Ramazan'dan Sonra İbâdeti Terketmeyin - Hutbe - 8 Temmuz 1983

4 Nisan 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Kul Hakkı

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى
Kad eflaha men tezekkâ.
Sadakallahü'l-Azîm.

Tevhîd nûruyla gönülleri münevver, Allah'a secde etmekle alınlarında eser-i secde bulunan, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinin ismiyle isimlendirilen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, Hazret-i Allah, ahkâmı eskimeyecek olan Kur`ân-ı Kerîminde, "قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى kad eflaha men tezekkâ" buyuruyor. "Kalbini Hakk'dan gayrı şeylerden tathîr eden, temizleyen felah buldu. Zâhirini de şerîat-i garrâ-i Ahmediyyenin nûruyla tathîr eden felâh buldu" buyuruyor. 

Burada müjde alıyoruz şimdi. Demek ki Cenâb-ı Hakk'ın emrine imtisâl ederek, oruç tutduk, felâha nâil olduk, necâta nâil olduk, cennete lâyık olduk. Bayram sabahı, câmiye koşarak gelen mü'minleri Cenâb-ı Hakk meleklerine göstrerek, "Ey meleklerim, ben insanoğlunu yaradacağım vakitde, onlar kan döker, kâinâtı fısk u fesada verir demişdiniz. Bak emrimi tutdular, yemediler, içmediler, nefslerini tezkiye etdiler, temizlediler, tathîr etdiler, şimdi koşarak benim mescidlerime geliyorlar, tutdukları orucun, verdikleri sadakâtın, yapdıkları hizmetin mükâfâtını benden isteyecekler, istiyorlar. Zât-ı ulûhiyyetime kasem ederim ki, onları kâffeten âmme affeyledim"

Ey mü'minler! Allah'a inanarak ve Resûlüne gönül vererek ve Hakk'dan sevâb ümîd ederek, Hakk'ın gadabından korkarak oruç tutanlar ve namazlarını kılanlar ve zekâtlarını verenler, bunlar bilmiş olsunlar ki, Bayram sabahı analarından doğduğu gibi olacaklar, hiç günah kalmayacakdır. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem böyle buyurmuşdur. 

Tabii bundan evvelki derslermizde söylemiş idik, kul hakkı müstesnâdır, hayvan hakkı müstesnâdır. Yani kul hakkı denildiği vakitde, hıristiyan hakkı, yahudi hakkı, lâ-dînî hakkı, müslüman hakkı, bunlar içine dâhildir yani. Kime vurdunsa, git ellerine sarıl, ayaklarına sarıl, "Ben sana bi gayrı hak vurmuşdum, işte yanağım" de göster, onun gönlünü almaya çalış. Birgün gelecek ki kafatasları içerisinde beyinler kaynayacakdır. Ona kıyâmet günü derler. Bütün rûh sâhibleri dirilecek, mahkeme-i kübrâya toplanacak,  huzûrullaha varacaklardır. Allah o günün mâliki ve kâdısıdır. Hükmü o verecekdir. O gün gelmeden evvel, Allah seni hesâba çekmeden sen kendini hesâba çekmelisin. Kimin malını aldınsa, götür ver. Kime vurdunsa, git boynunu uzat. "Ben sana bi gayrı hak vurmuşdum", "Senin malını müsâdere etmişdim, almışdım, haksızlıkla".  Bunları yerine getir. Yakın bir zamanda bunları mecbûren yerli yerine getireceksin. Yakın bir zamanda! ölmüş olduğun yerden yıkanıncaya kadar, gidilecek yere kadar yani. Uzak değil. Şimdiki gibi hastahâneler yâhud mezarlıklarda yapılan gasilhâneler değil, kendi hânende, odandan alıp bahçeye yıkanmak üzere götürüldüğü vakit, onu. O devirde koymuşlar kâideyi çünkü. O kısa yerde, yetmiş iki yerde meyyite suâl vardır komşu hakkından. İnsan hakkından yani. 

Onun için bu âleme, insanları sevdirmeyi, halkı birbirine muhabbet etdirmeyi talîme gönderilen Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Ona binâen buyururlar ki, "Birbirinizi sevmedikçe, birbirinizin hak ve hukûkuna riâyet etmedikçe, îmân etmiş olmazsınız". Îmân etmeyenler de iki cihânda felâh bulmaz. Ne dünyâda ne âhiretde. "Efendi sen böyle söylüyorsun ama biz nice îmânsızlar biliyoruz, bu âlemde rahat". Değil rahat. Rahat değil. Onun çekdiği azâbı kimse çekmez. Çünkü o münkire göre öldüğü vakitde toprak olacak, her şey bitecekdir. Malı sevmediklerine kalacak. Mîrâsçıları yaşayacak, kendisi toprak altında çürüyecekdir. Bir daha da dirilmeyecekdir. Kendi aklınca böyle düşünmekdedir o. Bunu düşündüğü gibi bir adam, en büyük azâba giriftâr olmuşdur. 

Bizim öyle değil. Biz, dost meclisine gideceğiz. Bizi karşılayacak olan, Hazret-i Mahbûb-i Kibriyâ Muhammed Mustafâ'dır, Aliyye'l-Mürtezâ'dır, cümle evliyâullahdır, meleklerdir, müjdeci meleklerdir. 

Hele kalbini sen tezkiye eyle, Allah'ın sevmediği sıfatları kalbinden çıkar ve at. Kalb temiz olmayınca, tecelliyât-ı ilâhî olmaz. Orucun bir fâidesi de, oruçlu kimse tecelliyât-ı ilâhiyyeye mazhar olur. Orucun mükâfâtı Allah'ın cemâlini görmekdir. Bu âlemde onu görmeyen öteki âlemde göremez. Burada kör olan orada kör olur. Baş gözü köründen bahsetmedim, kalb gözü kör olanlardan bahsetdim. Bu âlemde Allah kitâbını işitmeyen sağırlar, duyar sağırlar, orada Hakk'ın kelâmını işitemezler, iltifâtına mazhar olamazlar. Oruç tutdun, aç durdun, bedâva mı zannetdin! Yarın iltifât-ı rabbânî şöyle olacak. "Ey kulum, uzun günlerde, sıcak günlerde, soğuk günlerde, yemeyi içmeyi terketdin, hâlî günlerde, sıkıntı içinde nefsinle mücâdele yapdın, sözümü dinlemişdin, gel şimdi benim soframda yemek ye" diyecek Hazret-i Allah Celle Celâluhû. Cennetin sekiz kapısını açacak, her yere rahmet saçacak, hangi cennetimde istersen orada otur diyecek. 

Tabi tutmayanlar mahrûm bundan. Bir de tutdu da, gözünü, kulağını, elini, ayağını oruçlu yapmadı, onlara oruç tutdurmadı. Yani diline sâhib olamadı, gözüne sâhib olamadı, harama bakdı. Halbuki göz, harama bakmak için halk olunmadı. Göz, Hakk'ı görmek için halk olundu. Göz, ibretli bakmak için halk olundu. 

Oruç tutan, felâha nâil oldu. Zekâtını veren, felâha nâil oldu. Tesbîhât yapan, felâha nâil oldu. Allah'ı zikreyleyen, felâha nâil oldu. Namaz kılan, terâvihini kılan, felâha nâil oldu. Ve bundan böyle de artık bu güzel Allah'ın sana ikrâm etdiği ibâdet ve tâat nimetini terketme, onlara sırt çevirme. Bu Ramazan senin son cehâlet Ramazan'ın olsun. Tövbende dâim ol ve kâim ol. Ramazan'dan sonra da gene câmiye, Allah'a koş. Allah'a koş! "فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ fe firrû ilallah". Allah'a koş! 

Her şey yalan! Ancak O doğru! Ne mal, ne mülk, ne câh, ne kasa, ne kese, ne rütbe, hepsi gelip geçicidir, bir gölgeden farkı yokdur, bir gölgeden farkı yokdur. Ancak bâkiyâtü's-sâlihât, Allah sevgisi, Allah'a îmân, a'mâl-i sâlihât, bunlar güzeldir, bunlar bâkîdir. Bir gün gelecek, var zannetdiğin, sâhib olduğunu zannetdiğin şeylerin, senin olmadığını göreceksin. Yok zannetdiklerin de önüne çıkacak. ""فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ وَاَنْتُمْ ح۪ينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ  fe levlâ izâ belagati'l-hulkûm ve entüm hîne izin tenzurûn". İnkâr ediyordun ama inkârın seni o azâba götürmekden seni men edemedi. Var zannetdiklerin de yok oluverdi. En sevgililerin iki katre gözyaşı dökdü. Belki gözyaşı dökenlerin arasında senin ölümüne sevinenler bile var. Sevinç gözyaşlarıdır o. Çünkü ahmak! Ölen kimsenin malına ölecek kimse tâlib olur. Dünyâ bir hamam kurnasına benzer, bir cenâbetden bir cenâbete kalır. Biliyorsun ya, bir cenâbet gelir yıkanır çıkar, diğer cenâbet girer arkadan, yıkanır çıkar. 

Aklım başımda diyen! Son pişmanlık fayda vermez! Bir gün tırnaklarını yersin, parmaklarını ısırırsın, saçını sakalını yolarsın, kimse senin feryâdına erişmez ve yetişmez. Dünyânın âhir menzili o kabir, âhiretin de ilk menzilidir. Ona kabir derler, amel sandığıdır. Karanlıkdır, nûrunu buradan götür. Oranın nûru buradan gider. Okuduğun Kur`ân, dinlediğin Kur`ân, yapdığın zikir, Hakk hakkında düşündüğün fikir, sana o karanlık kabirde nûr olur, çerâğ olur, sirâc-ı münîr olur, nûrlandırır kabrini sonra. Öyle gitmeyenler, karanlığa gidiyorlar doğru. Sıkılıyorsun değil mi bazen, elektrik kesiliveriyor, karanlıkda kalıyorsun, fenâ hâlde âsâbın bozuluyor. On dakîka sonra elektrik açılıyor. Îmânsızlar o hâle gelecek ki, onlar, aylarca, yıllarca, binlerce sene, karanlıkda kalacaklar kabirde. Çünkü ışık götürmemişler. Oranın ışığı, "Lâilâheillallah". Kaç defa günde tevhîd ediyorsun Allah'ı. Etsen bile, gönlün başka yerde, ağzın başka yerde. Namaza duruyorsun, ağzın başka yerde, kalbin başka yerde. İki kıbleli. İki kıbleli! Yönün kıbleye, gönlün başka yerde. Oraya iktidâ eylemiş. Ne düşünüyorsan, gönül oraya iktidâ eder, o tarafa dönmüş olur, vücûdun kıbleye dönmüş olur. Şerîatda namazın bozulmaz ama hakîkatda o namazın kıymeti yokdur. Yatar kalkarsın. 

Gel sen beni dinle! Aldanmayacaksın. Seni cennete, rızâya, rıdvâna, mağfirete, rahmete davet ediyorum. Ramazan'dan sonra ibâdet ve tâatini terkeyleme, aklın başındaysa eğer. Sâhib olduğun mallara, orada da sâhib olmak istiyorsan, zekâtını, fitreni ver, yardımını yap. Hayır kurumlarına, yoksullara. Ağlayanların gözyaşlarını sil. İnleyenlere dermân ol. Hiç üzülme malım bitecek diye. Zekât verdiğin vakitde Allah malını artırır. Tefecilik yaparsan malın bereketi gider, eksilir. Dene! Dene bak. Eğer yalan söylüyorsam, bir daha seneye sağ olursam, sen beni dinlemeye gelirsen, dinlemek lutfunda bulunursan, ben konuşurken kalk ayağa de ki, "Sen yalan söylüyorsun" de bana. Kabûl edeceğim, haydi. Çünkü bu haberi ben vermiyorum, muhbir-i sâdık Muhammed Mustafâ veriyor. Bu haberi muhbir-i sâdık Muhammed Mustafâ da vermiyor, Allah haber veriyor. 

İbâdet ve tâatinize devâm ediniz, pişman olmayacaksınız. Yapmazsanız pişmân olacaksınız. Allah'a kasem ederim ki yarın yevm-i kıyâmetde ibâdet edenler de etmeyenler de pişmân olacaklardır. Edenler, "Keşke daha fazla yapsaydık, daha Rabbimize ibâdet kılsaydık" diyecekler. Etmeyenler de, "Hiç olmazsa bunlar kadar ibâdetde bulunsaydık" diyecekler. 

İlyas Peygamber ölüyormuş, Melekü'l-mevt geldi ona dedi ki, "Yâ Nebiyyallah, Cenâb-ı Hakk seni iki cihânda, muhayyer kıldı, ne dersin rûhunu kabzedeyim mi, bırakayım mı seni? Allah böyle emrediyor". "İsterim" dedi, "rûhumun kabzolmasını isterim" dedi, ama başladı ağlamaya. "Ne korkuyorsun, korkulacak bir şey yok senin için, sen peygambersin, Allah'ın sevgilisisin, nebîsisin, resûlüsün". "Biliyorum âhiretde benim için korku yokdur ammâ" dedi, "Allah'ıma ibâdet etmeye doyamadım ben" dedi. "Rabbime ibâdet etmeye doyamadım".

Gene, İbrâhim Peygamber aleyhisselâm Halîlullah, Hakk Teâlâ'ya müracaat etdi, niyâz etdi, "Yâ Rabbi, ölümüm yaklaşdığı vakitde bana bildir ki, ben ibâdetimi sana daha çoğaltayım". 

Gençler! Size hitâb ediyorum. Gençlikde yapılan ibâdetle, yaşlılıkda yapılan ibâdet bir değildir. Gençlerinki beş yüz mumluksa, ihtiyarınki yirmi mumlukdur. Onun için hemen ibâdet ve tâata. Gencim deme! Gencim deme, çok gençleri götürdük gömdük, kendi elimizle. İyi dinle! Kulağını benden yana ver! 

Bir müddet sonra, Cenâb-ı İbrâhim aleyhisselâm, "Yâ Rabbi, sen unutmakdan münezzehsin, ben böyle bir duâ etmişdim, benim ecelim yaklaşmadı mı? Bana haberci gönderecekdin, haber verecekdin" demişdi. Hazret-i Allah İbrâhim Peygamber'e, "Yâ Halîl! Senin zamanına kadar saç ve sakal ağarmazdı, ben senin sakallarına ak düşürdüm. Sana ölüm habercisini gönderdim" dedi. İbrâhim Peygamber'e kadar saç sakal ağarmazdı. İbrâhim Nebî'nin duâsıyla bu saça ve sakala ak düşdü. Bir de bakdı ki İbrâhim Peygamber, sakalında beyazlar çoğalmış. Ölüm habercileri. 

Bak sana bir ölçü vereceğim, mü'min kardeşim! Saçın sakalın, îmânda, islâmda ağardıysa, senin için nûrdur. Saçın sakalın Allah'a isyânda ağardıysa, ağla. Ağlayamıyorsan niye ağlayamıyorum diye ağla. İbâdet, tâat lâzım. Sen bakma bazı zevât öyle laf ebeleri vardır, "Efendim, sen namaza bakma, oruca bakma, zekâta bakma". Eee neye bakalım? "Kalbe bak". Kalb de içeride, görünmüyor, dış tarafda değil. O senin rivâyetin, kendi rivâyetin, senin bana rivâyetin. Senin dilinde yalan, elinde hiyânet, kimseye bir menfaatin yok, merhametin şefkatin yok, Allah'a secden yok, şükrün yok, kalbim temiz de. Allah'ın sen hasmısın, bal gibi. Böyle laflara kulak vermeyiniz. Sizin önderiniz Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, Aliyye'l-Mürtezâ'dır, büyük velîlerdir, onları görmüyor musun? Hazret-i Hüseyin, muhârebe meydanlarında düşmanın karşısında susuz olarak namaza durmuşdu. Onun kalbi temiz değil miydi? Bunak herif! Hüseyin'in kalbinden senin kalbin daha mı temiz, bu rahatlıkda namaz kılmıyorsun, "kalbim temiz" diye. Demek Hüseyin kalbini temizlemeye çalışıyordu Yezid'in karşısında, Yezid'in ordusunun. Bir avuç askeriyle. Susuz. Çocukları ağlıyor hüngür hüngür, "El-ateş! Yâ Ebî El-ateş! El-ateş!", susuzuz diyor ufak yavrular. Gene ibâdet ve tâatında. İnsaf vere. Aklın yok mu senin hiç! Düşüncen yok mu hiç! "Efendim ümmete talîm" dersen eğer, ümmete talîm, işte sen ümmetsin, sana talîm etdi. Yapsana! Geçelim. Sayfayı çevirelim. Biz ehl-i insâfa, âşinâ gönüllere hitâb etdik. Kafası laf almayan, hak kelâmı dinlemeyenlere sözümüz yok. İnanmayanlara, îmânsızlara sözümüz yok bizim. Kaybetmeyeceksin. 

Şimdi mü'minler, biliyorsunuz ki bu hafta Ramazan'ın son haftasını görmekdeyiz ve geçirmekdeyiz. İşte Salı günü de bayram yapacağız. Bu bayram, Ramazan gitdi diye bayram yapmıyoruz. Hani bazı ahmaklar var öyle, "Ramazan'dan sonra bayram yapıyorlar. Ramazan bitdi diye mi bayram yapıyorlar?" diyor. Hayır, öyle değil. Niye bayram yapıyoruz biliyor musunuz? Affolduk diye bayram yapıyoruz. Affolduk, temizlendik, tâhir olduk, Allah'a lâyık olduk, Muhammed'e lâyık olduk diye yapıyoruz bayramı.

Bayram günleri, zenginlere, hâli vakti yerinde olanlar için bayramdır. Bayram günlerinde büyük ibretler vardır, gören için. Görmeyene bir şey yok. Fakîr fukarâ için büyük âfet günleridir. Ey mü'minim diyen! Kalbimde îmân, nûr-ı îmân var diyen! Babasız büyüyen, fakîr büyüyen çocuklar, bayramın ne musîbet olduğunu bilirler, yetîmler, yoksullar. Ona binâen Resûl-i Ekrem, mübârek ellerini kaldırmış, "Ke'fü'l-yetîmi ev li gayrihî ve hüve ke hâteyni fi'l-cenne" buyurmuşlar. "Kendi yetîmine tekeffül eden, ya gayrın yetîmine tekeffül eden, yardım eden, hizmet eden, iyilikde bulunan kimse, cennetde benim şu iki parmağım gibi bana yakındır" diyor Peygamberimiz. Neden biliyor musun? Resûl-i Ekrem de yetîm büyüdü, amcası Ebû Tâlib'in yanında. Yetîm büyüdü o da. Yetîmi sevindirirsen, Hazret-i Muhammed'i sevindirmiş olursun. 

Bayram günlerinde büyük ibretler vardır. Kabirlere gitmelisiniz. Kabirlere gidip otları yolmak için değil, ibret almak için. O kabir sâhibi geçen sene hayatdaydı, bayram namazında beraberdir. Bayram sofrasında da beraberdik. Fakat bu sene bizden ayrılmış. Her şeyini bırakmış. Ağzı kanlı, boynu bükük, eller zincirde, kabre koymuşlar. Neden? Borçlu ölmüş de ondan. Kim borçlu âhirete giderse eli zincirde olur kabirde. Resûl-i Ekrem borçlunun namazını kılmadı. Onun için hâlin vaktin yerindeyse borçlu mü'min hakîkaten fukarâ ise, onu borçdan halâs etdir. Resûl-i Ekrem sorar idi, cenâzeye çağırırlar, gelir Peygamber sorar, "Borcu var mı?". "Var Yâ Resûlallah". Namazını kılmazdı. Ancak tâ borç kazâ edilinceye kadar. İnsan hakkında bahsediyorum. Hâlin vaktin yerinde, bir borçlu mü'min var, onu borçdan âzâd et. Allah da senin Allah'a olan borcundan seni âzâd etsin. 

Senin haberin yok bir şeyden, zâhirde sen üç beş şey biliyorsun Allah'a borçluyum diye. Milyonlar var borcun Allah'a, milyarlar, katrilyonlar  var. Şunu söyleyeceğim size. Bir adam yüz sene oruç tutsa, insâf ile düşününüz ve cevâbını veriniz, yüz sene oruç tutsa, yüz sene de namaz kılsa, alnı da namazda delinse, dizleri de devenin dizleri gibi nasır tutsa, göğe bakıp bir kere bakışda güneşi görmesi ve yıldızları görmesinin hesâbını Allah'a ödemiş olur mu olmaz mı? Soruyorum. Bir kere bakmasının! Bir kerenin karşılığı değildir efendiler. Milyonlarca senelik yolu bir seferde alıyorsun gözünle bakdığın vakitde. Sen neden bahsediyorsun bana?
 
 "قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى kad eflaha men tezekkâ"

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişah konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan

Allah'ın sevmediği huyları kalbinden çıkarmayan, tezkiye-i nefs yapmayan felâha nâil olmaz. Allah'ın sevmediği huylar. Sayacağız. Kibir. Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete girmez. Haber vereyim sana, müjde veriyorum. Kibirden murâdımız hakkı kabûl etmemekdir. Ammâ kibirliye karşı kibir sadakadır. Sözlerime çok dikkat et, yanlış anlama, oruçlu kafayla. İki, ucub. İbâdetine güvenme. Allah'a güvenmiyor, ibâdetine güveniyor. Namaz kıldığı hâlde. Bak bak bak, helâk oldu. Çünkü Şeytan insanı dışarıdan iğvâ edemezse, kandıramazsa, iç tarafına girer adamın. 

Seyyidinâ Abdülkâdir geliyormuş, Ramazan'mış günlerden. Mürîdânı da var arkasında. Gelirken tabii harâretlenmişler iyice dervîşân ama ölüm hâlinde değiller. 

Hep biliyorsun nefs aman inim inim inliyor. Bazısı da iple çekiyor bayram sabahını, içki içecek. Ağzını, mübârek ağzını, Allah'a istiğfâr ve tövbeyle tertemiz etdiği ağzını, kirletecek gene yeniden. 

Bir emir çıkmış, "eftirû", Arapça yani "iftâr ediniz" diye. Hemen dervîşler sarılmışlar kırbaya su içmek için. Hazret-i Şeyh koşmuş, "Dur! Ne yapıyorsunuz siz!". "Emir geldi Allah tarafından". "Hayır! Allahu Teâlâ böyle cihetden, lafızlı, sesli, sözlü emir vermez. Bu şeytânîdir" dedi. Hakîkaten Şeytan zâhir oldu. İyi dinle! "Yâ Şeyh" dedi, "nereden bildin bu işin şeytânî olduğunu". "Üç şeyle bildim" dedi, "birisi fıkıh bilirim, birisi ilm-i tevhîd bilirim" dedi. "Bir adam ölüm hâline gelmeyince, orucunu açamaz. Ölüm hâline geldi mi oruçluyken, o vakit orucunu açabilir, Allah müsâade ediyor. Ölecek çünkü. İkincisi ilm-i tevhîd bilirim, sağdan, soldan Allah konuşmaz böyle cihetden. Harf ve savt ile de konuşmaz".  

Allah'ın konuşması, haber vereyim mi size, cihetsiz, savtsız, sessiz Allah hitâb eder, Yâ Selâm esmâsıyla.  Evvelâ "Yâ Selâm" diye gelir, sonra Allah hitâb eder sana, cihetsiz. Hiç oldu mu? Vâki oldu mu? Allah'ın kulusun, Muhammed ümmetisin, hiç vâki oldu mu, soruyorum! Yâ Selâm esmâsı ile gelir. Melâike eğer hitâb ederse, Kur`ân'dan âyet hatırına gelir senin. Kur`ân'dan âyet hatırına gelir, bir iş yapacağın vakitde. 

"Cihetden münezzehdir Allah" dedi, "ondan bildim" deyince, "Mâşallah ne kadar ilminiz var" dedi "mâşallah mâşallah, hakîkaten âlim kişisiniz" deyince, "Sus kâfir" dedi, "beni ilmime mağrûr mu edeceksin! Sana ilim ne menfaat verdi!" dedi. 

Haaa, evvelâ dışarıdan dürter, bakdı ki kandıramıyor, iç tarafa girer. "Namaz kılma" der, kılarsın. "Oruç tutma" der, tutarsın. Sonra iç tarafa döner. "Bak sen namazını kıldın, o kılmayan kâfirleri görüyor musun, oruç tutmayan o kâfirleri". Kollarını kabartırsın, ucuba düşersin, cehenneme yuvarlanırsın. Birine bak, şükreyle, birine bak fikret. Yiyenleri gördün mü, "Aman Yâ Rabbi, bana orucu nasîb etdin Yâ Rabbi, sana şükürler olsun. Ya ben de bunlar gibi bilmeseydim orucun kadr u kıymetini, yeseydim orucumu, ne olacakdı. Elhamdülillah Yâ Rabbi. Aman Yâ Rabbi. Beni yolundan ayırma Yâ Rabbi". Birine bak şükreyle, birine bak fikrer. Kâinâtda böyle olsun gözlerin. Bir gözün fikir, bir gözün şükür.

Evet, Bayram sabahı huzûra varanlar tertemiz, evlerine dönerler. 

Kabire gitdiğin vakitde kabirleri ziyâret et. Otları yolma, otları yolma! Otlar tesbîh eder, kabire faydası vardır. Kabirlerin üstünü betonla örtmeyiniz, yağmur yağsın üzerlerine. Etrâfını çeviriniz ve çok para masraf etmeyiniz. Ahmaklar kendilerine kabir hazırlar, akıllılar kendilerini kabire hazırlarlar. Geberirsen sana bir çukur bulur seni sokarlar içeriye, merâk etme, meydanda kalmazsın. Kokarsın da onun için. Akıllılar, kendilerini kabire hazırlarlar. İbâdet ve tâatla, îmân ile, ihlâs ile, ihsân ile, ikrâm ile. Ahmaklar da kendilerine kabir hazırlar. Güzel yapdırır, mermerlerden, somakilerden filan. Zannediyor ki, üstünü tamir etmekle içi tamir olacak. Öyle biz çok kabir gördük, içerisi cehennem fırınlarından bir fırın olmuş yanıyor içerisi, avaz avaz bağırıyorlar içeride. Vallâhi ve billâhi eğer kabristandan gelen sesleri işitiniz, bir daha yemek yemezsiniz, gülemezsiniz, eşlerinizle cilve cümbüş yapamazsınız. Kabirleri ziyâret ediniz. Otları yolmayınız. Kur`ân okuyunuz. Ve düşününüz ki yakın bir zamanda siz de oraya mülâkî olacaksınız, mülâkî olacağız. 

Câmiye geldiğin yolun aksi yolundan git, aynı yoldan gitme. Allah'a kasem ederim, Kur`ân'dan söylüyoruz, her basdığınız taşlar sizin hakkınızda şehâdet edecekdir. "Yâ Rabbi, abdestli olarak üzerimden zikrede ede mescide gitdi" diyecekdir yevm-i kıyâmetde. Yolları değişdiriniz onun için. Bir yoldan gidin, diğer yoldan gelin. Neden? Çünkü taşlar size şehâdet etsin. Bayram sabahı câmiye geliyorsun, tevhîd ederek, tesbîh ederek.

Câmiye çıkmadan evvel, biraz tatlı yiyeceksin. Oruç tutma sakın hâ! Kurban bayramında o. Kurban bayramında bir şey yenmez, kurban etiyle, kurbanı kesersin, etinden yersin. Allah nasîb etdiyse. Kurban kesmeye paran yoksa, kendini kesersin. Yani gözyaşınla. Allah sana da versin. Sen de kes. O zevki sen de tat. Tatlı yersin. Onun için Şeker Bayramı diyorlar. Şeker Bayramı diye bir bayram yokdur. Gül bayramı, hamursuz bayramı, onlar yahudilerde vardır. Bizde Ramazan Bayramı, yardım bayramıdır, yardım bayramı. Yardım edecek birbirine millet. Millet birbirini affedecek. Barışacak. Küskünler barışacaklar, affedecekler birbirlerini. Yoksulların gözyaşı silinecek. Senin önderin Muhammed Mustafâ böyle yapmış, öyle yapacaksın. 

Diyor ki Enes. Size anlatmışdım Enes'i. Beş dakika daha bana müsaade edin, anlatacağım size bunu da, uzatıyorum belki canınız sıkılıyor ama, sıkılıyorsunuz ama. Enes Peygamber'in yanında senelerce kaldı. Annesi onu hediye etdi Peygamberimiz'e. Senelerce kaldı, "Ben yapdım yapmadım, Peygamber-i zîşân beni bir kere hırpalamadı" diyor, "bana acı söylemedi" diyor, "yapdığım oldu, yapamadığım oldu" diyor. Efendimizin güzel huyuna bak. "Bir Bayram sabahı gidiyoruz" diyor, "mescidden çıkdık, sahabeyle beraber giderken, bakdık çocuklar oynaşıyorlar. Temiz elbiseler giymişler, güzel elbiseler, oynaşıyorlar. Kenarda toz toprak içinde bir yavrucak oturmuş, boynunu bükmüş ağlayıp duruyor". 

Resûl-i Ekrem, peygamberin yani, sallallahu aleyhi vesellem,  çocuklara selâm verirdi ve onların başlarını okşardı. Hattâ onların başını okşadığını şuradan bilirlerdi, o çocuğun başı Peygamber tarafından okşanmış mı okşanmamış mı, okşandıysa gül kokardı çocuğun başı, saçları. Efendimizin kokusu gül kokusudur, pembe gül kokusu, mayıs gülü. Sallallahu aleyhi vesellem. Lâle, "Lâilâheillallah"a remzdir. Hepsinin ayrı ayrı remzleri var. İnşallah başka zaman anlatırız. Şimdi sırası değil. Çünkü birini söylerken birini unutacaksın sonra. 

Sokuldu Peygamber çocuğun yanına geldi, "Es-selâmü aleyke yâ veledî, ey evlâdım, Allah'ın selâmı, selâmeti üzerine olsun". "Niçin ağlıyorsun?". Dedi, "Ben ağlamayayım kim ağlasın". "Bir şeyini mi aldılar?". "Hâşâ. Hiç bir şeyimi almadılar. Alanı almışlar. Babam gazâda şehîd oldu, ben babasız kaldım, kimsesiz kaldım, sokağa atdılar beni. Yatacak yerim yok benim. Kimse de bana zahîr olmadı. İşte buna ağlıyorum". "Arkadaşların oynuyor, niye oynamıyorsun?". "Onlar için bayram bugün, evet onlar oynuyorlar fakat bizim için azâb günü, biz fukarâyız, neyimize oynayalım yani. Neyimize oynayalım bugün. O zenginlerin bayramı o, vâriyetli kişilerin bayramı".

Efendiler! Mü'minlere iki ferah var. Birisi iftar vaktinde orucu açdığı vakitde feraha nâil oluyor, felâha nâil oluyor. Birisi Allah'ın cemâlini gördüğü vakitde. Bayram sabahı iltifât-ı ilâhîye mazhar olacaksın. "Ey kulum, yemedin içmedin, bugün ye ve iç, benim soframdasın" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. 

Sakın hâ, temiz elbiseni siyaha, siyah kömür tozlarına bulama sakın hâ! İçkiyle, fışkıyla meşgûl olma, iyi değil. Nihâyeti iyi değil. Tımarhâneler, hastahâneler, hapishâneler hep içkicilerin çocuklarıyla, içki içenlerle dolu başdan aşağı. Hiç müslüman yok mu? Var. Bazı kazâ kurbanları da vardır, öyle de olabilir. Ama ekseriyâ, "İçmişdim, bilmiyorum ne yapdığımı, vurdum, kırdım, etdim". En güzel, muazzez şeyleri kırarsın. Beş milyar lira verseler, gel gavur ol diye, olmazsın. İçkiyle bir laf çıkar ağzından bedâva kâfir olursun, haberin bile olmaz. Yapma! Gel yalvarıyorum yapma! Bu ümmü'l-habâisdir yapma bunu, içme bu işi, terket bunu. Evvelâ içki arkadaşlarını terket, sonra bunu terkedeceksin arkasından. Namazcağızına başla bu sene. Haydi göreyim sizi. Haydi kahramanlar, göreyim sizi haydi. Bak sizden şahıs başına para istemiyorum, bilet de kesmiyorum câmiye geliyorsunuz diye. Niçin gayret ediyorum, su içinde kalıyorum, size hak kelâmı söyleyeyim, belki içinizden biriniz bu hakkı kabûl edeceksiniz. Felâha nâil olacaksınız, onun için uğraşıyorum. Peygamberler de böyle yapdılar. Onların yapdıklarını yapmaya çalışıyoruz. Onları taklîd ediyoruz yani.  Diyorlar ki Peygamber'e, "Sen bizi küfürden islâma, zulmetden nûra götürdün, sana ne gibi iyilik edelim? Saraylar mı yapalım, kadınlarla mı evlendirelim seni?" "Hayır" diyor, "sizden hiç bir ecir beklemiyorum ben. Ancak ecrimi Allah'dan bekliyorum" diyor. 

Mü'min kardeşlerim! Sakın Şeytan'a uymayın Ramazan'dan sonra, gelin yapmayın bu işi Bayram'dan sonra. Bayram günü sadakât ile, tevhîd ile, tesbîh ile, ibâdetle geceyi geçiriniz. Hele Bayram gecesi, mühim gecelerden bir gece. Allah'ın rahmetinin yağdığı, bütün beşeri kapladığı bir gece. İki Bayram gecesi. Şabân'ın on beşi, Receb Ayının birinci gecesi. Söylemişdim size, Hazret-i Hasan râvîsi. Hazret-i Peygamber'in hafîdi olan İmâm-ı Hasan râvîsi. Babası Ali'den işitmiş, Hazret-i Ali, hasenü'l-hasen olan Hazret-i Muhammed'den işitmiş, haber verdi bize. Söz veriyorsunuz değil mi inşâallah.

Yâ Rabbi bunların içerisinde nefslerine mahkûm olacak kimse varsa, kendilerini nefslerine hâkim kıl ve onları dînine ve ibâdet ve tâatına ve huzûruna kabûl et Yâ Rabbi. Oruçlu mü'minlerin ağzı hürmetine, masûmların gözyaşı hürmetine Yâ Rabbi. 

"Amca" dedi Peygamberimize, "Bayram zenginler için bayramdır, bizim gibi garîbler için bayram olmaz. Bizim için azâb günüdür" dedi. 

Öyle olmadı mı? Yetîm mi büyüdün, yoksul mu büyüdün, zengin çocuğu musun? Soruyorum. Sen bayramın tadını bilmezsin, zengin çocuğuysan. Sana her gün bayram. Her gün sofranda senin ekmek var, et var. Günlerce, aylarca et bulamayan, ekmek bulamayan yavrular var. Sararmış, solmuş, avurtları birbirine geçmiş, kuru kemik kalmış. Kulaklarına bakdığın vakitde zar gibi bir tarafdan bir tarafı görünüyor. Onlar da senin gibi ana baba evlâdı. Onların da şefkate, merhamete, lutfa, kereme ihtiyâcı var. Soruyorum sana, kilitledin koydun cebine ama veremedin zekâtı. "Hoca söyledi ama ya fakîr olursam ileride". Korkma! Şeytan korkutuyor seni, fakîr olmayacaksın. Vermezsen, doktora vereceksin, hastalığına vereceksin, ilaca vereceksin, ateşe vereceksin. Yaaa, ağlayanlar çok. 

Haydi göreyim bakayım sizi, o gün gözyaşı silin. Komşunuzda, mahallenizde dullar, yoksullar, yetîmler vardır, onlara merhamet şefkat elinizi uzatınız. Onların iffetiyle ırzıyla oynamayınız. Onlara şefkat merhamet elini uzatınız. Onları kötülüklerden koruyunuz. Vaktiyle zenginlerimiz öyle yapardı. Onları kötülüklerden korurdu. 

"Amca" dedi Peyagmberimize, "Bugün Bayram, bizim gibi fakîrler için azâb günüdür, biz ağlamayalım da kim ağlasın. Onlar sevinsinler, onların babaları var hayatda. Onlar gülerler, onlara her gün bayram zâten. Bize musîbet bugün" deyince  Cenâb-ı Peygamber, mübârek gözünden yaşı, böyle akıtdı. O rahmeten-lil-âlemîn, o ekreme'l-ekremîn'in habîbi olan Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, gözünden yaşı böyle akıtdı. Dedi, "Evlâdım, istiyor musun senin baban Muhammed, ammin Ali, ablan Fâtıme, kardeşlerin Hasan Hüseyin, annen Âişe olsun mu?" der demez, çocuk kendini topladı, "Yoksa sen Resûlullah mısın?" dedi. Hemen Cenâb-ı Peygamber onu aldı, bağrına basdı ve yetîmi aldı omuzuna bindirdi, omuzuna koydu, omuzuna bindirdi yetîmi. Aldı hânesine götürdü, temizledi, tathîr etdi, giydirdi, yedirdi, içirdi, bir peygambere lâyık olan işi o yetîm üzerinde gördü. Ve ondan sonra da sırayla böyle halîfeler Cenâb-ı Peygamber'in arkasından Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali kerremallahu vecheh o çocuğu tekeffül etdiler, Peygamber tekeffül etdi diye. 

Bazıları da var, Peygamber onların zekâtını almadığı için Ebûbekir de almadı, Ömer de almadı, Osman da almadı, Hazret-i Ali de almadı, reddetdi onların zekâtını. Salebe gibi heriflerin. Parasında gözü kalıyor, severek veremiyor. Allah'ın malını Allah'ın ehline veriyorsun. Seni Allah veznedar yapmış, hazînesi üzerine vezendar. "Veznenden çıkar şu kadar parayı benim ehlime ver" diyor, veremiyorsun be! Alır elinden senin vezneyi, atar seni dışarıya. Yâhud hesâbını sorar. 

Ey mü'minler! İnşâallah Allahu Sübhânehû ve Teâlâ cümlemize hayırlı ömürler ihsân etsin, memleketimize Allah selâmet versin, ordularımıza kuvvet ve kudret versin, düşmanlarımızı kahr u tedmîr ü perîşân etsin. Uzun seneler Ramazan-ı Şerîflere yetişmek Allah nasîb ü müyesser eylesin. Ve Ramazan'da rızâ-yı şerîfini tahsîl eden kullar zümresine dâhil kılsın.

Yeter. İsterdim size çok şeyler anlatayım size ama vakit dar. İşleriniz güçleriniz var. Bayram haftasıdır. Allah kisb ü ticâretinize bereket versin. Câmide size dersi uzatdım biraz, uzatdım ama sizin iyiliğiniz için yapdım bu işi. Ben de yoruluyorum, oruçluyum, ihtiyarım. Hastayım da aynı zamanda, şekerliyim yani. Böyle olduğu hâlde uğraşıyorum, gelen mü'minler bir şey alsınlar, bir şey öğrensinler diye uğraşıyorum. Beni de affedin. Bazı konuşduğum sözlerle sizin kalbinizi kırdımsa isteyerek yapmadım, şahıs ortaya koymadım, beni affetsin. İnşâallah o kırmam, doktorun ameliyatı gibi gelecek ona. Yani bir çıban var, gitdi doktora, doktor onu okşamaz, bıçağı vurduğu vakitde, canını yakar ama istikbâlde o yara iyi olur değil mi? Onun gibi oldu konuşduğum sözler.

Yâ Rabbi, benim cemaatimi çok et, kesîr eyle. Benim cemaatimin gönlünden dünyâ muhabbetini çıkar. Ehl-i dünyâ muhabbetini de çıkar. Gönüllerini aşkınla, şevkinle tezyîn et, tâatına mahkûm eyle. ben cemaatimden râzıyım Yâ Rabbi, sen de râzı ol. Ve onları da benden râzı kıl. 

Vallâhu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 8 Temmuz 1983 (27 Ramazan 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön