Okuduğum âyet-i celîle, Sûre-i Ahzâb'da, Resûl-i Ekrem ve Nebiy-yi Muhterem rahmeten-lil-âlemîn olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın kadr-i vâlâsını ve şerefini mahlûkâta bildiren bir âyetdir. Meleklere, insanlara, cinnilere, cümle mahlûkât-ı ilâhîye.
Manâsı, denizden bir katre, güneşden bir hüzme, kâinâtdan bir zerre olarak, "Muhakkak ben Allah ve meleklerim, muttasılen sevgilim, mahbûbum, mergûbum Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm üzerine salât etmekdeyim. Ey mü'minler siz de beni tevhîd ediyorsanız, benim rubûbiyyetimi, ulûhiyyetimi kabûl ediyorsanız, ki mü'minsiniz, size kendi sıfatımı verdim, necâta ermek, cennete dâhil olmak, rıdvâna erişmek, mazhar-ı zât olmak istiyorsanız, sallû aleyh, siz de benim Habîbim Muhammedime benimle beraber salât ediniz". "Ben Allahlığımla, meleklerimle beraber, Habîbim Muhammed'e" sallallahu aleyhi vesellem, "salât ediyorum, ey mü'minler siz de", ne yapınız, "benim habîbim, mergûbum, mahbûbum olan Muhammedim üzerine salât ediniz"
Bu emr-i ilâhîyi alan bizler, ne diyoruz Cenâb-ı Hakk'a gene, "Allahümme, ey bizim Rabbimiz, sallû aleyh, sen habîbin Muhammed'e salât et". Dikkat buyurursanız burada bir incelik var. Allah diyor ki, "Ben meleklerimle habîbim Muhammed'e salât ediyorum" ve bize de "Salât edin" diyor, emrediyor, biz de mukâbilinde, "Yâ Rabbi sen salât et" diyoruz. "Allahümme, Ey Rabbim, Ey Allahımız, Ey Rabbimiz". Buradaki manâ şu. "Biz habîbin Muhammed'e lâyık olan salavât-ı şerîfeyi bilemeyiz, O'na lâyık olan salavâtı ancak sen ilm-i ilâhiyyenle bilirsin, öyleyse O'na lâyık olan salavâtı sen getir" diyoruz. Acaba anlatabildim mi mü'minler?
Çünkü bu kâinâtın sebeb-i hilkati, Muhammed Mustafâ'dır. Eğer Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, Hazret-i Peygamber'i yaratmayacak olsaydı, bu kâinâtı, ne felek velvelesini, ne melek gulgulesini, ne insanı halk ederdi. Cennet ve cehennem, semâ, ard, bilinen ve bilinmeyen âlemler, hepsi O'nun hürmetine yaratılmışdır. "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk, sen olmasaydın Habîbim Muhammed, ben bunların hiç birisini yaratmazdım". Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine, Habîbi Muhammed sevdirilmiş ve O'nun hürmetine bu kâinâtı yaratmışdır.
İşte böyle ulü'l-azm bir peygamber, bütün peygamberlerin seyyidi, efendisi, sebeb-i hilkat-i âlem, sebeb-i hilkat-i Âdem olan Muhammed Mustafâ'nın ümmetiyiz bizler. Allah bu nimete bizi nâil kılmış. Çok mühim! Çok mühim! Nimetullah, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. "Rahmeten-lil-âlemîn", Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Nûru evvel, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Ba'sı âhir, Muhammed Mustafâ'dır. Evvelü'l-hâşir gene Muhammed Mustafâ'dır. Sallallahu aleyhi vesellem.
Allah, şân-ı vâlâsını Kitâb-ı Kerîminde ve kıyâmet gününe kadar ahkâmı bâkî olan, bütün mahlûkât önünde boyun eğmeğe mahkûm olan Kur`ân'da Allah Habîbi Muhammedi için, "مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ ve men yutı'ir-resûl fekad etâallah" buyurmuşdur. "Her kim ki, benim resûlüm Muhammedime itâat etdi, bana itâat etdi. Muhammedim sallallahu aleyhi veselleme bîât etdi, bana bîat etdi. Muhammedimi sevdi, beni sevdi. Resûlüme ihânet etdi, bana ihânet etdi". Kur`ân-ı Celîl'de hepsi de âyet bunların. Hepsi de mevcûddur Kur`ân'da. Okuyalım bir kaç tânesini, îmânımız gürleşsin.
Nerede Muhammed sevgisi varsa, orada muhabbet vardır. Nerede muhabbet varsa, ben ulvî, kudsî muhabbetden bahsediyorum, orada Hakk hâzır ve nâzırdır. Allah her yere hâzırdır ama oraya başka türlü tecellî eder. Kul ile Hakk arasında yetmiş bin perde vardır, Muhammed sallallahu aleyhi veselleme muhabbet eden bir mü'min, Habîb-i Hudâ hürmetine Allah'dan bir şey isterse, yetmiş bin perde bir anda çâk olur, yırtılır ve Allah kapısından boş çevrilmez, boş döndürülmez.
Efendiler! Kurân-ı Kerîm'de dört yerde Muhammed Mustafâ'nın ismi vardır, sallallahu aleyhi vesellem. Fakat arkasında sıfatı vardır. Hiç Cenâb-ı Hakk, Habîb-i Hudâ Şefî-i Rûz-i Cezâ'ya "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir, sallallahu aleyhi vesellem. Mutlakâ Peygamberimizin isminden sonra O'nun sıfatını söylemişdir.
Onun için vücûd âleminde, kalb evini, kalb iklîmini, mir`ât-ı Hakk olan kalbini, muhabbet-i Muhammediyye ile süsle ki, Hakk'a makbûl olasın. Onun bir nazarı seni âlî kılacakdır. Muhabbetini çoğalt. İsmini işittiğin vakitde salât ü selâm oku. Onun ismini işitip de salât ü selâm okumayan helâk olmuşdur. Kim ki Resûlullah'ın ismini işitti de salât okumadı, cennetin yolunu kaybetmişdir. Felâha ve necâta ermek istiyorsan, Resûlullah ile münâsebeti arttır, muhabbeti arttır ki Allah seni seve, Allah'a karşı muhabbetin artmış ola.
Bir kıssa vereceğim, bitiriyorum dersimi, geç kaldım bugün, affınızı diliyorum. Şimdi komprime.
Bir kadın, Hasanü'l-Basrî Hazretlerine mürâcaat etdi.
İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Hikâye diye dinleme! Kıssanın dışında kalırsan, cevizin dış kabuğunu yemiş gibi olursun, hisse al!
Bir kadın mürâcaat etdi Hasanü'l-Basrî'ye.
Hasanü'l-Basrî kimdir? Hazret-i Ali'nin tilmîzi, Ümmü Sevde'den, Ümmü'l-mü'minîn Ümmü Sevde'den süt emmiş bir çocukdur. Peygamberimizin âilesinden yani. Ve Resûlullah'ın içdiği sudan içmiş, aynı bardağından, gene Resûlullah'ın içdiği sütden içmiş. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, "Bu sütü kim içdi?" demişler. Çok ufak, minicik. "Hasan içdi" demişler, demiş ki "Cenâb-ı Hakk onun ilmini tezyîd etsin, kıyâmet gününe kadar kendisini hayr ile yâd etdirsin" demiş. O Hasenü'l-Basrî işte.
Ona bir kadın mürâcaat etdi. Dedi ki, "Yâ İmâm, benim bir genç kızım vefât etdi, anneyim...."
Anneler kendi cinslerinden olmak münâsebetiyle kız evlâdlarını fazla severler. Kız çocukları da babalarını fazla sever. Hânene bir hediye götürdüğün vakitde, yâhud bir yiyecek yâhud bir giyecek, evvelâ kız çocuğuna vereceksin sonra erkek evlâdına, iki evlâdın varsa, üç evlâdın varsa. Evvelâ kızlara verilecek. Bazı beyinsizler, çocuğum kız oldu diye, âilesine hakâret etmekdedirler. Evlâdın erkeği kızına bakılmaz, hayırlısına bakılır. Kulağında bulunsun diye söylüyorum bunu. Ve gene Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Ebü'l-benât merzûkun" buyurmuş, kız babaları merzûkdur, Allah onlara rızık kapılarını feth eder, açar. Onun için sakın hâ, kız evlâdım oldu diye kadına eziyet cefâ edip mahzûn mükedder olma. Her şeyin kâinâtda Allah'dan hayırlısını iste. Evlâd olsun, devlet olsun, makâm olsun, rütbe olsun, hayırlısını iste Allah'dan. Geçiyoruz, fazla uzatmayacağım.
"Kızımı kaybetdim Yâ İmâm, ne olursun..."
Kur`ân-ı Kerîm reçetesi öyle bir reçetedir ki her derde çâre vardır, hiç bir kimse Kur`ân-ı Kerîm'e mürâcaat etsin de oradan mahzûn olsun, mükedder olsun, mahrûm olsun, buna imkân yokdur!
"Kızımı görmek istiyorum, bir usûl var mı, Allah'a duâ edeyim". Hazret-i İmâm buyurdu ki ona, "Cumartesi gecesi Sûre-i Mülk oku". Kur`ân'dan Sûre-i Mülk.
Aman efendiler! Kur`ân-ı Kerîm'i tilâvet ediniz. Bâhusûs Sûre-i Mülke çok kıymet veriniz. Misâlleri var fakat vakit dar olduğu için geçiyorum.
Kâdî Beyzâvî tefsîr sâhibidir, içinizde hocaefendiler var, onlar bilirler, o Hazret diyor ki, "Ben ölmeden, beni kabre koymuşlar" diyor. Bayılmış, o devirde, ölü zannetmişler, o zanla kabre koymuşlar. Sonra ben kabirde uyandım, başladım bağırmaya, 'cankurtaran yok mu?' diye. Yan kabirden bir ses geldi, 'Bağırıp çağırma, şimdi gecedir, sesin kısılır, sabahleyin kendini kurtaramazsın' dedi. 'Sen kimsin aman beni kurtar buradan'. 'Ben âhiret âlemindenim'. 'Gece olduğunu nereden bildin?' diye sordum. Diyor ki, 'Ben her akşam Sûre-i Mülk okurdum, gece oldu mu benim kabrime iki nûr iniyor, gündüz oldu mu bir nûr iniyor, ondan biliyorum' dedi. Ben de dedim ki diyor 'buradan halâs olursam bir tefsîr yazayım, ahdim olsun, nezrim olsun, bu meseleyi onun içerisine kayd edeyim' diyor. Sonra kurtulmuş Hazret. Sabahleyin insanlar geçiyormuş, 'şimdi seslen' demişler bağırmış, kurtarmışlar kendisini. Sonra tefsîrine bunu yazmış.
Sûre-i Mülk'e müdâvim olunuz. Onu vird ediniz yani Sûre-i Mülk'ü. Kulağınızda bulunsun, söylüyorum. Kur`ân'dan bir sûre-i celîle.
"Sûre-i Mülk oku" demiş Hazret-i Hasanü'l-Basrî kadına ve kadın okumuş, onun tarîfi üzerine, kızını görmüş. Görmüş ama bazı şeyi görmemek görmekden hayırlıdır. Bazı şeyi bilmemek, bilmekden hayırlıdır. Gördüğüne pişmân olmuş. Kızını azâbda görmüş. Mahzûn, mükedder olmuş. Gene Hazret-i Hasanü'l-Basrî'ye gelmiş, demiş ki, "Yâ İmâm, keşke görmeseydim evlâdımı çünkü evlâdım azâbda benim. Ne yapabilirim ben?" demiş. Buyurmuşlar ki, "Hayatda olanlar, âhiretde olanlara ancak rahmet okurlar, Kur`ân okurlar, hayır hasenât yaparlar, rûhlarına gönderirler. Ellerinden gelen budur".
Bu da Ümmet-i Muhammed'e verilmişdir. Yani dirilerin duâsıyla ölülerin azâbı kalkar. Ümmet-i Muhammed'e verilmiş bu. Hatim okumak, Mevlid okumak, Kur`ân okumak. "Mevlid okumak câiz mi mâiz mi?" filan. Bırak öyle kafaları! Resûlullah'ın anıldığı yerde rahmet vardır. Bırak o kafayı sen. Biz o kafadan değiliz. Mevlid okut, Kur`ân okut. Nerede Muhammed ismi anılıyor, orada rahmet vardır.
Tavsiye etmiş İmâm. Başka ne yapabiliriz? Milyonları olanlar var, şimdi bugün kabristanda azâb çekmekdeler. Pâdişahlar var, kafdan kafa hükmetmişler, azâbdalar ve akşam sabah da nâra arz oluyorlar. Yarın öbür gün sen de ben de gideceğiz. Sırtımızdan bu libâsı alacaklar bizim. Düşün onu, o günü hatırına getir. Unutma onu sakın ha! Onu unutduğun gün helâk olursun. Allah'ı unutduğun gün helâk olursun, ölümü unutduğun gün helâk olursun. Çalışma, otur ma'nâsına değil. Elin kârda, gönlün yârda olacak. Helâlından çalışacaksın, iffetinle çalışacaksın, nâmûsunla çalışacaksın, Allah'ın istediği gibi çalışacaksın. Hudûdu geçme.
Tavsiye etdi İmâm. Ertesi akşam, Hazret-i İmâm bir takım güzel hanımlar gördü. Ama güzel kelimesi az, güzelliklerini tarîf edemiyoruz. Nimet-i ilâhîye gark olmuşlar, cevherler içerisinde. "Kimsiniz, hangi nebînin âilesisiniz?" diye sordu Hazret-i İmâm. Dediler ki, "Biz nebî, peygamber âilesi değiliz, Ümmet-i Muhammed'in çocukları yâhud kadınlarıyız. Ve bâhusûs o kızı gördü, yani o hanımın kızını. Diyor ki, "Sana dün gelen hanımın kızıyım ben" diyor. "O azâbdaymış" diyor Hazret-i İmâm. "Azâbdaydık. Burada bulunan, makberede bulunan bilmem kaç yüz kişi azâbdaydı, bir zât geçdi buradan, bize on salavât-ı şerîfe okuyarak rûhumuza bağışladı. Allah dedi ki, 'Habîbim Muhammed'e salât edildi, sizden azâbı kaldırdım' dedi. Bu nimete bizi müstağrak kıldı" diyor. Sana bu kâfî geldi.
Gönlünü Muhammed aşkıyla süsle. Doğru ol, dürüst ol. Doğru, dürüst olmazsan seni bir gün doğrultacaklar. Teneşirde doğrulacaksın. Yapdığını mutlakâ bulacaksın, ister iyilik, ister kemlik. Burası geçici bir yerdir, köprü gibidir. Yani Yeni Câmi'den Galata'ya geçiyorsun ama altmış senede yetmiş senede geçiyorsun. Yâhud bir ağaç gölgesidir. Hiç bir şeye dayanma, hepsi yıkılıcıdır. Allah'a dayan, Allah'a güven, Allah'a sığın, Hazret-i Muhammed'e sarıl. Kur`ân'ı sıkı tut Kağıdına, ipine değil. Ona hürmet et, ahkâmına, Allah'ın emirlerine. Allah seni insanlığa çağırıyor. Allah seni katına çağırıyor. Allah sana şekl-i insân vermiş, bâtınının da insan olmasını istiyor. Seni Kur`ân'a muhâtab tutmuş, zâtına muhâtab tutmuş, Muhammedine ümmet etmiş, bu nimeti bil. İster maddî, ister manevî, ele geçen nimetlerin kadr u kıymeti bilinmezse, Allah o nimeti insanın elinden alır. En büyük nimetullah islâmdır, îmândır, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Kıymetini bilmezsen elinden gider.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 29 Ocak 1982 (3 Rebîulâhir 1402) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.