Resûlullah'a Muhabbet ve Bağlılık - Hutbe - 14 Ocak 1983

4 Kasım 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Sünnet-i Resul

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz
Eûzübillahimineşşeytânirracîm
Bismillahirrahmânirrahîm
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ * وَدَاعِيًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِه۪ وَسِرَاجًا مُن۪يرًا
Yâ eyyühe'n-nebiyyü innâ erselnâke şâhiden ve mübeşşiran ve nezîrâ. Ve dâ'iyen ilallahi bi iznihî ve sirâcen münîrâ.
Sadakallahü'l-azîm.

Zübde-i kâinât, fahr-i risâlet, mefhar-i mevcûdât olan Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi veselleme ümmet olmakla, Hakk Teâlâ'nın en büyük nimetin erişen, Hakk Teâlâ'nın kendi ismiyle isimlendirdiği, kıyâmet gününe inanan, mahkeme-i kübrâda bu kısa hayâtın hisâbını vermeyi kabûl eden, Hakk'In cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler!

Fahr-i Risâlet Efendimiz Hazretlerinin bazı fezâilinden bir nebzecik yani ummanlardan, denizlerden bir katre, güneşlerden bir huzme olarak bundan evvelki hutbelerimizde Rebîulevvel ayında olmak münâsebetiyle bahsetmişdik. Yine Fahr-i Risâlet'in ind-i ilâhîdeki olan mertebesini ve Kitâb-ı Kerîm ile teyîdini, bütün mahlûkât-ı ilâhîye nezîr ve beşîr ve şâhid olduğunu okuduğum âyetle Cenâb-ı Hakk ilân etmekde. 

En kutlu ümmet bizleriz, elhamdülillah. Zîrâ Allah'ın mahbûbu, sebeb-i hilkat-i âlem olan, rahmeten-lil-âlemîn Efendimiz Hazretlerine ümmet olmak dolayısıyla bu kutluluğa ve mutluluğa erişmişiz. Zîrâ cemî' enbiyâ yani bütün peygamberler, büyük peygamberler, ul'ül-azim nebîler ve resuller, Resûl-i Ekrem'in ümmeti olmayı Allah'dan taleb etmişlerdir. Kendilerinde zuhûra gelen hârikulâdât mir`ât-ı Muhammed'den aldıkları zıyâ ile ve nûr iledir. Şems-i hakîkat-i Muhammediyye güneş gibi, diğer enbiyâ yıldızlar gibidir. Nasıl ki diğer yıldızlar zıyâlarını, nûrlarını güneşden alıyorlarsa, cümle enbiyâ da Peygamberimiz Mahbûb-i Kibriyâ, Allah'ın sevgilisi ve bizim sevgilimiz olan Muhammed Mustafâ'nın nûrundan nûrlarını ahz ediyorlar, alıyorlar ve almışlardır ve alacaklardır. 

Cenâb-ı Hakk ahkâmı eskimeyecek olan mektûb-i rabbânî, hablullahi'l-metîn olan Kur`ân-ı Kerîminde...

Allah'ın ipidir Kur`ân-ı Kerîm. Metîn bir ipdir. Bir ucu Hakk'ın yed-i kudretinde bir ucu bize uzatılmışdır. Her kim ona sarılırsa muhakkak necâta ve felâha erer. Her kim onu terkederse, o ipi, helâke mahkûmdur. Bu fânî dünyânın âlâyişi çok çabuk geçicidir. Gençliğin nasıl geçdiyse, öylece hemen. Çocukluk çağı, gençlik çağı, dinçlik çağı, şeyhlik çağı derken, o da uzun yaşarsan yani, kapıya cansız at gelir dayanır. Halbuki gözlerinde ibret olan ve kendilerine düşünce nimeti verilen kimseler, şöyle baksınlar, meyva daha henüz olmadan düşer dallarından bazen. Bunun manâsı şu yani birçok insanlar genç yaşında ölümle karşılaşırlar. Yine, dâimâ ben söylerim, sakadatçı dükkanlarına gidiniz, orada hep genç hayvan başı göreceksiniz, yaşlıları pek azdır. Anlaşılıyor ki, ömür çok kısa fakat manâsı gâyetle büyük. 

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem nimetullahdır, Allah'ın en büyük nimetidir. Allah da bu nimetini bize ihsân etmişdir. İşte Mûsâ Kelîmullah gibi, Îsâ Rûhullah gibi peygamberler, "Yâ Rabbi keşke biz Ümmet-i Muhammed'den olsaydık" demişlerdir. Yani gıbta etmişlerdir bizim hâlimize. Koskoca peygamberler! Makâmımız gâyetle yüce ve büyük. Yalnız Resûl-i Ekrem desin ki, "Yâ Rabbi şu benim ümmetimdir" desin, bu kâfî. Ümmetliğe kabûl etsin. Cehennemin derekâtı ve cennetin miftâhı Resûlullah'ın yedindedir. Çünkü Cenâb-ı Allah Kitâb-ı Kerîminde O'na, "Yâ Muhammed" sallallahu aleyhi vesellem diye hitâb etmemiş, hiç yok. "Yâ eyyühe'n-nebî", "Yâ eyyühe'r-resûl", "Yâ eyyühe'l-müzzemmilü", "Yâ eyyühe'l-müddessiru", bu şekilde hitâb etmiş. Bize de öyle. "Yâ eyyühellezîne âmenû"yle hitâb etmişdir. O'nun şerefinden dolayı.Mü'min esmâsı, Allah'ın isimlerinden yüce bir isimdir, esmâ-i husnâdandır. Kendi ismiyle bizi isimlendirmişdir Cenâb-ı Hakk. O'na ümmet olduğumuz için. 

Mûsâ Peygamber'e, "Yâ Mûsâ", Hazret-i Îsâ'ya, "Yâ Îsâ", Süleyman Nebî'ye, "Yâ Süleyman" diye hitâb etdiği hâlde, Resûl-i Ekrem Efendimize Kur`ân-ı Kerîm'de "Yâ Muhammed" hitâbı yokdur. Dâimâ Cenâb-ı Peygamber'e tazîm ile hitâb etmiş, "Yâ eyyühe'n-nebî", "Yâ eyyühe'r-resûl" ve O'nun ömrüne, hayâtına yemîn etmişdir. "Hayâtına yemîn ederim ki habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "Senin hayâtına yemîn ederim bu böyledir" demişdir Cenâb-ı Hakk. Hiç bir peygamberin hayâtına Allah yemîn etmemişdir. 

Yine Cenâb-ı Peygamber'in mübârek cemâlinin nûruna yemîn ediyor Allah. "وَالضُّحٰىۙ ve'd-dûhâ"daki "vav", duhâ vaktine yemîn içindir. O duhâ vakti, hangi duhâ vaktidir o? Resûl-i Ekrem'in tulûu duhâ vaktidir. Resûlullah'ın tulûuna Allah yemîn etmişdir, zuhûruna yani. Verilen bu tefsîr de, Buhârî-i Şerîf'in Kastallânî'de böyle beyân edilmişdir yani öyle veriyoruz tefsîri.  "وَالضُّحٰىۙ ve'd-dûhâ", duhâ vaktine. Her duhâ vaktine yemîn varsa, Resûl-i Ekrem duhâ vaktinde zuhûra geldiği için her duhâ vakti şeref almışdır. Senin, benim şeref aldığımız gibi. Biz bir avuç toprağız fakat Cenâb-ı Peygamber'in ümmeti olmak dolayısıyla Allah kendi ismini bize vermiş, mü'min ismini ve bizi yüceltmişdir. Cennât-ı âliyât ve cemâlullah bize hazırlanmışdır. 

Hattâ Mûsâ Peygamber'le Cenâb-ı Hakk konuşurdu. Senin Tûr'un da senin vücûdundur. Nısfü'l-leylde kalk, eğer aşkdan bir haberin varsa, Hakk'la görüş, konuş. "Efendi, Hakk'la nasıl konuşulur?". Sana şunu söyleyeyim, bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i okusa, gelse dese ki, "Ben Allah ile konuşdum" diye yemîn etse, yemîninde yalancı değildir, hânis değildir. Yine senin hitâbınla Cenâb-ı Hakk sana cevâb verebilir. Senin vücûdun senin Tûr'un olmuşdur.
 
Mûsâ Nebî, Tûr'da Cenâb-ı Hakk'a, "Yâ Rabbi, benimle konuşuyorsun, bana cemâlini göster" deyince, Cenâb-ı Hakk, "لَنْ تَرٰين۪ي len terânî" buyurdu. Bismillahirrahmânirrahîm. "وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي ve lemmâ câe musâ li mîkâtinâ ve kellemehû rabbuh, kâle rabbi erinî enzur ileyk, kâle len tarânî". Mûsâ Peygamber Cenâb-ı Hakk'a "Bana kendini göster sana bakayım" dedi. Allah buyurdu ki "len terânî Yâ Mûsâ, sen beni göremezsin". Ve şöyle söyledi Hazret-i Mûsâ'ya, "Yâ Mûsâ, seninle konuşuyorum, seninle benim aramda yetmiş bin perde vardır, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed Mustafâ'm, O'nun ümmeti gelecek, onlara öyle saat vereceğim ki, gündüzde ve gecede, öyle mübârek geceler ihsân edeceğim ki, onlarla konuşduğum vakitde aramızda perde olmayacak" buyurdu. Evet. Cemâl-i Hakk'ı görmek âşıkların hakkıdır. Hakk Teâlâ, Ümmet-i Muhammed'e kendisini, cemâlini gösterecekdir. Keyfiyyeti mechûl, Allah'ca malûmdur.
 
Zâten baş gözü ve kalb gözü açık olan, bu âlemde de Hakk'ı görür. Zîrâ bu âlemde Hakk'ı görmeyen öteki âlemde göremez. "وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلًا ve men kâne fî hazîhî a'mâ fehüve fi'l-âhireti a'mâ ve edallü sebîlâ". Burada Hakk'ı göremeyen orada göremez, burada a'mâ olan orada a'mâ olur. A'mâdan murâdım baş gözü kör ma'nâsına değil, kalb gözü kör ma'nâsına.

Cenâb-ı Allah Kitâb-ı Kerîminde...

Birkaç âyet okuyacağım. Yani vereceğimiz manâlar deryâdan bir katre. Çünkü Kur`ân-ı Kerîm'in bir âyetinin yedi manâsı vardır. Bir zâhir, altı bâtındır. Bu da insanlara verilmişdir. Yani insanların havâssına verilmişdir. O manâyla da bitmez, yetmiş bin manâsı vardır, ehline göre. Vereceğimiz manâ zâhir manâsından bir mikdar vereceğiz.

"قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي  kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebi'ûnî, söyle habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem,..

Efendiler! Cenneti bulmak isteyen, cemâle ermek isteyen, Resûl-i Ekrem'in ismini işitti mi salavât-ı şerîfeyi vermelidir. Bu, manâ tarlasına muhabbet tohumunu atmak demekdir. Manevî tarlaya muhabbet tohumunu atıyorsun. Efendimizin ismi anıldığı vakitde hemen, radyonun filan sesini kıs evinde, ezân-ı Muhammedî okunurken. Hürmetkâr ol. Cüneyd-i Bağdâdî diyor ki, "Bağdad halkı ezanlar okunduğu vakitde neylerini susturmadılar". Çalgılarını yani. Söyleyen ben değilim, Seyyidü't-Tâife Cüneyd-i Bağdâdî söylüyor. Susturmadılar yani ezana hürmetkâr olmadılar. 

Halbuki ezan, mektûb-i ilâhî, davet-i sübhânîdir. Dikkat etsene ezana bak, sana bir mektûb geliyor, "Allahuekber Allahuekber. O'ndan başka ibâdete lâyık bir ilâh yokdur, ancak O vardır. Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem O'nun resûlüdür, mahbûbudur". Sonra, "Namaza gelin, namaza gelin. Felâha gelin felâha gelin". Kim davet ediyor? Mektûbun altında imzâ var : "Allahuekber Allahuekber Lâilâheillallah". Allah diyor ki, "Ben davet ediyorum". Allah'a kasem ederim ki, Râmuzü'l-Ehâdis'de var bu hadîs-i şerîf, "Ezan okunduğu vakit, Allah ve melekleri de ezanı dinlerler". Sen sakın hâ gafletde bulunma!

Biz gelelim dersimize. Cüneyd-i Bağdâdî diyor ki, "Bağdad halkı ezan okunduğu vakitde çalgılarının seslerini kesmediler ve dillerini de kilitlemediler. Dır dır dır konuşdular yani hürmetkâr olmadılar ezana. Kavm-i Nûh'a Allah su tûfânı gönderdi, Bağdad halkına da Cenâb-ı hakk ateş tûfânı gönderdi. Cengiz Han geldi".

Allah'ın böyle orduları vardır. Senin idrâkin, benim aklımın terâzisi ermez o işe. Senin aklın, benim aklım, ata benzer. Ata bindin denizin kenarına kadar gidersin. Sonra denizde yürüyemezsin. Akl-ı meâş insanı oraya kadar götürür, sonra akl-ı meâd vardır. Allah'ın orduları vardır. Mikrop orduları vardır. Zâlimden orduları vardır. Kâfirden orduları vardır. Daha daha. Bunlar uzak şeyler. Senin tohumundan sana karşı ordusu vardır. Oğlunu sana düşman eder. Yetiştirir büyütürsün, düşmanını belinde taşımışsındır. Ekmek yedirirsin karına, senin aleyhindedir, sana itâat etmez. Sen Allah'a itâat etmedin ki karın sana itâat eyleye. Allah'a itâat edene bütün mahlûkât itâat eder. "Efendim, ben etdim, o bana etmiyor". Hayır! Senin etdiğin rivâyeti kendindendir. Allah diyor ki, "Bana itâat edene ben de itâat ederim" diyor Cenâb-ı Hakk. "Bana itâat edene ben de itâat ederim" diyor. "Beni zikredeni ben zikrederim" diyor Hazret-i Allah. "فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ fezkürûnî ezkürküm". "ve men etâ'anî fekad eta'tehû" hadîs-i kudsîde. "Bana itâat edene ben de itâat ederim" diyor Cenâb-ı Hakk. 

Onun için ezan-ı Muhammedîye hürmetkâr ol, sen mü'minsin. Yakın bir zamanda bu hayâtı kaybedeceksin, rütben kalkacak üzerinden. Kasa da elinden alınacak, masa da alınacak, sevgili evladların yetîm, sevgili âilen dul kalacak, annen baban saçını sakalını yolacak. Yakın bir zamanda! Onlar kendilerine ağlasınlar, sen kendine ağla. Senin ağlamana, feryâd u figânına kimse gelmeyecek, amelinle başbaşa kalacaksın. Evvelâ sana Hazret-i Muhammed'den soracaklar, sallallahu aleyhi vesellem. "Bu zât kimdir?" diyecekler. Müslim kitâbının beyânına göre. "Bu zât kimdir?". Eğer Resûlullah'a muhabbetin varsa, O'nun ismini işittiğin vakit salavât verdinse, O'nun ashâbına, ensârına, ehl-i beytine, evliyâsına, ulemâsına hürmet kıldınsa, ümmetine hürmet kıldınsa ümmetine...

Söylüyoruz ya, "Birbiriniz sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız" diyor Resûl-i Ekrem. Müsümanlar birbirinin düşmanı. Tekrar ediyorum, hadîsin manâsını söylüyorum sana. "Birbiriniz sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Bir daha söylüyorum.  "Birbiriniz sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Sakallı, sakalsız, şalvarlı, şalvarsız, seveceksin birbirini. Ne mutlu Resûl-i Ekrem'in sünnetini icrâ eden âşıklara. Ne kadar güzel bir şey.  Mü'min kardeşini seveceksin. her duânda ona duâ edeceksin. "Yâ Rabbi, senin rızânı bilmeyen, yolunu şaşırmış olanlara da hidâyet et Yâ Rabbi. Onlar da Ümmet-i Muhammed'den, benim kardeşim Yâ Rabbi". Resûl-i Ekrem buyuruyor ki, "Bir zaman gelir, duâlar reddolunur. Ancak birbirinize duâ ederseniz, duâlar kabûl olur" diyor Peygamber. Sen bana, ben sana duâ edeceğim. Bu husûmet ne? Bu soğukluk ne? Herkes birbirine kaşlarını çatmış bakıyor. Halbuki o da, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyor. Eğer Hazret-i Peygamber'e muhabbetin varsa, O'nu seveni sen de seveceksin, O'nun sevdiğini, seveni, sevdiğini. Hattâ Resûl-i Ekrem'in hâşâ kelbi olsa ona hürmetkâr olacaksın, Peygamber'in köpeği diye. Âşıkân, o kutublar var ya, kutbu'l-aktâb filan, işitiyorsunuz, Resûl-i Ekrem'in basdığı toprakları sürme yapmışlar, gözlerine çekmişler de o makâma yükselmişlerdir. Kimin vücûdunda Resûl-i Ekrem'in nûrundan bir nûr varsa, o yükselir o. İki türlü yol var. Biri döl evlâdı, biri yol evlâdı.

Gelelim. "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ kul in küntüm tuhibbûnallahe fettebi'ûnî yuhbibkümüllah", "Söyle habîbim, eğer", dikkat buyur konuşduğum söze!, "söyle kullarıma, haber ver, eğer beni seviyorlarsa, sana tâbi olsunlar ki onları ben seveyim, günahlarını affedeyim, derecelerini âlî kılayım, cennetime lâyık edeyim, cemâlime lâyık kılayım". 

"Eğer beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar. Sen Sirâc-ı Münîr'sin çünkü, diğer âyet-i kerîmede. Nûrlu bir kandil, yol gösterici. Kime? Cümle enbiyâya. İki yüz yirmi dört bin peygamber gelmiş, vazîfeleri ne biliyor musun? Vazîfeleri peygamberlerin Hazret-i Peygamber'in geleceğini halka müjdelemek. Onun için gönderilmiş o kadar peygamber. Resûl-i Ekrem'in geleceğini halka müjdelemek için. Îsâ Peygamber'e inen İncil'de Resûl-i Ekrem'in bütün evsâfı duruyor. Papazlar inkâr etmişler. Etsinler. Resûl-i Ekrem'in nübüvvetine Allah şâhid. Tevrat'da kezâ, Resûl-i Ekrem'in sıfatları var. İnkâr etmişler, bu değil demişler. Menfaatleri ellerinden gidecek diye. Çünkü kimin ameli kelbse, ortaya kemik atıldığı vakitde birbirini ısırır. Kemiğe tâlib olur çünkü. hakkı bırakır kemiğe saldırır.

"Eğer beni seviyorlarsa Habîbim Muhammed, sana tâbi olsunlar ki ben onları seveyim". Yani Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetini kazanmak istiyorsan Resûl-i Ekrem'in yolundan, O'nun çizdiği yoldan gideceksin. O Sirâc-ı Münîr sana yol gösteriyor. Önüne nûr açmış senin. O nûr ne biliyor musun? Kur`ân. O nûr Kur`ân. Resûl-i Ekrem, Canlı Kurân sallallahu aleyhi vesellem. ben söylemiyorum sözü, Ümmü'l-Mü'minîn Hazret-i Âişe söylüyor. Söz benim değil, Hazret-i Âişe'nin sözü. "Ey Anne, bize Resûl-i Ekrem'i tarîf et", "Kur`ân'ı okuyunuz, Kur`ân neyse, Peygamber odur" diyor. Canlısı. Sallallahu aleyhi vesellem.

"Söyle kullarıma, beni seviyorlarsa sana tâbi olsunlar, ben onları seveyim". Demek ki Resûl-i Ekrem'e tâbi olmak, Allah'ın muhabbetini celb etmekdir, sallallahu aleyhi vesellem. Ne kutlusun değil mi? 

Yarın kıyâmet gününde de böyle. Her ümmet, her peygamberin diz bağları sökülecek, titreyecek böyle her ümmet, her peygamber. Hattâ çökecekler yere peygamberler. Fakat Ümmet-i Muhammed Cenâb-ı Peygamber'in sancağı altında cem olacakdır. Korku yokdur Ümmet-i Muhammed için. Bir kısmı arşın gölgesinde, bir kısmı Livâü'l-Hamd altında, hattâ bi-zâtihî Resûlullah'ın yed-i mübârekinden, mübârek ellerinden Âb-ı Kevser'den sîrâb olacaklardır yani içeceklerdir. İltifat göreceklerdir. Mahkeme-i kübrâda dahi. Çünkü Kur`ân'da ilân etmiş, "اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ elâ inne evliyâallah lâ havfün aleyhim velâhüm yahzenûn""Ey Allah'ın dostları, Allah'ı sevenler, Allah'ın sevdikleri!", çünkü Peygamber'e tâbi oldun, Allah seni seviyor, söyledik yukarıda âyet-i kerîmeyi, "Sizin için korku, mahzûniyet yokdur" diyor. 

İkincisi, "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ men yuti'ir-resûl fekad etâ'allah". Kim Allah resûlüne itâat etdi, Resûl-i Ekrem'e, Allah'a itâat etdi, muhakkak Allah'a itâat etdi. Kim Resûl-i Ekrem'i sevdi, Allah'ı sevdi, Allah da onu sevdi. Kim Resûl-i Ekrem'e ihânet etdi, Allah'a ihânet etdi. Mü'minlere ihânet eden, Resûl-i Ekrem'e ihânet etdi. Okumadın mı Sûre-i Bakara'nın başında münâfıkların yapdığı işi? "يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ  yuhâdi'ûnallahe vellezîne âmenû vemâ yahde'ûne illâ enfüsehüm vemâ yeş'ûrun" diyor Allah Kur`ân-ı Kerîm'de. Mü'minlere yapılan hud'ayı, hîleyi Allah zât-ı ulûhiyyetine yapılmış kabûl ediyor. Mü'mine yapılan hîle, Allah'a, Peygamber'e yapılan hîle gibidir, mü'mini aldatmak. 

Zâten aldatanlar bizden değildir. Aldatıcı adam bizden değildir. Öyle demiş Peygamber Efendimiz. Dolaşmış pazar yerinde, sebeb-i vürûdu da böyle, dolaşmış bakmış, birisi buğday satıyor. Mübârek elini sokmuş, yed-i mübârekini, bakmış buğdayın altı ıslak, üstü kuru. "Niye böyle yapdın?" demiş sormuş o kişiye. Demiş, "Yâ Resûlallah yağmur yağdı, üst kısmı ıslandı buğdayın, halk bunun ıslak olduğunu görürlerse almazlar, onun için ne yapdım, kuru tarafını üste çıkardım". "Böyle yapanlar bizden değil" dedi. Halkı aldatma! Sarığınla, cübbenle filan. Aldatanlar bizden değildir. Sarıkla, cübbeyle değil iş. 

Olsaydı dervîşlik tâc ile hırka
Alırdık onu biz otuza kırka

İlim sarıkla, cübbeyle olsaydı, İslâm da kıyâfetle olsaydı, mesele yokdu, ufak bir parayla insan müslüman olabilirdi. Aman îmânını kurtar! 

Şimdi geliyoruz, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Resûl-i Ekrem diyor ki, "Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmân kemâle ermez" diyor Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellem. 

Şimdi, bir kıssa anlatacağım ki revnak versin dersimize, dersin zübdesi olsun. Peygamber'e salavât vermenin fazâilinden söyleyeceğim şimdi ve keseceğim dersi. Vakit de dar oldu. Çok söz var burada konuşulacak, bitmez. Hani benim medhim, bütün ulemânın medhi, bütün enbiyânın medhi kâfî gelmez. Resûl-i Ekrem'in meddâhı Hazret-i Allah'dır, Celle Celâluhû. Allah medh ediyor Peygamber'i. Sen öyle görüyorsun, Emine'nin çocuğu, Abdullah babası, Abdülmuttalib dedesi, Ebû Tâlib amcası filan, onu Ebû Cehil daha iyi biliyor senden. Kendi kavminden çünkü. Allah ne diyor Kur`ân'da. "Habîbim Muhammed, sana bakıyorlar ama seni göremiyorlar" diyor. Görmek başka, bakmak başka. Okumak başka, anlamak başka. Çok okuyan var ama anlamadı. Anladı ama yanlış anladı. 

Diyor ki bir zât-ı ekrem, bak Peygamber'i sevenlere bir şey veriyorum, diyor ki bir zât-ı muhterem, Kabe'yi tavaf ediyormuş. Kabe'nin her rüknünde duâları vardır Kabe'nin. Allah nasîb etsin. Vücûdu sıhhat u âfiyetde olan, malı mülkü yerinde olan kişiler, ömründe bir defa hacca gitmeleri lâzımdır. İslâm'ın erkânıdır, bir defa. Sonra nevâfildir, ayrı. Hazret-i İmâm-ı Azam yetmiş defa gitmiş. Bir delikanlı salavat okuyormuş hep, o rükünlerde duâ okumuyor salavât okuyor. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed.  Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Diyor ki veliyyullahdan birisi, görmüş onu, "Evlâdım, her rüknün bir duâsı vardır, sen bu duâları bilmiyor musun? Ben sana öğreteyim, bir rehber-i hac vereyim ben sana, oku duâları". "Biliyorum efendim" demiş. "Ama ben ahd etdim bundan böyle, hiç duâ etmeyeceğim Cenâb-ı Hakk'a, ancak Resûl-i Ekrem'e salât okurum. O bana kâfî gelecek". Sebebi nedir diye sordum. Biz Horasanlıyız, Horasan'dan geliyorduk, Kûfe şehrine vardık. O vakit kervanla gidiliyor, şimdiki gibi kolay değil. Şimdi üç saatde varıyorsun. Kûfe şehrine vardık, babam orada gece öldü. Nasîb olmadı yani hac yoluna çıkdı ama haccetmek nasîb olmadı, öldü. Fakat babamın şekli değişdi.

Ümmet-i Muhammed'de tenâsüh yokdur. Bazen yüz senede, elli senede, altmış senede bir defa insanın şekli değişebilir. Ben gördüm çünkü. Onun için söylüyorum. Eski Benî İsrâil'de bir adam günah işledi mi, Allah onun amelini zâhirine verirdi. Domuz olurdu insan. Akşam adam, sabahleyin domuz olurdu. Kur`ân-ı Kerîm'in beyânını söylüyorum. Akşam insan, sabahleyin maymun olurdu. Böyle. Ama Peygamberimiz gelince, Allah bunu kaldırdı. Ümmet-i Muhammed'de bu oluyor mu? Oluyor ama manevî oluyor. Gözlerinde perde olmayanlar bunu görüyorlar. O da ayrı.

"Babamın şekli değişdi". 

İbret olsun diye bazen Cenâb-ı Hakk elli senede, yüz senede bir böyle yapar. İbn Şahne tarihinde, orada bir kayıt gördüm ben. Halep'de bir adam namaz kıldıran imamın taklîdini yapmış, derhal adam maymun olmuş. Allah maymuna tebdîl etmiş. İbn Şahne târihinde yazılı. 

"Ben görünce babamın bu hâle geldiğini başladım ağlamaya. Bize iki musîbet erişdi. hem yolda babamı kaybetdim, hem de babam bu şekle girdi. Ve ben anılacağım sonra, bunun babası öldükden sonra şu şekle girdi diye". 

Gâyet çirkin bir şekle girmiş, hınzır şekline girmiş. yani domuz olmuş öldükden sonra. 

"Ağlıyordum, birdenbire çadırın kapısı açıldı, nûrânî bir zât içeri girdi. Arkasında gene nûrânî insanlar vardı. Doğru babamın yatdığı yere gitdiler, yüzünü açdı babamın, mübârek elleriyle sığadı, ayağına kadar. Babam eskisinden güzel oldu. Hemen kalkdım, ayaklarına sarıldım Hazret'in, kimsiniz, beni bu belâdan kurtardınız, babamı bu azâbdan kurtardınız, kimsiniz? Herhalde siz büyük bir zât-ı muhteremsiniz dedim. Dedi ki, Ben Resûl-i Ekrem Muhammed Mustafâ'yım. Baban her gün bana yüz salavat okurdu. Bugün melek geldi haber getirdi, o zât göçdü, başına böyle bir felâket geldi, onun necâtı için buraya geldim dedi. Ondan sonra, ben bunu görünce şimdi duâ etmiyorum, salavât okuyorum, Peygamber bana muhabbet ederse, kâfî benim için" dedi diyor o zât-ı muhterem. 

Fefham! İftah ayneyk! Gözlerini aç! Size söylüyorum. 

Haydi bir tâne daha söyleyeyim size. Zuhûr etdi. Zuhûr etdi şimdi bu. Kusûrumu affedin. Bir zâtın borcu varmış, yüz altın. O devirde çok büyük para. Tüccar batmış, borçlu kalmış adamcağız. Nâmuslu da bir adam. Ağlayıp sızlıyor. 

Şimdi kendi kendini iflâs etdiriyor ki elâlemin parasının üstüne otursun diye. Yuh! Açıkgöz adam çünkü o. Bilmiyor ki yılan olacak, boynuna dolanacak, yakın zamanda. Açıkgöz adam, herkesin hakkını verir. Haksız, tertemiz, alnı açık, özü pâk olarak âhirete gider. Öyle milletin malını çalan, vuran kişi, açıkgöz değil, ahmağın ahmağıdır o. O bana desin ahmak diye ama ben de ona diyorum. yakın zamanda hangimizin sözü hak, çıkacak meydana, karşılaşacağız. Velev ki bir arpa olsun. Velev ki bir zerre olsun. "فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ * وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ fe men ya'mel miskâle zerratin hayran yerah, ve men ya'mel miskâle zerretin şerren yerah", âyet-i kerîmede.

Ağlar, sızlarmış. "Yâ Resûlallah, şefâat et, bana yardımcı ol, Cenâb-ı Hakk bana bu parayı versin, ben borçlu kalmayayım". Çünkü borçlu bir adam ölürse, kabirde elleri zincirdedir. Cenâb-ı Peygamber borçlu adamın namazını kılmamışdır. Sorardı, "Borcu var mı?", "Yâ Resûlallah borcu var" dediler mi, namazını Peygamber kılmazdı. Tâ borcu kazâ edilinceye kadar. Fefham!

Ağlıyor, sızlıyor. Sonra bir akşam Nûr-ı Nübüvvet görünmüş, Resûl-i Ekrem Efendimiz yani. Dedi ki o zâta, "Git yarın Hekimoğlu Ali Paşa'ya". Câmisi var, Koca Mustafa Paşa'ya giderken, namaz kıldın mı orada, güzel bir câmidir. O vakit sadrazammış Hekimoğlu Ali Paşa. "Git Hekimoğlu Ali Paşa'ya, de ki, Resûl-i Ekrem sana selâm söyledi, bana yüz altın vereceksin". Demiş, "Yâ Resûlallah, sözün hak, gerçek ama beni tekzîb eder bu zât, inanmaz bana" demiş. Demiş ki, "Ben sana işâret vereceğim" demiş, "burhan vereceğim, tanık vereceğim, şâhid vereceğim. O bana her akşam yüz defa salavât-ı şerîfe getirirdi, Cuma akşamı unutdu bana salavât vermeyi. Tekzîb ederse, yalanlarsa seni, de ki, benim şâhidim var, sen her akşam Peygamber'e yüz salavât verirmişsin, Cuma akşamı unutmuşsun". Çünkü benimle onun arasında. Allah'la kendi arasında. Gitdi Hekimoğlu Ali Paşa'yı gördü. Uzatmayalım lafı. Huzûra girdi. Paşa'ya selam verdi. Paşa, "Aleykümselam buyurun, nedir isteğin?" dedi. Dedi ki, "Sana Resûl-i Ekrem'in selâmı var". Paşa, "ve aleyküm selâm" dedi ve ayağa kalkdı. Resûl-i Ekrem selâm veriyor, elbet kalkması lâzım. Velînimeti çünkü. Sebeb-i devleti. Hem dünyâda hem âhiretde. "Bana yüz altın vereceksiniz, böyle emr ü fermân buyurdula". Dedi ki, "Vallahi bu güzel bir söz. Selâm da güzel. Sözün de hak ama niye bu rüyâyı ben görmedim. Bu rüyâyı ben görseydim sana bir şey sormadan bu parayı verirdim" dedi. "Sen görüyorsun da ben niye görmüyorum" dedi Paşa. Paşa zekî. O vakit dedi ki o zât, "Ben bu sözü Peygamber'e söyledim, beni tekzîb eder diye, Resûl-i Ekrem de sana tanık olarak bir şey söyledi. Seninle Hakk arasında. Her gece sen yüz salavât-ı şerîfe okur, Peygamber'in rûhuna gönderirmişsin". "Evet" dedi Paşa, "Sonra?". "Cuma akşamı unutmuşsun. Şâhidim bu" dedi. "Bir daha söyle bakayım, bir daha anlat". "Resûl-i Ekrem'in sana selâmı var". "Aleykümselâm", gene ayağa kalkdı Paşa. "Bana yüz altın vereceksin". "Bir daha söyle". "Resûl-i Ekrem'in sana selâmı var". paşa ayağa kalkdı, "Aleykümselâm ve rahmetullahi ve berekâtuh". Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, tekrar etdiriyor. En sonunda o adam zannetdi ki Paşa istihzâ ediyor, dedi ki, "Paşa, vereceksen ver, vermeyeceksen beni oyalama". Dedi ki, "Yedi selâm verdin, yedi yüz altın vereceğim sana" dedi. "Eğer devâm etseydin bütün servetimi verecekdim. Bana Muhammed Mustafâ'dan selâm getirdin" dedi. 

Tabii nûr-ı îmânı olanlar, kalblerinde Peygamber'e muhabbet olanlar, değil ki mallarını, canlarını, evladlarını, bu dîn uğruna fedâ etmişlerdir. Her hâneden yüzlerce şehîdimiz var. Biri kalksın söylesin bakayım, benim hânemde şehîd yokdur Muhammed uğruna diye, Dîn-i İslâm yoluna diye, vatan millet yoluna diye, söylesin birisi kalksın. Hepiniz düşünün şöyle, her hâneden bu Dîn-i Ahmed için, Resûl-i Ekrem için çok kurban vermişiz biz. Elbet ki muhabbetini inşâallah alacağız. Öyle ümîd ediyoruz. Çünkü Peygamber, rahîmdir. "لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ lekad câeküm resûlün min enfüsiküm azîz", azîzdir, "عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ aleyhimâ anittüm harîsun aleyküm", bizim üzerimize harîsdir. Nasıl ki ana babanın evlâdına muhabbeti varsa, Resûl-i Ekrem'in bize muhabbeti, anamızın babamızın merhametinden daha çokdur. Cenâb-ı Hakk'ın Ümmet-i Muhammed'e merhameti ana babanın rahmetinden yetmiş bin defa fazladır. Bir kere Allah dersin, affeder cümle günahını.

Yâ Rabbi bizi Habîbin Muhammed'den ayrıma. 

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 14 Ocak 1983 (29 Rebîulevvel 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön