Receb Ayının Fazîleti - Sohbet 20 Nisan 1984 ABD

25 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Uyuşturucu
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Amerika'da Receb Ayı'na tesâdüf eden bir sohbetlerinde buyurdular ki :
Bugün Cuma namazında da bahsetmişdik biraz. Gene bir dînî sohbet yapalım ve Receb Ayı'ndan gene bahsedelim. Orada söylediklerimizin bazılarını ve orada söylemediklerimizin bazılarını, burada tekrar nakledelim ve tekrar bir konuşma yaparak bu muhterem aylar hakkındaki malûmâtı izhâr edelim. 

Şimdi efendim, Cenâb-ı Hakk, bu kâinâtı ve bilinen bilinmeyen âlemleri ve gördüğümüz görmediğimiz âlemleri, hepsini hesâblı halk etmişdir. Her şey yerli yerindedir, hiç bir fâsid bir dâire yokdur. Hepsi hak ve gerçekdir, hepsi birbirine uygundur. Meselâ semâvâtdaki bütün yıldızların, ecrâm-ı semânın ve güneşin hilkati, Kur`ân-ı Kerîm'de Allahu Teâlâ beyân ediyor, "هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ hüvellezî ce'ale'ş-şemse dıyâan ve'l-kamera nûran ve kadderahû menâzile li ta'lemû 'adede's-sinîne ve'l-hisâb". Güneşin tulûu ve kamerin ondan ahzı, nûr alması, hepsi bunların, vakitleri, saatleri, seneleri ihdâs etdiği gibi her şey, ne varsa kâinâtda hepsi bir hesâba mebnî yapılmışdır, halk edilmişdir. Yani başıboş hiç bir şey bırakılmamışdır. Bu gördüğümüz güneş ve ay, bu bizim kürremizi aydınlatan, ziyâlandıran, nûrlandıran şeylerdir. Semâvâtda öyle güneşler, öyle aylar var ki onlar daha bizim ilmimize, önümüze serilmemiş, açılmamışdır, koyulmamışdır yani.

Ve bu yaradılış da yani bir emr-i ilâhî ile, Allah'ın bir emriyle halk olunmuşdur yani. "Kün". "اِذَٓا اَرَادَ شَيْـًٔا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ izâ erâde şey'en en yekûle lehû kün fe yekûn". Yani Allah bir şeyi murâd etdi mi, "ol" der, o şey hemen derhal olur, zâhir olur. Hiç bir şey emrine karşı gelemez, yapmam diyemez. Ancak insanoğullarını ve cinnileri, onları muhayyer bırakmışdır, emirde ve nehiyde, onlar isterlerse yaparlar, istemezlerse yapmazlar. O da bir imtihan meselesidir ve nihâyetde bu hesâb kendilerinden sorulur. Ondan gayrısı, mükevvenât, cemâdât olsun, hayvânât olsun, felekler âlemi olsun, ne varsa kâinâtda, mülk âlemi, melekût, ceberût, âlem-i lâhût, bunların hepsi emr-i ilâhî ile yani "kün" emriyle olmuşdur. Hiç bir şey O'na karşı gelemez. Ama insanoğullarını serbest bırakmışdır. Demişdir ki, "تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ * اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ ". "Sizi muhayyer bırakdım, hanginiz güzel amel işleyeceksiniz". İşleyen işlediği güzel amelin mükâfâtını yâhud kötülüğün mücâzâtını görecekdir. Onun için onları serbest bırakmışdır. Yoksa diğerleri, hiç bir şey Cenâb-ı hakk'a karşı gelemez. Allah dilese kulu da öyle yapar ama kulu muhayyer bırakmışdır. Çünkü bu minvâl üzere saltanat-ı ilâhiyyesini kurmuşdur. Âlem-i melekût da böyle. Melekler hiç Allah'a isyân etmezler. Ne emir alırlarsa onu infâz ederler, vazifeleri odur. İnsanlar muhayyerdir yalnız. 

Böyle olmasına rağmen, bütün bu kâinâtın bu hilkati insanoplu içindir, insan içindir, benî âdem içindir. Kâinât da hilkatinden bu tarafa doğru yani insanların bilimi üzerine bu tarafa doğru, on iki ay üzerine taksîm olunmuşdur, on iki ay üzerine. Arabî aylar olarak, Muharrem, Safer, Rebîulevvel, Rebîulâhir, Cemâziyelevvel, Cemâziyelâhir, Receb, Şabân, Ramazân, Şevval, Zilkade, Zilhicce, on iki aydır. Bunların içerisinde dört tânesi, mübârek aydır yani hürmetli aydır, hürmete lâyık aydır. Bunların üç tânesi biteviye gelmiş, bir sıraya, Zilkade, Zilhicce, Muharrem. Bir tânesi hâriç olrak gelmişdir, Receb. İçinde bulunduğumuz aydır yani. Bu dört ay, on iki ay içerisinden dört ay, muhterem aylardır, hürmetli yani hürmete lâyık aylardır. Mühim aylar, ehemm-i mühimm aylar. Hattâ bu aylarda vaktiyle yani islâmdan evvel, müşrikîn-i Arab harb etmezlerdi. Bu aylar geldi mi kılıçlarını kınlarına sokarlar, harb etmezlerdi, korkarlardı harb etmekden. Neden? Çünkü bu ay içerisinde harb edenlerin başına felâket gelirdi. Onun için bir adam bir adamdan zulüm görse ve inkisar etse, ona mukâbele etse, o inkisar onu tutardı. O kadar mühim yani Receb Ayı meselesi. 
Zîrâ günlerin fazîleti vardır, vakitlerin fazîleti vardır, dakîkaların fazîleti vardır, ayların birbiri üzerine fazîleti vardır, insanların birbiri üzerine fazîleti vardır, beldelerin birbiri üzerine fazîletleri vardır, peygamberlerin birbiri üzerine fazîletleri vardır. Velhâsıl, Cenâb-ı Hakk kâinâtda bir yarattığını bir daha yaratmamış, derecât üzerine halk etmişdir. 
Peygamberlerin diğer peygamberler üzerine fazîletlileri şunlardır. Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ, Süleyman, Dâvûd, bunlar, diğer peygamberlerin üzerine fazîletli peygamberlerdir. Ondan gayrı gene yirmi sekiz peygamber vardır, diğer peygamberler üzerine fazîletlidir. Ve yüz on üç peygamber vardır, diğer peygamberler üzerine fazîletlidir, ulu'l-azm peygamberlerdir. Mevcûdu iki yüz yirmi dört bindir, enbiyânın, peygamberlerin mevcûdu yani. Bidâyeti Hazret-i Âdem'le başlamış, sancağı o çekmiş, nihâyeti Hazret-i Muhammed'le ikmâl olunmuşdur. Son. 
Mekânların da fazîletlileri vardır, diğer mekânlardan fazîletli olanları şuralarıdır. Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere, Kudüs-i Şerîf, İstanbul ve peygamberlerin dolaşdığı memleketler. Peygamberler oralarda dolaşmış, nûr saçmışlardır, bu memleketler diğer memleketlerden efdaldir. 
Hani bazı kimseler var, diyorlar ki, "Efendim, zaman Hakk'ın zamanıdır, mekân da Allah'ın mekânıdır. Niçin birbirinden fazîletli olsun?". Öyle değildir. İnsanların birbirine fazîletli olduğu gibi, zamanların, mekânların, saatlerin, vakitlerin, birbirinden efdal olan zamanları vardır.
Meselâ Receb Ayı'nın fazîletli olan zamanı ne zamandır? Bak koskoca bir ay, mübârek bir ay, içerisinde fazîletli olan zamanı var. Nedir o? Birinci akşamı, birinci gecesi. İlk Cuma akşamı. Yirmi altıncı gecesi. Bunlar Receb Ayı'nın fazîletli geceleridir.
Şimdi, diyor ki Hazret-i Hasan, babası İmâm-ı Ali'den, İmâm-ı Ali de Hazret-i Peygamber'den haber veriyor, "Senede dört gece vardır" diyor, "Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti, beşer üzerine böyle yağar" diyor. "Hattâ ana rahmine düşen yavruların bile şekâveti sa^dete kalb olur" diyor. Bu da Receb Ayı'nın birinci gecesi, Şaban'ın on beşinci gecesi, iki Bayram gecesi. Bir de Kadir Gecesi. Bunların dört tânesi malûm olup, bir tânesi gizli. Kadir Gecesi gizli, Allahu Teâlâ saklamış. O gecelerde ibâdetlerin kabûlü, duâların Allah tarafından müstecâb olması. Hele bâhusûs Receb'in birinci akşamı yapılan duâlar. Ve insanlar kendilerini kurtaramadıkları illetlerden kurtulmak isteyenler, yani nefs-i emmâre hükmünde olup da, mübtelâ olmuş bir takım çirkin işlere, huylara, onlardan kurtulmak isteyenler o akşam tövbe ederlerse, Cenâb-ı Hakk tövbelerini kabûl eder, o kötü huylarını terkedebilirler. O kadar mühimdir.

Demin arz-ı mukaddesden saydığım vakitde, İstanbul dedim bırakdım. Şam var, Bağdad var, Mısır var, Kâhire var. Umûmî olarak söylemişdim ben onu, mutasaran. Peygamberlerin gezdiği yerler, dolaşdığı yerler. Bunlar kudsî yerlerdir. O şerefi peygamberlerin dolaşmasından dolayı Allah oralara bahşetmişdir. Hindistan'da da bazı yerler. 
Gene Cuma günü mübârekdir, seyyidü'l-eyyâmdır. Günlerin birbirine fazîletli günlerden biri de Cuma günüdür. Bunun da sebebi Cenâb-ı Hakk kâinâtı altı günde halk etdiğini söylüyor, Hıristiyanlar Cenâb-ı Hakk'ın kâinâtı halk etmeğe başladığı gün olan Pazar gününü kendilerine kudsî gün olarak seçmişler, Cumartesiyi de Mûsevîler. Yani boş kaldığı gün. Diyorlar ki, "Allah Pazar günü işe başladı, Cuma günü işi bitirdi. Yorulmuşdu, Cuma günü istirahat etdi" diyorlar onlar. Onlar da Cumartesi gününü kendilerine kudsî gün olarak seçmişler. Ama bizimki yani müslümanların tayîn etdiği, hürmet göstermiş olduğu Cuma gün, elimizdeki bulunan Kitâbullah ile sâbitdir. Yani indî değil bizimki, Kitâbullah ile. Allah'ın kitâbında koskoca bir Sûre-i Cuma vardır Cuma hakkında. Hükmü vardır Cuma'nın yani. 
Bu altı günde yaratmak meselesine gelince, şimdi bunun biraz üzerinde duralım, tahlîlâtını yapalım sonra geçelim sohbete. Güneşin tulûu ile gurûbu arasındaki vakte gün tabir edilir. Kâinât olmadan evvel güneş de yokdu, ne güneşin gurûbu, ne tulûu vardı, ne doğumu ne batımı vardı. Öyleyse nedir bu? Bunun manâsı altı karndır, altı vakitdir, altı zamandır. Ve kâinâtın ömrü böyle on bin senelik değildir. Üç milyar üç yüz on üç milyon yirmi dokuz bin senedir bu güne kadar. Hesaplamışlardır bunu yani. ve bir çok dindar olan kişilerin, bu kazılarla uğraşanların itikadlarını bozuyorlar. Çünkü bakıyorsun Tevrat'ın haberine göre on bin senelik insaniyyet tarihi ve dîn tarihi. Ondan evvel göstermiyor. Halbuki biz bir kelle buluyoruz, insan kellesi, ya bir binâ kalıntısı buluyoruz, beş milyon senelik. Ve ne oluyor bu sefer? Bizim yapdığımız bu tahlîlât yanlış çıkıyor ve dînin yanlış olduğu zu'muna varılıyor arkeolojide. Ona binâen, bu bu demek değildir. Bu, altı karnda meydana gelmişdir kâinât. Yoksa böyle güneşin tulûu ile gurûbu, doğumu ile batımı arasındaki zaman değildir, altı karndır. İşte üç milyar üç yüz on dokuz milyon yirmi dokuz bin küsur senedir. İbn Arabî Hazretlerinin beyânı üzere. Yoksa böyle on bin senelik tarih değildir. 
Ve Âdem aleyhisselâmın tarihi de, Âdem Peygamber'den evvel altı karn var gene. Büyük zamanlar var ki bizden evvel kavm-i cân var dünyâ yüzünde. Sonra kavm-i ten var ondan evvel. Ondan evvel kavm-i ben var. Ve altı kavm geçmiş böyle, altı karn. Bunlar insan gibi değiller, başka türlü halk olunmuşlar. Ve bunlardan kalan bir kişi var, tek olarak kavm-i cândan, Şeytan. Bildiğimiz, eûzübillahimineşşeytânirracîm dediğimiz İblîs, bu kavmden kalma, kavm-i cândan kalmadır. Bir tekdir o. Ve bidâyetde de bunun dişiliği erkekliği bir kişide toplanmış, kendinde. Yani ayrı bir dişisi, ayrı bir erkeği yok. Âdem Peygamber'den Allah Havvâ'yı halk etmiş, bir erkek bir dişi meydana getirmiş, sonra insanoğullarını ondan çoğaltmışdı, İblîs kendi kendine, bir ayağı kadındır, bir ayağı erkekdir. Ve kendisini vat' etmiş, ondan zâhir olmuşdur çocukları. 
Hattâ İbn Arabî diyor ki, Fusûs'da gördüm zannediyorum. Onun Fusûs'u vardır, inşâallah siz onu İngilizce'ye tercüme edin de okusunlar. Büyük yol gösterici, aydınlatıcı bir kitâbdır yani Fusûs. Orada gördüm zannediyorum. "Âdem aleyhisselâmın  rûhunu gördüm" diyor, "rûhâniyyetiyle görüşdüm, sordum kendisine, dedi ki" diyor, "ben halk olunan âdemlerin sonuyum dedi" diyor. Meşhûr Âdem aleyhisselâm, Âdem Baba yani. "Gönderilen âdemlerden ben son âdemim dedi" diyor. 
Bir de Kur`ân-ı Kerîm'de, Allah dedi ki meleklere, "Ben dünyâya halîfe yaratacağım" dediği vakitde, "Yâ Rabbi, sen dünyâyı fesada uğratacak, kan dökecek mahlûk mu yaratacaksın" dediler. Melekler bunu nereden bildiler? İşte kavm-i tenden, kavm-i cândan. Onlar kâinâtı fesada uğrattıkları için ondan kıyas yaparak söylemişlerdi melekler Cenâb-ı Hakk'a. Veyâhud da, gene müfessirlerin söylediğini söyleyelim, dört anâsırdan halk olunmuş beşerin esâsı. Şimdi kabûl etmiyorla, işi atoma götürüyorlar ama atom da bizi isbât ediyor. Çünkü ortadaki çekirdeğin etrafında dönüyor. Bizim devrânı gösteriyor atom. Ortada şeyh efendi, etrafında dervîşler devrân ediyor, onu gösteriyor. Dört şey var, dört şeyden halk olunmuş. O da hepsi birbirinin zıddı. Su, toprak, ateş, rüzgar. Vücûd bununla yoğruluyor. Vücûd zıddan yaradıldığı vakitde, bu mutlakâ fesada uğratacak diyor melekler. Kafayı işletiyor yani melekler ama Cenâb-ı Hakk diyor ki, "قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ kâle innî a'lemü mâ lâ ta'lemûn, benim bildiğimi siz bilmezsiniz" diyor Cenâb-ı Hakk. "Siz susun, sükût edin ve bakın seyredin ne olacağını". Ondan. Onun için melekler, "Yâ Rabbi biz seni takdis ederiz, seni tesbîh ederiz, sen dünyâyı fesada uğratacak mahlûk mu yaratcaksın?" diyorlar. Neden? Çünkü Âdem'den evvel gelen mahlûkât kan dökdüler, kâinâtı fesada uğrattılar. Allah da onları kaldırdı dünya yüzünden. Ona kinâyeten bunu söylüyorlar. Veyâhud da insan vücûdunun dört şeyden, anâsır-ı erbaadan meydana geldiğini söyleyerek, dört zıd şeyden meydana gelmesinden, bunun fesada uğratacağını söylüyor melekler, onu gösteriyorlar.  
Şimdi bu kaziyeyi çürütmüşler, bu anâsır-ı erbaa meselesini, bu husûsdaki çalışan ulemâ, bu devrin ulemâsı, bilginleri, âlimleri, diyorlar ki atomdan halk olundu. Atom da şöyle. Ortada bir çekirdek etrafında dâimâ tesbîhâtda, dönüyor başdan aşağı. Ve Kur`ân-ı Kerîm bunu gösteriyor, Sûre-i Yâsîn'de. Bismillâhirrahmânirrahîm, "وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙوَالشَّمْسُ تَجْر۪ي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜوَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ" Bak, dönmekde olduğunu söylüyor. Yani semâdaki bulunan ecrâm-ı semânın, kendi mihveri etrâfında dönerek yol kat' etdiğini söylüyor. Yaaa, bütün her şey böyle. Atom çekirdeğinin etrâfında döndüğünü ve tesbîh etdiğini söylüyor. Bizim tarîkat-i aliyyenin de yani bu Halvetî kolunun mürşidlerinin ictihad etdikleri devran, bunu göstermekde işte. Ortada şeyh, çekirdek, etrâfındaki dervîşler, o çekirdeğin etrâfında dönen nesneler. 

Şimdi, sene içindeki bu aylara şeref vermek üzere Cenâb-ı Hakk şöyle ilân etmiş, demiş ki, "Receb Ayı benim ayımdır" demiş Cenâb-ı Hakk, "bana mahsûs bir ay" demiş. Şabân Ayı hakkında da Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, demiş, "Şabân da benim ayımdır" demiş, Şabân Ayına şerefe vermiş Peygamber. Receb Ayına da Allah şeref vermiş, "Benim ayım" demiş. Ramazân da Ümmet-i Muhammed'e bahşedilmiş, verilmiş bir ay. 
Ve bunlar, tertîb üzerinedir. Yani tevhîd-i ef'âl, tevhîd-i sıfat, tevhîd-i zât üzerine. Bunlar mühim meseleler, burada nasıl açayım şimdi, ağzımdan kaçırdım. Nasıl îzâh edeyim bunu. Bunun üzerine tertîb olunmuşdur yani. Evvelâ Receb, şehrullah. Sonra "Şabân şehrî ve şehri ümmetî Ramazân". 
Şimdi, Receb ayında tövbe etdi mi bir adam, suçlardan kötülüklerden döndü mü, bunu kendim yapdım demeyecek, Allah'dan bilecek bunu. Kendim yapdım derse, fiilinin hâlıkı olur o. Halbuki hâlık kâinâtda bir tânedir. Onun için Cenâb-ı Hakk'dan bilecek bunu. Meselâ sigara içiyormuş, yâhud beyaz zehir kullanıyormuş, çok kötü bir şey bunlar. Bu benim söylememle değil, bunu etibbâ da söylüyor, herkes de söylüyor, içen de, kendisi de şikâyetçi oluyor bu işden, değil mi? Şimdi, bu ayda buna tövbe edecek bir adam, "Yâ Rabbi, beni bunu benden al, benim üzerimden bunu" diye Cenâb-ı Hakk'a yalvarsın, emîn ol ki istikrah ediyorsun ve bırakıyorsun sigara içmeyi. Allah seni istikrah etdiriyor, içmiyorsun. Yâhud her hangi bir şeyi. Ki zamanımızda en mühim davâlardan bir tânesi, hele bâhusûs garbda, garb âleminde, yani Avrupa'da ve Amerika'da burada, bu kötü insanlar, insanlığı mahvetmek isteyenler, buradaki bulunan gençleri bu beyaz zehirle zehirliyorlar. Bunu terketmek lâzım. Çünkü insanın en kıymetli uzvu aklıdır. Bir adam ne kadar kuvvetli olursa olsun, aklı olmadı mı ondan kaçar bütün millet. Fil gibi ahâliyi eziverir deli. Ne yapar adamı kuvvetli bir adam. Akıl olmayınca felâket olur. Onun için bu garbda, insanlık düşmanları buranın evladlarını bu beyaz zehirle zehirliyorlar. Buna devlet de hükûmet de el atması lâzım. Ki atmışdır yani bütün dünyâ üzerinde. Hepiniz biliyorsunuz, okuyoruz filan filan, duruyorlar bu mesele üzerinde. E şimdi mübtelâ olmuş bir adam, olur ya. Bilmiyordu gençliğinde, heveslendi, yâhud herhangi bir kötü kişinin teşvîkiyle böyle bir belâya mübtelâ oldu. E peki Allahu Teâlâ Hazretlerinden kendini kurtarmak istiyor bu, bu ayda yalvarsın Allah'a, terkedecek, bırakacak. Tamam. 
İbâdet tohumunu maneviyyat tarlasına ekmeli. İbâdet ediyorsa eğer, her zamankinden ziyâde ibâdet etmeli, biraz daha ibâdetlerini çoğaltmalı. Bu ibâdet tohumunu, manâ tarlasına ekmeli. Sonra Şabân-ı Şerîf'de de kabûlü için veyâhud günahlarına tövbe için, tövbesinin kabûlü için, veyâhud yapmış olduğu ibâdetlerinin kabûlü için Hakk'a gözyaşı dökmeli, aşkullah ile, Allah sevgisiyle, o gözyaşıyla ekdiği tohumu sulamalı. Ramazan Ayı geldiği vakitde o ekinini biçecek, istifâde edecekdir. Yok böyle olmayıp, mücerred Ramazan'da yaparsa bu işi, pek zevkli olmaz. Böyle yapsın ki bu işin zevkine erişsin. 
Evet, diyor ki Cenâb-ı Peygamber, bu ayın yirmi altısındaki mi'râcında, "Ben cennetde bir nehir gördüm, yanımdaki Cebrâil'e sordum, bu nehir nedir, ismi nedir bu nehrin diye sordum. Bu nehir kime âiddir, kime verilecekdir, kim bu nehirden içecekdir diye sordum" diyor Cenâb-ı Peygamber. "Çünkü bu nehrin suyu sütten beyaz ve yumuşak, baldan tatlı ve kardan daha soğukdu" diyor. "İnsanlara hayat veriyordu, hayat verecek olan bir nesneydi" diyor. "Sordum Hazret-i Cebrâil'e, Cebrâil bana şu cevâbı verdi, bu nehrin ismine Receb derler. Receb Ayında bir kimse sana bir salavât-ı şerîfe getirirse veyâhud Receb Ayında bir gün oruç tutarsa, Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde, o korkulu anda, bütün beşeriyyet aç ve susuz olduğu vakitde, çıplak bulunduğu hâlde, bu nehirden onu sulayacakdır dedi" diyor. Şimdi, bak Receb Ayında yapılacak olan ibâdetlerin fazîletini göstermekde bu kıssa. 
Receb Ayının bir ismi de Receb-i Asamm'dır. İçinizde Araplar, biliyorlar. Asamm demek sağır demek, sağır ay demekdir. Neden? İbâdet ve tâat eden mü'minlerin günahlarını işitmez bu. İbâdetler kat kat, derece derece yazılır, kat kat yazılır böyle fakat günahlarını işitmez, duymaz hiç. 
Yine bu ayın fazîletlerinden bir kıssa daha anlatalım. Bugün söylemişdik ama gene söyleyelim. Çünkü bir çok kimseler var ki bulunmadılar bugün. Onlar haber alsınlar, işitsinler. 
Cenâb-ı Peygamber sahabesiyle gidiyormuş, bir makbere önünde durmuş, orada Fâtiha okumuş makbereye ve ağlamış, uzun uzadıya. Gözlerinden tâneler, yaşlar dökülmüş mübârek göğsüne. Sonra o sahabesi demiş ki kendisine, "Yâ Resûlallah, bir âyet mi nâzil oldu, onun şiddetiyle ağlıyorsunuz?" demiş. "Hayır" demiş arkadaşına, "Onun için ağlamıyorum. Bu makberede yatan insanların kâffesi azâb görmekde, kabir azâbına mübtelâ olmuş". 
Efendim, bunu biz söylüyoruz böyle ama yakın zamanda biz de aynı işle mübtelâ olacağız, aynı safhaya gireceğiz, aynı yolun yolcusuyuz. Diyor ki Cenâb-ı Peygamber, "Beni hak nebî olarak gönderen Allah'a kasem ederim ki, bunlar Receb Ayında bir gün oruç tutsalardı eğer, bu azâbı görmeyeceklerdi" diyor. O kadar mühim Receb Ayında ibâdet yapmak Allahu Teâlâ Hazretlerine. 
Evet, gene bir fazîletinden bahsedelim, bunlar kâfî gelecek herhâlde. Bir kadıncağız varmış Beytü'l-Mukaddes'de, yani Jarussalem'de, orada hizmet görürmüş kadıncağız. Kendisini oraya vakfetmiş, Allah'ın evine, vazîfe görüyor. Receb Ayı geldiği vakitde ibâdetini çoğaltırmış. Meselâ günde otuz üç defa İhlâs-ı Şerîf okurmuş. Receb'e mahsûs olmak üzere, hürmeten böyle. 
Sen de öyle yap. Şimdi size söylüyorum, hepinize. 
Orasının hepsi Beytü'l-Mukaddes'dir. Yani Yahudinin ağlama duvarı da mübârekdir, Kamâme Kilisesi de mübârekdir. Mescid-i Aksâ Mescidi de mübârekdir. Çünkü neden? Hepsi peygamberlerin bulunduğu yerdir. Peygamberlerin yaşadığı yerdir orası, Kudüs-i Şerîf. 
Sonra kadına işâret olunmuş, her fânî gibi âhirete gidecek. Oğlunu çağırmış, demiş ki, "Evlâdım, ben senelerce bu Allah'ın beytinde hizmet etdim, Allah bana bu şerefi verdi. Benim için büyük şerefdir bu mescidi temizlemek, süpürmek. Süpürdüm burayı senelerce. Ben öldüğüm vakitde, öleceğim yakında, bu mescidde hizmet gördüğüm elbisemi bana sar, beni öyle kefenle" demiş, "öyle göm beni" demiş oğluna. Kadın ölmüş, oğlu bu vasiyeti tutmamış. Utanmış halkdan, annesine böyle eski bir kefen sarmaya, yeni kefen almış. İnsanların dedikodusundan çekinmiş, korkmuş filan. Fakat o gece annesini görmüş rüyâsında. Dedi, "Evlâdım, niye benim vasiyetimi yerine getirmedin? Ben sana böyle ricâ etmişdim, niye vasiyetimi yerine getirmedin, benim vasiyetimi yerine getir" demiş. Ertesi günü oğlan kalkmış, almış annesinin hizmet gördüğü elbiselerini, doğru mezarlığa. Kabri açdırmış. Bir de açmış kabri bakmış ki kabirde kimse yok. Bomboş kabrin içerisi. Şaşırmış, taaccüb etmiş. Bir gün evvel cenâzeyi koymuşlar, bir gün sonra yok kabrin içerisinde. O tahayyürde iken böyle, hayret hâlinde iken, hâtifden bir nidâ gelerek demiş ki, "Ey kulum! Receb Ayında bana hizmet eden kimseyi ben kabrinde yalnız bırakmam, onu ben indime, yanıma alırım" demiş. Şimdi anla ki Receb Ayında yapılan ibâdet ve tâatın mükâfâtının ne olduğunu senin izân ve irfânına terkediyorum. 
Evet, işte bu Receb Ayındaki bulunan kandiller, mübârek geceler filan, Şabân'ın kandili, on beşinci gecesi Berat Kandili, Ramazan'ın müjdecileridir. Ve aynı zamanda Receb Ayında her gece, Cenâb-ı Hakk meleklerine emreder ve melekler nidâ ederler benîâdeme. Duyanlar için tabii, kulağı sağır olanlara sözümüz yok. Yani kalb kulağı sağır olanlara sözümüz yok. Kalb kulağı açık olanlar duyarlar. "İsteyen yok mu verelim, istediğini verelim" derler. "İsteyen yok mu istediğini verelim. Cennet isteyene cennet, cemâl isteyene cemâl var" diye melekler nidâ ederler. Bundan istifâde etmelidir. Belki ömrümüzün son Recebini geçiriyoruz. Zâten âkil olan kişi, yaşadığı müddetçe her gecesini Kadir, her gününü Receb bilmelidir, her gününü Bayram bilmelidir hayatının ve Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ve tâatda bulunmalı, yolu ve hudûdu aşmamalıdır. Kimseye eziyet cefâ etmemeli, kimsenin âhını almamalıdır. Dürüst yoldan yürümeli ki menzil-i mübârekeye yakın bir zamanda vuslat peydâ edecekdir.   
Efendi Hazretleri bu sohbetlerini bir duâ ile tamamlamışlardı, o duâyı da şurada bulabilirsiniz.

www.muzafferozak.com
Bu sohbet Receb Ayı'nın 19'unda yapılmışdır. Efendi Hazretlerinin aynı gün îrâd buyurdukları hutbeyi de şurada bulabilirsiniz.
Listeye geri dön