Resûlullah'a Muhabbet ve Bağlılık - Hutbe - 22 Şubat 1980

27 Ekim 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Tezkiye-i Nefs

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Yâ eyyühellezîne âmenû't-tekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin, vettekullah, innallâhe habîrun bimâ ta'melûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Yüzleri nûr-ı tevhîd ile nûrlanan ve gönülleri sürûrlanan, mefhar-ı âdem olan Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı, cümle peygamberlerin seyyidi, efendisi olan Hazret-i Muhammed aleyhisselâmı her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Okumuş olduğum âyet-i celîle ahkâmı eskimeyecek olan Allah'ın kitâbı, yüz üç kitâbın zübdesi olan, yaş ve kuru, küçük ve büyük her ne varsa içerisinde mündemic bulunan, Kur`ân-ı Kerîm'in sûrelerinden, yüz on dört sûreden, Sûre-i Haşr'dan bu âyeti okudum sizlere.  

Bu Sûre-i Haşr'ın nihâyetini beş vakit namaz kılmam nimetine mazhar olanlar ve câmiye ve cemaate devam edenler bilirler, sabah namazından sonra hocaefendilerin okuduğu ki sünnet-i Resûl'dür. Yalnız sabahleyin değil, bir de akşam namazından sonra gene, "هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ  hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû" okunur. Burasını ezberleyiniz ve bunu sabah namazının farzından sonra okuyunuz ve akşam namazından sonra da okuyunuz. Sabah namazından sonra okuyanlar, Kur`ân'ın fazîleti ve nûru ile akşama kadar Allah'ın hıfz u emânında olurlar. Akşamdan okuyanlar da sabaha kadar sabaha kadar gene Allah'ın hıfz u emânında bulunurlar. İhmâl etme, ezberleyiver. Kur`ân-ı Kerîm mü'minlerin kalbine hemen nakşolunur. Çünkü Kur`ân'ın nakkâşı Allah'dır, Celle Celâluhû Hazretleri, mü'minlerin kalbine nakşeder. Bunu ihmâl etme, öğren. 

Bâhûsus Kur`ân-ı Kerîm'i, kitâbını mutlakâ okumayı öğrenmelisin. Hem kendi vücûd kitâbını öğrenmelisin hem kendi Kitâb-ı Kerîm'ini, Kitâb-ı Mübîn'i öğrenmelisin. Vücûd kitâbın da Kur`ân'dan hâric değildir. Okuyan için seriyyeden süreyyâya kadar hepsi birere risâle hepsi birer kitâbdır. Okuyabilen için. Okumayan câhiller, ne kendi kitâbını, ne Kur`ân'ı, ne seriyyeden süreyyâya kadar kitâb olduğunu bilir, ne okuyabilir. Tabii bilenle bilmeyen de müsâvî değildir. Gene inananla inanmayan da müsâvî değildir. A'mâ ile gözü açık kimse müsâvî olmadığı gibi. İşitenle işitmeyenin biteviye bulunmadı gibi. 

Okudum âyet-i kerîme Sûre-i Haşr'dan. Kur`ân-ı Kerîm yüz on dört sûredir. Kur`ân-ı Kerîm'i okuyanlar senede iki hatim indirmelidir. Kur`ân'ın hakkıdır bu. Okumasını bilmiyorsan, baban, annen sana öğretmediyse, öğretdirmediyse eğer, o vakit bildiğin sûreleri oku. "فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ fakraû mâ teyessere mine'l-kur`ân". Hangi sûreler sana kolay geliyorsa, mutlakâ Kur`ân'dan bir mikdar okumalısın. Çünkü Kur`ân okuyan kimse Allah'la konuşmuş olur. Hattâ bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i okusa gelse dese ki, "Ben Allah ile konuşdum", yemîn etse, yemîninde yalancı değildir. Yani mutlakâ Allah'la konuşmuşdur. İhmâl etme, Kur`ân-ı Kerîm'i oku. 

Müslümanların başına en büyük belalar, okumamak ve Kur`ân'a sırt çevirmekden gelmişdir. Çünkü Kur`ân'ı Kerîm'in ilk emri "Oku" emridir, "İkra" emridir. Bilmeyen bulamaz, bulmayan olamaz. Bilmek lâzım, bulmak lâzım, olmak lâzımdır. Okumayanlar, Allah indinde en çirkin olan kişilerdir. Okumak lâzımdır. Mücerred okumak da kâfî gelmez, okuduğunla âmil olmak, okuduğunu yapmak ve yerine getirmek lazımdır. Bu da kâfî gelmez, bunu ihlâs ile, Hakk için yapmalıdır. Hakk için yapanlar mağlûb olmazlar. Allah herkesin Rabbidir, Allah'ıdır fakat âkıbet, son, müttakîlerindir, Hakk'dan korkanlarındır. Hakk korkusu ilim ile olur. İlim de Allah'ı bilmekle olur. Allah'ı bilmeyen kimse ne kadar bilse câhildir o, isterse kamyonlar dolusu kitap okusun câhildir. Allah'ı bilmeyen, Allah'ı bulmayan, Hakk'da olmayan, câhildir.

İlim ilim bilmekdir 
İlim Hakk'ı bilmekdir 
Sen Hakk'ı bilmezsin 
Yâ nice okumakdır

Cenâb-ı Hakk amelsiz ilmi, Allah'sız ilmi şuna teşbîh ediyor, "مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَارًاۜ meselüllezîne hummilü't-tevrâte süm lem yahmiluhâ ke meseli'l-himâri yahmilü esfâra". Bu âyet-i kerîme hahamlar hakkında, Tevrât'ın ahkâmı ile âmil olmayan hahamlar hakkında ve umûma şumullü. İlmiyle âmil olmayanlar, ister hacı, ister hoca, ister şeyh, ister müteşeyyih, ne olursa olsun. 

Okuduğunu mutlakâ yapmakla mükellefsin. Fakat iyi anla, iyi gör, iyi bil, bu da yani iyi görmek, iyi anlamak ittikâya bağlıdır. Allah'dan korkanlar, hikmetin başını kazanmışlardır. Kim ki muttakîdir, kalbinde Hakk korkusu vardır, Allah ona hidâyet eder. Allah'dan korkanlara Allah öğretir. Allah korkusu ilimle olur ama. İlmiyle âmil olmayanlar, hayvanın sırtında yüklü kitâb gibidir, hayvanın sırtındaki kitâbın hayvana ne faydası vardır? Hiç bir faydası yok. Allah'sız ilim de bunun gibidir. Bilmeli. Bilmeli, bulmalı, olmalı. Bilmeli, Hakk'ı bilmeli. Hakk'ı bulmalı. Hakk'da olmalı. 

Hakk'ı sen gökde arama,  Mekke'de, Kudüs'de de arama. Allah here yere hâzır ve nâzırdır fakat sana senden yakındır. Sende bulursun O'nu. Allah'a giden kapı senin kalbindir. O kapıyı da tathîr eti temizle, Hazret-i Muhammed'in boyasıyla boya, Allah'ın nûruyla nûrlandır, Hazret-i Muhammed'in boyasıyla boya, muhabbet-i Muhammediyyeyi kalbe ver ki kalbin ölmesin. Kalbler öldüğü vakitde senin kalbin ölmesin. Hangi kalbde muhabbet-i Muhammediyye vardır, o kalb ölmez, kalbler öldüğü vakitde. İhyâ-yı kulûb olur. 

İş, Hazret-i Fahr-ı Risâlet'e bağlılıkdır. Peygamberini çok seveceksin. Allah Resûlünü sevenleri sever. Resûl'ü seven Allah'ı sevmiş olur. Resûl'e itâat Allah'a itâatdır. Resûl'e ihânet, Allah'a ihânetdir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemi böyle, "Mekke'de doğdu, Medîne-i Münevvere'e hicret etdi, babasının ismi Abdullah idi, annesinin ismi Âmine idi, dedesinin ismi Abdülmuttalib idi, amcası Ebû Tâlib'di, Ebû Leheb'di, Abbâs'dı, Hamza'ydı", bunu bilmekle Peygamber'i bilmiş olmazsın. Bu şekilde Ebû Cehil de bilir bunu, kendi kavmindendi. Resûlullah'ın Allah'a kurbiyyetini ve Resûlullah'a bîat'in Allah'a bîat olduğunu, Resûlullah'a muhabbetin Allah'a muhabbet olduğunu, Resûlullah'a ihânetin Allah'a ihânet olduğunu, bunu bileceksin. Bu muhabbeti kalbine ekeceksin.  Bütün başımıza gelen felâketler, belâlar, muhabbet-i Muhammediyyeden uzaklaşmakla gelmişdir başımıza ne geldiyse. Bütün felâketler bundan doğar. 

O kadar muhabbet ederdi ki ashâb-ı kirâm efendilerimiz, hattâ sahabeden birisi, günden güne sararır, yemez içmez, zayıflamış. Efendimizin nazar-ı dikkatini celb etdi bu ve ona sordu, " Yâ Sevbân, sararmışsın, yemez içmezsin, rahatsız mısın?". "Yok Yâ Resûlallah, benim kalbimde bir düşünce var, o düşünce beni kemiriyor". "Nedir düşüncen?". O sahabe, o mübârek zât, Allah ondan râzı ola, "Yâ Resûlallah, ben seni öyle bir aşkla seviyorum ki seni görmediğim gün su içmez gibi, ekmek yemez gibi, hava almaz gibi oluyorum. Bir adam hava almadan, su içmeden, yemek yemeden yaşayamadığı gibi, seni göremediğim gün, ben bu hâldeyim. Senin cemâlini görmemeye bir sâat tahammülüm yok benim. "Eh peki görüyorsun işte". "Öyle ama içimde bir düşünce var Yâ Resûlallah. Yarın kıyâmet gününde senin makâmın elbet ki a'lâ-yı illiyyîndir, bizim makâmımız senden dûndur. Dünyâda biz seni bir sâat görmemeye tahammül edemiyoruz, Cenâb-ı Hakk seni âhiretde yüksek makâma verir, bizi dûn makâma verirse, seni göremezsem benim hâlim nice olur? Allah beni cennetine de koysa, cennet bana dar gelir Yâ Resûlallah. Bunu düşünüyorum" deyince Efendimiz buyurdular ki, bize bir müjde verdiler, "Ey Sevbân, müjde olsun, kişi sevdiği ile beraberdir. Kim kimi seviyor onunla beraber. Sen de benimle berabersin" buyurdular, cennetde, "cennetde benimle berabersin". 

İşin başı muhabbet. Yani bundan maksadımız, anlatdığımdan gâye, Resûlullah'ı sahabe böyle severlerdi. Sen, "Eşhedü enne Muhammedü'r-Resûlullah" feryâdları okunurken minârelerde, bu dînin ve Allah'ın daveti, ey mü'minim diyen, başımda aklım var diyen, gözüm görüyor kulağım işitiyor diyen, ezanı okuyan kimdir bilir misin? Ezanı okuyan müezzin ağzıyla Allah Celle Celâluhû Hazretleridir. Gene müezzini tasdîk eden gene Allahu Zü'l-Celâl Hazretleridir.  Ama sen müslümanın diyorsun, mü'minim diyorsun, ne televizyonunu ne radyonu kapıyorsun, ne de çalgını susduruyorsun, ne de çeneni kapıyorsun. Nasıl sevgi bu? Soruyorum sana, nasıl sevgi? 

Bir gün hatırına getirdin mi, Resûlullah bana ümmetim demezse, ben îmânsız göçersem. Bu âleme isteyerek gelmedim, buradan da isteyerek gitmeyeceğim, beni buraya getiren ve götüren var, kim getirdi, kim götürdü? Niçin geldim, niçin gidiyorum? Niçin götürülüyorum? Buraya geldin, anamın rahminden tertemiz olarak. Tâ rûh-ı evvelden sulb-ı pâk-i Muhammediyyet'den geldin. Rûh-ı evvelden sulb-ı pâk-i Muhammediyyet'den geldin. Yani Nûr-ı Muhammed'den halk olundun. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ebü'l-ervâh, rûhlar babası. Hazret-i Âdem safiyyullah, ebü'l-eşbah, cesed babası. O'ndan ayrı düşersen ne olacak yani? Bütün işi bununla başlamışdır. Ne vakit ki bu mü'minler, Resûlullah'ın kadr u kıymetini bilmediler, muhabbetleri münkati' oldu, Allah'ın da bu kavme münkati' oldu muhabbeti. Mağlûbiyyet başladı, yüz gösterdi. 

Bilmiyor musun, işitmedin mi? Küffâr-ı Kureyş, esîr etmişdi sahabeden birkaç kişiyi. Reisleri dedi ki o sahabeye, "Size bir şey teklif edeceğim. Buna râzı olun, sizi bırakacağım. Eğer râzı olmazsanız asacağım, idâm edeceğim sizi".  "Nedir?" dediler. "Bak siz darağacı altındasınız. Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm ise Medîne'de ashâbının, evladlarının, âileleri arasında. Değil mi?". "Evet". "Deyin ki Muhammed burada olsaydı, bu darağacı altında, biz memleketimizde olsaydık. Bunu temmenî edin, sizi bırakacağım". Dediler ki, "Vücûdumuzun her bir zerresi bir cân olsa, Muhammed aleyhisselâma fedâ olsun. Söylemeyiz bu sözü biz". Böyle muhabbetliydiler. Ölmesini bildiler, yaşamaya hak kazandılar. Ölmesini bilmeyenlerin yaşamaya hakkı yokdur.  

Allah yolunda ölenler, ölmezler, olurlar. Ölen hayvan imiş. Hayvan ölür, insan ölmez, olur! Mü'min olur! Mü'min ölmez, mü'min olur! Kemâle erer, cennete girer, "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ fî mak'adı sıdk"a erer, matlab-ı a'lâ maksad-ı ra'nâ olan cemâlullah ile müşerref olur, mazhar-ı zât bulunur, civâr-ı Mustafâ'da iskân olur. Mü'minliğin gâyesi budur. 

Bak şimdi, bu âyetde öyle incelik var ki, okuduğum âyet-i kerîmede, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا yâ eyyühellezîne âmenû". Bir defa mü'min kelimesi, mü'min esmâsı, Allah'ın isimlerinden bir isimdir, Cenâb-ı Hakk'ın bir ismi. "mü'minü'l-müheyminü'l-azîzü'l-cebbârü'l-mütekebbir", Sûre-i Haşr'da Cenâb-ı Hakk beyân ediyor. Kendi esmâsını sana vermiş. Ve hitâb eden, Hakk sana. Allah hitâb ediyor. 

Hakk için Hazret-i Muhammed için kaç gece uykunu terketdin, soruyorum sana. Şurada oturduğun şu toprak, O'nun hürmetine alınmışdır, O'nun emriyle alınmışdır. O'nun sâyesinde oturuyorsun. Kaç gece Peygamber için uykunu terketdin? Ve O'nun ashâbı ve ensârı ve ehl-i beyti ve muhibleri için ne yapabildin? O'nun dîni için ne yapdın? Ne gibi fedâkârlığın var, soruyorum sana, Allah'ın dîni için? "Efendim Allah'ın aczimi var?". Hâşâ! Böyle vaz' etmiş kânûnu. Yahudi mi olacaksın? Yahudiler öyle söylediler, "Yâ Mûsâ sen git Rabbinle beraber". Allah âciz mi? "Harbedin alın Kudüs'ü, biz sonra gelir otururuz" diye. Ama sahabe böyle değil, sahabe. Allah yoluna Allah'a can atıyorlar. Çünkü Allah yoluna Allah'a can atanlar, Hazret-i Muhammed'in âgûşuna atılırlar. 

Ey âşık-ı sâdık! Allah sana kendi ismini vermişdir. Senin ismin mü'min. Allah bu ismi bizden almasın. Ve gece gündüz buna duâ ediniz. Allah'a buna yalvarınız. Çünkü sahabenin ileri gelenlerinden, dâimâ fakîr söylerim, çünkü çok mühim, Said-i Hudrî radıyallahu anh Hazretleri, ashâb-ı suffeden ve ashâbın ileri gelenlerinden, buyurmuşlar ki, dikkat buyrun, kulağınızı benden yana verin, çok mühim konuşacağım söz, "Bir kimse îmânsız ölmekden korkmazsa, bu korku kalbinde yoksa, o adam îmânsız ölür" diyor.

Bu Said-i Hudrî'nin kim olduğunu sen biliyor musun? Ben birkaç defa burada söyledim fakat yenic emaatimiz var onlara da söyleyelim. Bu Said-i Hudrî'nin bir kulubesi var idi, bir gecekondusu. Ama bu gecekondu, zâhirde gecekonduydu, hakîkatde saraylardan daha yüceydi. Çünkü metâf-ı melâikeydi, melekler gelip onun kulubesini tavâf ederlerdi, Said-i Hudrî'nin.

Senin de hânen böyle, Kur`ân okunuyorsa! Evinde Kur`ân okunuyorsa, metâf-ı melâike evin. Melekler gelirler, Kur`ân okunan evleri tavâf ederler. Haberin var mı ondan? Bunu muhbir-i sâdık Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem haber veriyor, Resûl-i Ekrem haber veriyor, aleyhi efadalü's-salavât Efendimiz haber veriyor.

Melekü'l-mevt geldi Said-i Hudrî'nin yanına, insan şeklinde. 

Melekler insan şekline girerler. Başına bayrak asmaz, ne Allah'In velîleri, ne melekleri, ne de şeytanları. Sende Îmânın nûru varsa, şeytanı, meleği, rahmânı ayırırsın. Çünkü Cenâb-ı Peygamber buyurmuş ki, "ittekû firâsete'l-mü'mini fe innehû yenzuru bi nûrillah, mü'minin ferâsetinden korkunuz, o Allah'ın nazarıyla nazar eder, görür" diyor Ben ayıramam dersen, hüsn-i zann eyle, kimsenin kalbini yıkma, iyi muâmele et. Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme de Cebrâil aleyhisselâm, Cibrîl-i Emîn Dihyetü'l-Kelbî şekline girer gelirdi. Dihyetü'l-Kelbî sahabenin en güzellerinden bir kabîle reisi idi. 

Melekü'l-mevt yani Azrâil aleyhisselâm bu Said-i Hudrî'ye gelmiş. İnsan şeklinde gelmiş. "Yâ Said, senin bu kuluben pek ufak, yaz günü ayaklarını sıcakdan, kış günü ayaklarını soğukdan koruyamıyorsun. Biraz büyütsen de şu kulubeni", gecekondunu yani, "Evet?". 

Bunlar ashâb-ı soffe. Senin yapacağın iş değil. Sen helâlından kazan, helâlından sarfeyle. Her şey senin hakkındır, Allah'ın haram kıldığı şeyler müstesnâdır, istifâde edebilirsin. Yalnız hesâbına hazırlan. Çünkü helâl da olsa Allah hesâbını soracakdır. Unutma bunu. Nefeslerin sayısı sorulur. Yaz gününde buzdolabından çıkarıp buz gibi içdiğin bir bardak suyun hesâbı dahi sorulur. Hiç bir yere de kaçamazsın. Bunun cevâbını vermekle mükellefsin. Allah buna da kâdir. Kimin rızkını unutdu Allah? Bütün mevcûdâtın, mahlûkâtın, görünen görünmeyen mahlûkâtın rızkını verdiği gibi, onu hesâba çekmeğe kadirdir. Bitdi o kadar.

Said-i Hudrî'ye dedi ki, Melekü'l-mevt insan şeklinde geldi, "Yâ Said, kuluben pek ufak". Kulube değil ama o, saray. Metâf-ı melâike. Öyle insan şeklinde görünüyor. "Ayaklarını yaz gününde sıcakdan, kış gününde soğukdan koruyamıyorsun. Kulubeni biraz büyütsen" dedi. Said-i Hudrî radıyallahu anh , şöyle nazarlarını Hazret-i Melekü'l-mevt'e dikip dediler ki, "Sen beni takîb etdiğin müddetçe bu bile bana çokdur" dedi. "Sen benim yakamı bırakmıyorsun ki, arkamda dolaşıyorsun".

Azrâil'in kılcı, senin ve benim ensemizde dolaşıyor hâlâ uslanmadık bir türlü. Saçı, sakalı ağardı, hâlâ kağıt oynuyor, domino oynuyor, tavla oynuyor. Senin tavla, domino oynayacak zamânın değil, ağlayacak zamânın! Ağlayacak hâline gülüyorsun sen. Oynamak zamânı değil, cihâd zamânıdır. Yapamazsan ağla kadınlar gibi. Hiç olmazsa ağla, gülme. Herkesin kendi vücûdu ile, nefsi ile cihâd etmesi lâzımdır, cihâd zamânıdır. En büyük mücâdele, kâfirle edilen mücâdele değildir. O, cihâd-ı asgardır o, küçük harbdir. Büyük harb, nefs ile yapılan mücâdeledir. 

İnsan olabildin mi? Sûretâ insan olduk ama hakîkatde insân olabaldik mi? Sîretimiz nedir acabâ? Geçen gün geldi birisi soruyor bana. Bana soru sordular. Beş vakit namazını kılan bir kadın, belki de burada şimdi, beş vakit namaz kılan ve oruç tutan bir kadın, öldü ve köpek oldu yüzü. Kadının yüzü köpek oldu. "Efendi bu tenâsuh Benî İsrâil'de yok mu, bizde var mı?" diye sordu bana. Bize de olur bu iş. Umûmî olarak olmaz da böyle yüz senede, elli senede, iki yüz senede bir defa olur ki ibret alalar diye. Meselâ tûfân da öyledir. Nûh Tûfânı gibi tûfân gelmez Ümmet-i Muhammed'e, Peygamberimizin duâsiyle. Bir taraf yıkılır, bir taraf mütenebbih ola diye. "E namazı da kılardı". Namazı kılsın canım. Amelini ıslâh etmediyse, amelini köpek bırakdıysa, köpek olrak giderek âhirete. Burada sana ibret oldu. 

İbnü'ş-Şıhne Târihinde de var. Bir imam efendi sabah namazında Kur`ân okumuş, nasıl okuduysa, birisi, mukallid adammış, imam efendinin taklîdini yapmış. İmam efendinin ağzını burnunu taklîd etmiş, Cenâb-ı Allah o ânda onu maymun etmişdir. İbnü'ş-Şıhne Târihinde vardır. Bak söylüyorum yerini de. Haleb'de olmuşdur hâdise. Gene tefecilik yapan, fâiz yiyen bir hâinin, domuza inkılâb etdiği kitâblarımızda mevcûddur. Daha böyle niceleri var. Ârife tarîf hâcet değil. 

Sen kendinden düşün bir defa bak, günah ve suç irtikâb etdiğin vakitde, senin kalbin dönüyor içeriden. Bir defa başlıyorsun ibâdetden lezzet almamaya. Kur`ân'dan zevk almıyorsun. Oruç sana ağır geliyor. Namazdan tat duymuyorsun. Farkında değil misin hiç? Yok mu senin irfânın yani? Kur`ân okuyorsun, zevk almıyorsun Kur`ân'dan. Allah diyorsun, zevk almıyorsun. Allah diyen adamın ağzı tatlanır be! Gönlü murâdlanır, gönlü safâya erer. Çünkü Allah dediğin vakitde, Allah sana "Ey kulum" diyor. "فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ fezkürûnî ezkürküm" diyor Cenâb-ı Allah, "Beni zikredin, ben sizi zikredeyim" diyor. Nasıl lezzet duymazsın? Haram yediğin vakitde, için döner, iç tarafın. Ama umûmî olarak domuz olmaz, umûmî olarak maymun olmaz. Manevî olarak ameli döner. 

Islâh edeceksin kendi nefsini. Nefslerin safha safha şeyleri var vücûd iklîmine, rûhunu, rûh-ı insânîni, rûh-ı sultânîni sultân edeceksin. Aklını ona yâver kılacaksın. Eğer rûh-ı hayvânîde, rûh-ı nebâtîde kaldınsa, o vakit vay hâline! Sûretâ insan gelip hayvan gidersin âhirete. Allah muhâfaza buyursun. Çalışacaksın, cihâd-ı ekber var. Düşmanla cihâd var. Nefsinle cihâd var. Bunlar vazîfelerin senin. Ye, iç, yat, kalk, bunlar kâfirlerin işleridir, vazîfeleridir. Kâfirlerin vazîfesi, hayvanlar gibi onlar yerler, içerler, yalnız uçkurlarına hizmet ederler. "وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ve yülhihümü'l-emelü fe sevfe y a'lemûn", bir de emelleriyle uğraşırlar. 

Sen mü'minsin. Sen dünyâyı iyi bileceksin. O da okumakla oluyor. Onunla da kalma, ittikâ sâhibi olacaksın. Dünyâyı iyi bilen aldanmaz, düşmanını dostunu tanır. Âhireti yakînen bilen kimseyi aldatmaz. Allah huzûrunda hesâb verecekdir çünkü. Neyse bu kadar kâfî. 

"يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ yâ eyyühellezîne âmenü't-tekullah, ey mü'minler, Hakk'dan korkunuz". İşin başı Hakk korkusudur, Allah korkusudur. Allahu Zü'l-Celâl Hazretleri gene Sûre-i Hucurât'da, bismillâhirrahmânirrahîm, "يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ yâ eyyühe'n-nâsü innî halaknâküm min zekerin ve ünsâ ve cealnâküm şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremeküm indallahi etkâküm, ey insanoğulları, biz sizi bir kadınla bir erkeğin ceminden halk etdik"

O her şeye kâdir. Yokdan vâr eder. Kadınla erkeğin ceminden vâr eder. Babasız halk eder. Anasız halk eder. Kadınla erkeği cem eder, çocuk vermez. Mülkünde hâkimdir, azîzdir O. Allah O, Celle Celâluhû. Rabbimiz yani, Celle Celâluhû Hazretleri. Allahımız, gideceğimiz Allahımız. Cenneti bize hazırlayan, cemâlini hazırlayan, Muhammedini bize gönderen Allahımız. O, her şeye kâdir O. Rezzâk O. Kerîm O. Rahmân O. Rahîm O. Fettâh O. O, O, O, hep O! Hû, O. Lâilâheillallah. 

İttekullah. O'ndan kork. O sana senden yakın, sen O'na ıraksın. Yaklaş. O'na yürüyerek gidene, o koşarak gelir. Öyle diyor hadîs-i kudsîde. "Bana yürüyerek gelene ben koşarak gelirim". "Beni kıyâmen zikredeni, ayakda zikredeni, kıyâmet gününde kabirler eşilip halk ayağa kalkdığı vakitde o vakit zikrederim. Beni oturarak zikredeni, kıyâmetin şiddet ve dehşetinde peygamberlerin dahi o günün korkusuyla evladlarını, ümmetlerini unutarak dizlerinin bağı kesilerek, diz çökerek, 'nefsî, nefsî' dediği vakitde o vakit onları ben zikrederim. Beni yatarak zikredeni...". İnsan üç hâldedir. Ya yatar, ya oturur, ya kalkar. Yakın bir zamanda, yakın bir zamanda. 

Eeeeey âşık-ı sâdık! Ey Hakk'a tâlib. Ey Allah'ı seven! Ey Muhammed uğruna her şeyini fedâya hâzır olan âşık-ı sâdık!

"Beni yatarken zikredeni, yakın bir zamanda amel sandığı olan..."

Nedir o amel sandığı bilir misin? Ne korkuç şey. Kabir. Mezar. Sen zâhirine bakma onun, türbesi var, mürbesi var, yaldızı var filan diye. İç tarafına bak sen. Akılsızlar mücerred türbenin dış tarafını tamîr ederler, için harâb ederler. Ahmak! Vücûdun da senin bir kabirdir. Dışını tamîr edip, içini harâb etme. Kendine kabir yapmaya kalkma, kendine kabir hazırlama. Kendini kabre hazırla. Kabir, tevhîd, aşk, muhabbet, ibâdet, zühd, takvâ iledir. Yani onlarla gidersen hoşgeldin derler adama. Yoksa felâket. 

Osman ibn Affân, radıyallahu anh, Peygamberimizin iki kerîmesini almış, Osman ibn Affân, Osman-ı Sâlih, emîre'l-mü'minîn. Osman'ın kim olduğunu biliyor musun sen? Bir parçasını söyleyelim. Fahr-ı Risâlet demiş ki, "Yâ Osman, senden melekler dahi hayâ ediyor" demiş. Osman'ı öğretseydin, Osman ibn Affân'ı, Zinnûreyn'i, çocuğun hayâlı olacakdı, hayâlı, edebli olacakdı. "Ey Osman, senden melekler dahi hayâ ediyor". Gene birgün iltifatlarıyla, "Yâ Osman, bana duâ ediyor musun?" demiş Cenâb-ı Peygamber. Fesübhânallah! 

Hazret-i Osman ibn Affân radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri, kabir dfenildiği vakitde ağlarmış. Birgün demişler ki, "Yâ emîre'l-mü'minîn, kabirden bahsedildi mi ağlıyorsunuz...". 

İyi dinle! Adamı helâya bedava sokmuyorlar. Hamamlara bile bedava giremiyoruz. Helâya bedeva giremiyorsun. Nerede cennete bedava gireceksin yani. Ama Allah dilerse meccânen sokabilir. Çalış yalnız. Her ava giden avlanmadı ama ava giden avlandı. Geçiyoruz, anlayana söyledik.

"Kabir anıldığı vakitde yâ emîre'l-mü'minîn, ağlıyorsunuz  Mahşerden bahsedildi mi o kadar sana tesir etmiyor da kabir sana çok tesir ediyor". Buyurmuşlar ki, "Kabir yalnızlık evidir. Mahşer umûmîdir" demiş. Kalabalık orası ama burada tek başınasın. Hakk'la başbaşa kalacaksın, Allah'la!

Kim ki yataken Allah'ı zikreyledi, kabre seni yatırdıkları vakitde, Hakk seni zikreyler. Çenen tutulmaz, çenen kilitlenmez, dilin tutulmaz. Allah dersin. Burada Allah dediğin gibi. Dünyâda ne ile meşgûl oluyorsan, ölürken onu yaparsın. Ölürken ne iel meşgûl oluyorsan, kabirde onu yaparsın. Kabirde ne ile meşgûl oluyorsan, mahşerde onu yaparsın. Allah de ki ölürken Allah diyesin. Ölürken Allah de ki, kabirde Allah diyesin.  
 
Yâ Rabbi, buraya gelen ibâdullah, senin rızân için buraya geldiler, toplandılar. Bütün mesâcidde senin büyüklüğün için, yüceliğin için  sana secde ediyorlar yâ Rabbi. Ümmet-i Muhammed'e merhamet et. Ümmet-i Muhammed'i felâketlerden, belâlardan koru. Âsî olan Ümmet-i Muhammed'i ıslâh eyle. İstiklâlimizi bağışla. Densizleri, donsuzları, dinsizleri bize musallat kılma yâ Rabbi. Kâfirleri bize güldürme yâ Rabbi. Ehl-i İslâm'ı şâd eyle.
 
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 22 Şubat 1980 (5 Rebîulâhir 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön