Resûlullah'a Hürmet ve İttibâ - Hutbe - 11 Haziran 1982

23 Mart 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Müflis

HUTBE

Kâlallahu Azze ve Cell.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Kul in küntüm tuhibbûnallâhe fettebi'ûnî, yuhbibkümullâhu ve yağfirleküm zünûbeküm, vallâhu gafûru'r-rahîm.
 Sadakallahü'l-azîm.

Allah'a ve Resûlüne îmân etmekle kalbleri îmân nûruyla tezyîn olan ve yüzleri nûr-i îmân ile münevver olan mü'minler!

Receb, Şabân derken Ramazân kapıya geldi dayandı. Biliyorsunuz, söylemiş idik, Receb şehrullah, Allah'ın ayı, Şabân da şehr-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, Ramazân da Ümmet-i Muhammed'e verilen, Allah'ın rahmetinin cûş u hurûşa geldiği ve Kur`ân-ı Mübîn'in nâzil olduğu ay ki ayn-ı rahmet. Kalblerinde îmânı olanlar, bu ayı karşılamak için, hânelerini, dükkânlarını, temizlerler, tathîr ederler, süslerler. Ve Ramazân geldiği için gayr-ı irâdî olarak içlerinde bir sevinç duyarlar. Ama Allah'la arası iyi olanlar. İyi olmayanlara oruç gâyetle ağır bir ibâdetdir. Onlar, belki Ramazân'ın gelmesinden nefret duyarlar. Kalblerinde nûr-i îmân olanlar, bir muhabbetle, Ramazân-ı Şerîf'i karşılamaya gayret ederler ve hânelerini, evlerini, dükkânlarını, tezgahlarını, işlerini, güçlerini ona göre tanzîm ederler. Hattâ mallarını mülklerini de hesâb ederler de Ramazân'da Allah'a inanan mü'minlerin gönüllerini hoş etsinler, Allah'ın ismiyle isimlenen mü'minlerin gönüllerini hoş etmekle Hakk Telâlâ'nın rızâsını kazansınlar.


Mü'min, Allah'ın ismidir. Senin de ismin mü'min. Allah kendi ismini sana vermişdir, zât-ı ulûhiyyetinin ismini sana bahşetmişdir. Mü'min, Allah'ın bir ismidir. Sen de mü'minsin, elhamdülillah, ben de mü'minim. Allah bizi îmândan ayırmasın.

İşte kalblerinde nûr-i îmân olanlar, Ramazân'ı hoşlukla karşılarlar. Neden? Çünkü o bir aydır ki, Receb ayında ibâdet ve tâat ve muhabbet tohumları ma'nâ tarlasına atılmış, Şabân-ı Şerîf'de gözyaşıyla sulanmış, kalb ateşinde pişirilmiş ve Ramazân'da bu nimeti yemekle nimetleneceğini bilenler elbette sevinirler. Çünkü Ramazan çıkdığı vakitde, her bir mü'min anasından doğduğu gibi tertemiz olur, hiç bir günahı kalmaz. 

Kul hakkı müstesnâdır efendiler. Kul hakkı, hayvan hakkı müstesnâdır. Yani kime vurdunsa ondan rızâ taleb edeceksin. Kimin malını aldınsa onun rızâsını alacaksın. Yoksa alnın secdede çürüse imkânı yok. Veyâhud da, işte söylüyorum tekrar tekrar, Allah'a çok yakın olmalısın ki, çok çalışmalısın ki maneviyyâta, Hakk Teâlâ senin tarafından o kula, senin irtikâb etdiğin o hakkı Allah kazâ etsin. Hele kâfir hakkı ve hayvan hakkı, gâyetle müşküldür ödenmesi. 

Şöyle anlatalım başdan. Efendimiz buyurmuş ki ashâb-ı kirâma bir gün, ashâb-ı bâ-safâya, yani îmân eden arkadaşlarına, mescidi-i şerîfde mübârek cemâllerini çevirmişler onlara karşı, demişler ki, "Müflis kimdir?" demişler, müflis. Biri kalkmış demiş ki, sahabeden birisi Peygamber'e, "Yâ Resûlallah, müflis parası, malı mülkü olmayandır". Yani züğürt dediğimiz kişidir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki, "O züğürtden bahsetmiyorum ben, âhiret züğürtünden bahsediyorum", âhiret züğürtü. "Allah ve Resûlü bilir". 

İyi dinle, kulağını benden yana ver ey sôfî! Mâdem namaz kılıyorsun, oruç tutuyorsun, bu nimete ermişsin, iç tarafı tamîr etmeyince dış taraf kabûl olmaz. Dikkat buyur şimdi. Kul hakkı o kadar mühim. Başda Allah hakkı. Sonra Resûlullah'ın hakkı. Sonra ebeveyn hakkı. Sonra komşu hakkı. Sonra mü'min kardeşlerinin hakkı. Sonra kâfir hakkı. Sonra hayvan hakkı. Buna dikkat edilecek. 

Bir adam yevm-i kıyâmetde huzûrullaha getirilir, namazı yerindedir. Çok namaz kılmış, beş vakit namazı kılmış, beş de ona ilâve etmiş. Ömründe bir defa değil, her sene haccetmiş. İyi dinle! Bütün Ramazân-ı Şerîf'i oruçla geçirdiği gibi, örmrü boyunca her Ramazân'ı, diğer aylarda da oruçlar tutmuş bu adam. Fakat bu adam kendisini korumamış yani ibâdullahın hakkını gasb etmiş, almış, arkasından konuşmuş, diliyle incitmiş, eliyle incitmiş, malını almış vermemiş, dövmüş, vurmuş, kabadayı yani kahramanca biraz. Bu getirilir. Fakat namazları da var. Hak sâhibleri çıkar, Allah bunun ibâdetlerini hak sâhiblerine taksîm eder. İyi dinle! Böyle olacak! Muhbir-i sâdık olan Muhammed Mustafâ böyle haber verdi. "Yâ Rabbi bana vurmuşdu", "Verin ona on senelik namazının sevâbını". "Yâ Rabbi benim arkamdan konuşmuşdu, beni gıybet etmiş, çekişdirmişdi". "Verin on senelik namazını". Verin, verin, verin, böyle, böyle, böyle. Yeterse ne a'lâ. Yapdığı ibâdetler bu taksîmât-ı ilâhî üzerine taksîm edildi. Yeterse ne a'lâ. Yetmezse hak sâhiblerinin günahı alınır, bu adama yükletilir. "Sümme türiha fi'n-nâri" diyor Peygamberimiz. Sonra o nâra yüz üstüne atılır, cehenneme. "Buna müflis derler" diyor. 

Herşeyiyle gitdi ama ahlâkı dürüst değil. Evvelâ Allah hakkını gasb etdi. Allah'ın hakkı nedir? İki. Resûlullah'ın hakkını gasb etdi. Resûlullah'ın hakkı nedir ümmet üzerinde? Ebeveyninin hakkını gasb etdi. Ebeveynin hakkı nedir evlâd üzerinde? Sonra komşu hakkı, sonra ehli hakkı, sonra diğer Ümmet-i Muhammed'in hakkı, evlâd hakkı. İşi küçük görme! Küçük görünüyor, çok büyük. 

Senin gibi, benim gibi. Senin gibi, sen de çok küçük görünüyorsun ama bu kâinâtdan büyüksün. Sen âlem-i kübrâsın. Zâhirde bu âlem, âlem-i kübrâ görünüyor, sen âlem-i sugrâ, küçük âlem görünüyorsun, halbuki hakîkatde sen âlem-i kübrâsın. Arşda sende, kürsî de sende, Hakk da sende, Şeytan da sende. 

Allah hakkı nedir? Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine imân ve Rabbü'l-âlemîn'e secdedir ve Allah'In emirlerini tutmak, yasaklarından kaçınmakdır. Bu da iki türlü olur. Bir, Allah'ın cehenneminden, kabir azâbından, zebânînin elinden kurtulmak için, yakanı kurtarmak için yaparsın. Birde Allah bana kulum demezse, beni karşısına almazsa, bana iltifat etmezse, diye azâb duyarsın. İki türlü, bak görüyorsun ya. Bir kısmı cehennem ateşinden korkarak yapar bu işi, bir kısmı dayakdan, kabir azâbından. 

Hakdır, gerçekdir. Hem kabir azâbı hakdır, hem cehennem azâbı hakdır, hem mahşerin şiddeti ve dehşeti hakdır. Ama mü'minler ve sâlihler, zâhirlerini ve bâtınlarını nûr-i îmân ile tathîr eden kişiler, öldüğü gün sultânlığı ilân edilmiş demekdir, öldüğü gün sultânlığı ilân edildi. Onun için giden meyyit, taşıyanlara şöyle seslenir, tabiî duyana, kimin kulağında gaflet pamuğu yoksa o duyar, ya diyor ki, "kaddimûnî kaddimûnî, beni hemen götürün, kabrime takdîm ediniz, yerime yerleştiriniz, ben bu dârü'l-belâdan kurtuldum, beni yollarda oyalamayın". Bir meyyit de diyor ki, o da diyor ki, "eyne tezhebûne, beni nereye götürüyorsunuz, aman götürmeyin!" diyor. Birisi inanan, biri inanmayan. Biri âbid ve mutî, birisi âsî. Bak gösteriyoruz sana. 

Vaktiyle kâinâta ne insanlar geldi, gitdiler. Gençler ihtiyâr oldu, ihtiyârlar öldü. Bazen gençler de ölürler. Daha ziyâde ölür hattâ. Hattâ Hazret-i Îsâ aleyhisselâm buyururlar ki, "Meyvayı görmüyor musun? Kemâle gelmeden çok dökülür" diyor Hazret-i Îsâ aleyhisselâm. Anla, ne demek olduğunu. Akıllı adam, "Efendi sen akıldan mı bahsediyorsun, nice kâfirler var akıllı", onların tevfîki yok, aklı var, tevfîki yok, akıllı, tevfîk sâhibi kişi bunları düşünür. Nereden geldim nereye gidiyorum, niçin geldim niçin gidiyorum.

Ey mü'minler! Ey Muhammed aleyhisselâma gönül verenler! En büyük saâdet ve nimet, Resûl aleyhisselâma ittibadır. İşte O'nun çizdiği yol ki Allah'a giden düz, doğru ve kısa yoldur. O'nun yapdığı gibi yapacaksın. Evvelâ O'nu taklîd edeceksin, sonra Cenâb-ı Hakk seni tahkîke vardıracak. Ve nûr-i Muhammediyyeyi ve şemme-i Ahmediyyeyi kendinde bulacaksın, sallallahu aleyhi vesellem. Allah bizi Muhammedinden dûr etmesin.

Yazık! Ümmet-i Muhammed'in başına gelen felâketin sebebi nedir bilir misiniz? Ne vakit ki muhabbet-i Muhammediyye kopdu, ümmetle Peygamber arasında, ondan sonra böyle zelîl olduk. Bir gönülde Hazret-i Muhammed'in muhabbeti bulunur da o gönül sâhibi nasıl zelîl olur. İmkânsızdır bu. Ama biz Peygamber'i kendimizle ölçdük, kıyâs-ı bâtıl ile böyle, "O da benim gibi insabn değil mi?" diye.

Allah'a giden o kadar çok yol vardır ki, şöyle anlatayım sana. Senin her nefesinin sayısınca bir yoldur Allah'a giden yol. Gene her mahlûkât-ı ilâhiyyenin her nefesi sayısınca Allah'a giden bir yol vardır. Bütün yollar seddolunmuşdur. En kısa kapı, Hazret-i Muhammed'in kapısı açık kalmışdır. Oradan kim giderse, doğru Hakk'a vâsıl olur. Onun için Cenâb-ı Allah diyor ki burada, "قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebiûnî", söyle Habîbim Muhammed kullarıma, Ahmedim, Muhammedim, Mahbûbum...

Efendiler! Bak dikkat ediyor musunuz, Kur`ân-ı Kerîm'de hiç Cenâb-ı Hakk Hazret-i Peygamber'e, böyle "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir, sallallahu aleyhi vesellem. Dikkat buyurun, okuyun bak Kur`ân-ı Kerîm'i. Kur`ân-ı Kerîm'in dört yerinde Hazret-i Muhammed'in ismini göreceksin, sallallahu aleyhi vesellemin, Resûl-i Ekrem'in. Biri Sûre-i Muhammed'de, biri Sûre-i Fetih'de, biri Sûre-i Âl-i İmrân'da, bir tânesi de Sûre-i Ahzâb'da. "وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ vemâ Muhammedin illâ resûl", Sûre-i Âl-i İmrân'da. "مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰ mâ kâne Muhammedin ebâ ehadin min ricâliküm velâkin resûlallahi", Ahzâb'da. "نُزِّلَ عَلَىٰ مُحَمَّدٍ nüzzile alâ Muhammedin", Sûre-i Muhammed, sallallahu aleyhi vesellemde. Dördüncüsü de, "وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ ve kefâ billahi şehîden Muhammedü'r-Resûlullah", Sûre-i Fetih'de. Dört yerde. Bu da Peygamberimizin ismiyle beraber, dikkat buyur ne konuşuyorum bak, Peygamberimizin ismiyle beraber sıfatını söylüyor.  "وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ ve kefâ billahi şehîden Muhammedü'r-Resûlullah", Allah diyor bunu. Manâsı şu. Ey Habîbim Muhammed, sana kâfî değil mi, ben senin risâletine ve nübüvvetine şehâdet ediyorum, yerin göğün sâhibi Allah. Peygamber'in ismini söylemiş, dikkat buyrun, Peygamber'in ismini söylemiş, arkasından Peygamberimizin sıfatını söylüyor. 

Ekseri görüyoruz, din adamları bile, din adamları bile, Muhammed diye bahsediyorlar, Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden. Ne demek biliyor musun bu? Kur`ân'da Allah diyor ki, "Birbirinizi çağırır gibi Peygamber'i çağırmayın" diyor, "amelleriniz bâtıl olur" diyor. Bir defa Peygamber'i oradan kırmışız. Hiç bir sahâbe, Peygamber'e ismiyle hitâb etmiyordu. Belki bir a'râbî, henüz daha îmâna gelmemiş, Huzûr-ı Saâdet'e gelip, "Yâ Muhammed, bana şunu haber ver" diyordu. O haklıydı çünkü a'râbîydi, câhildi. Sana Kur`ân gelmiş, bunca mucizât-ı Muhammedî'yi görmüşsün, sen hâlâ Peygamber'i arkadaşını çağırır gibi, "Yâ Muhammed" diye çağır dur. Estağfirullah. Allah hürmet ediyor peygamberine ve tazîm ediyor ve diyor ki, işte her Cuma günü, nübüvvetini ilân ederek ve tazîmini ilân etdiriyor müezzinlerle beraber. Müezzin ağzıyla Allah kendisi ilân ediyor. "اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا innallahe ve melâiketehû yusallûne ale'n-nebiyy, yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi vesellimû teslîmâ". Ben Allahlığımla, meleklerimle beraber, muttasılan Habîbim Muhammed'e salât ediyorum, ey mü'minler, siz de Habîbim Muhammed'a salât ediniz. Onun için Kur`ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk'ın Hazret-i Muhammed'e "Yâ Muhammed" diye hitâbı yok, "Yâ Ahmed" diye hitâbı yokdur. Efendimizin bir yerde Ahmed ismi geçer, o da Îsâ aleyhisselâmın ağzıyladır. Çünkü İncil'de Cenâb-ı Peygamber'in ismi Ahmed'dir. Gökde Ahmed'dir, kıyâmet gününde Mahmûd'dur, bu dünyâ âleminde ve Kur`ân'da Muhammed'dir, sallallahu aleyhi vesellem.

Bir defa oradan Peygamber'le muhabbeti kesdik. Çünkü Allah diyor ki, "Bir kimse Hazret-i Peygamber'e salât okumadan ismini çağırırsa, bütün yapdığı hayırlı ameller bâtıl olur" diyor Sûre-i Hucurât'da. "Birbirinizi çağırır gibi Habîbim Muhammedimi çağırmayınız" diyor. Kasden söylüyorum ki öğrenilsin diye söylüyorum ism-i Muhammed'i. Resûl-i Ekrem demek lâzım. Resûl-i efham demek lâzım. Rahmeten-lil-âlemîn demek lâzım. Allah iki yüz küsur isimle Peygamberine hitâb etmiş Kur`ân-ı Mübîn'de. "Yâ eyyühe'n-nebiyy", "Yâ eyyühe'r-resûl", "Yâ eyyühe'l-müddessiru", "Yâ eyyühe'l-müzzemmilu" diye Peygamber'in sıfatlarıyla Peygamber'e hitâb etmiş. 

Sana da öyle. O'na ümmet olduğun için Allah sana da tazîm ediyor. O'na ümmet olduğun için Allah sana da tazîm ediyor da ne diyor? "Yâ eyyühellezîne âmenû" diyor. Kendi ismini sana vermiş. Hazret-i Muhammed aleyhisselâma kim îmân etdiyse Allah, kendi ismini ona vermiş. Benî İsrâil peygamberlerine, "Yâ Dâvûd", "Yâ Süleymân", "Yâ Mûsâ", "Yâ Îsâ", görüyorsun Kur`ân-ı Kerîm'de, hitâbı var. Hazret-i Peygamber'e "Yâ Muhammed" diye hitâbı yok. "Yâ eyyühe'n-nebiyy", "Yâ eyyühe'r-resûl", "Yâ ekemele'r-rusul", "Yâ eyyühe'l-müzzemmilu", "Yâ eyyühe'l-müddessiru", hitâbları böyle Peygamber'e. Sana da öyle. Benî İsrâil'in peygamberlerine "Yâ Mûsâ", "Yâ Îsâ", "Yâ Süleymân" diye hitâb etmiş, ümmetine de "Ey toprak oğulları", "Ey su oğulları", "Ey çamur oğulları" diye hitâb etmişdir. Bize "Yâ eyyühellezîne âmenû", "Yâ eyyühe'n-nâs", "Yâ eyyühe'l-insân" demiş bize. Kıymetini bilsene insanlığının sen. Bu şerefi nereden buldun? Hazret-i Muhammed'den buldun, sallallahu aleyhi vesellem. 

O gelmeseydi sen burada oturamazdın. Burada nâkus sesleri işidilecekdi. Yani çan sesleri işidilecekdi. O emir verdi, "Kostantiniyye alınacak" dedi. Aldın ve O'nun sâyesinde nimet buldun. Ondan sonra küfrân-ı nimet etdin, sırtını döndün. Rütben, kasan, kesen, malın, câhın, menkûlün, gayr-ı menkûlün, hepsine Hazret-i Muhammed hürmetine sâhib oldun. Hıristiyanı müslümanı, yahudisi budisti, hep Hazret-i Muhammed hürmetine. Allah diyor ki, "وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ vemâ kânallahu li yuazzibehüm ve ente fîhim, sen onların arasında olduğun müddetçe onlara azâb etmeyeceğim" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. Bir tarafı yıkar, bir tarafı kalkındırır. Nûh tûfânı gibi hepsini birden kaldırmaz. Niçin? Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bizim aramızda duruyor.

Sormuş vefâtı esnâsında Cebrâil aleyhisselâm, "Yâ Nebiyyallah, seni cennetin hangi derecâtına defnedelim? Cesed-i mübârekini. Rûhun cennetde". "Benim ümmetimi nereye gömüyorlar yâ Cebrâil?". "Toprağa". "Onlardan ayrılmam" demiş. "Onlardan ayrılmam" demiş. Ve hakîkaten de böyle, bizim aramızda yatmakdadır ve rûhâniyyeti bizim aramızda dolaşmakdadır. Ama görene! Köre ne! 

Bugünkü kâfirin bulduğu bir yudum su, münkirin bulduğu bir lokma ekmek, Hazret-i Muhammed hürmetinedir, sallallahu aleyhi vesellem. O gelmeseydi, olmasaydı, kâinât olmazdı. 

Ama kırmışız. Meselâ Kur`ân okunuyor, bizim müslüman, ezân okunuyor, bizim müslüman, radyosunu kapatmıyor. Ezân bu yâhu! Sana haber vereyim mi ezândan? Vallâhi ve billâhi Peygamber'in verdiği haber üzerine söylüyorum, isteyen Râmuzü'l-Ehâdis'e baksın, yeri de orada, ezânı Allah da dinliyor ve müezzini tasdîk ediyor efendiler, melekleriyle beraber. Bizim müslüman ezân okunduğu vakitde, sabahleyin rahatsız oluyormuş ezân okunduğu vakitde bizim müslüman. Hazret-i Muhammed hürmetine gelmiş İstanbul'da oturuyor, ezâna muârız, "Uyandırıyor beni uykumdan" diye.

Bir iş için gitmişdim de bir yere bir zaman, oraya bir adam gelmiş, şikâyet ediyordu askerî kumandana, "Efendim, ezân okunuyor sabahleyin bizi uyandırıyor, rahatsız oluyoruz, bunu önleyemez misiniz?". İsimlerini biliyorum ama söylemeyeceğim burada, dedikodu olur. Kumadan kovdu dışarıya. Bir müslüman evlâdıymış ki kumandan, def etdi kapıdan dışarıya. "Utanmaz adam" dedi. Vakit çok dar, neler anlatmak isterdim size. Ezânı Allah dinliyor. 

Muhammed hürmetine nimet bulan, onun hürmetine devlete, rütbeye nâil olan, Peygamber'in ezânına muhâlif oluyor ki uykumuz kaçacak diye, sabah uykusunu bozacakmış ezân diye. Hiç merak etme azîz dostum, belki ezânı sen susturabilirsin ama sonra çan çalarlar tepende. Kurtulamazsın! Allah'a secde etmezsen kula secde edersin. Allah'a secde etmeyen, kula secde eder. Allah'a tapmayan paraya tapar. Allah'a tapmayan, rütbeye tapar, kasaya tapar, keseye tapar, kadına tapar. Ezânı kestirebilirsin ama sonra çan çalarlar. "Çanı da kestiririm". Kamçı ile namaz vakti seni kaldırırlar. Namaza değil, işe. Hürriyetin elinden gider. Serbest Allah diyorsan eğer, bunu hürriyetine medyûn-i şükrân olmalısın, serbest Allah diyorsan eğer. 

Bak, dün gelmiş biri. Ben kitapçılık yapıyorum burda, kitap satıyorum kitapsızlara, bir zât gelmiş, "bir hutbe var mı?" diyor. Çıkardık bir hutbe, Arapça hutbe istiyor, verdim. Anladım ki buralı değil, dışarlıklı. "Neresi için alıyorsun?" diye sordum. "Bulgaristan için" dedi. "Acaba geçirebilecek miyim?" dedi. Elli sayfalık bir kitap, hutbe kitabı. Ödü patlıyor, titriyor. Nedir? Dedi, "Görürlerse felâket olur hudûdda" dedi. "İnşallah görmezler" dedim. Ağlaya ağlaya gitdi. "Cuma'yı nasıl kılıyorsunuz?" dedim. "Gizli kılıyoruz "dedi. Cuma namazını.  

Sen Allah diyorsun serbest. Hürriyetin elinde çünkü. Sancağın, bayrağın elinde. Bu hürriyetin, sancağın, hepsini Hazret-i Muhammed'e borçlusun, sallallahu aleyhi vesellem. Herşeyini Hazret-i Muhammed'e borçlusun. Seni azîz eden İslâm dînidir. Kim İslâm dînine tutunur, azîz olur. Kim İslâm'ı terkeder, zelîl olur, milyon sâhibi olsun isterse. Ama müslümanları Cenâb-ı Hakk, işte kendine âsî olan müslümanları böyle kâfirlerle tedîb eder, zâlimelerle tedib ede. Görüyorsun ya İslâm âlemini, şu hâline bak. İki İslâm devleti birbiriyle harb ediyor. Bir Yahudi devleti çıkmış İslâm'ı parçalıyor, müslümanlar ölüyorlar, insanlar ölüyorlar, kırılıyor, kıyâmet. Vaktiyle onlar bizim birer kaymakamlığımız idi. Yani birer vâliliğimiz idi, kaymakamlık, vâlilikdi yani. Senin babanın yani. Altmış sene evvel, altmış beş sene evvel. Buradan bir adam pasaportu aldı mı altmış beş sene evvel, Mekke'ye kadar hiç soru sormadan, pasaport sormadan giderdi. Yemen'e kadar giderdi. Basra'ya kadar giderdi. Tâ Bulgaristan'ın nihâyetine kadar giderdi. Bosna Hersek'e kadar giderdi. Sormadan. Senindi çünkü âbâ ü ecdâdın almışdı orasını. Adâletiyle aldı, kılıcıyla değil. Mücerred kılıcıyla değil, adâletiyle aldı. Îmânıyla aldı. Allah'ıyla aldı, Muhammed'iyle aldı. Kimsenin burnunu kanatmadı, herkese dînî hürriyetini verdi, herkese vicdan hürriyetini verdi. Bulgar o zaman çanını çalıyor, kilisesinde ibâdetini yapıyordu, kimse ona yan gözle bakamıyordu. Şimdi orada olan müslümanları Kur`ân'ı tahkîr ederek ellerinden alıp okutturmuyor, mâni oluyor yani. Bitdi, zillet içine düşürdü. 

Neden bu? İşte Hazret-i Muhammed'den bağların kesilmesiyle, sallallahu aleyhi vesellem. Dönün Hazret-i Muhammed'e, dönelim! Lisânen değil, fiilen. Her işimizle. Özümüz doğru, sözümüz doğru, yüzümüz ak, gönlümüz pâk, îmân sâhibi olarak dönelim Hazret-i Muhammed'e, işin rengi değişecek.

İstiklâl Muhârebesinde biliyorsunuz, yedi düvelle harb etdik. Silahımız yokdu, topumuz yokdu, tüfeğimiz yokdu ama îmânımız vardı, Allah'ımız vardı, Muhammed'imiz vardı. En büyük diretnotlara, onlara göğsümüzü gerdik Çanakkale'de. Kâfir geldi, düşman girdi, Anadolu'nun tâ harîm-i ismetine kadar, balta sapıyla, taşla kovaladık kâfiri. Neden? Çünkü birlik vardı, tevhîd vardı, tevhîdin nûru vardı, Muhammed Mustafâ'nın muhabbeti vardı. 

Dönelim gene, gene öyle olacak. Abdestsiz namazsız olmaz. İbâdetsiz, tâatsız olmaz. Haram yemekle olmaz. Halkın sırtından geçinmekle olmaz. Çalışacaksın, yüceleceksin. Allah Kur`ân'ında ne diyor, bak. Allah'ın en büyük sıfatlarından bir tânesi ilim sıfatıdır. Öğreneceksin, bileceksin. Yalnız kamçı diye yılanı tutmayacaksın. Bazısı kamçı diye yılanı tutar avucunda, haberi olmaz. Sonra o yılan büyür, kendini sokar. Neyse, geçiyoruz.

Ferah ve saâdet, Hazret-i Muhammed'in kapısındadır. Allah orayı açık bırakmış. Şimdi ben kısa kesiyorum, inşaâllah haftaya gene anlatacağım. Çünkü vakit uzayacak. Diyor ki, "Bütün kapılar seddolundu, Hazret-i Muhammed'in kapısını açdım, oradan her kim içeri girerse benim rızâma erişir" diyor. "Kul in küntüm tuhibbûnâllahe, söyle onlara Habîbim Muhammed, eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar ki onları ben seveyim". Muhammed aleyhisselâma tâbi olmayınca Allah sevmez kulunu. İttibâ edersen o vakit Peygamberinle beraber olacaksın, Resûlullah'ın cemiyyetinde bulunacaksın, Resûlullah'ın sancağı altında olacaksın, arşın gölgesinde gölgeleneceksin. Hem dünyâ saâdetine hem ahret saâdetine nâil olacaksın.
 
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 11 Haziran 1982  (18 Şaban 1402) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön