim namaz kılmadığıma bakma, kalbin temiz olsun, kıçın semiz olsun" filan, felsefeleri vardır böyle. Allah diyor ki, böyle diyenler benim hasmımdır diyor Allah, "وَهُوَ أَلَدُّ الْخِصَامِ ve hüve eleddü'l-hısâm" âyet-i kerîmesinde, "Benim hasmımdır" diyor Allah böyle diyenler için.
Dinle! Seksen sene "Lâilâheillallah" dersin, bir tevhîd kabûl olsun, kâfî senin için. Seksen sene namaz kıl, bir namaz kabûl olsun, sana kâfî gelir. Seksen sene oruç tut, bir oruç kabûl olsun Allah indinde, kâfî gelir sana, Allah kabûl etdiyse eğer. Bırak o kafayı! Yapamıyorsan hiç olmazsa aczini bil de ki, "Allah bana nasîb etsin, tutamıyorum ben nefsimin mahkûmu oldum yâ Rabbi, beni affet" desin hiç olmazsa. Yâhud, "Kılamıyorum ben yâ Rabbi, bir türlü senin yoluna gelemedim, senin yoluna gelemiyorum. İstiyorum senin huzûruna çıkmak, beni kabûl etmiyorsun yâ Rabbi" de. Ey namaz kılan! Zannediyor musun ki sen kendin geldin câmiye? Allah seni kabûl etdi huzûruna.
Beş dakîkada inşâallah hadîsin manâsını anlatacağız ama şerhine girersek çok uzun sürecek. Enes ibn Mâlik diyor. Enes ibn Mâlik, Peygamberimizin yanında büyümüş bir çocuk. Sonra büyük sahâbe olmuş tabii. İyi dinle ama. Pek hoşuma gitdiği için şimdi onun menâkıbından bir şey söyleyip geçeceğim. Duramıyorum. Cenâb-ı Peygamber Medîne'ye vardığı vakitde bütün Medîneliler Efendimize hediyeler getirdiler. Seyyidler ve Peygamber, zekât kabûl etmez, sadaka da almaz. Seyyidler almazlar, evlâd-ı Resûl yani. Ehl-i Beyt-i Mustafâ ne zekât alır, ne sadaka alır. Onlara lâyık değildir öyle şey vermek. Onlara hediye verilebilir. Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme de akın akın getirdiler Medîneliler, ne yapdılar, hediyeler veriyorlar. Kimi hurma getiriyor, kimi şunu, kimi bunu, Efendimize hediye. Bir kadın geldi, çok fakîr, üstü başı yırtık, yanında ufak bir çocuk var, yedi sekiz yaşında bir çocuk, kolundan tutdu geldi Huzûr-ı Saâdet'e, "Yâ Resûlallah, Medînelilerin ellerinde mal ve mülkleri var, size hediyeler getiriyorlar, bu Enes, benim ciğerimin parçası, ömrümün meyvası, ben Enes'i sana hediye edeceğim". Fahr-i Risâlet, onu aldı, yanında büyütdü.
İşte bu Enes diyor şimdi. Efendimizin yanında büyüdü bu. "On üç sene Peygamber'in yanında kaldım" diyor Hazret, "şu işi yapamadım diye Peygamber bir kere bile bana seslenmedi, bağırmadı çağırmadı. Bazı işleri yapamadım" diyor meselâ, "elimden gelmedi, yapamadım, kudretim olmadı filan, Resûlullah'dan hiç bir azar işitmedim" diyor. O kadar Cenâb-ı Peygamber böyle yetîme ve yoksula şefkat ve merhametliydi.
Sen de öyle ol. Onun, Muhammed'in ümmetisin, sallallahu aleyhi vesellem. Bak Bayram geliyor, yetîmlere elbise alacaksın, ayakkabı alacaksın. "Almam". Yarın, seneye sen ölürsün, senin çocukların yetîm kalıverir. Onlar çıplak ayakla dolaşırlar sonra. Bugün bana yarın sana. Böyle bu iş. Men dakka dukka. Kapıyı çalana çalarlar. Merhamet edene ederler. Verene verirler. İtâat edene ederler. Babana itâat etmedin, sen itâat bekleme. Anana babana ihsân etmedin, evlâdından ihsân bekleme sen şimdi. Geçdi o iş. Aklı başınd aolanlara hitâb etdik, söylüyoruz.
O Enes diyor ki, radıyallahu anh, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem...
Ramazan'dır, belki on dakîka sizi geç bırakacağım ama, Ramazan'dır artık bana biraz müsaade edin. Bak fuhşiyyâta gidiyoruz, yâhud Allah'ın sevmediği yerlerde uzun uzun duruyoruz, câmide hemen yeis getirme, "İmâm namazı uzatdı" deme. Kahvede üç saat kağıt oynuyorsun, imâm terâvihi on dakîka geçirdi mi kızıyorsun imâma, uzatıyor namazı diye. Öyle yapma canım. İnsaflı ol biraz.
Enes diyor ki, "Bir gün Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem...".
İyi dinle mü'min kardeşim. Mü'min kardeşim iyi dinle! Şerh etmeyeceğim hadîsi, inşâallah haftaya sağ olursam, Allah ecelden aman verirse haftaya konuşacağım.
"Efendimiz, sallallahu aleyhi vesellem minbere çıkdı" diyor, "birinci basamağa mübârek ayaklarını basdılar, âmîn dediler. Sonra ikinci basamağa çıkdılar, gene âmîn dediler. Sonra üçüncü basamağa çıkdılar, gene âmîn dediler. Sonra, döndü yüzünü bize doğru ve oturdu. Fakat bu âmînlerin manâsını anlayamadık". Âmîn. Birisi duâ etmeli ki karşısındaki âmîn desin. Peygamber niçin âmîn dedi? "Ben ayağa kalkdım yâhud sahâbeden birisi ayağa kalkdı, "Yâ Resûlullah her basamakda bir âmîn dediniz, üç basamak üç âmîn, bunun manâsı ne demekdir, neye âmîn dediniz?".
Kulağını benden yana ver! Kulağın öğüt almıyorsa kurşunu içine akıt.
Sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki, "Bana Cebrâil geldi. Allah'ın selâmını getirdi ve dedi ki, Yâ Resûlallah senin ümmetinden bir kimse, Ramazan'a yetişdi, Ramazan ayına dâhil oldu, Ramazan'da Allah'ın emirlerini dinlemedi, oruç tutmadı, namaz kılmadı, namazını terketdi...
O namaz, yalnız Ramazan'a mahsûs değil o namaz. O namaz, o namaz! O namaz senin burağındır, o namaz senin bineğindir, o namaz Peygamber'in gözünün nûrudur, o namaz dînin direğidir, o namaz alâmet-i îmândır. Yalnız Ramazan'a mahsûs değil. Allah'a muhtâc olduğun kadar namaz kıl.
"....Ramazan'a dâhil oldu Yâ Resûlallah, fakat Ramazan'da Allah rızâsını kazanamadı. Ne yapdı, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini tutmadı. Allah onu cehenneme koydu, o adam cehennemlikl oldu, Allah onu oradan kurtarsın, Cebrâil bana dedi ki Allah onu nârdan kurtarsın dedi ben de âmîn dedim" diyor Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem. Acaba anlatabildik mi? Bir daha söyleyelim. "Cebrâil bana geldi, senin ümmetinden bir kimse Cenâb-ı Hakk'ın emrini dinlemedi Ramazan'da, o adam cehenneme girdi. Allah onu oradan kurtarsın dedi bana, ben de âmîn dedim" diyor Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem.
"Peki Yâ Resûlallah, ikinci basamakda âmîn dediniz...
Efendiler, bu hadîsin şerhini inşâallah haftaya vereceğim, söylediğim gibi. Çünkü vakit dar oldu, belki işiniz var, sıkılacaksınız.
İkinci basamakdaki. "Bir kimse ebeveynine yani anasının babasının hayâtına yetişdi, yâhud annesinin, yâhud babasının hayâtına yetişdi, yâhud her ikisinin hayâtına yetişdi, bu adam bunların hakkını hak edemedi, yani annesine babasına ihsân etmedi, anasını babasını dinlemedi, anasına babasına âsî oldu, Allah onu cehenneme koydu dedi. Onu Allah oradan kurtarsın dedi Cebrâil, ben de âmîn dedim" diyor Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem.
Bir adam annesiyle ismiyle, babasına ismiyle çağırsa, cehennemlik olur. Ana da diyemez, anneciğim diyecek. Baba da diyemez, babacığım diyecek. Ayağının üstünü öpmeyecek, altını öpecek anasının. Çünkü Resûlullah buyurmuş ki, mefhar-ı âlem, "El-cennetü tahte akdâmü'l-ümmehât". Cennet anne ayağı altındadır. "Efendi, biz bunları bilmedik, vaktiyle câhildik, âsî olduk, onlara bakmadık, öldüler gitdiler, şimdi ne yapacağız biz" dersen, felâket işin. Onlar için, onların rûhları için ne yapın, infâk ediniz ve onların rûhları için Kur`ân okuyunuz, hayır yapın ve gönderin onların rûhlarına. "Efendim, benim param yoki ben garîbim, fakîrim, ne Kur`ân okumasını biliyorum, ne de hâfıza okutabilirim" dersen, o vakit dört rekat namaz kıl, akşamla yatsı arası, sevâbını annene yâhud babana bağışla. Buna salâtü'l-ebeveyn derler, akşamla yatsı arasında kılınır. Dört rekat namaz kılarsın, sevâbını, "Yâ Rabbi anneciğimin rûhuna, yâhud babamın rûhuna bağışladım" dersin. Anlatabildim mi? İnşâllah haftaya anlatacağım bu dersi.
Üçüncü. "Üçüncü basamakda Yâ Resûlallah âmîn dediniz". "Cebrâil bana dedi ki, Yâ Resûlallah, bir adam", iyi dinle! çok mühim!, "bir adam senin ismini işitir de sana salât ü selâm okumazsa eğer o adam cehenneme girdi, nâra girdi, Allah onu oradan kurtarsın dedi, ben de âmîn dedim" diyor Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem. Şerhini haftaya yapacağız.
Şimdi ezan okunuyor, sen radyonu kapamıyorsun. Ezan okunuyor, televizyonunu kısmıyorsun. Ezan okunuyor sen çeneni tutmuyorsun. Bu ezan, Dîn-i İslâm'ın ilânıdır ve hürriyyetinin izhârıdır. Allah, ezânı dinlemekdedir. Bazı sefihler, sabahleyin müezzin ezan okuyor, bizi rahatsız ediyor diye müracaatlar etmişler filan. Evlâdım! Böyle yapan kişi varsa içinizde, yâhud komşunuzda, ona benden selâm söyleyiniz. Bu memleketde ezan okunur, ezan kesilirse, ezan sesi yerine çan çalarlar. Çan çalınmazsa, o vakit seni kamçıyla ayağa kaldırırlar. Allah'a secde etmeyen kula secde eder. Bunu unutma sakın hâ! Yani ezandan kurtulunca rahat edeceğim zannetme. Ne demek istediğimi ârifleriniz anlamışlardır, ne demek istediğimi.
Kesilmeyecek o kıyâmet gününe kadar. Bu memleketde ezan okunsun diye senin âbâ u ecdâdın kanını dökdü. Burada ezan okunsun, nâkus ses kesilsin diye, çan sesi kesilsin burada. Çünkü Hazret-i Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, işâret etmişdi, "İstanbul'u alın" demişdi. Sen şimdi onun evlâdısın. Sen hangi babanın evlâdısın, anlayamadık ki babacığım. Kostantin'in çocuğu muusn, yoksa Fâtih'in oğlu musun? Ezandan şikâyet ediyorsun, benim uykumu bozuyor diye filan. Belki müezzinin sesi çirkin olabilir, insan âşık olursa, bir kızı severse, onun da ağzı koksa, onun ağzının kokusunu duymaz adam. Sen Allah ve Resûlünü seviyorsan müezzinin sesinin çirkinliği sana dokunmaz. Bil ki ezan sesi seni rahatsız ediyorsa, senin kalbinde rahatsızlık var, dîn ve îmân husûsâtında. Acaba anlatabildim mi?
Şimdi, mü'min kardeşlerim, dersime nihâyet veriyorum. Namazdan sonra da ben on-on beş dakîka kadar burada oturuyorum, sizler soru soruyorsunuz, cevâb veriyoruz filan böyle. Bazı noksanları, dînde soruları olanlar, müşkülleri olan varsa sorsunlar. Bildiğimizi söyleriz. Her şeyi biliyoruz manâsında değil. Her şeyi bilen buraya çıkmaz.
Yâ Rabbi, ağızlarımız oruçlu, seni tevhîd etdik, Habîbin Muhammed'e gönül verdik, Ehl-i Beyt'ine kul u kurbân olduk, ashâbına hayrân olduk, velîlerine tâbi olduk Yâ Rabbi, onların hürmetine bizi affet ve Ramazân-ı Şerîfin nihâyetinde annesinden doğmuş gibi tathîr etdiğin kullar meyânına, günahlardan tathîr edip temizlediğin kullar meyânına bizi idhâl eyle Yâ Rabbi.
Namaza üşenmeyiniz, ey gençler! Kardeşlerim, evlâdlarım! Ey benim akranlarım! Namaz kılmakdan üşenmeyiniz. Namaz kılınız, namazlarınızı bırakmayınız. Tekrar tekrar söylüyoruz. Bak, insâf ile düşün. Bu namaz kıl demekle, câminin kapısına bir kulube koysak, her namaz kılandan rekat başına bir lira kessek, diyeceksin ki, "Hoca para almak için böyle söylüyor". İmam bedâva, câmi bedâva, su bedâva, Allah demek bedâva. Bir zaman gelir, sana Allah dedirmezler sonra. Çenen açılmaz, kilitlenir, dilin tutulur. Belin bükülüyor ya rükûya, artık bükülmez olur, kazık gibi kalırsın. Bu maddî olur, manevî olur. Anlayana söylüyoruz. Onun için bu dilin Allah derken, belin bükülürken, gözün görürken, elin tutarken, Cenâb-ı Hakk'a kulluk yap.
Gençler size söylüyorum. Allah'a kasem ederim Resûlullah, sallallahu aleyhi vesellem, diyor ki, "İçinizde Allah'a ibâdet eyleyen gençleri çok severim" diyor Peygamberimiz. Hattâ burada Hoca Muharrem Efendi bana itiraz etdiği hâlde, benim arkamdan gene ben söyleyeceğim. Gencin birisi Huzûr-ı Saâdet'e geldi, Cenâb-ı Peygamber o genci Hazret-i Ebâbekir'le kendi arasına aldı oturtdu. Sordular, dediler ki, "Yâ Resûlallah, bu çocuk nedir?". "Allah ve Resûlüne bağlı ve dîni tâmm, kâmil bir mü'mindir, onun için onun makâmı buradadır" dedi Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem.
Bir de ihtiyarlamış, saçına ak düşmüş, aklı başına gelmiş. Gelmeyeni çok. Hâlâ top peşinden gidiyor. Ben sporun düşmanı değilim. Her şey yerli yerine. Çarşamba günü dükkanını kapayıp spora gitmez adam. Pazar günü gidersin. Saçı sakalı ağarmış hâlâ kahvede, dominoydu, tavlaydı, bilmem, bilardoydu filan. Saçı ağarmış.
Ama şunu söylemeden geçmeyeceğim, isterseniz bana kızın. Hazret-i Ömer bir adam tutmuşdu, maaşla yani, para veriyordu, aylık veriyordu, o adam hergün geliyordu Hazret-i Ömer'in huzûruna, "Ömer! Ölüm var!" diyor gidiyordu. Dinle! İyi dinle! Her gün geliyor, maaşlı. Gene geliyor, "Yâ Ömer! Ölüm var!", gidiyor. Her gün bu. Maaşlı. Bir gün geldi adam, adamı çağırdı yanına, dedi ki, "Al hakkını, bir daha gelme" dedi. Dedi ki, "Yâ emîre'l-mü'minîn, bu güzel âdetinden vaz mı geçdin?". "Oğlum, senin seslenmene hâcet kalmadı, sakalıma ak düşdü" dedi.
Saçına sakalına kır düşmüş, hâlâ adamcağız oyun peşinde. Bırak bunları, câmiye gel! Allah'a gel! Sana bir fayda vermez onların hiç bir tânesi.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.