30 Ekim 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
"قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebi'ûnî, yuhbibkümüllah, ve yağfirleküm zünûbeküm" âyet-i celîlesiyle beyân olunduğu üzere, Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetine ve mağfiretine nâil olmak, ancak Resûlullah'a ittibâ ile mümkündür. Fakat bu ittibâın üç derecesi vardır.
Birincisi avâmın ittibâıdır ki yalnız fiillerde olur. Avâm, Hazret-i Peygamber'in fiilî sünnetlerini icrâ etmekle yetinir. Ne gibi? Abdestin, namazın, orucun sünnetlerini yerine getirmek gibi, temizlik husûsunda, yeme-içme gibi husûslarda Hazret-i Peygamber'in fiillerini taklid etmek gibi. Havâss ise bunlarla yetinmez, onlar, ahlâk bakımından da Peygamber'e ittibâ ederler. Ne gibi? Affedici olmak gibi, kusurları görmemek gibi, sabırlı olmak gibi, fedâkâr olmak gibi, cömert olmak gibi, mütevazı olmak gibi. Ehassü'l-havâss denilen en yüksek zümre ise bunlarla da yetinmez, onlar, bunlara ilâveten bir de Peygamber'in hâline bürünürler. Bu hâl dile, kaleme gelmez, ancak yaşanarak anlaşılır. Allah ile kul arasında bir sırdır bu. Ancak şu kadarı söylenebilir ki, kulun Allah'a aşkı, o aşk ile yanması, Allah'a kavuşma iştiyâkı, zaman zaman ayrılıkdan şikâyeti, zaman zaman vuslat neşvesi hep bu hâl faslına girer.
Öyleyse yukarıdaki âyet-i celîlenin ahkâmını bu üç zümreye göre ayrı ayrı îzâh etmek gerekir. Şöyle ki;
Hazret-i Peygamber'e yalnız fiilleriyle uyanlar dahi, Allah'ın muhabbetini kazanırlar, Allah bunları sever, bunların günahlarını örter, affeder. Zaten bunlar büyük günahlar işlemezler. İşledikleri küçük günahlardır, onlar da abdestle, namazla, istiğfarla affolunur, mağfiret olunur.
Hazret-i Peygamber'e fiilleriyle uydukları gibi ahlâken de O'na uyanlar bir üst mertebededirler. Bunlar, kalblerini tasfiye, nefislerini tezkiye ederek, kötü sıfatlardan kurtulmuşlar ve Peygamber'in ahlâkıyla ahlâklanmışlardır. Allah'ın sevgili kulları olmuşlardır. Allah'ın bunlara olan sevgisi, bir öncekilerden kat kat fazladır. Bunlar, temiz bir ahlâka sâhib oldukları için Allah'a isyân etmezler, günah işlemezler. Bunlar için günah, Allah'ı unutmak, gaflete düşmek, Allah'dan gayrısına rağbet göstermekdir. Bu gibi hâllerde hemen istiğfâr eder, Allah'a dönerler. Allah da onları affeder, mağfiret eder. Ara sıra gafletleri sebebiyle onları cezâlandırmaz, mertebelerinden aşağı indirmez.
Hazret-i Peygamber'e hem fiil hem ahlâk bakımından uydukları gibi hâlleriyle de O'na benzeyenler vardır ki bunlar büyük velîlerdir, büyük Allah dostlarıdır. Bunlarda velâyet sırrı vardır. Yani Allah ile husûsî bir münâsebetleri vardır bunların. Allah aşkıyla doludur bunlar. O'ndan başka bir şeyi görmezler. Hakk'da yok olmuşlardır. Bunlar o derece arınmışlardır ki günâha hiç istidâdları yokdur bunların. Yani günah işleyemezler. Gaflete de düşmezler bunlar. Zikr-i dâim ehlidirler. Peki öyleyse bunların mağfiret edilmesi nasıl olacak? Bu zevât için yegâne günah kendi varlıklarıdır. Zîrâ bunlar için Hakk'dan gayrı bir varlık görmek şirk gibidir. Nitekim sôfiyye arasında dönüp dolaşan bir söz vardır, "Senin varlığın en büyük günahdır, hiç bir günahla mukâyese edilemez bu" derler. Bu zevât, kendi varlıklarını en büyük günah kabûl etdikleri için, fark makâmında bulunmaları sebebiyle istiğfâr ederler. Cenâb-ı Hakk da onları mağfiretiyle kuşatır ve onları cem makâmına iletir. Cem makâmında varlıkdan, benlikden eser kalmaz.