Yâ eyyühe'n-nebiyyü innâ erselnâke şâhiden ve mübeşşiran ve nezîrâ. Ve dâ'iyen ilallahi bi iznihî ve sirâcen münîrâ.
Sadakallahü'l-azîm.
Kalblerinde nûr-ı îmân, alınlarında eser-i secde, dillerinde ismullah bulunan mü'minler!
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem ki cümle peygamberlerin seyyidi, efendisidir ve serdârıdır, önderidir ve bu âlemin yaradılmasına sebebdir, ve bu âlemde bulunan mahlûkât-ı ilâhîye rahmetdir. Yani yalnız dünyâ âlemine değil, on sekiz bin âleme rahmetdir Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerinin Rahmân ve Rahîm esmâlarının zâhir olduğu şahısdır, şahs-ı ekremdir yani, sallallahu aleyhi vesellem.
O'nun hakkında söz söylemek haddimiz değil. O'nu medh ü senâ etmek de bizim işimiz değil. Çünkü O'nu medh ü senâ eden yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allah'dır, Celle Celâluhû Hazretleridir. Çünkü Allah'ın sevgilisidir. Cennet ve cehennem O'nun rızâsındadır, Resûl-i Ekrem'in rızâsındadır, sallallahu aleyhi vesellem.
Cümle enbiyâ da böyle. Resûl-i Ekrem'e şefâat izni çıkmayınca hiç bir nebî, hiç bir resûl, şefâata muktedir olmayacakdır. Hattâ bırak şefâati, kendi nefislerinden gayrını düşünmeyecekler. Hadîs-i Şerîf'de böylece vârid olmuşdur. Ne Âdem Safiyy, ne Nûh Neciyy, ne İbrâhim Halîl, ne Mûsâ Kelîm, ne Îsâ Rûhullah, ne diğer peygamberân-ı ızâm hazarâtı. Hiç birisi kendi kavmine, kendi ümmetine şefâat etmek şöyle dursun, nefsinden başka bir şey düşünmeyecek, yevm-i kıyâmetin şiddet ve dehşetinyle. Fakat vaktâ ki Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme şefâat izni çıkacakdır, o vakit onlara da ondan sonra şefâat izni müsâade edilecekdir, diğer enbiyâya.
Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Buhârî hadîslerinden, şöyle mahallini de söyleyelim, "Olacak olur" diyor. Olacak olur yani kıyâmet kopar.
Kıyâmet üç kısımdır. Bir kıyâmet vardır, bir adam öldüğü vakitde, onun kıyâmeti kopmuşdur. Semâsı yarılmış, yıldızları dökülmüş, denizleri kaynamışdır. Kişi öldü mü kıyâmeti kopdu demekdir. Buna küçük kıyâmet derler. Ki bu hepimizin başına yakın bir zamanda gelecekdir. Bizden evvel geçenlerin başına geldiği gibi. Onlar nasıl ki kendilerini ve yakalarını ölümden sıyıramadılar, bizler de buy ölümden yakayı sıyıramayacağız.
Yalnız şunu söyleyeylim. Îmân eden ve a'mâl-i sâliha icrâ edenler için ölüm, korkulacak bir şey değildir. Ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır. Tekrar ediyorum. Îmân edenler için, a'mâl-i sâliha icrâ edenler için, ölüm korkulacak bir nesne değildir. Fakat Allah'a îmân etmeyen, yâhud Allah'a îmân etmiş, isyândan başını kaldırmamış, dâimâ isyânda ve nisyânda, ibâdeti yoki tâati yok, hiç bir şeyi yok, müflis vaziyetde âhirete gitmiş, onun için ölüm biraz zahmetlidir. Güçdür yani.
Bundan sık sık bahsediyoruz çünkü iki şey vardır ki bunları unutursak, kendimizi unuturuz, birisi Allah'ı unutmak birisi ölümü unutmakdır. İki şey unutulursa, insanlar insanlıkdan çıkarlar. Ölüm gözümüzün önünde olduğu hâlde, sevgililerimizi kendi ellerimizle kabre yerleşdirdiğimiz hâlde, bize bir ders vermiyorsa, yazık bizim için, pek yazık! En büyük vâiz, en büyük nâsih, ölümdür. Kâfire müşküldür, âsîye müşküldür fakat mü'minlere gâyetle kolaydır.
Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyorlar ki, "Ölümde yani Melekü'l-mevt bir kimsenin rûhunu kabz edeceği vakitde, üç yüz kılıç darbesi gibi". Bir kimseye üç yüz defa kılıçla vurursun, onun acısı neyse, rûhun cesedden ayrılığı odur. Müslümana da böyle mi? Mü'mine de böyledir, kâfire de böyledir. Fakat mü'mine bir âlem açılır. O âlemi o seyrederken hiç onu duymamış, tereyağından kıl çeker gibi, o üç yüz kılıcın acısını duymamış. Çünkü nasıl bir âlem ki o kılıçların acısını ona duyurmuyor. Bu da mü'minin bulunduğu mevkîye göredir. Kimisi Hakk Teâlâ ile müşerref olur. Kimisi Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleriyle müşerref olur, ölüm ânında. Kimisi cennetin derecâtını görür. Kimisine müjdeci melekler gelir. Der ki, "Biraz günahın filan var ama ebedî nârda kalmayacaksın, inşâallah şefâat-ıi Resûlullah'a nâil olursun" der, müjde verir gene son nefesinde.
Ama mü'minler için böyle değil. Hattâ, gene şurada bir müjde verelim.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, bir gün çok me'yûsmuş. Ekseri zaman istikbâli gördüklerinden dolayı üzülürlerdi, sallallahu aleyhi vesellem. Çok zaman ağlardı. Hattâ buyurmuşlar ki, "Benim bildiğimi siz bilseniz, benim gördüğümü siz görseniz, yataklar üzerinde gülemezdiniz, istirahat edemezdiniz" buyuruyorlar, sallallahu aleyhi vesellem. O gün gelmiş Hazret-i Melekü'l-mevt, Cenâb-ı Peygamber'e selâm vermiş, demiş ki "Yâ Resûlallah, me'yûsluğun nedendir? Üzülme. Sana salavât-ı şerîfe veren ümmetinin rûhunu tereyağdan kıl çeker gibi alacağım. Senin ismini işitdi, hemen salavât-ı şerîfe verdi, sana ve ehl-i beytine ve ashâbına ve ensârına". Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve sahbihî ve sellim.
Yine sırâtın şiddetini ve dehşetini düşünen Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, me'yûs olmuş, Hazret-i Cebrâil gelmiş. Demiş, "Yâ Nebiyyallah, üzülme, senin ümmetinden bir kimse sana salavât veriyor mu". Yani seni seviyor mu. Çünkü seven sevdiğini çok zikreder. Unutduğundan değil. Unutduğundan değil sevdiğinden zikreder. "Onu ben sırâtdan yıldırım gibi geçiririm, elinden tutarım. Üzülme yâ Resûlallah" dedi. Peygamberimiz tek, "Bu benim ümmetim" desin. İşin sırrı orada. İş kolaylaşır sonra bir daha.
Cenâb-ı Peygamber bir gün sormuş Cenâb-ı Hazret-i Ömer'e, iyi dinle!, "Yâ Ömer, beni ne kadar seversin?" demiş.
Ömer kimdir, Ömer ibn Hattâb radıyallahu anh? Resûl-i Ekrem'in kayınpederi ve kırkıncı islâm olan ve halîfe-i hak ve kırkların kırkıncısı.
Demiş ki Hazret-i Ömer, "Yâ Resûllah, her şeyden ziyâde seni severim ama...".
İyi dinle! Bir daha söylüyorum. Hazret-i Ömer'e Peygamber sormuş, "Yâ Ömer", radıyallahu anh, "Ne kadar sevesin beni?" demiş Resûl-i Ekrem. Demiş ki, "Yâ Resûlallah, seni her şeyden ziyâde severim ama nefsimi senden daha ziyâde severim" demiş. Öyle deyince Hazret-i Ömer'e Cenâb-ı Peygamber hitâb etmiş, "Yâ Ömer", eyvâh!, "îmânın kemâl bulmamış. Beni nefsinden de ziyâde sevmedikçe îmânın kemâle ermez" demiş.
Şimdi, ben her dersde bunu söylüyorum size, işin başı, miftâhı, Resûl-i Ekrem'e muhabbet ve O'nun âline, evlâdına, ehl-i beytine, ashâbına, evliyâsına muhabbetledir. Bununla kâimdir bu iş. Bu şekilde oraya yol bulabilirsin. Yani kalb tarlasına muhabbet tohumunu ekersin, Hakk korkusuyla, Hakk aşkıyla gözyaşıyla sularsan, meyvasını verir yakın zamanda. Çünkü temâyülât-ı kalbiyye ef'âl-i ihtiyâriyyeden değildir. Bir kâidedir bu. Yani bir adam bir adamı zorla sevemez. Muhakkak kalbin meyletmesi lâzım. Kalb de Allah'ın yed-i kudretindedir. Öyleyse Resûl-i Ekrem'in ismini işitdiğimiz vakitde salât ü selâm okuyarak ve O'nun âline ezvâcını, ehl-i beytini, ashâbını, ensârını severek, ulemâsını severek ve O'nun yolundan giden zâhidleri severek, âbidleri severek, mü'minleri severek, oraya yol bulabiliriz. O da, gene tekrardan hadîs-i şerîfle söyleyeyim, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız, beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe de îmânının kemâle ermez" diyor. Allah cümlemizi Resûl-i Ekrem'i her şeyinden ziyâde seven, nefsinden de ziyâde sevenlerden eylesin ki îmânımız kemâle ersin, kemâlli bir îmân ile alnı açık, müjdeci melekler gelerek, bize müjde vererek ve Resûl-i Ekrem'in mübârek cemâlini görerek, rûh teslîm etmek nasîb ü müyesser eylesin.
Şimdi, ölüm korkulacak bir şey değildir, tekrar ediyorum.
Efendi! Bu söylediğim söz mutlakâ senin ve benim başıma gelecek. Bu sana şaka ve hikâye gelmesin. O gün gelmeden evvel hazırlığını yap. O gün gelmeden hazırlığını yap. Zerre kadar hayra koş. Sana böyle komprime olarak söyleyeyim. Zerre kadar bir yerde hayır işi var mı hayır işi, Allah'ın rızâsı var mı, oraya koş. Zerre kadar şer varsa, Allah'ın rızâsı olmayan yere ayak basma. Allah için sev, Allah için sevme. Nefsin için yapma o işi, nefsi çıkar ortadan. Nefis girdi mi Hakk çıkar.
Hattâ Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, Mûsâ Peygamber'e hitâb etmiş, demiş, "Yâ Mûsa, benim için ne yapdın?" demiş, sormuş. "Yâ Rabbi, namaz kıldım". "O senin kulluk vazîfendi" demiş. "Oruç tutdum". "Cehenneme kalkandı" demiş. "Zekât ve sadakât verdim". "Kimin malını kime verdin?" demiş Hazret-i Mûsâ'ya.
Ey zenginler! Mal sâhibleri, mülk sâhibleri, hani bunun ilk sâhibleri! Mal senin değil, âriyetdir. Sen veznedâr gibisin malın başında. Fukarâ-yı müslimîn, ayâlullahdır, Allah'ın ayâlidir. Onun için benim derken elinden alırlar. O gün gelmeden evvel Hakk yolunu onunla bulmaya çalış. Önden giden ışık sana yol gösterecekdir, arkadan gelen ışık sana yol göstermez. Yani bunun manâsı şu, elin ayağın tutarken, gözün görürken, mallarına sâhib iken Hakk yoluna onu sarf eyle. Çünkü rızkından verenler, seve seve verenler, sevdiğini verenler, sevdiğine verenler, onlar müflihdir, felâh bulanlardır.
Bir kış gününde bir mecûsî...
İyi dinle! Ey gönlü Hazret-i Peygamber'in muhabbetiyle çarpan âşık!
Bir kış gününde, bir mecûsî, mecûsî ateşe tapan demek yani Allah'a şirk koşuyor, kuşlara yem atıyormuş. Hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî Seyyidü't-tâife Hazretleri, oradan geçiyorlarmış.
İyi dinle! Bir şey al buradan, bedâva gitme câmiden, geldiğin vakitde, mutlakâ bir şey al. Ve almakla kalma, iyi dinle, iyi anla ve etrâfa yay. Sevdiklerini Hakk'a davet et. Sevmediklerin hakkında da duâ eyle.
Kâfirlerin yapdığı duâ da kabûl olmaz ancak mazlûm olduysa, zulüm gördüyse, zulüm görenin duâsı kabûl olur. İki kimsenin duâsı reddolunmaz, velev ki kâfir ola. Biri baba, biri zulüm gören kimse. Onun için babanın duâsını almaya çalış. "Efendim ben hayâtına yetişmedim, öldüler gitdiler". Kur`ân oku rûhları için. Onları hayırla yâd eyle. Hattâ sana mal bırakmasalar dahi, borçlarını bıraksalar, gene senin için bir hayır hasenât defteridir. Anlayabilirsen eğer. Maddî düşünme dâimâ.
Demiş ki, "Ey mecûsî, senin yapdığın hayır hasenâtın kıymeti olmaz, sen Allah'a şirk koşuyorsun". Demiş ki o mecûsî Hazret-i Cüneyd'e, "Vâkıa belki iş böyle ama benim yapdığım bu hayrı Allah görüyor mu?" demiş. "Elbet görüyor" demiş.
Allah habîrdir ve basîrdir. Her şeyi haberdar ve her şeyi bilir ve her şeyi görür Allah. Nerede bulunursan bulun, kim olursan ol, seni görür ve senin hakkında ilmi vardır. Hiç kaçamazsın O'nun nazarından. Onun için fenâlık yapacağın zaman bunu düşün, benim konuşduğum bu sözü. Elini hemen çek fenâlıkdan. Yapma fenâlık, iyi değil. Sonu nedâmetdir, âh u vâhdır. Dâimâ Hakk yoluna, dâimâ Hakk yoluna! Dâimâ Allah de! O'nun rızâsına doğru yürü. O'nu sev, O'nu zikreyle. O'nun ismi lisânından düşmesin. Kalbinde O'nun muhabbet bulunsun. Zarar etmeyeceksin. Yakın bir zamanda amelinle başbaşa kalacaksın.
Demiş ki Hazret-i Cüneyd'e, o veliyyulahha, o mecûsî, demiş ki, "Ey Cüneyd, vâkıa ben mecûsîyim, Allah benim yapdığım hayır hasenâtı kabûl etmez ama, Allah görüyor mu?" demiş. "Elbet görüyor" demiş. "Eh o bana kâfî" demiş. İyilik yapdığın vakitde Allah gördüğü gibi, kötülük yapdığın vakitde de Allah görüyor ama. "Bir müddet sonra" diyor Cenâb-ı Cüneyd, "ben Kabe'ye varmışdım, bir de bakdım ki o mecûsî dediğim zât, Kabe'yi tavâf ediyor. Fesübhânallah! Bunun burada ne işi var diye hemen koşdum peşinden, bekledim şaftını tamamlasın diye, yedi şaft yapdı Kabe'yi".
İki türlü Kabe'yi tavâf var. Bir gönül Kabe'sini tavâf var. Gönül Kabe'si tavâf etdin mi? Bak, soğuk hava. Fukarâ-yı müslimîn arasında inim inim inleyenler var. Sen sayıp koyuyorsun, bankaya yatırıyorsun yâhud Kastelli'ye veriyorsun filan. Allah bankasına yatır! Topladıkların hepsi kalacak burada. Ve sevmediklerin taksîm edecekler, sana hesâbı düşecek. İstiyorsan o paraya sâhib olmayı, Allah bankasın yatır, Allah için ver. Bak şu anda şimdi ağlayanlar, odunsuz, kömürsüzler, kimsesizler, yoksullar, hastalar, yetîmler, çıplak ayakla mektebe gidenler, sırtına palto giymeyenler, görüyorsun gözünle değil mi? Fuhşiyyâta gitdiğimiz vakitde on bin, yirmi bin, otuz bin, kırk bin veriyoruz, Allah için kırk para vermek için yüreğimiz titriyor bizim. Sizi tenzih ederim bundan. Böyle kimseler var demek istedim yani. Gönül Kabe'si tavâf eyle.
Ey fukarâ! Sen de hacca gitmedim diye üzülme. Cuma namazlarına geliyor musun? Fukarânın haccı Cuma namazıdır. Allah her Cuma için sana bir hac sevâbı veriyor. Onu da haber vereyim sana. Fukarâya söylüyorum. Malı olup da gitmeyen manâsına değil. Sözü yanlış anlama.
"Şaftı bitdi. Koşdum yanına gitdim, beni gördü güldü" diyor. "Gördün mü yâ Cüneyd, Allah gördü, bana îmânı nasîb eyledi" diyor. "Ve düşdü ve Hakk'a rücû eyledi".
Onun için yoklukla büyüyenler, yoksullukla büyüyenler, bunların hepsi bilirler ki, böyle günler acı günlerdir. Böyle günlerde Hakk rızâsının peşinden koşmalı insan. Felâh bulmak istiyorsan. Yarın bütün millet yevm-i kıyâmetde çıplakdır, çıplakları giydiren, cennet libâslarıyla ilbâs olunur. Onlar o giysilerle giyinir. Kıyâmet günü herkes açdır, açları doyuranlar Hakk'ın sofrasında karınlarını doyururlar. Kıyâmet günü herkes susuzdur, susuzlara su veren, Cenâb-ı Fahr-ı Risâlet'in, Hazret-i Muhammed'in elinden, sallallahu aleyhi vesellem, Âb-ı Kevser'den içer.
"Yâ Mûsâ ne yapdın benim için?". "Zekât verdim Yâ Rabbi". "Kimin malını kime verdin? Benim malımı benim kullarıma vermişsin. Sana ne oldu? Vazîfeni yapmışsın sen. Vazîfen senin buydu". Hazret-i Mûsâ dedi ki, "Yâ Rabbi ben bilemedim, kulum ben, senin içinne yapılmak lâzım, senin için ne yapılmak lâzım, bana onu bildir ki ben onu yapayım". "Benim için sev" dedi Allah. "Benim için sev, benim için sevme, nefsin için değil". Allah için yapılacak olan budur.
Ama mü'minlerin kusurlarını görmeyeceksin. Bir mü'minin kalbinde kin, buğz, adâvet, hased, kibir, ucub, riyâ olmaz. Kim ki "Muhammed Resûlullah" dedi, bu Nûr-ı Ahmediyyeyi kalbine indirdi, bu sıfatlar o kalbden çıkar. O kalb, merhametli, şefkatli, mütevâzi, Hakk korkusuyla titreyen, Hakk aşkıyla ağlayan bir kalbdir ki onun gözlerinden Hakk sevgisiyle yaşlar dökülür.
Şimdi, Cenâb-ı Hakk Peygamberimize diyor, "يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙyâ eyyühennebiyyü innâ erselnâke şâhiden mübeşşiran ve nezîrâ". "Habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "biz seni şâhid gönderdik". Şâhid, yani bütün bu bizim ahvâl u harekâtımıza Resûlullah şâhid olduğu gibi, Peygamberimizden evvel geçen nebîlerin de tanığı ve şâhididir. Bir daha söylüyorum. Yevm-i kıyâmetde Allah Nûh Peygamber'e sorar, "Teblîgât-ı şer'iyye etdin mi Yâ Nûh?". "Yâ Rabbi biliyorsun". "Ben biliyorum, sen biliyorsun, tanığını göster". Hazret-i Peygamber'i gösterir. "Yâ Rabbi benim şâhidim Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. O'na indirdiğin kitâbda benim efâl u harekâtımı sen haber verdin". Mübeşşirdir, müjde verir Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem. Mübeşşirdir Peygamberimiz, tebşîr edici, müjdeleyici. Kimler için? Allah diyenler için. "Lâ ilâhe illlallah" diyenler için. "Lâ ma'bûde illâllah", "Lâ mevcûde illâllah", "Lâ mahbûbe illallah" diyenler için müjdecidir.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemi sevdiğin vakitde. Ve Allah'ın muhabbetiyle Resûl'ün muhabbeti hemen hemen birdir, Resûl'ü seven Allah'ı sevmiş olur. Kim Resûl'ün kapısından giderse, Allah'a vâsıl olmuş olur. KJim Resûl'e itâat etmiş olursa, Allah'a itâat etmiş olur.
Ve korkutucudur Peygamber. "Yâ eyyühennebiyyü innâ erselnâke", Ey Nebiyy-i muhterem, biz seni gönderdik ancak, şâhiden, şâhid olarak, mübeşşirân, mübeşşir, tebşîr edici, müjdeleyici mü'minlere, âşıklara, sâdıklara, Allah diyenlere, Allah'a inananlara, onlara müjdeci, cennet ile, cennet-i efâl ile, cennet-i sıfat ile, cennet-i zât ile müjdeleyici, cemâl-i Hakk ile müjdeleyici, rızâ-yı Rahmân ile müjdeleyici, ve nezîrâ, kâfirleri korkutucu. Korkutmasının altında da rahmet vardır. Hakk Teâlâ korkutmadan da adama azâb edebilirdi. Korkutmasının manâsı, bir babnın evlâdına, "Senin gözünü çıkarırım, bunu yapmayacaksın!" demesi, çocuğun gözünü çıkarması manâsına değildir. Rahmetinden onu söylemişdir. Hakk Teâlâ'nın bizi tehdîdi, vaîdi ve tehdîdi, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetindendir.
Hattâ bir babanın evlâdına olan merhametinden ve şefkatinden...En şefkatli bir babayı farz edelim, her baba değil, bazısı iskele babası, ondan bahsetmiyoruz. Çocuğuna dînini, diyânetini, milletini, milliyetini, insanlığı öğretmeyen kimse, onlar iskele babası onlar. Başlarına belâ almışlar yevm-i kıyâmetde. En şefkatli bir baba. Hem dünyâsını hem âhiretini öğretmiş evlâdına. Bunun merhametinden Allah'ın Ümmet-i Muhammed'e merhameti, yetmiş bin defa ziyâdedir. Görmüyor musun, yetmiş sene dalâlet sahrâsında dolaşan bir kimse, Resûl-i Ekrem'in ismini anarak, "Yâ Rabbi, Habîbin Muhammed hürmetine beni affet" dese, Allah affediyor, kabûl ediyor tövbesini. Bu, Hakk'ın Cenâb-ı Peygamber'e olan muhabbetinin tecelliyâtıdır. Bize de Allah'ın lutf u keremidir. Allah cümlemizi Habîbi Muhammed'den ayırmasın, gönüllerimizi Nûr-ı Ahmed'le münevver eylesin.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 21 Ocak 1983 (6 Rebîulâhir 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadanerişebilirsiniz.