Receb Ayının Fazileti ve Tövbe - Hutbe - 9 Mayıs 1980

11 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Hutbe

HUTBE

Kâlallahu Teâla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ
Kul hüvellezî enşeeküm ve ce'alelekümü'-sem'a ve'l-ebsâra ve'l-ef'ide,kalîlen mâ teşkürûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Yerin ve göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki ve hâliki ve rezzâkı olan Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, Kitâb-ı Kerîminde Furkân-ı Azîminde, yani Habîb-i Hudâ Şefî'-i Rûz-i Cezâ Melce-i Fukarâ, Ahmed, Hamîd, Hâmid, Muhammed Mustafa sallallahu teâlâ aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerine inzâl buyurduğu Kitâb-ı Kerîminde, Sûre-i Mülk'de, "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed" sallallahu aleyhi vesellem...

Dâimâ derslerde biz söyleriz, Cenâb-ı Hakk'ın Cenâb-ı Peygamber'e "Yâ Muhammed" diye hitâbı yokdur. Dikkat buyurursa Kur`ân-ı Kerîm'i okuyanlar ve anlayanlar, Efendimize hitâb, "Yâ eyyühe'n-nebiyy", "Yâ eyyühe'r-resûl", "Yâ eyyühe'l-müddessirü", "Yâ eyyühe'l-müzzemmilü" diye Cenâb-ı hakk Habîb-i Hudâ'ya tazîm etmekdedir, tazîmli konuşur. Sevfiği için mahbûbunu, metlûbunu, mergûbunu. Çünkü Allah için yaratdığı en sevgili mahlûk, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Kendisine mir`ât-ı Hakk edinmişdir. Ona hiç "Yâ Muhammed"k diye hitâb etmemiş, "Yâ eyyühe'r-resûl" diye hitâb buyurmuşlardır, tazîmen. Belki kendi aralarındaki muhabbetlerinde öyle bir hitâbda bulunabilir. O da samîmiyet ifâdesi. Fakat kullara düşen vazîfe Cenâb-ı Peygamber'in ismi anıldığı vakitde mutlakâ Resûlullah'ın sıfatlarını söylemek o kula vâcibdir. Hele âşıkana her ism-i Nebî'yi işittiğinde Resûlullah'a ve âline ve evlâdına ve ashâbına salât ü selâm okumak vâcib olur, âşıkânâ. Ulemâ bunun maddelerini ayrımışdır, fakat âşıkân için her ism-i Nebî'yi işittiği vakitde, muhakkak sûretde Fahr-i Risâlet'e ve evlâdına, ashâbına, ensârına, ehl-i beytine, ezvâcına, âline salât okumak vâcib olur. Şerâfet, fazîlet bundadır. Felâh ve necât bundadır.

Ümmet-i Muhammed, muhabbet-i Muhammediyyeyi kaybedince zillete düşdüler. İslâm dîni, âlîdir, o zillete düşmez. Onun gurûbu yokdur, o dâimâ tulû'dadır, yükselmekdedir, gurûbu yokdur. Fakat müslümanlar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden muhabbeti kesince, muhabbet azalınca gönüllerinde, Cenâb-ı Hakk müslümanları zillete düşürmüşdür. İzzet, Allah ve resûlündedir. Allah'ın resûlü olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı bir adam ne kadar severse, ister ferdî, ister cemiyet bakımından, ister millet bakımından, o millet, o kavim, o kişi yükselir ve yücelir ind-i ilâhîde. Allah indinde mergûb ve mahbûb olur. Bu Ümmet-i Muhammed'in başına gelen felâketlerin bir tânesi de muhabbet-i Muhammediyyenin Ümmet-i Muhammed'in kalbinden silinmesidir. Çünkü îmânın kemâli, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi her şeyinden ziyâde sevmekledir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlar ki, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Tekrar ediyorum gene. "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız. Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe, evlâdından, malından, rütbenden, kasandan, kesenden, her şeyinden her şeyinden ziyâde sevmedikçe, îmânın kemâle ermez, vâsıl olmaz". Îmânın kemâli, îkân ve ihsân ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerini her şeyinden ziyâde sevmekledir. 

Bunu kalbine yerleştirirsen, hem dünyâ saâdetine hem âhiret necâtına erersin. Resûlullah'ı sen ne kadar seviyorsan, bil ki, O'nun sana karşı muhabbeti o kadardır. Çünkü kalbden kalbe yol vardır. Hattâ Cenâb-ı Fahr-ı Risâlet şu kelimeyi kullanmış ki bizim için ne kadar büyük bir tebşîrât, ne kadar büyük müjdedir. Demiş ki ashâbına, "Benim kardeşlerime selâm söyleyiniz". Demişler ki ashâb-ı kirâm efendilerimiz, rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn, "Yâ Resûlallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz? Senin kardeşlerin kimlerdir?". "Sizden sonra gelecek olanlar. Beni görmeden bana îmân edenler. Beni görmeden beni sevenler. Beni görmeden bana âşık olanlar".

Nice âşıkân vardır şimdi, gecelerde sabaha kadar aşk-ı Muhammed'le uyumaz. Dîdeleri giryân, gönülleri büryândır yani kalbleri aşk-ı Muhammed'le yanar, gözlerinden yaş akıtırlar. Tek, Resûlullah'ın bir iltifâtına, bir nigâhına, yani bir bakışına hayrân olanlar vardır. Nice evliyâullah var ki onlar da sohbet-i Muhammedîdedir. Meselâ es-cümle, Muhammed Bahâeddîn Nakşbendî Hazretleri buyuruyorlar ki, "Ben bir ân Resûlullah'ın cemâlinden dûr olsam...". Bir ân! Ân demek gözü açıp kapamakdır. Gözü açıp kapamakdır. "Bir ân Resûlullah'ın cemâlinden dûr olsam kendimi tedennîde bilirim" diyor. Yani dâimâ Huzûr-i Risâlet'deyiz diyor. Muhabbete bağlıdır, kalbden kalbe yol vardır. 

Evet, "Yâ Resûlallah biz senin kardeşlerin değil miyiz?". "Siz benim ashâbımsınız, arkadaşlarımsınız. Beni görmeden bana îmân edenler kardeşlerimdir. Öyle kişiler gelecek ki benim için her şeylerini fedâ edecekler". Etmediler mi? Ümmet-i Muhammed'den böyle zevât yok mu? Var. Bunlar bizim önderlerimiz. Bunlara bakarak bunların yolundan yürümekle mükellefiz. Muhammed uğruna, sallallahu aleyhi vesellem, ve Kur`ân uğruna ve İslâm uğruna her şeylerini fedâ edenler. Çocuklarını harbe birer birter gönderip, "Haydi, şehâdetinizi göreyim, i'lâ-yı kelimetullah için, bu makâma yükseleyim, haydi evlâdım!". Hattâ anneler bile çocuklarını götürmüşler de harbe, anneler evladlarını, "Haydi evladlarım, düşman ile ceng ediniz, düşmandan yüz çevirirseniz ederseniz, bir mememden verdiğim süt kan olsun, bir mememden verdiğim süt irin olsun" demişlerdir. Muhadderât-ı islâmiyyeden bir çok hanımlar, i'lâ-yı kelimetullah için harbe giden evladlarının atlarının üzengilerine saçlarını kesmiş bağlamışlardır ki vücûdumuzdan bir parça bulunsun meydân-ı harbde diye. Allah cenginde, Allah harbinde. 

Evet efendiler! En mühim, size bütün ibâdetlerin başını söyledim. Bütün rızâ-yı ilâhînin ibtidâsını söyledim size. Muhabbet-i Muhammediyye! Bu da en ufak sünnetinden en büyük sünnetine kadar, ferdî sünnetleri var Peygamberimizin, ictimâî sünnetleri vardır, onlara riâyet, Resûlullah'a muhabbetdir. Kuru kuruya, "seviyorum" demek, iddiâsında bulunmak o da bir iddiâdır ama sen seversin acaba o seni sever mi diye düşünmen lâzım gelir. Sen "Rabbim Allah" diyorsun ama Allah sana kulum diyor mu, bunu düşündün mü hiç? "Nebîm Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm" diyorsun ama Resûlullah seni ümmetliğe kabûl etdi mi? Bundan haberin var mı? "Kitâbım Kur`ân" diyorsun ismin dîvân-ı ilâhîde ve dîvân-ı îmânda mukayyed mi? Bunu biliyor muyuz? Bilmiyoruz. 

Onun için işin başı, ibtidâsı aşk ile başlar, her şey aşk ile nihâyet bulur. Bu aşk da ancak Muhammed Mustafâ'yadır. Onun için Cenâb-ı Allah Celle ve Tekaddes Hazretleri buyurmuşlar ki, "Söyle Habîbim Muhammed onlara, قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ kul in küntüm tuhibbûnallahe, fettebi'ûnî yuhbibkümüllah, söyle kullarıma, eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar, senin boyanla boyansınlar, seni sevsinler ki beni sevmiş olalar, sana itâat etsinler ki bana itâat etmiş olalar. Sana ihânet bana ihânetdir. Senin elini tutan benim elimi tutmuş olur. Benim elim, benim kudretim her şeyin fevkindedir. اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallah, yedullahi fevka eydîhim". Peygamber'e ihânet, Resûlullah'a, Allah'a ihânetdir. Dîn-i İslâm'a ihânet, Allah Resûlüne ve Allah'a ihânetdir. 

Onun için kendini çek çevir. Ordulara mâlik olsan, Kaf'dan Kaf'a hükmetsen, Zülkarneynler gibi, Süleymanlar gibi, âkıbetin ölüm! Seni tek başına bir kabre koyacaklar, arkandan ordularını falan götüremezsin. Ancak götüreceğin, manevî yükler götüreceksin sırtında. Sırtında manevî yükleri! Ya mesûliyyeti, ya memdûhiyyeti götüreceksin âhiret âlemine.

Şimdi, Cenâb-ı Hakk buyuruyor, "kul hüvellezî"...Oradan açıldı mesele de. "Kul hüvellezî, Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed". Bu esmâ-i mübârekeyi kullanıyoruz ki, halk anlasın diye, bilsin diye. Bize câiz değil. Gene tekrar ediyorum, ben hemen hemen her dersimde söylerim bunu. Hâfızlar meselâ kasâid okuyorlar, kasîdeler Peygamberimize, "Yâ Muhammed" diye okumaları katiyyen câiz değildir. Allah'a kasem ederim ki yapılan ameller habtolunur, bâtıl olur yani. Muhakkak Peygamber'e tazîm lâzımdır. "Yâ Resûlallah" diye okumalıdır. Ama bizim burada konuşduğumuzun manâsı, zamanımızda bir çok insanlar Peygamber'in kim olduğunu bildiği yok. Şeytan'ın sol bacağını bilir, Peygamber'in kim olduğunu bilmez. Askerlikde başıma geldi çünkü. Bana din dersi verdiler, halka din dersi vereyim diye. Askerlerin birkaçına sordum, "Peygamberin kimdir?" diye. Biri Abdülhamid dedi, SUltan Abdülhamid için söyledi, birisi Atatürk dedi, birisi şu dedi, birisi bu dedi, böyle yani o kadar millet dîninden böyle bîgâne kalmışdır. 

Senin ceddin yirmi iki yaşında İstanbul'u fethetmiş, şimdi yirmi iki yaşında bir adam abdestini bildiği yokdur. Yürümesini dahi bilmiyor, bırak abdest almasını. Avrupalılar, garblılara aya çıkarken bize yolda yürümesini unutturdular. Yolda nasıl yürünür, âdâb-ı muâşeret nedir yürürken, onu bilmiyoruz. Kusura bakmayalım, derdlerimizi söyleyelim ki devâ bulalım. Derdini söylemeyen devâ bulamaz. Derdini bir adam teşhis edemezse oraya ilaç süremez. Derdi bilelim bir defa evveliemirde. Bize kim bu işi yaptırdı? Bu afyonu kim yutturdu bize? Bunu aradın mı hiç sordun mu?

Evvelâ kendinden mesûlsün. Çünkü herkes kendi kapısının önünü süpürürse, şehir temizlenir. Bir feylesof böyle söylüyor. Herkes dînini bilirse, herkes dînini bilir. Bunu yapmadık biz. Ne çocuklarımıza dînî bir terbiye verdik, ne Allah'a yönelttik onları. Dünyâ husûsâtında, yaşamaları için her türlü yardımı yapdık. Aman zayıf olmasın, besleyelim. Şunu şöyle yapalım, bunu böyle yapalım. Hattâ Allah'ın ibâdetine bile kaldırmadık sabahleyin uykusu bozulmasın diye, rahatsız olmasın diye. Fakat hiç maneviyyatdan bir nesne vermedik. Verenlere ne mutlu. 

Ben sizi tenzîh ederim, buraya gelen cemâatimi, ki bir dînî terbiye, Allah yolu gösterilmiş onlara ki buraya geliyorlar. Ve Allah'ın davetlilerisiniz efendiler. Allah'a kasem ederim ki sen buraya gelmedin, Allah seni huzûruna kabûl etdi, Allah getirdi seni buraya. Her ne kadar sen "irâde-i cüz'iyyem yok mu?" filan dersen, o meseleyi, o bahsi başka bir zamanda konuşuruz seninle, o bahsi. Allah murâd etdi seni huzûruna aldı. Allah murâd etmezse, çok adam var kalbi yanıyor, "Ben de geleceğim mescide, tövbe edeceğim" diyor ama bir türlü tövbe edemiyor, tövbeye vâsıl olamadı bir türlü. Ha bugün ha yarın, böyle diyenler, helâk oldular. Tövbe ayı geldi Receb ayı bak önümüzde. Perşembe günü biri.

Hazret-i Hasen İmâm-ı Ali'den, İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh Resûlullah  sallallahu aleyhi vesellemden haber veriyorlar. 

Kulağını benden yana iyi aç. Câmiye geldin bir şey al git. Uyumaya gelme buraya. Hep uyuya uyuya bu hâle geldik. Benden almayıp Rezzâk'dan alıyorsan mesele yok. 

Hazret-i Hasen kim? Hafîdi'n-Nebî, Resûlullah'ın pek sevgili torunu, İmâm-ı Hasen, Hazret-i Fâtıma'nın yavrusu.  Peygamberimiz onu sırtında taşırdı, omuzlarında, Hazret-i Hasen ve Hüseyn'i omuzlarında taşırdı. Küçükken. Namazdayken üstüne binerler Efendimizin, onları secdeden kaldırır Cenâb-ı Peygamber yukarıya, sonra secdeye giderken indirirdi aşağıya. O kadar severdi kendilerini yani. 

Hazret-i Hasen, babası Hasen'den, yani İmâm-ı Ali'den, hasen güzel manâsına, İmâm-ı Ali'de, Hasenü'l-Hasen'den yani güzellerin güzeli olan Muhammed Mustafâ'dan Mahbûb-i İlâhî'den şu haberi veriyor...

Efendiler! Tövbe ayı geldi. Kötü huyun varsa, kötü alışkanlıkların varsa, günah insanı kâfir yapmaz, yani irtikâb-ı meâsî küfrü mûcib değildir bizim mezhebimizde, bizim itikâdımızda, sünnî itikâdında yani, fakat kötü alışkanlıkları at. Kabre gidecek yoldaşını seç burada. Tek başına gideceksin oraya, yanına bir arkadaş götüreceksin. Onun için iyi arkadaş seç yanına. Kötü alışkanlıkların beraber gidersin sonra âhirete. Yani sarhoş bir adam, içkiye mübtelâ, içkiyle beraber gitmez, o içki başka şekle girer sonra orada, şekli değişir onun. Fenâ şeyler, yılan oluverir sonra, beraber götürürsün yani. Azgın bir kelb olur, bazı amel vardır, o amelde bulunanlar, âhiret o amel ona, azgın bir kelb olur, onun dübüründen onu yer. Harama bakan gözlerin bakışları maneviyyatda kurşun eritilir o harama bakan gözlere dökülür, patlatılır o gözler. Harama bakmak göz dikenidir. Gözünü, kulağını, elini, ayağını, dilini, Hakk'ın rızâsından gayrı yerlerde kullanma.

Tövbe ayı geliyor, Receb ayıdır. Tekrar ediyorum size. Tövbe edin efendiler! Tövbeden murâda da "Tövbe Yâ Rabbi" demek değil. Allah'ın sevmediği huylar varsa, kendimizi bir hesâba çekelim, onları terkedelim. Allah'a sığınalım, Allah'a terkettirelim. Sen terkedemezsin! "Yâ Rabbi ben nefsimin mahkûmuyum, yapamıyorum, bana yardım et" diye Cenâb-ı Hakk'a yalvar, ağla ki, seni o huydan vazgeçirsin. Geçiyorum. Şu şu, bu bu diye konuşmadık, şahıs da koymadık ortaya, umûmî konuşuyoruz. Tövbe ayıdır, Receb ayında kim tövbe ederse, Allah o tövbeyi müstecâb eder ve tövbesinde o kimse sâdık olur. Yüzlerce adam cigaraya tövbe etmişdir Receb ayında ve içmemişdir bir daha, li hikmetillâhi teâlâ. Nice böyle kötü alışkanlıklara alışanlar, Receb ayında terk etdi mi, tövbe ederse eğer, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, onun tövbesinde onu sâbit kılar. Tövbesini bozmaz yani. Sâbit kılar dediğim o. Tövbesinde durur yani Türkçesi.

Şimdi, Hazret-i İmâm-ı Hasen babası Hasen'den, babası Hasen, Hasenü'l-Hasen olan Hazret-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellemden, güzeller güzelinden, güzeller güzeli Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden haber veriyor. "Senede dört gece vardır". 

Bu manâları da "kul"den çıkardık yani. Geçen hafta bu âyetden size biraz bahsetmişdim. Ama inşâallah bugün bunu konuşacağız sonra haftaya gene anlatırız, Allah ecelden aman verirse. 

Evet. Senede dört gece vardır ve malûmdur ve müsellemdir. Birisi Receb'in ilk gecesi. Kandil gecesi değil, kandil gecesi ayrı. O Leyle-i Regâib o. Receb'in ilk akşamı. 

Ki Çarşamba günü gecesi. Bu sene öyle düşüyor. Çarşamba gününün akşamı, Perşembeye bağlayan gece, Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece. Arabda geceden alınır gün. Gece hesâbıyla girilir, geceyle girilir. Onun için meselâ bazı adama diyorsun ki Cuma gecesi, herif Cuma gününün akşamı geliyor. O Cumartesi gecesidir o. Yani Çarşamba günü akşamı dediğin vakitde, Çarşamba gününün akşamı demek, Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece demekdir, dîn lisânında. Kavrayabildik mi?

Receb'in ilk gecesi bir. Şabân'ın on beşinci gecesi yani Berat Kandili, o akşam kandil yanıyor. Şabân'ın on beşi, Berat Kandili, iki. Bayram gecesi, Ramazan Bayramı gecesi. Şeker Bayramı değil. 

Şeker Bayramı, Kamış Bayramı, Hamursuz Bayramı, bunlar Yahudilikde var. İslâm'da Fıtra Bayramı, Yardım Bayramı vardır, Ramazan Bayramı vardır. O bayramın isimleri bunlardır. Iydü'l-Fıtr, Fıtra Bayramı, Yardım Bayramı. Yâhud Iydü'l-Ramazân, Ramazan Bayramı. Şeker Bayramı yok. "Peki Şeker Bayramı neden çıkmış?" diye bana sorarsan, onu da söyleyelim, sırası gelmişken. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bayram sabahı, Ramazan Bayramı sabahı mescide giderken ağzına tatlı bir şey alırmış, o vakit şeker yok, hurma yâhud bal tadarmış. Bu sünnet-i Resûl'dür, büyük şifâsı vardır, Cenâb-ı Peygamber'in sünnetleri icrâ edildiği vakitde. Mescide giderken tatlı almasından. Kurban Bayramında bir şey yemeden giderlerdi, kurban etiyle oruçlarını açarlardı. Yani oruç tutmuyor da yemezlerdi, kurban etiyle karınlarını doyururlardı. Ramazan Bayramı sabahı ise, biraz tatlı ağızlarına alırlardı. Yani umûmî olarak tatlı. Yani bal ya pekmez veyâhud hurma. Arabistan'da hurma bol, onu alır giderlerdi. Buna binâen Ramazan Bayramı sabahı şeker verirler. Ona kinâye olarak Şeker Bayramı demişler sonra. Şeker Bayramı değil. Yutturmuşlar yani bize sonradan. "Efendi sen bunun üzerinde niye duruyorsun?" . Küçük şeyler bazen insanın midesini çok bulandırır da onun için durdum bunun üzerinde. Hani koca bir tencere yemeğin içerisine bir tâne sinek düşse, insanın midesi bulanır. Bir şey yapmaz o sinek ona ama. Dikkat buyur ne demek istediğime. Onun için Ramazan Bayramı demek daha hayırlıdır kardeşlerim, öyle deyiniz. 

Hazret-i Hasen diyor ki, İmâm-ı Hasen, babası Hasen'den, babası Hasen, Hasenü'l-Hasen olan Muhammed Mustafâ'dan, "Senede dört gece vardır. Birisi Receb'in ilk akşamı". 

Yani bu sene Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece. Ertesi gün kandil yanacak. Perşembeyi Cumaya bağlayan gece kandil yanacak. Çünkü Receb ayının ilk Cuma gecesi kandil yanar. Leyle-i Regâib'dir. Melâike o geceye rağbet ederler. Semâvât ve ard rağbet eder o geceye. Acaba neden? Çünkü Hazret-i Âmine Hazret-i Resûlullah'a hâmile olduğunu farkına vardığı gecedir. Zuhûr-ı Muhammed'e müjdedir. O geceye bütün melâike rağbet etmişlerdir. Geçiyoruz. 

Ramazan Bayramı gecesi, üç. Kurban Bayramı gecesi dört. Bir daha sayalım hatırımızdan çıkmasın. Receb ayının ilk akşamı, ilk gecesi. Şabân'ın on beşi, Leyle-i Berat. İki bayram geceleri, Ramazan Bayramı gecesi, Kurban Bayramı gecesi.  Diyor ki Cenâb-ı Peygamber, "Semâvâtdan yağmur yağdığı vakitde, kuvvetli bir yağmur, nasıl her tarafı ıslatırsa, rahmet-i ilâhiyye böyle tecellî eder" diyor. "Rahmete müstağrak olursunuz o gece" diyor. Bütün semâvâtın kapıları açılır. Allahu Teâlâ'nın münâdîleri nidâ eder, "Allah'dan isteyen yok mu, istesin bu gece" der. "Tövbe eden yok mu, tövbesi müstecâb ola". "Cennet isteyen yok mu cennet verile". "Cemâl-i ilâhîye âşık olan yok mu, âşıklara cemâl verile". Münâdîler nidâ ederler sabaha kadar. O geceyi gafletle geçirme. Hiç olmazsa Yatsı Namazına cemaate çık. Yatsı Namazını cemaatle kılarsan eğer, o geceyi ihyâ etmiş olursun. 

Âşıklar için fazla uyumak câiz olmaz. Diyor ki Bâyezid-i Bestâmî Hazretleri, "Ben bir akşam yatıyordum, ayaklarımı uzattım. Bana şöyle nidâ ettiler. 'Ey Bâyezid! Pâdişahın huzûrunda olsan böyle ayak uzatabilir misin?' dediler, hemen toplandım" diyor. Çünkü pâdişahlar pâdişahı huzûrundasın her dâimâ. Nerede olursan ol, pâdişahı halk eden, kâinâtı yokdan vâr eden Allah huzûrundasın, ayağını uzatabilir misin? Günah yapabilir misin? Allah her yerde seni ve beni görmekde. Îmânını bu mertebeye erdir. 

Fenâlık yapacağın vakit aklına gelsin ki Allah seni görüyor. Ey fenâlıkla bakan göz! Seni gören bir göz var! Seni bir görücü var, bunu hatırından çıkarma sakın hâ! Hiç gaflete gelmez, gafleti terket, yırt o perdeyi. Çok yaklaşdı, çok yaklaşdı. Hemen hemen güneş gurûba varıyor. Çarşıların dükkanları kapanmaya başladı. Alacağın metâı al. Aldığın metâı da iyi metâ al götür. Bulduğunu toplayıp çuvala doldurma. Yani yılanı, çıyanı beraber götürme. Seç metâlarını. Sonra çok pişman olacaksın, fayda yok. Ağlamanın faydası hiç olmayacak. Ne malın, ne kasanın, ne evlâdın, ne kesenin, ne rütbenin hiç bir faydası yokdur. 

Nice kabristanlara gitdim gördüm, hepsi amelleriyle başbaşa kalmışlar, kimi feryâd u figân etmekde, kimisi düğün dernek etmekde Rabbiyle. Bazı kabirlerde düğün dernek var. Safâya dalmışlar, zevke dalmışlar Allah sohbetinde. Hûrilerin enis, yoldaş olmalarından kabirleri cennet bahçeleri olmuş. Bazılarını görüyoruz ki ateş içerisinde kıvranıyorlar, hâlâ kıvranıyorlar ve kıvranacaklar. Kıyâmete gününe kadar kıvranacaklar! Mâdem ki hayatlarının kıymetini bilmemişler. Firavunlar gibi. Allah diyor ki Firavun hakkında, "Akşam sabah onlar nâra arz olunur" diyor. Firavun gibi olanlar, kıyâmet gününe kadar ateşe arz olurlar, akşam ve sabah. Yakın zamanda bu amel sandığına gireceksin. Çünkü âyetin altı da öyle geliyor zâten.

Haydi Receb ayına hürmet eden bir hanımın bir kıssası aklıma geldi. Hemen hemen her Receb anlatırız ama sene uzun olduğu için unuturuz. Onu anlatayım size ve bitireceğim hutbeyi, fazla sizi üzdüm, yoruyorum. 

Beytü'l-Makdis, Beytü'l-Mukaddes, yani şimdi bugün maalesef, Yahudilerin elinde olan yer. Dünyâda üç büyük makâm vardır. Mescidü'l-Harâm, Kabetullah. "Mescidî", Resûlullah söylüyor, "Benim mescidim olan Medîne-i Münevvere". O'nun minberiyle makberi arasındaki yer, cennet bahçesinden bir bahçedir, gören için, bilen için. Hele aşıklar için. Medîne'nin toprağı, Resûlullah'ın ayağını basdığı yerler, gözüne sürme çeker âşıklar. O toprağı gözüne sürme çeker. Ağlayıp Muhammed yoluna gözlerini kör edenler de, aşk-ı Muhammed'le ağlayıp kör olan o gözler Hakk cemâlini görür. "Mescidî", Ravza-yı Mutahhara. O da bizim elimizdeydi yakın zamana kadar, elli dört sene evveline kadar, elli beş sene evveline kadar. Koca bir imparatorluk bir anda mahvoldu, i'lâ-yı kelimetullah için çarpışan dedelerimizin rûhları a'lâ-yı illiyyînde. Fakat cesedlerinin üzerine pis, cenâbet kâfirlerin pis ayakları basıldı. Hayırsız evladları yüzünden oldu bu hâdise, hayırsız evladları yüzünden.  

Ne oldum deme, ne olacağım de. Eğer bu kafayla gidersek burası da böyle olacak. Allah bunu göstermesin. Bu kafayla gidersek. Gelin efendiler, Allah'da birleşelim, Resûlullah'da birleşelim vve sevişelim. İş tevhîdde olur. Kuvvet birlikdedir, parçalanmayalım. Bak görüyorsunuz ya, birini söylerken birine geçiyoruz, bir ekmek bütün yutulmaz. Evvelâ kesilir, dilim dilim kesilir, sonra yenir o. Bütün yutulur mu? Yutulmaz. Birlik buna benzer. 

Hani köylü amca bile çocuklarını çağırmış da, demiş, "Bana tyirmi sopa getirin" demiş. Ölüm ânında, köylü amca. Köylü amca bize ders vermiş, âlimlere. Âlimler bile gafletde hâlâ. Köylünün dersinden ders alamamışlar. Yirmi çocuğu varmış, hepsi birer sopa getirmişler. "Kırın o sopaları" demiş, kırmışlar. "Yirmi sopa daha getirin". Getirmişler. Yirmi sopayı biraraya bağlamış, "Kırın bunu" demiş. Uğraşmışlar, kıramamışlar. "Ne anladınız bundan?". "Bir şey anlamadık". "Ben öldükden sonra parçalanırsanız, tek sopalar kırıldığı gibi hepinizi sizin kırarlar, mahvolursunuz. Ama yirminiz biraraya toplanıp vahdetde bulunursanız, vahdete bürünürseniz, vahdet nûruna, kimse sizi kıramaz" demiş. Anlatabildim mi acaba?

Kurd bakıyor, koçlar dövüşüyor. Kurd diyor ki koçlara, "Dövüşün dövüşün yorulun, ben gelir sizin ikinizi de yerim" diyor, "ikinizi de yiyeceğim" diyor. Bekliyor kurd yukarıda. Kanlarının içersinde İstanbul var, sana söyleyeyim. Hazmedemiyorlar hâlâ. Kudüs'ü aldılar, hazmedemiyorlar. Mekke'yi, Medîne'yi de manen aldılar. İktisatları onların ellerinde. Allah müslümanlara akıl vere. Geçiyoruz.

"Mescidî", Medîne-i Münevvere. Bir de Mescid-i Aksâ, Kudüs. Mukaddes bir yer ki Cenâb-ı Allah Sûre-i İsrâ'da, "سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا sübhânellezî esrâ bi abdihî leylen mine'l-mescidi'l-harâmi ile'l-mescidi'l-aksâ" buyuruyor. Mescid-i Aksâ elimizden çıkdı. 

Efendiler! Burada bir söz daha söyleyeceğim. Duramıyorum söylemeden. Elinden bulunan nimetin şükrünü Allah'a vermeyenler, o nimeti kaybederler. Allah sana bir çok nimetler verir, onun şükrünü îfâ etmedin mi, Allah elinden alır. Unutma bunu sakın hâ! Maddî, manevî.

Kudüs'de bir kadın varmış, Mescid-i Şerîf'i süpürürmüş, hizmet edermiş oraya. Receb ayı geldiği vakitde, her gün on bir ihlâs-ı şerîf okurmuş, Receb ayına hürmeten. Her fânî gibi vakti yaklaşmış, oğlunu çağırmış demiş ki, "Evlâdım, ben öleceğim. Sakın bana yeni kefen sarma" demiş. "Allah'ın mescidini süpürdüğüm şu elbiseler var ya, benim için budur şâhid. Ben bununla Cenâb-ı Hakk'a gitmek istiyorum. Hep O'nun beytini bu elbiseyle süpürdüm, bununla beni göm" demiş. Çocuk halkın onu kınayacağından korkarak, temiz kefene bürümüş annesini, yani vasiyetini dinlememiş. Çünkü diyecekler ki, "Bak, annesine bir kefen almadı" diyecekler diye, halkın levminden korkmuş ve kadını yeni kefenle gömmüş. O gece annesini rüyâda görmüş, "Niye benim vasiyetimi yerine getirmedin. Ben senelerce burda, elli altmış sene Allah'ın mescidi olan Mescid-i Aksâ'yı süpürdüm, o elbiseyle Allah huzûruna varmak isterdim" deyince çocuk yapdığına nâdim olmuş. Hemen sabahleyin kalkmış, annesinin eski elbiselerini almış, "Götüreyim kabre, hiç olmazsa üzerine örteyim" demiş. Gitmiş kabre, kazmış kabri, bir de bakmış, kabirde kimse yok. Hiç bir ferd yok kabirde. Kabir bomboş. Dün gömmüşler, ertesi gün gelmiş. Şaşırmış, ne oldu diye. O vakit, kendisine sessiz, sözsüz, cihetsiz bir hitâb vukû bulmuş : "Receb'de bize hürmet edenleri biz kabirde yalnız koymayız, yanımıza alırız" diye. Bu kâfî geldi.

Kötü huylarını bırak, tövbe istiğfâr et, ibâdete başla. Ve sakın terketme ibâdetini. "Ben gencim, istikbâlde yaparım" filan deme. Günahsız adam olmaz. Günah işlersen tövbe et Allahu Teâlâ'ya. Ama ibâdetden geri durma. Ama günah işleme. Günahın küçüğü büyüğü olmaz, Allah'a isyândır.   

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 9 Mayıs 1980 (24 Cemâziyyülâhir 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön