Geçen hafta bu âyet-i kerîmenin baş tarafındaki bulunan "kul" emrinden ve ondaki bulunan esrâr-ı ilâhîden, bir mikdarından, sizlere bahsetmiş idik. Gene aynı âyet üzerinde duracağız. Allah'ın bize nasîb etdiği kadar biz söyleyeceğiz, sen de nasîbin kadar alıp dinleyeceksin ve nasîbin kadar da âmil olacaksın.
İbâdetler az da olsa devamlı olmalıdır. Devamlı ibâdet yaparsan, Allah'ın sevdiği ibâdet odur. Meselâ oturmuşsun bugün yetmiş bin tevhîd çekmişsin, yarın, öbür gün, daha öür gün bir şey yapmamışsın, bu makbûl değildir. Her gün çek, yetmiş tâne çek. Ama her gün çek. Makbûl olan, az da olsa ibâdet, devamlısıdır. Kulağında bulunsun.
Sakın namazı terk eyleme. İşitdin, duydun, Resûlullah'ın gözü nûrudur namaz. Böyle bazı, sûretâ insan olup hakîkatde şeytanlar vardır, insanı kandırırlar, onlara tâbi olma sen. Allah Resûlü'ne tâbi ol ve Aliyye'l-Mürtezâ'ya tâbi ol. Ehl-i Beyt-i Mustafâ'ya, ashâb-ı kirâma, evliyâullaha tâbi ol. Bunlardan hiçbirisi namazı bırakmamışlar, hepsi namazlarına dâim ve kâim olmuşlardır. Hattâ İmâm-ı Zeynelâbidîn Hazretleri, âbidlerin ziyneti demişler baksana, Allahâ ibâdet edenlerin ziyneti demişler.
Hattâ ben Şam'a gitdiğim vakitde, türbesini ziyâret etmek için türbesine girdim de işimiz aceleydi, ibâdet yapmadım orada, bir duâ etdim, çıkıyordum. Orada bir kadın bana dedi ki, hiç kıymet vermezsin zâhirde, "O âbidlerin ziynetidir, niye namaz kılmadınız orada?" dedi bana. Hemen döndüm gerisi geriye iki rekat namaz kılmak nasîb oldu türbesinde, türbe-i saâdetinde. Ama bu namazı böyle şeklen değil, zâhiren ve bâtınen kılmalı. Ef'âl-i malûme ve erkân-ı mahsûsadır namaz ama bâtın da namaz kılmalı. Nefsini insan edemeyenler, istediği kadar namaz kılsın, alnı secdede çürüsün, yorgunlukları yanına kar kalır. Nefsini ıslâh edemeyenler oruç tutsalar dahi, açlıkları yanına kâr kalır.
Böyle söylemişken gene bir kıssasını anlatalım.
Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, rahmeten-lil-âlemîn, peygamberlerin seyyidi, Allah'ın mahbûbu, Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, Selmân-ı Fârisî ile giderlerken bir makbere önünde durdu Peygamberimiz. Orada duâ buyurdular ve ağladılar Cenâb-ı Peygamber. Selmân-ı Fârisî, "Yâ Resûlallah, bir âyet mi nâzil oldu? Bu bükânıza, ağlamanıza sebeb nedir?" diye sordu. Buyurdu ki, "Bu kabristan içindeki bulunanların hepsi kabir azâbında".
Uyuma erenler! Ahâblar! Yârenler! Kardeşler! Ağabeyler! Yavrular! Uyumayınız! Nihâyet, âkıbet orasıdır. Tek başına hapsederler. Amelinle başbaşa kalacaksın, kimse yardımcı olmaz. Birinci dostun namazındır kabirde. O kıldığın namazın nûru sana ziyâ olacakdır. Anlayana söyledik.
"Yâ Selmân, bu kabristanın kâffesi azâb-ı ilâhiyyede. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a kasem ederim ki bunlar Receb ayında bir gün oruç tutsalardı eğer, bir gün oruç, bu azâbı görmezlerdi".
Bulunduğun ayın kıymetini bildirmek için söyledik bunu. Vaktini gafletle geçirme! Kötü âdetlerinden hemen dön, tövbe et. Tövbe ayıdır, bu ayda kötü âdetlerine tövbe edersen, Allah tövbende seni sâbit kılar. Kötü alışkanlıklarımız var da bırakamıyoruz onları, bazı kötü alışkanlıklarımız. Bu ayda tövbe edenlere Cenâb-ı Hakk yardımcı olur ve o kimse tövbesinde sâbit olur. Kıymetini bil, çünkü bu ay şehrullahdır. Geçiyoruz.
Nefsini ıslâh edemeyen oruç da tutsa açlığı yanına kâr kalır. İlle nefs ıslâh edilecek. Şerîat-ı Garrâ-i Ahmediyye ile zâhirini pür-nûr etdiğin gibi, bâtınını da, iç âlemini de insan edeceksin. Etmezsek sûretâ insan hakîkatde hayvan oluruz. Çünkü nefsin sıfatları vardır, bu sıfatların mutlakâ tebdîlâtı ve tebeddülâtı şartdır. Riyâzatla, Allah'a muhabbetle, Resülüne meveddetle ve O'nun yolundan giderek ihlâs ile amel işlemekledir. Amel işlersin zâhirde, bunu ihlâs ile yaparsan, ihlâsın manâsı, riyâsız, süm'asız yaparsan eğer, o vakit Allah indinde makbûl olur. İç âlemini ıslâh etmek, riyâdan, süm'adan, kibirden, gadabdan kendini berî kılmandır. Bunların hepsinin birer sûreti vardır, hepsi bir hayvana işâretdir. Yarın yevm-i kıyâmetde herkesin içi dışına çıkacakdır. "يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ yevme tüble's-serâir"in manâsı, sırların meydana çıkdığı gün denildiği vakitde, içi dışına dönecek insanların. O vakit, zâhirin insan hakîkatde hayvan oldunsa, düzeltmediysen kendini, o sıfatla huzûrullahda kâim olacaksın.
Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme, "فَتَأْتُونَ اَفْوَاجًاۙ fe te'tûne efvâcâ" âyet-i kerîmesini Enes ibn Mâlik sordular, "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem öyle bir ağladı ki, hıçkırıklarını duydum" diyor. "Siz hepiniz fevc fevc, bölük bölük gelirsiniz". Manâsı bu. Denizden bir katre, şemsden bir zerre olarak. "Fevc fevc Allah'ın huzûruna getirilirsiniz". Seslenilir, "Hırsızlar gelsin" diye, hırsızların hepsi kâim olurlar, ayağa kalkarlar.
Efendi! Arpa kadar bir şey alsan, arpa kadar bir şey, onu yerine kazâ etmeyince, namazlarından yedi yüz vakit namaz gider. Yedi tâne arpaya!
Hattâ Îsâ Peygamber bir kabrin yanından geçiyordu, o kabrin başında durdu Îsâ aleyhisselâm.
İyi dinle! Kulağını beneden yana ver! Gafletle vaktini geçirme! Câmiye geldin, bir şey al git buradan, bedâva gitme.
Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri Hazret-i Îsâ'ya emreyledi ki duâ ede, "Duâ et Yâ Îsâ, o meyyiti dirilteceğim. Onunla konuş".Ve ihyâ etdi Allah meyyiti, ölüyü diriltdi yani. "اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى innâ nahnü nuhyi'l-mevtâ" diyor ya Sûre-i Yâsîn'de. "Biz ölüleri diriltiriz" diyor.
Bu iki türlü olur. Mürşid görmeyen kimse, ölü gibidir o. Onu mürşid diriltir. İsrâfil'in sûru gibi üfler ona tevhîdi, diriltir. İkincisi, toprak olur, çürür bir adam, sonra Allah onu tekrar diriltir. Kâdirdir. Bir katre menîden insan yapan Allah, öldürür, çürütür, sonra gene aynını diriltir. Kâdirdir.
Duâ etdi, kabir şakk oldu. O zât başını kaldırdı kabirden, başından toprakları silkeliyordu. "Sor ona" dedi Cenâb-ı Hakk, Îsâ Peygamber'e, "Kabirde ne görüyor". Sordu. "Azâbdayım" dedi. "Azâbına sebeb nedir?" dedi. Azâbına sebeb nedir?" dedi. Dedi ki, "Ben her gün çalışan, her gün yiyen bir insandım yani ertesi güne mal cem etmezdim, toplamazdım" dedi. "Hammaldım" dedi. "Bir gün odun taşıyordum, yemek yedim, dişimin arasına, kovuğuna ekmek gitdi, yediğim şey. Odunun sâhibinden habersizce bir kürdan aldım kopardım, dişimi karışdırdım, kürdanı yere atdım, ondan mesûl oldum" dedi.
Efendiler! Hiç tövbesi kabûl olmayacak günah yokdur. Çaldınsa götürüp yerine vereceksin, onun rızâsını alacaksın yani. Hakkını gasb etdiğin zâtın, rızâsını alacaksın. Hem söyleyeceksin. Bazısı câmide yutturma yapıyor öyle, ben farkındayım. "Efendim siz bana hakkınızı helâl edin" diyor, öbürü de "Helâl olsun" diyor, gidiyor. Olmaz! "Senin ben gıybetinde bulundum, bilmeyerek. Şimdi aklım başıma geldi benim. Sana geldim ilticâ ediyorum, senin vicdânına sığınıyorum. Sen mü'min kardeşimsin benim. Beni affet" diyeceksin. O da bile bile, "Evet affettim seni" diyecek. O vakit olur iş. Yutturma yok böyle. Çalıyor, ediyor filan, "Hakkını bana helâl et" diyor. "Helâl olsun, güle güle". Olmaz! Söyleyecek kendisi bizâtihî. İtirâf-ı zünûb edecek. Allah'a söylediği gibi kula. Papaza değil. Hak sâhibine. Hıristiyanlarda bu da vardır, Hırıstiyanlar papaza söyler günahlarını. Burada öyle değil. Burada hak sâhibine söylenecek. "Senin malını çalmışdım, senin aleyhinde konuşmuş idim, sana iftirâ etmiş idim. O vakit insan değildim ben. Şimdi şemme-i Muhammedî benim burnuma geldi. Ben Muhammed kokusunu duydum. Ben Muhammed neşesine erdim. Şimdi insan oldum. Sana ilticâ ediyorum. Sen de Muhammedîsin, bana hakkını helâl et. Helâl ederse mesele kalmaz. Zerre, zerre meselesi. Geçiyoruz.
"Kul", Habîbim, Ahmedim, Resûlüm, Mahbûbum, Muhammedim, Mahmûdum ve Hamîdim, senin için kâinâtı halk eyledim, seni rahmeten-lil-âlemîn olarak gönderdim, sen rahmetsin, benim rahmetimin tecelliyâtısın, benim rahmet-i ilâhiyyemin tecessüm etmişisin, vücûdun rahmet kâinâtâ Habîbim Muhammed, söyle.
"Hüvellezî", o Allah ki, Celle Celâluhû Hazretleri.
Eyvâh! Biz Allah'ı anamızdan babamızdan işittiğimiz gibi biliyoruz, ekserimiz yani, estağfirullah sizi tenzih ederim ya, anamızdan babamızdan işittiğimiz gibi yani Allahaısmarladık der gibi biliyoruz filan böyle.
"Hüvellezî, Hüvellezî, Hû". O Allah ki, zât-ı ulûhiyyeti, hiç bir akıl terâzisi onu tartamaz. Noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarıyla muttasıf, istediğini istediğine vereni, istediği vakitde almak kudretine mâlik bulunan, bir tohumun içerisine milyonlarca okka buğday saklayan, zehirden şifâ, dikenden gül halkeden, yağsız toprakdan zeytinyağ meydana getiren Allah. Taş üstünde olur zeytin ağacı efendiler! Bu da basit basit anlatıyoruz, herkes anlasın diye. Bu gördüklerimiz, saydıklarımız, tanıdıklarımız. Bir de görmediğimiz, bilmediğimiz, tatmadığımız âlemler var. Onların da sâhibi Allah. Yağsız toprakdan yağ halk eden, tatsız toprakdan inciri ve balı halk eden Allah. Zehirden bal, arıdan, gene zehirden şifâ, yılanın zehirinden insanlara şifâ veriyorlar. Bunu Hakk halk etmiş. Bir katre menîden insanı halk eden Allah. Kolay mı? Bu semâvât ve ard, milyarlarca seneden beri devam etmekde. Muhammed sevgisine halk olunmuş. Evvelâ Nûr-ı Ahmed halk olunmuş.
Geçen hafta söyledim. Sakın zinhâr, Peygamber-i zî-şânının ismini anarken salât ü selâmsız anma. İbâdetler habt olunur. Yüksek sesle bağırsa bir adam Peygamber'ine. "لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ lâ terfa'û asvâteküm fevka savti'n-nebiyy", birbirimize seslenir gibi seslensek, ibâdetlerimiz habt olunur. Mutlakâ tazîm ve tevkîr lâzımdır. Yani Resûlullah'a muhabbet ve Peygamber'e ihlâs ile salât ü selâm vererek, sevgiyle. Yani Muhammed ismi anıldığı vakitde lisânen, kalbde muhabbeti peydâ olup, özünden gelen yaş gözünden akmalıdır. Aşk-ı Muhammed'le dökülen gözyaşı cehennem ateşini söndürür. Aşksız olmaz, muhabbetsiz olmaz.
Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetden ne hâsıl
Sallallahu aleyhi vesellem. Resûl'ünü iyi bil. Resûl'üne iyi sarıl. Resûl'ün sözlerini sakın hâ çiğneme. Sevgilini kırmadığın gibi, sevgilinin sözlerini. Hem de platonik aşkda, mecâzî aşkda sevgilini kırabilir misin? Kıramazsın değil mi? Asıl âşık olunacak burası, bu kapı. Bu aşk solmayacak. Sevdiğin kadının gözlerinin feri gidebilir, burnu ağzı akabilir, saçları ağarır ve dökülebilir, dişleri sökülebilir, beli bükülebilir. Fakat öyle bir aşk ki Muhammed Mustafâ'ya, Allah sana ve bana tattırsın bunu, bu aşk solmaz, sönmez, her gün bunun ateşi ziyâdeleşir. Tadanlar bilir.
Yalancı âşıksan çöl seni harâb edebilir. Hakkıyla âşıksan sen çölün ateini söndürürsün. İşitmedin mi, duymadın mı? Yarın yevm-i kıyâmetde Ümmet-i Muhammed sırâtdan geçerken, cehennem seslenecek, "Ey Muhammedîler! Ey âşık-ı sâdıklar! Hızlı yürüyün üzerimden, uçun, gidin. Zîrâ nûrunuz, aşkınızın nûru beni söndürüyor" diyecek. Var mı sende böyle bir aşka taleb?
Bedâva dünyâyı çiğneme! Yakın bir zamanda amel sandığına gireceksin. Annen seni batnında getirdi, sonra seni kucağında büyüttü, sonra bineklere bindin, otomobillere bindin, arabalara bindin, bindin bindin, tayyârelere bindin, sonra en nihâyet dört kolluya bineceksin. Cansız at kapıya gelecek yakın bir zamanda. Mal, mülk, kasa, kese, rütbe kaldırılacak. Yok. Hiç faydası yok. Belki mesûliyyeti var. Eğer dünyâda iyi kullandınsa, mükâfâtını görürsün. Sûistimâl ettinse, kötüye kullandınsa, mutlakâ belânı bulacaksın. Kim olursa olsun! Kaf'dan Kaf'a hükmetsen ecel yakana sarılacakdır. Mutlakâ a'mâl-i sâlih alâzımdır.
"Efendi, sen her hafta bize ölümden bahsediyorsun" dersen eğer, bu muhakkakdır. Gel sen ölmeden evvel öl de, ölmeden evvel ölenler olurlar, ölmezler. Hayvan ölür, insan ölmez. Buna hazırlık yap. İbâdetlerinizi terketmeyiniz. Bir gün gelir ibâdeti istersin yapmayı ama müsaade, fırsat vermezler sonra. Haber veriyoruz. Gel lisânın Allah derken Allah de. Konuşabiliyorsun şimdi, dilin söylüyor. Ama yalnız lisânen Allah deme. Bunun zevkini kalbin duymalıdır. Kalbinde olmayarak lisânen Allah dersen, münâfık olursun. Gel sonra esmâ üzerinde dur da esmâdan müsemmâya geç. Makâma tâlib olursan, makâmda kalırsın. Makâmın sâhibine tâlibsen, makâmın sâhibine vâsıl olacaksın. Hakk rızâsına yürü. Cennet hoş, cemâl hoş, hak ve gerçek.
İşte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem söylüyor, "Cennetde bana bir nehir gösterildi, sordum ismini Cebrâil'e, kâle lehû Receb, Receb nehri derler buna. Bu nehirden kim içer diye sordum".
Çünkü cennetde bal ırmakları var, süt ırmakları var, şarap ırmakları var. Senin vücûdunda da var onların hepsi, aynısı. Cenneti vücûdunda bulabilirsin. Cehennemi de vücûdunda bulabilirsin. Cehennemin nârını da vücûdunda bulabilirsin, cennetin nimetlerini de. Say!
Diyor ki, "Baldan daha tatlı, kardan daha soğuk, sütten daha beyazdı. Kim içecek Yâ Cebrâil diye sordum".
Biliyor kimin içeceğini. Şehrullaha girdin. Receb şehrullah, Şabân şehr-i Resûl, ümmetin şehri Ramazân-ı Şerîf'dir. Burada tövbe edip ibâdet tohumunu atanlar, Şabân-ı Şerîf'de gözyaşıyla sulayanlar, Ramazân'de mezrûâtlarını alırla. Haber veriyoruz. Vaktini boşa geçirme! Belki ömrünün son Receb'nin Cuma'sını kılıyorsun. Belki ömrünün son Cuma'sını kılıyorsun. Herkesin ensesinde Azrâil'in kılıcı geziyor. Âşıklar ölmezler.
Biz âşıkız biz ölmeyiz çürüyüp toprak olmayız
Karanlıklarda kalmayız bize leyl ü nehâr olmaz
Hakk'la beraber olacaksın sonra. Allah'a çağırıyorum seni yani.
"Yâ Cebrâil kim içecek? Buyurdu ki, Receb'de bir gün oruç tutan içecek bu nehirden". Hâssaten o verilecekmiş Allah tarafından. Böyle mi istiyorsun?
Bir de gelelim şimdi manâ kısmına. Receb'in birinci günü, dün, dün Perşembe birinciydi değil mi, birinci günü oruç tutanlar, üç sene oruç tutmuş gibi sevâb alırlar. İkinci günü bugün Cuma, ikinci günü Receb'in, bugün oruç tutanlar, iki sene oruç tutmuş gibi sevâb alırlar. Üçüncü günü oruç tutanlar, bir sene oruç tutmuşcasına sevâb alırlar. Dördüncü günü oruç tutanlar, bir ay oruç tutmuş gibidir. Ve nihâyetie kadar böyle devâm eder. Fırsatı kaçırma elden, sakın hâ! Bir zulüm dahi görsen sükût et, sana zulmeden zâlim belâsını bulacakdır. Receb ayıdır bu, eşhür-ı hurumdur çünkü.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 16 Mayıs 1980 (2 Receb 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.