Resûlullah'a İttiba - Hutbe - 17 Eylül 1982

28 Ekim 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Sünnet-i Resul

HUTBE

Kâlallahu Azze ve Cell fî Kitâbihi'l-Hakîm.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Kul in küntüm tuhibbûnallâhe fettebi'ûnî, yuhbibkümullâhu ve yağfirleküm zünûbeküm, vallâhu gafûru'r-rahîm.
 Sadakallahü'l-azîm.

Okumuş olduğum âyet-i celîle, Allah'ın kitâbı olan Kur`ân-ı Kerîm'den üçüncü sûre-i celîle, Sûre-i Âl-i İmrân'da, Resûl-i Ekrem salllallahu aleyhi vesellemin kadr-i vâlâsı ve ancak Resûlullah'a ittibâ edeni yani Resûlullah'a tâbi olanı Allah'ın seveceğini ilân eden âyet-i kerîme. 

Bu âlem muhabbet üzerine kurulmuşdur. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, "Ben gizli bir hazîne idim, bana, zâtıma gizliliğimi âşikâr kılmam sevdirildi, ben de mahlûkâtı halk etdim ki, beni bileler, bana ibâdet ve tâat edeler". Muhabbetle kurulmuş ve ilk halk olunan, kudsî olan mahlûk, Habîb-i Hudâ Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Yani Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, vahdâniyyet-i ilâhiyyesinden ayırdığı bir nûru, o nûru halk eyleyip, "Kün Muhammedâ, Muhammed ol" demiş ve Resûl-i Ekrem'in nûru halk olunmuşdur. Halk olunan bu nûr derhal Cenâb-ı Hakk'ı tevhîd etmiş, "Lâ ilâhe ilallallah" demiş. Bu hitâba karşı da Cenâb-ı Hakk, "Muhammedü'r-Resûlullah" buyurmuşdur. Ve buyurmuş ki, "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed, zât-ı ecell-i a'lâma kasem ederim ki, bir kimse, beni tevhîd eder de, senin ismini işitir, senin peygamberliğini duyar, seni tasdîk etmezse, o kimseye ben cenneti haram kıldım" buyurmuşdur. 

Onun için küffâr-i hâkisâr, kâfirler, yani Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin nübüvvetini inkâr edince, Resûl-i Ekrem tabii bunların bu inkârına üzülüyordu. Hattâ Cenâb-ı Hakk, tesellî zımnında, Sûre-i Yâsîn'de, "Onların sözleri seni mahzûn etmesin" buyurmuşdur. Zîrâ, "وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ ve kefâ billâhi şehîden, benim şehâdetim sana kâfî değil mi?". "Kâfirler senin nübüvvetini tasdîk etmiyorlarsa senin şânına ve şerefine ne halel getirebilirler", "فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ felâ yahzünke kavlühüm, onların sözleri seni mahzûn etmesin". Ben, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allah, ben senin nübüvvetini ve risâletini tasdîk ediyorum". "وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ ve kefâ billâhi şehîdâ, benim şehâdetim, benim tanıklığım sana kâfî değil mi Habîbim Muhammed?, üzme kendini" buyurmuşlardır.

Öyleyse Cenâb-ı Peygamber bütün rûhların babası oldu. Onun için büyük âlimler ve büyük velîler, Resûl-i Ekrem'e ebü'l-ervah dediler, rûhlar babası. Hazret-i Âdem aleyhisselâma da, ebü'l-eşbah dediler, cesed babası dediler Sonra bu Nûr-ı Muhammed'den, sallallahu aleyhi vesellem, Allah levhi, kalemi, kürsîyi, sidreyi, arşı, cenneti ve cehennemi ve güneşi ve ayı ve yıldızları ve hûrileri ve gılmanları, bunları halk eyledi. Sonra âlem-i ervahda bizlere hitâb ederek, "اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ e lestü bi rabbiküm, ben sizin rabbiniz değil miyim?" dediğinde rûhlar Cenâb-ı Hakk'a, "قَالُوا بَلٰىۚۛ kâlû belâ, Yâ Rabbi, sen bizim rabbimizsin" dediler. Fakat bu âleme gelince, rûh vücûda hapsolundu, bu kesâfetle bu ahdini unuttu. Peygamberler gelip bizlere bu ahdi hatırlatıyor, Allah'a verdiğimiz sözü, Rabbül-âlemîn'e. Niye halk olunduk? Niçin halk olunduk? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Niçin geldik, niçin gidiyoruz? Bize bu yolları hatırlatan, bu yolları gösteren kimdir? Nebîlerdir, peygamberlerdir. 

Evet, Hazret-i Âdem aleyhisselâm halk olunduğu vakitde, Cenâb-ı Hakk Nûr-ı Muhammed'i Hazret-i Âdem'in alnına vaz eyledi. "وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ve iz kulnâ lil melâiketi's-cudû li âdeme fe secedû illâ iblîs, ebâ vestekbere vekâne mine'l-kâfirîn". Ve meleklere emretdi ki Âdem'e secde edeler. Bu secde, secde-i ibâdet değildi, secde-i tazîm idi, hürmet secdesi. Melekler secde etdiler, İblis etmedi. Allah dedi ki, "Ey İblis! Ey Şeytan! Seni ne şey men etdi Âdem'e secde etmekden?". Bilmediğinden değil, bize öğretmek için Cenâb-ı Hakk soruyor Şeytan'a. O da dedi ki, İblis, çürük bir mantık yürütdü, mantıksız bir mantık yürütdü, "Beni ateşden halk etdin, Âdem'i toprakdan halk etdin, ateş toprağa fâikdir, ateş toprakdan âlîdir, ben ondan âlîyim, ona secde etmem" dedi. Bilmiyordu ki ne varsa Âdem'de vardı. Nûr-ı Muhammed Hazret-i Âdem'in alnına konulmuşdu. Onun farkında değildi İblis. Hattâ Cenâb-ı Peygamber zamanında İblis bir gün gelmiş, Cenâb-ı Peygamber'e müracaat etmiş, demiş, "Yâ Resûlallah, sen rahmeten-lil-âlemînsin, söyle Cenâb-ı Hakk artık beni şeytanlıkdan affetsin". Hazret-i Peygamber demiş ki kendisine, "Git" demiş "Âdem'in kabrine, Serendib'e git, Âdem'in kabrine bir secde et, sonra ben Cenâb-ı Hakk'a müracaât edeyim senin için". Demiş ki, "Ben onun canlısında secde etmedim, şimdi kabrine mi secde edeceğim" demiş İblis ve oradan hâib ü hâsir kaçdı, gitdi. 

Ve bu nûr, Hazret-i Âdem'den tâ Cenâb-ı Peygamber'e kadar geldi. Sallallahu aleyhi vesellem. Resûlullah gelince, Resûlullah'a muhabbet, Allah'a muhabbet oldu, Resûlullah'a itâat, Allah'a itâat oldu, Resûlullah'a ihânet Allah'a ihânet oldu. Onun için buyurdu ki Peygamberimiz, sallallahu aleyhi vesellem, hadîs-i şerîflerinde, "Her kim ki bana itâat etdi, muhakkak Allah'a itâat etdi. Her kim bana isyân etdi, muhakkak Allah'a isyân etdi". "men etâ'anî fekad etâ'allah ve men 'asânî fekad 'asâallah". Hattâ Cenâb-ı Hakk gene Kur`ân-ı Kerîminde, dikkat buyurunuz, mü'minlere yani "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen mü'minlere ihâneti Allah kendine ihânet saymakda. 

Evet, kâfirler dediler ki, "Biz Allah'ı severiz". İblis de öyle diyor. Âdem ortaya girmese, peygamber girmese ortaya, "Yâ Rabbi ben seni tasdîk ederim, sana secde ederim ama Âdem'e secde etmem" diyor. Görülüyor ki iş peygamber meselesinde. Onun için bazı zevât diyorlar ki, "Allah ile kul arasında vâsıta yokdur". Allah ile kul arasında vâsıta vardır. Peygamberlerdir Allah ile kul arasında vâsıta. Kıyâmet gününe kadar gene peygamberlere nâib olan velîler ve âlimler vardır. Şöyle iyi düşünelim. Kıyâmet gününe kadar Allah ile kul arasında Şeytan olacak, kulları azıtacak, hak yoldan geri bırakacak da, bir azgın olacak ortada da, hiç kulları Allah'a götürecek, hidâyete erdirecek bir nâib bulunmayacak mı yani? Olmaz öyle şey! 

Şimdi, kâfirler diyorlar ki, "Biz Allah'ı seviyoruz" diyorlar. Aynı zamanda buradaki hitâb, ehl-i kitâba da var, hıristiyanlara ve yahudilere. "Allah'ı seviyoruz". Allah da diyor ki, "Habîbim Ahmed, Resûlüm Yâ Muhammed"...

Efendiler! Kur`ân-ı Kerîm'de, hiç bir yerde "Yâ Muhammed" diye Cenâb-ı Hakk Peygamberimize hitâb etmemişdir, sallallahu aleyhi vesellem, dâimâ Peygamberimizin sıfatını söylemişdir. Ben dâimâ bunu söylerim. Çok mühim. Çünkü bu ümmetin yani Ümmet-i Muhammed'in geri kalması ve zelîl olması, Resûlullah'a olan muhabbetlerinin munkati olmasındandır, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin nazar-ı iltifatlarından dûr olmalarındandır. Peygamberimiz bir nazar etsin, derhal bu ümmet âlî olacakdır. Fakat Peygamber'i üzdük, Resûlullah'ı üzdü müslümanlar, yapdıkları işler, yapdıkları zulüm, Kitâb-ı Kerîm'i arkalara atmaları. Hattâ Resûlullah'ın evlâd u ayâline, ashâbına yapdıkları buğzları, Resûlullah'ı kırdı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Medîne-i Münevvere'de, Medîne-i Tâhire'de, Kubbe-i Hadrâ altında hayy-ı manevî ile hayydır ve ümmetlerinin efâli ona bildirilir. Haftada iki gece. Bir Pazartesi gecesi, bir Cuma gecesi. Hattâ rûhaniyyet-i Muhammediyye kürreyi dolaşır, nerede Peygamber'i seven insanlar varsa, rûhâniyyet-i Muhammediyye oraya tecellî eder. Tabii görenedir görene, köre nedir köre ne! 

Bir zâtla konuşmuşdum da, söylemeden geçemeyeceğim, "Ben selefî itikadlıydım" diyor, "Vehhâbî itikadlıydım" dedi bana. Olan hâdiseyi anlatayım. "Hacca gitmişdik. Mekke'den Medîne'ye deveyle gitmeği arzu etdik. Sünnet-i Resûldür diye" diyor. "Benim binmiş olduğum devenin sırtında yara vardı. Biraz semer vurmuş hayvanın sırtına. Ben onu gördüm, Arab'a dedim ki, yani deveciye, 'Bu hayvanın sırtı yara' dedim. 'Lâ be's' filan dedi" diyor. Arap öyle şeylere filan pek bakmaz. "Bindik hayvana" diyor. "Hayvan zahmet çekdi, Medîne'ye gelinceye dek" diyor. "Bir on gün kadar sürdü yol" diyor. "Manaha Meydanına geldik, deveden aşağı indim, birdenbire deve fırladı altımdan, koşarak Ravza-i Mutahhara'dan içeriye girdi ve Şebeke-i Resûlullah'ın yani Türbe-i Peygamber'in önüne geldi, başını yere koydu, başladı ağlamaya, âh u zâr etmeğe. O vakit tövbe etdim ben Vehhâbî itikadına" diyor. "Anladım ki Peygamber sallallahu aleyhi veselleme deve şikâyet ediyor". Sırtını gösteriyormuş ve Resûlullah'a şikâyet ediyormuş. "Bunu gözümle gördüm" dedi, "ondan sonra tövbe etdim" dedi. 

Peygamber-i Zî-şân Efendimiz hayy-ı manevî ile hayydırlar ve Ümmet- Muhammed'in efâl u harekâtı haftada iki akşam Peygamber'e bildirilir. Yapdığımız işler Peygamberi üzmekdedir. Birçok şeyler yapıyoruz, Resûlullah'ı üzüyoruz, sallallahu aleyhi vesellemi. 

Onun için Cenâb-ı Allah diyor ki, "Habîbim Ahmed, Resûlüm Yâ Muhammed, "قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ, kul in küntüm tuhibbûnallahe, onlara söyle sen". Bu âyetin hükmü kıyâmet gününe kadar cârîdir, bu hitâbda sana da hisse var, bana da hisse var. "قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ, kul in küntüm tuhibbûnallahe, eğer sizler, öyle söyle kullarıma, Allah'ı seviyorsanız, "فَاتَّبِعُونِي fettebî'ûnî" bana tabî olunuz ki, "يُحْبِبْكُمُ اللّهُ yuhbibkümullah", Allah sizi sevsin. 

Cenâb-ı Hakk'a giden yollar o kadar çokdur ki müslümanlar, her mahlûkun nefesinin sayısı adedincedir, mahlûkât-ı ilâhiyyenin, lâ yuad velâ yuhsâ. Fakat bütün yollar münkatı olmuşdur ancak Bâb-ı Muhammediyyet açıkdır, Resûlullah Efendimizin çizdiği yol açıkdır. O kapıdan kim girerse içeriye, o kimse rızâ ve rıdvâna erişir ve cennât u âliyâta erişir, cennet-i efâle, cennet-i sıfata, cennet-i zâta vâsıl olur, muhakkak sûretde. İşte o yol, Peygamber'in getirdiği Dîn-i İslâm'dır ve Resûlullah'a olan muhabbet yoludur. Sallallahu aleyhi vesellem. Onun için Cenâb-ı Hakk diyor ki, "Söyle habîbim kullarıma, eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar". Her husûsda. 

Meselâ biz, ekseri mü'minler, yani dîne bağlı olan zevât, Sünnet-i Resûl'e ittibâ eden zât, onlardan bahsedeceğim şimdi, ekserisi, Resûlullah Efendimizin sünnetlerini icrâ ederler ama ferdî sünnetlerini icrâ ederler, Resûl-i Ekrem'in ferdî sünnetlerini. Meselâ işte misvakla dişini yıkayan yıkar, namazın sünnetini kılan kılar. Sahanın sonunda yemek bırakmaz. Yemeğin evvelinde, âhirinde ellerini yıkar, dişlerini yıkar. Fakat ictimâî sünnetler vardır, onlara hiç dikkat etmeyiz. Ki çok mühim! Eğer bu ictimâî sünnetlere ittibâ etmiş olsak derhal islâm âlî olacakdır. Nedir bu ictimâî sünnetler? Resûl-i Ekrem'e ittibâda, Peygamber'e tâbi olmada. 

Mekke fethi günü, Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme bir adam sokuldu geldi, ağlıyordu. "Niçin ağlıyorsun?" diye Peygamberimiz ona sordu. "Yâ Resûlallah ben çok denî bir insanım" dedi. Sizin bir kerîmenizi ben katletdim. Efendimizin bir kerîmesi vardı. Târihler pek yazmaz, elimizdeki bulunan târihler. Peygamberimize acı olsun diye, zulm olsun diye, kerîmesini o katletmiş, o adam. "Ben de affolacak mıyım?" diye sordu Peygamber'e. "Beni de affedecek misin?" dedi. Efendimiz buyurdular ki, "Hâlâ şübhe mi ediyorsun? Seni de affetdim" dedi. 

Şimdi, ferdî sünnetlere ittibâ eden bir müslüman, ufak bir menfaatine halel gelse, katiyyen mü'min kardeşini affetmiyor. 

Bak gene bir misâl getirelim ki Peygamber mektebinde okuyanlardan birisinden bahsedeceğim. Bir gün demişler ki Peygamber'e, "Yâ Resûlallah, Hayder-i Kerrâr'ı, Hazret-i Ali kerremallahu vecheyi çok seviyorsunuz, bunun sebebi nedir?" diye sormuşlar. Peygamber'e ittibâ bu. Kim Peygamber'e ittibâ ederse, Allah onu sevecek. Buyurmuş ki, "Bana Ali'yi çağırın gelsin" demiş. Hazret-i Bilâl-i Habeşî kalkmış Hazret-i Ali'yi çağırmak üzere Mescid'den dışarı çıkmış. Sonra Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ashâbına hitâb etmiş, demiş ki, "Size birisi bir fenâlık yapsa, ne yaparsınız mukâbilinde?" demiş. "Yâ Resûlallah, affederiz" demişler. "Gene aynı adam fenâlık yaparsa?". Gene affederiz" demişler. "Sonra gene aynı adam aynı fenâlığı yaparsa?" demiş Efendimiz. "Gene affederiz" demişler ashâb-ı kirâm. Sonra dördüncü defa sormuş, "Gene aynı adam fenâlık yaparsa ne yaparsınız?". O vakit hepsi başlarını aşağı indirmişler. O aralık Hazret-i Ali kerremallahu vecheh Mescid'e gelmiş, Efendimiz hemen ona hitâb etmiş, "Yâ Ali, sana bir kimse bir fenâlık yapsa, ona karşı ne yaparsın?". "İyilik yaparım Yâ Resûlallah". "Gene aynı adam fenâlık yaparsa?". "Gene iyilik yaparım". "Gene fenâlık yaparsa?". "Gene iyilik yaparım". "Gene fenâlık yaparsa aynı adam?". "Gene iyilik yaparım" dedi ve devâm etdi, dedi ki, "Yâ Resûlallah, kıyâmete kadar sağ olsam, o adam da kıyâmete kadar sağ olsa, bana fenâlık yapsa, her fenâlığına karşı iyilik yaparım" dedi. Deyince, ashâbına döndü, "İşte Ali'yi bundan dolayı seviyorum" dedi. 

Gene bir muhârebede bir delikanlı, Hazret-i Ali'nin üzerine müdhiş sûretde saldırıyor, bir muhârebe esnâsında. Hazret-i Ali bir rütbe almış ki, Allah'ın arslanı, muhârebede yektâ, mücâhid. O delikanlı saldırıyor Hazret-i Ali'nin üzerine. Hiç İmâm-ı Ali sırtını düşmana dönmemiş ve arka tarafına katiyyen zırh takmamış. Sonra demiş ki çocuğa, "Sen beni tanıyor musun?" demiş. Hem mübâreze ediyorlar, hem konuşuyor. "Tanıyorum" demiş. "Ben kimim?". "Sen Aliyye'l-Mürtezâ'sın". "E peki sen benim şânımı işitmedin mi?". İşittim" demiş. "Niye bana saldırıyorsun bu kadar süratli?". "Sevdiğim kız dedi ki Ali'yi öldürürsen sana varırım dedi, onun için" demiş. "Yaaa öyle mi, öyleyse gel kes beni, gel beni kes o kıza  nâil ol" demiş. İndirmiş elini aşağı doğru. Çocuk insâfa gelmiş ve îmân ile müşerref olmuş. 

İşte Resûlullah'a ittibâ böyle olacak. Yani bir misâl verdim, deryâdan bir katre olarak söyledim size. Resûl'ün en ufağından en büyük sünnetine varasıya kadar ittibâ edilirse Peygamber'e o vakit Allah sever, Allah'ın muhabbetini celb etmiş oluruz. Onun için Cenâb-ı Hakk, "Söyle Habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "onlar beni seviyorlarsa sana ittibâ etsinler". "فَاتَّبِعُونِي fettebî'ûnî, bana ittibâ ediniz, يُحْبِبْكُمُ اللّهُ yuhbibkümullah, Allah sizi sevsin". Sonra, "يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ yağfirleküm zünûbeküm, günahlarınızı affetsin". 

En büyük günah da insanın vücûdudur. Ondan daha büyük bir günah olmaz.

Yine Resûl-i Ekrem'in sünnetlerinden. Yapabilecek misin acabâ, yapabilecek miyiz? Ümmü'l-mü'minîn Hazret-i Âişe ile Ümmü'l-mü'minîn Hazret-i Hafsa, birisi Hazret-i Ebâbekir Sıddîk'ın kızı, kerîmesi, Humeyrâ, Hazret-i Âişe annemiz, diğer Hazret-i Hafsa Ömer'in kızı. İyi dinle! Dediler ki bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme, "Yâ Resûlallah, Ehl-i Beyt on sekiz kişiyiz, senin hânende bulunan, sabahleyin kalkdığımız vakitde ekmek torbasında bir lokma ekmek bulamıyoruz. Akşamdan ashâbına dağıttırıyorsun bunları, sabahleyin biz ekmeksiz kalıyoruz, aç kalıyoruz. Eskiden ashâbın fakîr idi, hicret etdiğin vakitde Medîne'ye, şimdi elhamdülillah işleri yoluna girdi çoklarının. Bizim senden isteğimiz şudur. Sabahleyin kalkdığımız vakitde, torbanın içerisinde bir parça ekmek bulalım" dediler. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem darıldı Ezvâc-ı Tâhirât'a, kırk gün yüzünü onlara göstermedi, Mescid'e çekilde Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. Kırkıncı gün Ömer ibn Hattâb geldi, seslendi, "Yâ Resûlallah, işittim ki kızım Hafsa sana böyle söylemiş, ondan dolayı üzülmüşsün ve kenara çekilmişsin, bizi cemâlinden mahrûm etdin, eğer yüzünü bugün görmezsem, gidip Hafsa'yı keseceğim" dedi, "Öldüreceğim kızımı" dedi. Efendimiz buyurdu ki, o gün kırkıncı günüydü, Bilâl-i Habeşî'ye dedi ki, "Bırak gelsin, Ömer ibn Hattâb yapar bu işi" dedi. 

İşte Cenâb-ı Peygamber'in ahlâkı, ahlâk-ı Muhammediyye.

Yine böyle kendisinde dahi olmasa, başkasından ödünç alır, bir yoksulun işini görürdü. Bu da, ittibâ-i Muhammed'dir, sallallahu aleyhi vesellem. Hele afüvv! Affet ki Allah bizleri affeyleye ve Resûl-i Ekrem'in affına mazhar olalım.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 17 Eylül 1982 (29 Zilkâde 1402) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön