Resûl-i Ekrem Efendimizin Fakr u İstiğnâsı

7 Eylül 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Hücre-i Saadet

Resûl-i Ekrem Efendimiz fakr yolunu tutmuşlar, dünyâdan ve ehl-i dünyâdan yüz çevirmişlerdir. Nitekim "el-fakru fahrî" buyurmuşlardır. O'nun istiğnâsı hakkında sayısız misâller vardır. Başda yaşadığı mekân bunun en büyük delîlidir. Efendimizin Medîne-i Münevvere'deki evine ev dahi denilemez, zîrâ küçük bir odadan ibâretdir. Bu yüzden Hücre-i Saâdet tabîr edilir, hücre Arapça oda demekdir. Bu küçük odada bulunan eşyâ da bir kaç parçadan ibâretdir ve hepsi de son derece basitdir, sâdedir, maddî kıymeti olmayan şeylerdir. Meselâ yatağı, üzeri deri, içi hurma lifi ile doldurulmuş basit bir şilteden ibâretdir. Diğer eşyâları ve kıyâfetleri de hep böyledir. En mühimi hiç eşyâsı yok gibidir, zarûrî olanlar dışında hiç bir şey tutmazdı Efendimiz elinde. Ne gelirse dağıtırdı, verirdi. Hattâ o derece verirdi ki bazen elinde verecek bir şey olmazdı, borç alır gene verirdi. Hattâ bir seferinde yine böyle yapınca Hazret-i Ömer dayanamamış, "Yâ Resûlallah, haydi elinizde olanı veriyorsunuz, ama elinizde olmayandan sorumlu değilsiniz ki" deyince Efendimiz'in canı sıkılmış, yani hoşuna gitmemiş bu söz. O esnâda ensardan bir zât, "İnfâk et Yâ Resûlallah, Allah sana elbette lutufda bulunacakdır" deyince, Efendimizin yüzü gülmeye başlamış ve "İşte ben bununla emrolundum" buyurmuşlar. Bunun gibi çok misâl var.

Efendimizin bir husûsiyyeti de evde ertesi gün için hiç yiyecek bulundurmamalarıdır. O gün yenilenlerden artan bir şey olursa, mutlakâ fukarâya dağıtır, bir dilim ekmek dahi bırakmazlardı. Hanımları bu duruma dayanamayıp şikâyet etmişler, demişler ki, "Yâ Resûlallah, ne kalırsa hep dağıtıyorsun, sabah tamtakır bir eve uyanıyoruz, hiç değilse sabah kalkdığımız vakit bir dilim kuru ekmek yahud bir avuç un bulalım" filan dediklerinde onlara darılmış günlerce kendileriyle konuşmamışdır. 

Bir başka misâl de şu. Bir gün Efendimizin yüzü solgunmuş, hiç keyfi yokmuş yani. "Yâ Resûlallah neyiniz var, keyfinizi kaçıran nedir?" diye sorduklarında, "Dün getirilen yedi dinar yüzünden sıkıntılıyım. Geceyi o paralar yatağımın kenarında olduğu hâlde geçirdim, gün içinde onları dağıtamadım, onun için canım sıkkın" buyurmuşlar. 

Dikkat buyurun, Efendimiz imkânı olmadığından değil, bilakis her türlü imkâna sâhib olduğu hâlde böyle yaşamışdır. İsteseydi krallar gibi yaşayabilirdi. Köşkler yaptırabilir, hizmetçiler tutabilir, en pahalı elbiselere bürünebilir, en kıymetli eşyâlara sâhib olabilirdi. Zîrâ peygamberliği yanında aynı zamanda devlet reisi idi. Herkes O'nun emrindeydi. Üstelik mal mülk O'na zarar da veremezdi. Zîrâ nefsânî sıfatlardan tamâmen ârî idi Efendimiz. Malûm ya Süleyman aleyhisselâm hem peygamber hem de kudretli bir hükümdar idi, mal, mülk, kudret, kuvvet ona zarar vermedi. Demek ki böyle yaşamasında bir takım hikmetler var. Nedir onlar? 

Her şeyden önce dünyânın alâkaya değmeyecek bir şey olduğunu gösterdi. Dünyâ muhabbetini terk etmek gerekdiğini gösterdi, hırsdan, tamahdan, hubb-i mâldan kurtulmak gerekdiğini gösterdi. İkincisi, malsız, mülksüz, parasız, pulsuz da pekâlâ yaşanabileceğini gösterdi. Tevekülün ne demek olduğunu öğretdi. Rızık endîşesi çekmeden yaşamak nasıl olur, onu gösterdi. Cömertliği öğretdi, vermenin, infâk etmenin, hattâ muhtâc iken vermenin ne büyük fazîlet olduğunu gösterdi. Sabrı öğretdi, kanâati öğretdi, merhameti ve şefkati öğretdi. Çile çekmeyi öğretdi, nefs ile mücâdeleyi öğretdi, nefsin ıztırab çekmesinin kötü bir şey olmadığını bilakis, rûhun yükselmesi için bunun şart olduğunu öğretdi. 

Ve nihâyet zenginliğin ne demek olduğunu öğretdi Hazret-i Peygamber. Zenginlik mal, mülk, para pul sâhibi olmak demek değil, mala mülke paraya pula ihtiyâcı olmamakdır. Cenâb-ı Hakk'ın Ganiyy esmâsı da bu manâya gelir. Çünkü Allah her şeyden müstağnîdir, hiç bir şeye ihtiyâcı yokdur Cenâb-ı Hakk'ın. Cenâb-ı Peygamber, mir`ât-ı Hakk olmaları hasebiyle Hakk'ın bütün sıfatlarına sâhibdir. İşte O'nun fakr u istiğnâsının en büyük hikmeti de budur.

Listeye geri dön