Ramazân-ı Şerîf'e Vedâ - Hutbe - 16 Temmuz 1982

14 Nisan 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
İnnellezîne âmenû ve 'amilu's-sâlihâti ve ekâmû's-salâte ve âtevü'z-zekâte lehüm ecruhum 'inde rabbihim ve lâ havfun 'aleyhim ve lâ hüm yahzenûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Nûr-ı îmân ile yüzleri münevver, Habîb-i Hudâ Muhammed Mustafâ'ya muhabbetle gönülleri muattar olan, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Ramazan bizlere el-vedâ ve el-firâk diyor. Belki kıyâmet gününe kadar bir çok Ramazan gelip gidecek ammâ biz o Ramazan'ları görmeyeceğiz. İçimizde son Ramazan'ına yetişmiş olan kimseler var. Onun için oruç tutan mü'minlerin, Allah'ı sevenlerin, Muhammed Mustafâ'ya muhabbet edenlerin gönülleri, Ramazan'ın ayrılmasıyla yanmakda. Bu âşıkların gözleri, Ramazan'ın gitmesine ağlamakda. Yalnız insanlar mı? Hayır. Semâvâtda bulunan melâike, denizlerde bulunan balıklar, görünen ve görünmeyen mahlûkât-ı ilâhî, mâtem yapmakda. Onu sen göremezsin. Görenler görür. Sen bu mâtemi işitemezsin. İşitenler işitir. Melekler diyorlar ki, "Keşke Cenâb-ı Hakk bu tecelliyât-ı ilâhiyyeyi, yani Ramazan'da kullarına ikrâmını Allah, bütün sene sürdürseydi". Duâlar kabûl, günahlar ma'fuvv. Yani Ramazan'ın ibtidâsından, Leyle-i Kadir'e kadar, her saat başı binlerce insan, cehenneme girmesi lâzım gelen insanları Allah, ne yapdı, affetdi. Leyle-i Kadir'e kadar. Leyle-i Kadir'le beraber, her saatda o vakte kadar affolan insanların sayısınca insanları Allah cehennemden âzâd eyledi. 

Ramazan, ayn-ı rahmet. Üçe ayırıyoruz. Evveli rahmet, ortası mağfiret, âhiri cehennemden âzâd olmakdır. Allah'a kasem ederim ki, çünkü muhbir-i sâdık Muhammed Mustafâ böyle haber vermişdir, Bayram sabahı olduğu vakitde bütün mü'minler, yani oruç tutan, Ramazan'a hürmet edenler, Ramazan'a hürmet edenler, oruç tutanlar, namaz kılanlar, analarından doğduğu gibi, anasından doğan bir çocuk, masûmdur, günahı yokdur, aynı onun gibi, tertemiz, pâk olarak Bayram sabahına vâsıl olacakdır. 

Tabii, ben her dersimde söylerim, kul hakkı müstesnâdır. Aldınsa, vereceksin. Vurdunsa, vurduğun kimsenin, zulmetdiğin kimsenin rızâsını alacaksın. Yapmazsan iş felâketdir, korkunçdur. Çünkü tutmuş olduğun orucun sevâbını Allah ona verir. Yetişirse ne a'lâ. Yetişmezse, onun günahını sana yükler, zulmetdiğin kişinin. 

Biliyorsunuz ya, yerin göğün sâhibinin mahbûbu olan Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem, minbere çıkdı ve ashâb-ı bâ-safâya, ashâb-ı kirâma karşı dedi ki, "İşte ben sizin peygamberinizim, Allah'ın da resûlüyüm. Benim gitme günlerim yaklaşdı. Kime vurdumsa gelsin bana vursun. Kimin malını aldımsa, gelsin benden malını alsın" dedi. Peygamber böyle söyleyince, Resûlullah Efendimiz, yani yer ve gök, bilinen ve bilinmeyen âlemler Hazret-i Muhammed için halk olundu. "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk, sen olmasaydın kâinâtı yaratmayacakdım" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. Gene bir hadîs-i kudsîde, "Ey Benî Âdem! Bütün mevcûdâtı senin için yaratdım, seni kendim için yaratdım" diyor Cenâb-ı Hakk. Bu peygamber, böyle olduğu hâlde, kürsüye çıkıyor, böyle diyor. Kul hakkı o kadar mühim. Kul hakkı o kadar mühim. Çıkıyor kürsüye, yani minbere çıkıyor, diyor ki, "İşte karşınızda Allah'ın resûlü duruyor, kime vurdumsa gelsin bana vursun, kimin malını aldımsa gelsin benden alsın" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Sana bana ne oldu ki acaba?

"Efendim, bana vız gelir". Sana vız gelmez. Yakın bir zamanda münkiri olduğumuz şeyler önümüze çıkacakdır. Kâfirler, âsîler, Allah'ı tanımayanlar, Kur`ân'ı çiğneyenler, onlara azâba giriftâr olacak. Elbet ki bilenle bilmeyen müsâvî değil. Allah'ı bilenler, Akllah'ı tevhîd edenler, Allah'ı sevenler, Allah'a itâat edenler, onlar, ehl-i cennetdir. Kur`ân böyle söylüyor. 

Sonra sahabeden birisi kalkdı. İyi dinle! Dedi, "Yâ Resûlallah", iyi dinle!, "Yâ Resûlallah, benden on dirhem almışdınız, bunu bana vermediniz" dedi. "Hâşâ sizden hak taleb etmiyorum ama, bu şekilde emretdiğiniz için, mecbûren söylüyorum". "İyi iyi, doğru söyledin, güzel söyledin" dedi, "Yalnız bana hatırlat bakayım, nerede aldım?". İyi dinle Peygamber'in ahlâkını. "Mescide giriyorduk, bir fukarâ sizden istedi, sizin yanınızda para yokmuş, bana döndünüz dediniz ki, 'buna on dirhem ver, ben sana veririm' dediniz, işte o para" dedi. "Hatırladım" dedi Peygamberimiz. "Yâ Ali, buna on dirhem ver". Sonra gene Peygamberimiz, "Allah aşkına söylüyorum, kime vurdumsa gelsin vursun, kimin malını aldımsa gelsin alsın. İşte burada duruyor Muhammed" dedi, sallallahu aleyhi vesellem. Sonra bir zât ashâbı yararak, Huzûr-ı Peygamberî'ye geldi. İsmi Ukkâşe idi. Dedi, "Yâ Resûlallah, bir harbe giderken, sizin elinizde kamçı vardı, kamçıyla bana vurdunuz" dedi. "Ama bunu kasden mi vurdunuz sehven mi vurdunuz bilmiyorum, böyle bir hâdise oldu" dedi. "Ama hakkım helâl olsun". "Hayır, kısas yapalım" dedi Cenâb-ı Peygamber. "Yâ Bilâl, git bizim fakîrhâneye, Fâtımetü'z-Zehrâ'ya söyle bana benim kamçımı versin, harbe götürdüğüm kamçı, onu getirin. Kısas ancak böyle olur" dedi. 

Geçen hafta da size söylemişdim, Hazret-i Ali'nin kâtili, Hazret-i Ali ona haber vermişdi. O zât demişdi ki, "Beni öldür yâ Ali". "Yok" dedi, "iş zâhir ola, fiili sen işle ki, o vakit sana hüküm giydirilsin. Fiil işlemeden insan mahkûm edilmez" dedi. 

Getirdiler kamçıyı, Cenâb-ı Peygamber, o zâta uzatdı, "Al kamçıyı. Nerene vurdum senin?". "Sırtıma vurdun yâ Resûlallah". "Buyur" dedi, döndü Peygamber. Allah Allah! Bütün melekler ağlıyordu. Arş titremişdi. O zât dedi ki, "Yâ Resûlallah, sizin sırtınızda cübbe var, hırkanız var, benim sırtımda hiç bir şey yokdu, çıplakdı, çıplak etime vurdunuz. Şimdi ben sizin cübbeniz üzerine, hırkanız üzerine kamçıyı vurursam, kısas yerini bulur mu?". "Bulmaz" dedi Peygamberimiz, "sıyırın cübbemi sırtımdan". Sıyırdılar. Efendimizin tam kalb-i seniyyelerinin mukâbilinde bir mühr-i nübüvvet vardı, peygamberlik mührü yani, nübüvvet mührü. Üzerinde şöyle yazılıymış, "Tebahbah yâ Muhammed ente haysûrun, tevecceh haysü şi'te fe inneke mansûrun". O mühr-i nübüvvet ortaya çıkınca o zât, kamçıyı atdı, Peygamber'in vücûduna sarıldı. Başladı Peygamber'i öpmeye. Dedi, "Yâ Resûlallah, her bir zerrâtım bir Ukkâşe olsa sana fedâdır, sana el kaldırabilir miyim ben". Sonra dedi ki o adam, "Yâ Resûlallah, korkuyordum ki ben cehenneme giderim, cehennem ateşi beni kuşatır, sizin mübârek vücûdunuza sarıldım ki, artık beni cehennem yakmayacak" dedi. Ondan sonra Cenâb-ı Peygamber buyurdu ki ashâbına, "Ehl-i cennetden birini görünüz" dedi. 

Bir başka zât kalkdı, "Yâ Resûlallah ben sabah namazına kalkamıyorum" dedi, "bana duâ buyrun, sabah namazına uyanayım" dedi. Efendimiz ona duâ etdi. Efendimizin son günleriydi. Sonra bir başkası kalkdı dedi ki, "Yâ Resûlallah, ben yalan söylüyorum" dedi, "dilime sâhib olamıyorum, duâ buyrun, yalan söylemeyeyim" dedi. Efendimiz ona da duâ etdi. O da diyor ki, "Bir daha benim ağzımdan yalan çıkmadı" diyor. 

İşte bugün yapdığın duâ müstecâb. Allah'ın rahmetine mazhar oldun. Sonra affoldun. Şimdi nârdan âzâd olup, cennete dâhil oldun. Önünde bir Leyle-i Kadir var ki, o gecede Hakk Teâlâ'ya kılacağın iki rekat namaz, Benî İsrâil'in seksen küsur sene kılmış olduğu ibâdetden Allah'a daha sevgili. Düşününüz, Benî İsrâil, namaz kılıyor, oruç tutuyor, gazâ ediyor, sen Muhammedîsin, Allah'ın sevgili habîbine olan muhabbetinden, onun ümmeti, Leyle-i Kadir'de iki rekat namaz kılıyor, Benî İsrâil'in seksen senede kıldığı namaz, tutduğu oruç, yapmış olduğu hayır hasenâtdan Allah'a daha sevgili. Çünkü neden? Muhammed Mustafâ'ya verilmiş. O'nun vâsıtasıyla bu ümmete verilmişdir. 

Ne diyor Kur`ân'da Cenâb-ı Allah, "لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ leyletü'l-kadri hayrun min elfi şehrin", Leyle-i Kadir, bin küsur aydan ki seksen küsur senedir, Allah'a daha sevgilidir, daha hayırlı diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. 

Şimdi, mü'minler! Okuduğum âyet-i kerîmede, "Îmân edenler, namazlarını kılarlar", öyle diyor Cenâb-ı Allah. Esteîzübillah, "إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ innellezîne âmenû, şu kimseler ki îmân etdiler". Bu îmân, yakîn îmân olması lâzım. Îmânın yakîni ve kemâli Hazret-i Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed Mustafâ'yı her şeyden ziyâde sevmekledir. Bir adam Cenâb-ı Peygamber'i her şeyinden ziyâde severse, evlâdından, malından, kasasından, kesesinden, rütbesinden, canından, o vakit îmânı kemâle erer. Kemâle eren îmân sâhibi de elbet ki Allah'a namaz kılar. "إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ innellezîne âmenû ve amilu's-sâlihât". A'mâl-i sâlihanın en ehemm-i mühimmi nedir? Salâtdır, namazdır. Geçen hafta size bu husûsda bir takım sözler söyledim. Sonra? " وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ ve âtü'z-zekât". Zekâtı verir. Allah'a îmân eden, kıyâmete inanan, Allah huzûruna çıkıp Allah'a hesâb vermeyi kabûl eden, namazı kılar, zekâtı verir, a'mâl-i sâlihatda bulunur. 

Zekât bir mü'minin diğer bir mü'minin cebindeki olan hakkıdır. Bir müslümanın diğer bir müslümanın cebinde olan hakkıdır. Sadaka-ı fıtr ve sadaka, kâfire, hıristiyana, yahudiye, mecûsîye verilebilir. Sadaka, sadaka. Zekât, mü'minin hakkıdır. Zekât, mü'minden başka kimseye verilmez. Bir cenâzeyi kaldıramazsın, bir câmi yapdıramazsın zekât parasıyla. Canlı olan mü'min kardeşinin cebine girecek o para. "Ben kazandım, enâyi miyim vereyim" dersen eğer, onun da sana âyetini okuyuvereyim. Aç bak istersen, Sûre-i Tövbe'de. Verenler için korku yokdur. Bir adam namaz kılsa, zekât vermese, namazı kabûl değildir. Bir daha söylüyorum. Bir adam namaz kılsa fakat zekât vermese, namazı kabûl değildir. Allah'a ve Resûlüne îmân gibi, namazın yanında mutlakâ zekât olması lâzımdır. Sadaka herkese verilir. Dînliye, dînsize, donluya, donsuza. Sadaka. Fakat zekât, mü'min kardeşinin hakkıdır. Onun için Allah Kur`ân'da bak ne söylüyor, Sûre-i Tövbe'de. Yerini de söylüyorum. Esteîzübillah. Bismillahirrahmânirrahîm.  "وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ vellezîne yeknizûne'z-zehebe ve'l-fıddate velâ yünfikûnehâ fî sebîlillah fe beşşirhüm bi azâbin elîm". "Şu kimseler ki altunlarını ve gümüşlerini ve paralarını kasalara kilitlediler, Allah yoluna sarf etmediler, yani Allah'ın emri olan, İslâm'ın rüknü olan zekâtı vermediler, Habîbim Muhammed onları azâb-ı elîm ile tebşîr et, müjdele!". İstihzâ var. Mal benim diyene cevâbı böyle veriliyor yani.

Mal sâhibi Allah'ın vekilharcı gibidir. Fukarâ-yı müslimîn ise, Allah'ın ayâli gibidir. O zekâtı ver, yetîmin gözyaşını sil ki, yetîm olarak büyüyen Hazret-i Muhammed sana şefâat etsin. Biliyorsunuz ki yetîm olarak büyüdü Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Yetîmi okşa ki Cenâb-ı Peygamber seni okşaya. Açı doyur ki, kıyâmet gününde bütün insanlar aç olduğu vakitde, Allah seni kendi sofrasında doyura. Çıplağı giydir ki, kıyâmet gününde herkes çırılçıplak mahşere vardığı vakitde, Allah seni cennet libaslarıyla giydire. Susuza su ver ki, kıyâmet gününde Hazret-i Allah Habîbi Muhammed eliyle, Hayder-i Kerrar yediyle, Âb-ı Kevser'den seni sulasın. Hayırdan geri durma. Yetîmi sevindirmen lâzım. Fakîrliğin ne demek olduğunu fakîrler bilirler, zenginler bilmez. Yetîmliğin ne demek olduğunu babasız yetişen çocuklar bilirler, babalılar bilmez. Oruç tutmasaydık, açların hâline vâkıf olmazdık. Tok adam açın hâlinden haberdâr olur mu? Olmaz. Allah bize oruç tutturdu ki, açların hâlinden haberdâr olalım. Bizi susuz bırakdı ki, susuzların hâlinden haberdâr olalım. Bir sırrı da bu orucun. 

Onun için önümüzde bayram var, o bayram günü öyle bir bayram yap ki, o gün tertemiz mescide vardığın vakitde, günahlardan yunmuşsun, Hakk Teâlâ'nın iltifâtına uğrayan zümreye dâhil ol. Bu da neyle? Yetîmi sevindirmekle, yoksulu sevindirmekle. Hattâ Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hazret-i Enes ibn Mâlik söylüyor, "Bir bayram günüydü" diyor, "mescidden çıkdık, gidiyorduk, bakdık çocuklar oynuyorlar, yeni elbiseler giymişler, temiz elbiseler, oynuyorlar".

Bu Ramazan artık cehâletinin son Ramazan'ı olsun. Cehâletimizin son Ramazan'ı olsun bu Ramazan. Temiz bir elbise giydin, bundan böyle artık, bunu günahla, masiyetle kirletme. İbâdete devâm et. Bırakma ibâdeti. Mahrûm olmayacaksın. Bu ibâdetin ne demek olduğunu yakın zamanda göreceksin. Pek yakın bir zamanda. 

Çocuklar oynaşıyorlar, yeni elbiseler giymişler, kenarda bir yetîm, boynu bükük, toz toprak içerisinde oturmuş. 

Öyle ne kimseler var. Ev sâhibleri! Biraz insaflı olunuz. Bazen bazı ayların kiralarını fukarâ olan kiracılarınıza bağışlayınız. Ne olur, ne çıkar. İhtiyâcın var, başka, ama ihtiyâcın yoksa niye arttırıyorsun öyle, niye zahmet veriyorsun kardeşine. Bu sözümü kulak arkası etme. Hiç de gülme. Topladığını götüremeyeceksin âhirete. Belki onun seyyiesini götüreceksin. Allah için yaparsan onun mükâfâtını bulursun. Yok, biriktirir de hayır yapmazsan onun seyyiesini göreceksin, Allah sana onun hesâbını soracakdır. Helâl dahi olsa.

Bazı bazı kirâcılarınıza iltifat ediniz, işçilerinize ikrâm ediniz. Ey işçiler! Siz de efendilerinize yani ustalarınıza, ekmek sâhiblerinize, onların hak ve hukûklarına riâyet ediniz. Birbirinizi seviniz. Allah Resûlü diyor ki, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmasınız. Beni de her şeyden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez" diyor Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem.

Efendimiz geldi, bakdı çocuklar oynuyorlar, o çocuk da orada oturuyor, gitdi yanına sokuldu. Efendimiz sallahu aleyhi vesellem çocuklara selâm verirdi. Dedi, "Evlâdım niye oturuyorsun, niye oynamıyorsun arkadaşlarına?" dedi. Dedi ki, "Amca" dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, tanıyamadı Peygamberimizi, "Onlar oynayabilirler, bugün bayram" dedi. 

Bayram zenginleredir. Senin bayramın beş. İyi dinle! Senin bayramın beş. Îmânla göçdüğün gün, bayram senin için. Îmânla göçersek eğer, bayram. İkinci bayram, kabirde melekler soru soracaklar, onlara cevâb verirsek, bayram. Üçüncü. Mahşer gününde, "فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ ferîkun fi's-sağîr ve ferîkun fi'l-cenne", yani ikiye ayrılacak beşer, ehl-i cennet ve ehl-i nâr diye, burada beraberiz ama orada öyle değil, ayrılıyor. Çünkü bir emir çıkacak, "وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn, ey mücrimler, ayrılın has kullarımdan". O vakit ehl-i cennet ve ehl-i nâr birbirlerinden ayrılacaklar. Ehl-i cennet tarafına ayrılırsan, bayram senin için. Hesâbın sehil geçerse, kolay geçerse hesâbın, sıratdan geçersen, nârdan kurtulursan, senin bayramın. Cennete dâhil olursan, cennet-i a'lâya, cemâl-i Muhammed Mustafâ'ya ve cemâlullaha nâil olursan senin bayramındır. Ötekiler çocukların bayramı. 

Sakın böyle Ramazan'da namaz kıldın, oruç tuttun, bayram sabahı gidip de herşeyi berbat etme. İçkiydi fışkıydı öyle şeylerle meşgûl olma. Allah aşkıyla sarhoş ol. Allah'ı sev, Resûlullah'ı sev. O kötü şeylerin insana hiç bir faydası yokdur, insana meşakkatden başka hiç bir şey değildir. 

Dedi, "Amca, bugün bizim için bayram değil, bizim için bugün mâtem günü" dedi. "Niye?". "Ben yetîmim, kimsem yok benim" dedi. "Benim sırtıma elbise alacak kimsem yok. Elimden tutacak kimsem yok. Beni doyuracak kimsem yok. Onların babaları var" dedi. "Baban ne oldu?". Dedi, "Babam gazâda şehîd oldu. Annem de fakîr, bakamadı, başka bir adama vardı, o da bana iyi muamele yapmadı". Yani üvey babam bana bakmıyor, elbise filan almıyor demek istedi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, dayanamadılar ve ağladılar. 

Efendimiz çok merhametli, çok şefkatli. Allah kendi esmâsından Rahmân ve Rahîm esmâlarını Peygamberimize vermişdir. O kadar merhametli. Bak ne diyor Cenâb-ı Allah, "وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ vemâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn, seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdim" diyor Cenâb-ı Allah. 

Ve çocuğun başını okşadı, dedi ki, "Evlâdım, sana bir teklif yapacağım, kabûl edecek misin? Senin baban Muhammed Mustafâ, annen Âişe-i Sıddîka, ablan Fâtımetü'z-Zehrâ, kardeşlerin Hasan ve Hüseyin, ammin Ali olsun mu, ister misin bunu?". Der demez, "Yoksa sen Resûlullah mısın?" dedi. Efendimiz o yetîmi aldılar, okşadılar ve omuzlarına aldılar ve buyurdular ki, "Kendi yetîmine ve gayrın yetîmine tekeffül eden cennetde benimle şu iki parmağım arası kadardır" buyurdular. 

Onun için istiyorsanız cennât-ı âliyât, istiyorsanız Allah'ın cennet libaslarını giymek, o vakit yoksulları ve yetîmleri giydirin, açları doyurunuz. Gene makberelere gidiniz bayram sabahı ve düşününüz. Hele iftar vakti düşünmüyor musun, aklına gelmeyecek mi, geçen sene beyaz saçlı haminnen, beyaz sakallı deden oturuyordu sofrada, bu sene yoklar. Yâhud üç beş sene evvel. Yâhud on sene evvel. Yâhud bir sene yâhud altı ay evvel. Nereye gitdi onlar acaba? 

Düşünmüyor muyuz müslümanlar? Hani padişahlar? Hani reisicumhurlar? Hani kırallar? Hani emîrler? Hani "ene rabbükümü'l-a'lâ" diyen Firavunlar? Hani "yer tanrısıyım" diyen Nemrudlar? Hani miyonlarca insanı sabun yapan zâlimler? Soruyorum, nerede bunlar acaba? Akın akın gidiyorlar değil mi o tarafa doğru? Birer birer geldik, birer birer gidiyorlar. Tek başına gideceksin yani. 

Hazret-i Osmân ibn Affân'a kabirden bahsedildi mi, Hazret-i Osman ağlarmış. Osmân-ı Zinnûreyn, Efendimizin dâmâdı, iki kızını almış. Demişler ki, "Yâ Osmân, mahşerin şiddet ve dehşetinden bahsedildiği vakitde o kadar müteessir olmuyorsun da kabirden bahsedildiği vakit, çok müteessir oluyorsun, bunun hikmeti nedir?" demişler. Demiş ki, "Mahşer, umûmîdir, kâfiri, müslümanı, peygamberi, herkes orada. Ama kabirde tek başımızayız, yalnızız. Onun için tevahhuş ediyorum" demiş.

İstiyor musun yanına yoldaş, senden hiç ayrılmasın? Bak, her ölenin sevgilileri onu bırakırlar, terk ederler. Daha hasta yatağına yatdı mı, daha tekâüd oldu mu, yâhud daha elinden mal çıkdı mı onu terk etmeye başlarlar bütün millet. Sonra hastalıkda da bir kısım terk eder. En sâdık arkadaşı bir adamın insanı kabre kadar götürür, kabre girip seninle beraber kalmaz içeride, döner gider. Seninle beraber kabre girecek olan kimdir biliyor musun? Soruyorum. Dinle! Hikâye diye dinleme mü'min kardeşim! Kabirde seninle kim kalacak? Soruyorum. Ya güzel işlerin, güzel amellerin yâhud çirkin işlerin seninle beraber kalacak. Onun için tek başına gidiyorsun, tek başımıza birer birer götürüyorlar bizi oraya. Anamızdan birer birer doğuyoruz. Buradan da birer birer gidiyoruz, birer birer, tek tek. Hele o kâfilere öyle bir istihzâ var ki kabre girer girmez. Yani hiç kendisinin ölümünü düşünmemiş, Rabbü'l-âlemîn'e hiç secde etmemiş, Allah dememiş, Allah'ın nimetini yemiş, Allah'a âsî olmuş, o gitdiği vakitde, onu karşılayacaklar, "Hani arkadaşların yok mu!" diyecekler ona. "Nerede arkadaşların yok mu senin! Yalnız mı geldin buraya! Hani senin gücün kuvvetin vardı, kasan, kesen, rütben vardı ne oldu, gel bakalım haydi içeriye! ذُقْۚۙ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْكَر۪يمُ zuk inneke ente'l-kerîm, sen büyük adamsın, tat Allah'ın azâbını" diyecekler. Mü'minlere öyle değil, mü'minleri bağrına basacak toprak. Anne evlâdını karşılar gibi karşılayacak. Gurbetde evlâdın var, evlâdın geldi, nasıl kucaklarsın, işte kabir seni öyle karşılayacak, mü'minleri.

Efendiler! Oruç tutanlar, fitrelerini vermeli. Nisâba mâlik olanlar da, yani seksen bir gram altına mâlik olan, yâhud seksen bir gram altının karşılığı olan paraya mâlik olan, yâhud seksen bir gram altının karşılığı satış için arz etdiği mala sâhib olan kişiler, zekâtlarını verecekler. Namazın eksiklerini secde-i sehv ikmâl etdiği gibi, orucun da noksanlarını fitre ikmâl edecek. Hattâ bir hâdisinde diyor ki Peygamberimiz, "Fitresi verilmeyen oruç, semâ ile ard arasında muallakda kalır" diyor. Yani Allah'a vâsıl olmaz diyor. Bu da bayram namazından evvel verilecek. O güne kadar verilmesi lâzım. Bak, düşün Ramazan'ın fazîletini. Bayram namazından evvel vermiş olduğun fitrenin sevâbına nâil olmak için, bayram namazından sonra bir fitre verip bir de köle âzâd etmek lâzım ki o namazdan evvel verdiğin fitrenin sevâbına nâil olasın. O kadar sevâb. Ramazan bu! Bir sevâb icrâ etdin, yetmiş sevâb aldın. Günah icrâ etdin belki oruçluyken, Allah yazdırmadı onu defter-i a'mâline, "oruçlu" dedi. "Unutarak yapdı kulum" dedi. İstiğfar etdi, "Lâilâheillallah" dedi. Onun için fitrelerinizi veriniz. Hısım akrabâya, yakınlarınıza veriniz evvelâ. Fakîr olanlara tabii, zenginlere değil. Gene zekât da öyle, hısım akrabânızdan fakîr olanlara veriniz. Allah'a kasem ederim ki zekât malı eksiltmez. Allah ziyâde kılar. Vücûda sıhhat âfiyet verir. Ağzına tad verir, lezzet verir. Yüzüne nûr verir, gönlüne sürûr verir.

Yâ Rabbi, el-vedâ, el-firâk diyen Ramazân'ı bizlere şefî et, şikâyetinden emîn eyle. Kadr u kıymetini bilemedik. Yarın yevm-i kıyâmetde Ramazan çıkacak arş-ı a'lânın önüne secde edecek, "Yâ Rabbi, gündüzleri yemeden içmeden bu kulu ben men etdim, bana hürmet etdi" diyecek, Hakk Teâlâ oruç tutan mü'mine Ramazân'ı şefî kılacak, ellerinden tutup cennete girecekler, kendi oruçlarıyla beraber, a'mâl-i sâlihatıyla. Bizi buradan boş çevirme. Uzun seneler sıhhat u âfiyetle, ağız tadıyla, vatanımızın hürriyetiyle bizleri yaşat, zâlimlere bizi pâyimâl etme, kâfirlere bizi ezdirme yâ Rabbi. Oruç tutanın duâsının kabûl olacağını Peygamber haber verdi, sallallahu aleyhi vesellem, elbet ki duâmızı reddetmeyeceksin. Bizleri buradan dağılmadan mağfûrîn zümresine ilhâk eyle ve tâatından zevk ver yâ Rabbi. Namazın lezzetini bize duyur, orucun zevkini ver, zekât vermenin, ağlayanın gözyaşını silmenin zevkini bize tattır yâ Rabbi.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 16 Temmuz 1982(24 Ramazan 1402) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Bu hutbenin ses kaydı maalesef bozuk olduğu için yalnız yazılı olarak yayınladık. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.

Listeye geri dön