Resûlullah'a Muhabbet ve İttibâ

13 Kasım 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Lekad câeküm resûlün min enfüsiküm 'azîzün 'aleyhimâ anittüm harîsun 'aleyküm bil müminîne raûfun rahîm.
Sadakallahü'l-azîm.

İki cihan fahri, sebeb-i hikat-i âlem, sebeb-i hikmet-i âlem olan Fahr-i Risâlet'den bir mikdar, bir nebzecik, bundan evvelki hutbelerimizde bahsetmişdik. Gene Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden bir mikdar bahsedeceğiz. 

Sevgili Peygamberimizin ve Allah'ın sevgilisinin, ismi nerde anılırsa orada bir saâdet, orada bir felâh, orada bir necât hâsıl olur. Mü'minlerin de her zamandan ziyâde felâha, necâta ihtiyaçları bulunduğundan, Resûl-i Ekrem'in şefâatiyle ve O'nun esmâsının zikriyle cümlemiz safâya ereceğiz inşâallah. 

Biliyorsunuz ki, bir hadîs-i şerîflerinde, ben hemen hemen her hutbede söylerim ve diğer hatib kardeşlerimize de biz bunu tavsiye ederiz, Resûl-i Ekrem buyurur ki, o kerîm olan Resûl, Allah'ın sevgilisi, nûr-i Hakk, mi'rât-ı mutlak olan Muhammed Mustafâ buyurur ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız". Zîrâ bütün mü'minler yani "Lâilâheillallah MuhammedüR-Resûlullah" diyerek lisânlarıyla bu kelime-i tayyibe-i müniciyeyi ikrâr edip, kalbleriyle bu kelimeyi tasdîk edenler, cümlesi kardeşdir. Buna da delîlimiz, ahkâmı eskimeyecek olan, elimizde bulunan, Mektûb-i Rabbânî, Kitâbullah'da Sûre-i Hucurât'da, Allah ilân etmişdir, "inneme'l-mü'minûne ihvetün". Bütün mü'minler, Allah ve Resûlüne inananlar kardeşdirler. Öyleyse, birbirinizi sevmedikçe, birbirinizin hak ve hukûkuna riâyet etmedikçe, birbiriniz saymadıkça, îmân etmiş olmazsınız. Beni de her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez. Îmânın kemâli, mükemmeliyyeti, Resûl-i Ekrem'i sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerini her şeyinden ziyâde sevmekledir.

Burada bir suâl vârid olur. Sevmek veyâhud sevmemek insanların irâdesinde değildir. Allah sevdirirse bir insan bir kimseyi sevebilir. Peki nasıl seveceğiz? Resûl-i Ekrem'in sünnetlerine, akrabâsına, ehl-i beytine, ashâbına, ensârına, velîlerine, gâzîlerine, şehîdlerine, ulemâsına hürmet etmekle bu sevgi tohumunu kalbimize atmış oluruz ve Resûl'ün gitdiği gibi, yaşadığı gibi, O'nun yaşayışına yaşayışımızı uydurarak, bu muhabbet tohumunu kalbimize, manâ tarlasına atmış oluruz. Bu yakın bir zamanda meyvasını verecekdir. Bir adam Allah'ı sevemez. Allah o kulu sever, sonra o kul Allah'ı sever. Resûl-i Ekrem de aynen böyledir. Resûl-i Ekrem'in sana teveccühü olmayınca sen Resûl-i Ekrem'i sevemezsin, sallallahu aleyhi vesellem. 

Onun için evvelâ sünnetleriyle. ResÛl-i Ekrem nasıl yapmış, ahlâk-ı Muhammedî nedir? Bunları öğreneceğiz, tetkîk edeceğiz ve bunları nefsimizde tatbîk edeceğiz. O vakit o boyayla boyadın mı, sıbgatulllah ile, sıbgat-i Resûl ile, muhakkak sûretde o tarafdan muhabbet gelecek, muhabbet geldi mi seninm de kalbin o tarafa dönecekdir. 

Resûl'ü nasıl sevmeyelim ki. Bir iki sır, binlerce var. Hiç bir peygamberin Allah hayâtına kasem etmez. Mûsâ kelîm gibi, Dâvûd halîfe gibi, Nûh necîy gibi, Âdem safîy gibi, İbrâhim halîl gibi olan peygamberler ki ulü'l-azim peygamberlerdir, Cenâb-ı Hakk onların hayâtına kasem etmemişdir. Fakat Allah Cenâb-ı Peygamber'in hayâtına kasem etmişdir. "Hayâtın hakkı için yâ Muhammed bu böyledir" demişdir. Allah indinde pek büyük bir derecâta mâlikdir Peygamberimiz.
Ümmet-i Muhammed'in zillete düşmesi, Resûl-i Ekrem'den ayrılmasıyladır. Çünkü biz bir çok şeyleri görenek olarak yaparız. Halbuki işin başı muhabbetledir. Bu kâinâtın ilk başı muhabbetle başlamış, muhabbetle bu iş devâm etmişdir. Nebîy-yi Ekrem'in ahlâkından bir mü'min bir nebze alsa, o kimsenin ahvâli derhal değişir halk içerisinde. Bizim ferdî olan sünnetlere hürmetimiz pek fazladır, bundan evvel de söylemişdim. Hepsi mukaddesdir, Resûl-i Ekrem'in ferdî sünnetleri olsun, ictimâî sünnetleri olsun, hepsi mukaddesdir, kudsîdir. Peygamberin yapdığı bir zerre dahi, mukaddesdir o. Ama ümmetin felah ve saâdeti, bütün sünnetlerin tamâmını almakla menzil-i maksûda erişilir. İlaçlar da böyledir değil mi, doktorun verdiği ilaçlar? Bir kısmını al, bir kısmını alma, yâhud pehriz tutma ilaç yut olmaz. Evvelâ pehriz tutacaksın sonra ilaç yutacaksın ki şifâyâb olasın. "et-tâibûne'l-âbidûn", evvelâ tövbe, sonra ibâdet. Resûl-i Ekrem'in sünnetleri de böyle. Sünnetleri tüm olarak alacağız. Biz İslâm'ı taksîm etmişiz. Farazâ, Konya'ya namaz düşmüş, İstanbul'a zekât düşmüş, Kayseri'ye Hac düşmüş, böyle ferden ferdâ İslâm'ı böyle dağıtmışız. Tüm olarak alınacak İslâm. O vakit mükemmel olur iş. İşin rengi değişir. 

Biliyorsunuz ki, Arab kavmi Resûl-i Ekrem gelmeden evvel, bir fâcia idi yaşayışları. Kız çocuklarını toprağa gömerlerdi. Boğarlardı kız çocuklarını. Misâfiri geldi mi kalkar devenin but tarafından, hayvanı kesmeden, diri diri etinden koparır, keser böyle pişirir, misâfire ikrâm ederlerdi. Böyle, bu hâldeydi. Kadınların ahvâl ü harekâtı, erkeklerinki öyle, zulüm almış yürümüşdü. Resûl-i Ekrem geldi, yirmi üç sene nübüvveti ki, on senesi müdhiş mücâdele ile geçmiş, on üç senesi de böyle olmuş ama bidâyeti çok mücâdeleyle geçmiş. İslâmlar çok eziyet ve cefâ görmüşler. Sen İslâm'ı bedâva buldun, mîrâs olarak aldın babandan. Biz öyle bulduk. Pek kolay olmadı İslâm'ın yerleşmesi. İslâm'ın kabûlü pek kolay olmadı. Allah diyenlerin çene kemiklerini kırdılar. Hattâ Resûl-i Ekrem'in bile mübârek dişlerini kırmışlardı. Uhud cenginde, Peygamberimizin, Allah'ın Resûlünün mübârek yüzüne taş vurmuşlar, mübârek dişi kırılmış ve zırhları yüzüne batmışdır. Bir katre kanı yere düşmemişdir. Eğer düşseydi Cenâb-ı Hakk kürre-i arda bir katre yağmur bile yağdırmazdı. Sallallahu aleyhi vesellem. Hemen Cenâb-ı Peygmber duâ buyurmuşlar, "Yâ Rabbi, kavmime hidâyet et, onlar beni bilmiyorlar, onlara azâb indirme" demişdir ve hidâyetlerini istemişdir. 

Ne anlıyorsun bundan? Bir kimseden bir zahmet görürsen, ona bedduâ etme, ona duâ et, onun ıslâhı için. Hemen feverân etme, hemen bedduâya yanaşma. Islâhına git, imhâsına gitme. İhyâ et, dirilt, öldürme, yaşat.

Yirmi üç sene zarfında, on üç sene sonra, hicretden sonra, harbler kazanıldı. Büyük dersler de gördük. Resûl'e uymamanın cezâlarını da gördük, Uhud muhârebesinde filan. Sonra, yirmi üç sene sonra, bakıyorsun ki, o vahşî yaşayan insanlar, çocuklarını diri diri toprağa gömenler, çocuklarını boğanlar, o devrin Amerika'sı olan Kisrâ'yı o devrin Rusya'sı olan Roma İmparatorluğunu sırt üstüne getiriyorlar. Yirmi üç sene zarfında! 

Olur! Allah diyor ki Kur`ân'da, "وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ve entümü'l-a'levne in küntüm mü'minîn", "Eğer hakkıyla îmân ederseniz sizi a'lâ kılacağım" diyor Hazret-i Allah. Zilletimiz, yani müslümanların zillete düşmesi, îmânımızın nûrunun kıtlığından. Çünkü Allah, müslümanları kâfir yumruğu altına vermişdir, esârete vermişdir. Şöyle bir bakarsanız bütün dünyâ devletlerine, Allah bizim kavmimizi azîz kılmışdır ki, cedlerimiz bu Dîn-i Ahmed uğrunda, öyle kan vermişler ki, eğer şühedânın her birine bir taş dikilseydi, dünyânın şarkından garbına kadar taşla dolardı, mezar taşıyla dolardı dünyâ. Türk şühedâsının, ceddinin yani. Şu Balkanlarda elini böyle karın altına sok, tutduğun ot, ya dedenin sakalıdır ya haminnenin saçıdır. 
Görüyoruz ki, İslâm milletleri henüz yeni yeni uyanmaya başladılar. Neden? Hep düşmânın kamçısı altında. Halbuki senin elinde Kur`ân var. O öyle bir kitâb ki, nûr, Allah kelâmı. Hiç ona tâbi olan zelîl olur mu? Ezilir mi? İmkânsız bu. Netekim de işte son muhârebede, yani İstiklâl Muhârebesinde, hiç bir şeyimiz yokdu ama îmânımız vardı. Silâh yokdu, silâh yerine sopa vardı. Bunu hepimiz biliyoruz, babalarımız buna iştirâk etdiler, biz küçükdük. Ve düşmanı tathîr etdi Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri. Büyüklerimizin gayretleri, âbâ ü ecdâdımızın, şühedânın rûhâniyyetlerinin yardımlarıyla düşman def oldu gitdi. Fakat birlik bozulursa, birbirimizi sevmezsek, gene aynı zillete dûçâr olabiliriz. Müslümanların parçalanması, Kur`ân'a tâbi olmamalarından. Çünkü Allah Kur`ân'da der ki, "وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ va'tesîmu bi hablillahi cemî'an velâ teferrekû", Kur`ân bir ip, öyle farzediyor, bir misâl veriyor Allah, bir ucu Allah'ın yed-i kudretinde, bir ucunu bize uzatmış, "o ipe cemîan tutunun" diyor, "sarılın o Kur`ân'a", kim o ipe tutunursa, kuyuya düşen adam, ipe tutunduğu vakit kurtulduğu gibi kurtulabilir ama bırakan mutlakâ helâkdadır.

Yirmi üç sene zarfında, koskoca Kisrâ'yı ve Roma İmparatorluğunu yere serdiler. Sonra şimâlî Afrika feth olundu. O giden kahraman kumandan Atlas Denizine dönüyor diyor ki, "Yâ Rabbi, önüme denizleri çıkarmasaydın, senin esmâ-yı şerîfini dünyânın öte tarafına da götürecekdim ama ne yapayım ki önüme denizler çıkdı, gidemiyorum" diyor. Atını denize kadar sürmüş. Ceddin de öyle. Sonradan herşeyi bozmuşun, gidişini bozmuşun, özünü bozmuşun, sözünü bozmuşun. Yediğine bakmamışsın, dediğine de bakmamışsın. Ağzından ne çıkıyor dikkat etmemişsin, yediğine de bakmamışsın, ne yediğinin farkında değilsin, haramdı helaldı. Gene ceddinin ve damarındaki bulunan İslâm kânı ve İslâm nûru seni mutlakâ diri tutacakdır. Muhakkak sûretde, Hakk'a itimâd et, Allah'a hüsn-i zann eyle, Allah ve Resûlüne sarıl. 

Bu, Ümmet-i Muhammed'in ihyâsı ayıdır. Bu, Ümmet-i Muhammed'in dirilme ayıdır. Rebîulevveldeyiz. Peygamberimizin tulû'u, zuhûru, sallallahu aleyhi vesellemin.

Hazret-i Ömer ibn Hattâb diyor ki...Ömer ki bugün, bundan bir müddet evvel...Artık büyüklerimizi garblılar medh ederse, ordan alıyoruz ya, onun için bunu söyleyeceğim. Halbuki bizim büyüklerimizi, Allah medh etmişdir. Ama biz Allah'ın medh etdiğine kulak vermeyiz de garblının medh etdiğine kulak veririz. Neyse öyle olsun, o da bir takdîrdir. Büyük bir reisicumhur öyle söyledi, "Burası Beyazsaray değil" dedi, "Ömer'in kulubesi" dedi. Bu Ömer vaktiyle, İslâm'dan evvelki hâlini görsen bunu, "Kaç tâne çocuğumu kendi elimle toprağa sokdum ve boğdum" diyor. "O küçücük elleriyle baba diyerek benim sakallarıma düşen toprağı temizliyordu, ben onu koca ellerimle boğuyordum" diyor. "İki şey hatırıma geldiği vakit birine ağlarım birine gülerim" diyor. Vakt-i câhiliyyetde yani İslam'dan evvel. 
İslâm mâ-sebakı temizler. Tövbe de mâ-sebakı temizler. Bir adam mü'min, âsî olmuş sonra aklı başına geldi Allah'a tövbe etdi, tövbe etdi mi, tövbe, evvelki günahları temizler. Çünkü Resûl-i Ekrem buyurmuş ki, ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem, "Et-tâibü mine'z-zenbi ke men lâ zenbe leh, tövbe eden o günahı işlememiş gibidir". Velev ki kul hakkı ola. Onu vereceksin. Kâfir hakkı, hayvan hakkı, kul hakkı, bunlardan kurtaramazsın paçayı. Verilecek o. İslâm'dan evvel yapılan şeyler de İslâm'la beraber yani, "Lâilâheillallah" denildi mi, ilk "Lâilâheillallah" ile mâ-sebak temizlenir. Tövbe de böyledir. Ne kadar suç işlersen işlemiş ol, denizlerin köpüğü adedi kadar, kumların sayısı kadar olsun, Allah'ın affetmeyeceği hiç bir günah yokdur. Yalnız şirki affetmez Allah. Dilediği vakit her günahı affeder. Tövbe etdiğin vakit, rücû' etdin mi o işden, yüz çevirdin mi, bütün mâ-sebak temizlenir. 

İşte Hazret-i Ömer de öyle söylüyor, "İki şey aklıma geldiği vakit birine gülerim birine ağlarım" diyor. Demişler ki "Yâ Emîre'l-mü'minîn, neye gülersin neye ağlarsın?". Diyor ki "İslâm'dan evvel biz, hamurdan ilâh yapardık, ona tapardık, sonr akarnımız acıkdı mı ekmek bulamadık mı, o tapdığımız ilâhı yerdik, ona gülerim" diyor. "İkincisi küçük yavrularımızı toprağa gömerdik, ona ağlarım. O küçük elleriyle benim sakalımdan toprağı temizlerken ben onu koca ellerimle boğardım" diyor. 

Sen şimdi "çık çık" ediyorsun ama, Ömer radıyallahu anh, vakt-i câhliyyetde küfür zamânında çocuğunu boğmuş dünyâsını helâk etmişdir onun, ahretini kazandırmışdır. Sen evlâdına dîn, devlet, millet, insâniyyet sevgisi vermediğin takdirde hem dünyâsını mahv etdin hem ahretini mahv etdin. Haberin var mı ondan? Ömer kâfir idi o vakit, İslâm'dan evvel, çocuğunu boğdu, çocuğun dünyâ hayâtını mahv etd, ahretde o saâdetde. Senin çocuğun oldu mü'min, sen "çık çık "ediyorsun, az evvel Ömer'i işitdin, çocuğuna dîn, devlet, millet, insâniyyet nedir, bunların hiçbirini bildirmedin. Hayvanlar bile çocuklarını hayâta alıştırıyorlar da öyle bırakıyorlar. Bir kedi bile yavrusuna düşmanına karşı nasıl çarpışacak, avını nasıl tutacak, öğretiyor. Eğer dîn ilmi hayvânâta da farz olsaydı, onlar mutlakâ çocuklarına dîn ilmini de talîm ederlerdi. Sen uyuyorsun. Bir gün aklına geldi mi, benim çocuğuma ben Kur`ân'ı öğreteyim diye, yâhud Kur`ân'ın manâsını öğreteyim diye. Hiç aklına geldi mi böyle bir şey. 

Bir genç çocuk vardı benim yanıma gelip gidiyordu, annesi beni çağırtdı bir gün dedi ki, "Hocaefendi, benim çocuğumu sen yanında götürme" dedi bana. "Neden?" dedim "yüzüne bir kara mı olur?". "Hayır "dedi, "Sonra kızlar buna varmaz. Bu dans etmez, dansı öğrenmez, bir şey bilmez" dedi. Yani âdâb-ı muâşereti. "Kızlar varmaz" demesin mi bana. Aynen böyle. Şaka değil, latîfe değil. O çocukcağız belki aramızdadır. O vakit pek gençdi, ben de o vakit pek genççeydim, dinççeydim yani. 

Gene bir tânesini gördüm son nefesdeydi, emîn olun ki hiç bir hilâfım yokdur, makâm-ı Muhammed'deyim, Cuma vaktindeyim. Ölüm ânındaydı, ben Kur`ân okumaya başladım, ölüyor diye, ki öldü, annesi geldi, "Hocaefendi lütfen okumayın" dedi, "bırakın böyle şeyleri " dedi bana. Ben çıkdım dışarıya. Ama acaba çocuğun kabahati mi ananın kabahati mi, onu bilmiyorum.  Annenin babanın kabahati mi? Anne baba Allah'ı Peygamber'i sevdirseydi elbet Kitâbullah'ı dinletecekdi. O da ona mukâbele etdi yani adâlet yerini buldu. 

Yapdığım yanıma kâr kaldı zannetme, adâlet yerini bulur. Kapıyı çalanın kapısını çalarlar. Merhamet edene merhamet ederler, etmeyene etmezler.
Evet, hiç bir nebiy-yi zîşânın Allah hayâtına kasem etmemiş. Gene Vedduhâ Sûresinde, oraya gelelim biz, dersimize, Vedduhâ Sûresinde "vedduhâ"nın manâsı, tercümelere bakarak vereceğin manâdan vermeyeceğim sana, onlar da hak, o manâlar da var onun içerisinde, "vedduhâ", Buhârî şârihi Kastalânî'nin beyânına göre, duhâ vakti, Resûl-i Ekrem'in tulû' etdiği an, anadan doğduğu vakte Allah yemîn ediyor. Kastalânî öyle söylüyor, haydi rivâyet edeyim sana söyleyeyim. İkincisi, "vedduhâ velleyli izâ secâ", "duhâ"dan murâd, Resûlullah'ın mübârek cemâli, "secâ"dan murâd, saçının siyahlığı. Allah, Peygamber'in mübârek cemâline ve saçının siyahlığına yemin ediyor. Hiç bir nebî için böyle bir yemîn yok. Senin peygamberin bu. İşte O'nun hürmetine oturuyorsun burada. O'nun hürmetine kâfir bir yudum su buluyor. O'nun izzetine kâfir bir lokma ekmek buluyor. O'nun hürmetine âsîler ekmek bulabiliyorlar. Kim bu? Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Peygamberimiz. Kim ismini işitdi, salavât vermedi, cennetin yolunu unutdu, cennetin yolunu kaybetdi. İsm-i şerîfine bir salavât verene, Allah on salavât verir, Celle Celâluhû Hazretleri. Hadîslerle sâbitdir. 

Fazla konuşmayalım, yeter, kâfî bu günlük. 

Bu ay, Resûl-i Ekrem'in zuhûr etdiği aydır. Bu ay, gene Resûl-i Ekrem'in gurûbu ayıdır. Bu ayda Cenâb-ı Hakk'a rücû etdi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Rebîulevvel ayının on ikinci gecesi duhâ vakti doğdu, Rebîulevvel'in on ikinci gecesi öğleye doğru Hakk'a rücû eyledi. Aynı günde. Bu ay, o aydır. Bu ayı gafletle geçirme, belki ömrünün son Rebîulevveli bu, bilmiyoruz. 

"Ben gencim" deme. Dayandığın duvar yıkılır. Hiç bir hâkime mahkeme mülk olmadı. Hiç bir hatîbe de hutbe mülk olmadı. Senin makâmında, oturduğun yerden nice insanlar gelip geçdiler. Hepsi ecel şarâbını içdiler. Bu âlemden kimi ağlayarak kimi gülerek göçdüler. Şu Cuma namazını ömrünün son Cuması diye kıl. Bimiyoruz çünkü. Eşyânı hazırla. Ne vakit gideceğin malûm değil. Gideceksin mutlakâ. Eşyânı hazırla, topla. "Gel" diyecekler hemen, "dön!" dedi mi bir kere, "ircıî", döneceksin. Bak, bitdi o kadar. 

Biraz kolay gösterdik ama pek kolay değil. Mü'minler için pek kolay. "İrcıî"denildi mi, mü'minler için, ölümün acısını duymaz, çünkü makâm-ı mevtde vuslat vardır, âşıklar için, sâdıklar için, sâlihler için, mü'minler için. Allah'a ve Resûlüne kavuşma vardır, yani vuslat vardır. Acıyı duymaz. Bir de bakar ki cesedini gassal yıkıyor. Kendi cesedini kendi görür. Bu sana hikâye diye gelmesin, yakında bu olacak. Sen, ben pek inananamıyoruz bu işe, onlara var bize yok zannediyoruz ama, mezarlığın önünden geçerken. En büyük vâiz kabristan. Neler gördü. En büyük vâiz toprak. Basdığın arz ya bir mahbûbenin ya bir mahbûbun dudağı ya bir mahbûbenin yanağıdır. Nic epâdişahlar gelmiş geçmişler, hepsi ecel şarâbını içmişler. Onun için dâimâ hazırlıklı ol. Tövbeni yap. "Bugün tövbe ederim, yarın tövbe ederim, biraz daha yaşlanayım bakalım, Allah affeder" filan diye hiç oyalama, savsaklama kendini. Hemen beline ibâdet ve tâat ve itâat kemerini bağla, Allah'a kul ol, iki cihâna sultân olursun.  

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

Ey saçın zencîrini "ve'l-leyl" hoş ta'bîr eder
"Ve'd-duhâ" envâr-ı rûyundan 'aceb tefsîr eder
Gerçi sidre müntehâdır kaddine nisbet değil
Nass-ı mi'râc zîrâ andan geçdiğin tezkîr eder
'Aynı 'aynu'n-nûrunun meşhûru hak olduğunu
Âyet-i "mâ zâga" inkâr ehline tabsîr eder
Dest-i Hakk'a mazhar olduğun yed-i tûlâsının
"Mâ rameyte iz rameyte" dinle gör takrîr eder
Nezd-i Hakk'da kadrini bilmek dilersen ümmetâ
Gel "le 'amrük" âyetin oku ne hoş takrîr eder
Cânı zulmetde kalan erbâb-ı nâsûte salâ
Dinlesin bu na'tini fi'l-hâl anı tenvîr eder

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 7 Ocak 1983 (22 Rebîulevvel 1403)  tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz
Listeye geri dön