27 Aralık 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Hakk'ın varlığına ve birliğine, azametine ve kudretine îmân eyleyip tasdîk eyleyen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Kalblere cilâ, gönüllere safâ, mü'minlerin derdinin ilâcı, ahkâmı ebediyyen genç ve dinç olan Hakk'ın kelâmı, dâimâ hasmını mahv u perîşân eyleyen Kur`ân-ı Azîm'de Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, Peygamberimiz Efendimiz ve bütün peygamberlerin seyyidi, efendisi olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma okumuş olduğum âyet-i celîlede şöyle hitâb edip, O'nun vâsıtasıyla bizleri irşâd buyurmakdadır.
"Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed" sallallahu aleyhi vesellem, "kullarına söyle, beni tanıyorlarsa, benim birliğimi, vahdâniyyetimi kabûl ediyorlarsa ve beni seviyorlarsa, sana tâbi olsunlar, senin benim tarafımdan getirmiş olduğun islâm dînine tâbi olup o yolda, can, baş, kasa, kese, evlad, herşeylerini fedâ etsinler, ki ben de olnları seveyim. Senin muhabbetin olmayan sevgi, benim sevgim olamaz. Beni seven sana tâbi olmalı ki ben onu seveyim. Sana tâbi olmayan, seni sevmeyen, beni sevemez. Onun sevgisini ben reddederim".
Neden? Çünkü Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, bir hadîs-i şerîflerinde, "Birbirinizi sevmedikçe, îmân etmiş olmazsınız. Her ne kadar Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah deseniz de îmân etmiş olmazsınız. İllâ birbirinizi seveceksiniz. Renk, ırk, zenginlik, fakirlik diye bir şey aramayacaksınız".
Birbirinizi seveceksiniz ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ümmeti olmaya lâyık olacaksınız. Parçalayanlar, dağıtanlar, ayıranlar, bizden değildir. İsimleri islâm ismi de olsa, nüfus kaydında islâmdır diye mukayyed de bulunsa, gene islâm olmazlar. Çünkü bir takım insanlar vardır ki, bunlar, "Biz Allah'a inandık, kıyâmet gününe inandık" derler fakat bunlar mü'min değildir. Bunların îmânı reddolunmuşdur. Zîrâ bu îmân içerisinde Hazret-i Fahr-ı Risâlet'e sevgi ve muhabbet yokdur.
"Allah yolunda, Allah için birbirinizi sevmedikçe, îmân etmiş olmazsınız". Resûlullah Efendimiz söylüyor, "Beni de her şeyinizden ziyâde sevmedikçe, îmânınız kemâle ermez Îmânın kemâli, ben her şeyden ziyâde sevmekledir".
Peygamber'i sevmek nasıl olur? O'nun dînine hizmet, O'nun getirdiği şerîata hürmet, mü'minlere şefkat ve muhabbet ve itâat ve merhamet, mü'minlerin birbirlerinin hak ve hukûkuna riâyet etmesidir.
Hazret-i Allah Celle Celâluhû, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâma şöyle hitâb etdi, "Benim için ne yapdın Yâ Mûsâ?" dedi. Mûsâ aleyhisselâm, "Yâ Rabbi senin için namaz kıldım, sana kıyâm etdim, sana rükû etdim, seni tesbîh etdim, sana secde etdim" dedi. Hakk Teâlâ buyurdu ki, "Yâ Mûsâ, bu senin kulluk vazîfen. Bu bir emr-i mühimdir ama benim için ne yapdın?". "Oruç tutdum Yâ Rabbi" dedi. "Oruç nâra kalkandır, benim için ne yapdın Yâ Mûsâ?" dedi. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, "Yâ Rabbi, sadaka verdim, zekât verdim" dedi. "Kimin malını kime verdin?" dedi, "Mal benim, mülk benim, sen benim, kul benim, peygamber benim, benden başka mâlike'l-mülk var mı? Benim malımı, sana vermiş olduğum malımı, emâneten vermiş olduğum malımı, kullarıma verdin. Benim için ne yapdın Yâ Mûsâ?" dedi. Mûsâ Peygamber, boynunu bükdü, "Yâ Rabbi, bana öğret, onu yapayım" dedi.
Onun üzerinde dedi ki Cenâb-ı Hakk...
Çok dikkat et, çok dikkatli dinle! Senin dünyâ ve âhiretde necâtın, saâdetin, bu sözdedir. Fazla şerh etmeyeceğim. Düşünmek nimeti verilenler, bundan hisse alacaklardır, bundan mütena'im olacaklardır, nimetleneceklerdir yani.
Allah Celle buyurdu ki, "Yâ Mûsâ, benim için yapılacak olan iş, benim için seveceksin, benim için sevmeyeceksin". Dikkat ediniz! Nefsin için değil, nefsi ortadan çıkaracaksın. Nefs ortadan çıkmayınca şirk olur, erbâb-ı irfân için. Sevmek ve muhabbet, Allah için olacak, Allah rızâsı için olacak. Allah için seveceksin, Allah için buğzedeceksin. Hakk için seveceksin, Hakk için sevmeyeceksin. İşte Allah için yapılacak olan efâl ü harekât budur. Allah'ın en sevdiği sıfat budur.
Bunu, Şâh-ı Velâyet Hazret-i Ali Kerremallahu Vecheh Radıyallahu Anh Efendimiz Hazretleri bize fiiliyle göstermişler. Şâh-ı Merdân Êsedullah-i Gâlib Hazret-i Ali Kerremallahu Vecheh muhârebeye girdiği vakitde, sırtına zırh bağlamaz, göğsüne bağlar idi. Düşünürsen sebebini bulacaksın. Düşmana hiç sırt çevirmemiş. Düşmana hiç sırt çevirmemiş, görülmemiş böyle bir şey. Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem uğrunda hiç düşünmeden, aklını yormadan, menfaatini aramadan, sûikasd gecesi Peygamber'in yatağına yatmışdır. Küffâr-ı hâkisâr Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin evinin etrafını çevirmiş ve o akşam Peygamber'e sûikasd yapacaklardı. Kâfirler düşündüler, eğer bir kabîle Peygamber'e sûikasd yaparsa, Peygamber'in kabîlesi onlarla cihâd edebilir, cenk edebilir, savaş yapabilir, öyleyse ne yapalım, bir çok kabîleden bir çok yiğit alalım, onlar hepsi birer kılıç vursun, Hâşimîler kan davâsına kalkamasın dediler. Hakîkaten de silahşörleri, cesur adamları aldılar, Resûlullah'ın yatdığı evin etrafını çevirdiler, muhâsara etdiler.
Onlar bakıyorlar göremiyorlardı, düşünüyorlar anlayamıyorlardı. Çünkü Allah bir kula hidâyet vermezse, o ne görebilir, ne anlayabilir. Allah'ın anlatdığı ve gösterdiği müttakîlerdir, Allah'ı sevenlerdir, Resûlullah'a gönül verenlerdir. Kim ki Allah Resûlüne gönül vermiş, aşk ile bağlanmışdır, Allah ona bilmediğini bildirir, görmediğini gösterir, düşündürür.
Zannediyorlardı ki katledeceğiz. Bilmiyorlardı ki Allah'ın irâdesi olmayınca, Allah'ın rızâsı olmayınca, bir yaprak yerinden oynamaz. Ağacın dalındaki yaprağın oynaması, Allah'ın isteğiyledir. Bunu kafandan çıkarma hiç. Bir yaprak dahi Allah'ın irâdesiyle yerinden oynar. Ne yağmur yağar, ne rüzgar eser, ne düşmanın silahı seni öldürür, öldürse bile îmânlıysan oldurur, şehîdler zümresin ilhâk eder. Ne ateş yakar, ne bıçak keser, ne su boğar. Bunların hepsini Kur`ân-ı Kerîm bize haber vermişdir.
İbrâhim Peygamber'i nâra atdılar, ateş yakdı mı İbrâhîm'i? Hayır, ateş nûr oldu. Bağ u bağistân oldu, güllük gülistanlık oldu. Ateşlerin közleri gül, dumanları yaprak olmuşdu. Eseri hâlâ duruyor Urfa'da. Gidersen görürsün.
İbrâhim Halîlullah, Allah emriyle İsmâil'i kurbân etmek için, bıçağı vurduğu vakitde, bıçak İsmâil'in yani evlâdının boynunu kesebildi mi? Kesmedi. Hattâ taaccüb etdi Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm, "Bu keskin bıçak, bu körpe boğazı nasıl kesmiyor" diye, taşa vurdu, taş ikiye ayrıldı. Ve hayret etdi, Halîlullah, "Süt gibi bir boynu kesmiyor, taşı kesdi" deyince, bıçak şu cevâbı verdi Hazret-i İbrâhim'e, konuşdu bıçak yani. Bıçak konuşur mu? Konuşur. Eskiden küfür kapıları kapalıydı, şimdi hepsi feth ü küşâd oldu, gören için. Taşlar konuşur, ağaçlar konuşur. Kelâma geldi bıçak da dedi ki, "Yâ İbrâhim, sen kes diyorsun, Allah kesme diyor. Sen kesmek için gayret ediyorsun, vuruyorsun evlâdının boynuna Allah için, Allah kesme diyor". Müsebbib-i hakîkî Allah'dır. Ne bıçak keser ne su boğar yani. Hepsinin misâlleri var.
Onlar zannediyorlardı ki, nûr-ı islâmı söndürecekler, Peygamber'i ölürecekler. Allah peygamberinin hıfzını üzerine almışdı. Bunun manâsı, kıyâmet gününe kadar islâmın hıfzı Allah'ın üzerindedir, kimse bir şey yapamaz. Bir kavim islâmdan çıkarsa, Allah diğer bir kavmin başına islâmın tâcını koyar. Bir kimse islâmdan udûl eder, dönerse eğer, onun yerine başka birisi gelir, Allah, bir kâfire onun nûrunu verir. Peygamber ve O'nun getirmiş olduğu dîn kıyâmet gününe kadar hıfz olunacakdır. Kıyâmet gününe kadar, tâ kıyâmet gününe kadar.
Küffâr-ı hâkisâr etrafı çevirmişler, gözetliyorlardı, Hazret-i Peygamber dedi ki Hazret-i Ali kerremallahu vecheye, bakın şu cesârete, "Düşman bana sûikasd yapacak, benim gitmem lâzım". Esbâba teşebbüsü göstermekdedir bu. "Peki Yâ Resûlallah" dedi, hiç aklını fikrini yormadı. Çünkü akıl dâimâ menfaati arar. Menfaatin nerede oraya gidersin. Dînde menfaat yokdur. Aşkda hiç menfaat yokdur. Hemen aklını Peygamber yolunda kurbân etdi, "Peki Yâ Resûlallah, ben yatayım, benim üstüme abayı ört, senin abanı, kâfirler beni sen zannetsinler" dedi. Ve bize bir harb hîlesini öğretdi İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh. O yatağa yatdı ve üzerine kendi abasını örtdü Peygamberimiz. Kâfirler bakıyorlardı, diyorlardı ki, "Muhammed yatdı, haydi içeriye girelim, parçalayalım onu". Ondan sonra Cenâb-ı Hakk emr ü fermân buyurdu Habibine, "Habîbim, çık aralarından git, seni görmeyecekler. Onların gözü bakar da görmez onlar".
Bu âlemde Allah'ı görmeyen âhiretde Allah'ı görecek mi zannediyorsun! Hakk'dan gayrı ne var! Nereye yüzünü çevirirsen Allah'a çevirirsin yüzünü. Hakk 'dan gayrı bir şey yok! Bu âlemde kör olan, âhiretde de kör olur. Baş gözü kör manâsına değil, Allah'ı bilmeyen, Allah'ı bulmayan bu âlemde, göremez. Peygamber'i nasıl görecekler! Görmüyorlardı. "وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ve ce'alnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe ağşeynâhüm fehüm lâ yubsirûn". Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yerden bir avuç toprak aldı, atıverdi böyle, hepsi bakar kör oldular. Ve Resûlullah onların arasından çıkdı ve gitdi.
İmâm-ı Ali kendisini kurbân olarak vermişdi fakat Cenâb-ı Hakk hıfz eyledi. İçeriye girdikleri vakit Hazret-i Ali'yi buldular, şaşırdılar, hayret etdiler. Nereye gitmişdi acaba? Hakk'dan Hakk'a yürümüşdü. Emr-i ilâhî ile yürümüşdü, düşman korkusuyla değil. Çünkü dünyâda en cesur kims ekimdir bilir misiniz? Kitâbullah ile ilân olunmuşdur, Allah'ın kitâbıyla, Allah'ın Kur`ân'ıyla, Fahr-ı Risâlet, sallallahu aleyhi vesellemdir. "اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا" "O resûlüm ki, o sevgilim ki, benim kitâbımı size teblîğ ediyor, Kur`ânımı, o benden başka kimseden korkmaz" diyor. Geçiyoruz.
İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh o kadar cesur bir adam, arkasına katiyyen zırh bağlamamış, önüne bağlamışdır. Bu da bize esbâba teşebbüsü göstermek içindir, ona da ihtiyâcı yok.
Bir seferinde düşmanını yatırdı kesmek için, hani söyledik ya Hakk için sevmek Hakk için sevmemek meselesini, kesmeye yatırdığı vakitde düşmanı İmâm-ı Ali'nin yüzüne tükürdü. Tükürünce Hazret-i Ali kalkdı, "Kalk" dedi, "serbestsin, kesmeyeceğim seni affetdim". Şaşırdı o adam. Dedi ki, "Yâ İmâm, beni kesmek üzere yere yatırmışdın, niye kesmedin?". "Allah için yapılan efâl, Hakk için sevmek Hakk için sevmemekdir. Seni kesmek istemem Hakk içindi, vaktâ ki sen yüzüme tükürdün, nefsim kabardı, kılıcı nefsime vurdum ve seni affetdim, kalk" deyince adam islâm oldu. Kılıç tesîr etmedi fakat bu efâl-i Ali, ki Allah Resûlünün efâlidir, onun muallimi Fahr-ı Âlem sallallahu aleyhi vesellemdir, o tesîr etdi ve adam "eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhû ve resûluh" dedi. Geçiyoruz.
Hakk için seveceksin, Hakk için sevmeyeceksin. Hakk için döveceksin, Hakk için dövmeyeceksin. Nefsini ortadan çıkaracaksın. Nefsine tâbi olan kimse, her ne kadar mü'min de olsa hakkıyla mü'min olamaz, mü'min-i kâmil olamaz.
Cenâb-ı Hakk buyuruyor, "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed, söyle kullarıma Allah'a muhabbetiniz varsa, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme tâbi olunuz ki, O'nun yolundan yürüyünüz ki, Allah sizi seve".
Çünkü her mahlûkâtın her nefesi sayısınca Allah'a giden yol vardır.
Binâenalâzâlik, her yol Allah'a gider. Fakat bütün kapılar seddolunmuş, Allah'ın muhabbeti Hazret-i Muhammed'in kapısındadır, Bâb-ı Muhammediyyet'dedir. Oradan girmeyen Hakk sevgisine nâil olamaz, Hakk'ın cennetine giremez, cemâlini göremez, Fahr-ı Risâlet sallallahu aleyhi vesellemin. Bizim müncîmiz, kurtarıcımız, Allah'ın habîbi, mahbûbu, mefhar-ı benî âdem, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed Mustafâ'dır. O'nu her şeyinden ziyâde sev, O'na akşam ve sabah salât ü selâm eyle, evlâdına, ehl-i beytine, ashâbına, ensârına, muhibbânına, evliyâsına. Ki senin yücelmen, senin yükselmen, Resûlullah'a olan muhabbetinledir. Bu kavmin yani islâm kavminin zillete düşmesi Peygamber'e olan muhabbetin munkatı' olmasındandır. Eğer Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi hakkıyla sevseydik, âbâ u ecdâdımız gibi sevseydik, hürmetkâr olsaydık O'nun ehl-i beytine, ashâbına, ensârına, bizi zilletde bırakmayacakdı. Çünkü islâm azîzdir. İslâm azîzdir, biz ihânet eyledik. Ne şerîatına, ne tarîkatına, ne hakîkatına, ne marifetine hürmet eyledik. Nefsimizin kulu kölesi olduk. Beş kuruş için Allah rızâsını satanları gördük, beş kuruş için!
Halbuki düşünsek, bulacağız ki, bu âleme geldiğimiz bir muvakkat zaman içindir. Dâimâ size söylerim. Ve siz de söyleyiniz bu şekilde. Muvakkat bir zaman için. Bir yolcu, yolunda gidiyor, yoruldu, bir ağaç altına oturdu, bir kahve içdi, dinlendi bir mikdar, sonra gene yoluna devâm etdi. Aynı, dünyâ hayâtı bundan başka bir şey değildir. O yolda yarım saat bir saat dinlenir, biz dünyâ âlemine geldik ve gidiyoruz gece gündüz, ömür treniyle. Süratle gidiyoruz. Nereye? Makbereye doğru. Bunu inkâr eden kimse yok kâinâtda. Hani âbâ u ecdâdın nerede? Hani "ene rabbikümü'l-a'lâ" diyen Firavunlar nerede? "Ben yer tanrısıyım" diyen Nemrudlar nerede? Bu Nemrudları ve Firavunları gölgede bırakan hâinler ve zâlimler nerede? Hepsi gelip gidici. Hani âbâ u ecdâdın? Soruyorum.
Öyleyse bir yolcuyuz biz. Geldik bu âleme, bir ağaç altına, bir gölgeliğe, buraya sığındık bir müddet için. Vazîfeni de unutdun, vazîfen de sana bildirildi. Niye ben buraya geldim, niye gönderildim? Kim gönderdi beni buraya? Ben istidâ mı verdim buraya gelmek için? Seni götüren getiren var demek ki. Ağaç altında dinlenen yolcu, yarım saat, bir saat dinlenir, üç saat dinlenir, biz bu âlemde yirmi sene, otuz sene, kırk sene, bilemedin altmış sene, bilemedin seksen sene, yüz sene. Pek ender yüz yaşına kadar yaşayan adam. Mü'minlerin yaşı altmış üçdür. Üst tarafı berektillahdır.
Benim bir hocam vardı, doksan küsur yaşındaydı, Allah ona rahmet etsin, makâmı makarrı cennet olsun ve nûr olsun ve civâr-ı Mustafâ'da olsun. Çünkü hamele-i Kur`ân'dı kendisi. Sen beş kuruşluk malını ehli olmayanlara tevdî etmiyorsun, Allah kelâmını sevmediği adama yükler mi? Demek ki hâmil-i Kur`ân olanlarda bir kıymet var. Hattâ kendisi çirkin işlerde bulunsa bile, kesenin zâhirine hürmet olunmaz, içindeki altınına kıymet verilir. Kur`ân-ı Kerîm altınları, altınla kıyâs olunur mu hiç! Kendisine yaşını sorardık da bazen, mahsûs sorardık, "altmış üç" derdi, "altmış üç". Dikkat buyurun çok mühim! Bir gün dedim ki, "Hocaefendi, ben sizin nüfûs kağıdınızı gördüm" dedim, "yaşınız doksan küsûr, niçin altmış üç diyorsunuz?". Şu cevâbı verdi bana. "Fahr-ı Âlem sallallahu aleyhi vesellem altmış üç yaşında göçdü, edeb ederim daha fazla yaşadım demeye". Gene Ebâbekir Sıddîk altmış üç yaşında göçdü. Hazret-i Ömer ibn Hattâb altmış üç yaşında göçdü. Hazret-i Ali kerremallahu vecheh altmış üç yaşında vefât göçdü, şehîd oldu. Hazret-i Hasan kezâ böyle. Hep altmış üçde gidiyorlar. Bir seksen altı sene Hazret-i Osman yaşamışdır ki, o da Ümmet-i Muhammed'den uzun yaşayanlara delîl olmuşdur. "Edeben altmış üçden ziyâdesini söylemiyorum" dedi hocam, edeb ediyorum Peygamber'den" dedi. Öyleyse senin yaşın altmış üçdür, üst tarafı bereketillahdır.
Ama ömrünü masiyetde, günahda, isyânda geçirme! Ömrünü Allah'sız geçiriyorsan zarardasın. Maddelerin, toplamış olduğun bütün paran, kasan, kesen, rütben, hepsi burada kalacakdır. Ancak sana yoldaş olan aşkullahdır, muhabbetullahdır, muhabbet-i Resûlullah'dır, a'mâl-i sâlihâtdır.
Yormayayım sizi daha fazla, hava sıcak. Fakat bu sıcakda Hakk için terleyenler, inşâallah yarın yevm-i kıyâmetde güneş, beyinler üzerine inip, kafatasları içinde beyinler kaynadığı vakitde, arşın gölgesinde gölgelenirler. Bunu da unutma sakın hâ! Burada belki sıcak hava, nefes alamıyorsun, terliyorsun, zahmet çekiyorsun fakat Hakk için burada terleyenler yarın yevm-i kıyâmetde beyinler kafatası içinde kaynadığı vakitde, onların beyinleri kaynamaz, arşın gölgesinde Hazret-i Peygamber'in civârında gölgelenirler de Hazret-i Şâh-ı Velâyet'in elinden Âb-ı Kevser'den içerler. Unutma bunu sakın hâ!
Allah'lı ol, Allah'lı ol! Allah'ı sev ve Resûlullah sallallahı aleyhi vesellemi sev ki Allah seni seve ve sende hiç bir kusur ve küsur bırakmaya. Çünkü muhabbet-i Resûlullah kimde vardır onda kusur olamaz. Peygamber'e olan muhabbet ondaki bulanan kusuru, isyânı temizler. Ezan okundu mu, Peygamber'in ismi anıldı mı, "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlûh" de, aşk ile söyle bunu. Bu bir kelime-i tayyibedir ki cehennemin kapılarını kilitlemiş, cennetin kapılarını açmışdır, cemâlullahın perdesini çâk eytlemişdir bu kelime-i tayyibe. Peygamberine salât ü selâm oku.
Bu aylar ki Receb ve Şabân aylarıdır, ibâdetler ed'âf u mudâafdır yani ecirler kat kat verilir. Bire on verilir, bire yetmiş, bire yedi yüz verilir, bire yedi bin verilir. Bugünlerde tövbekâr olunuz, kötü işlerle meşgûl olmayınız. Allah'ın sevmediği yollara gitmeyiniz, Allah'ın sevmediği efâlde bulunmayınız. Kendimizi kötülükden kurtaramazsak eğer, o vakit Cenâb-ı Hakk'a yalvar, "Yâ Rabbi, nefsime mahkûm oldum, bana yardım et" de, "nefs elinden beni halâs eyle" de. Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutunuz, Receb ayında ve Şabân ayında. Oruç tutmaya kâdir değilsen, o vakit lisânını tut. Kimseyi incitme, kimsenin gıybetinde bulunma. Dâimâ insanları hakka davet et, sabra davet et. Çünkü mü'minlerin, a'mâl-i sâliha erbâbının sıfatları bunlardır. Allah'a çağır halkı, Allah'a çağır. Meselâ bir mü'min kardeşini hakka çağırıp da onu hakka getirirsen, onun yapmış olduğu ibâdet ve tâata Allah ne kadar sevâb veriyorsa, aynısını senin defter-i a'mâline kaydeder. Onun için dâimâ arkadaşlarınızı Allah yoluna davet ediniz, hak yola getiriniz. Kötülerle oturmayınız, kalkmayınız. Mutlakâ beş vakit namazınızı vaktinde tadîl-i erkâna riâyet ederek, haşyetullah ile, Allah korkusuyla, Allah huzûrunda bulunduğunuzu duyarak, anlayarak kılınız. Lisânınızdan küfür sâdır olmasın. Dâimâ tevhîd, Allah'ı zikreylemek, kitâbından âyetler okumak, insanlarla konuşduğun vakitde âdâb-ı muâşerete riâyet etmek, kötü sözlerden kaçınmak lâzımdır. Mü'minlerin sıfatları bunlardır ki Peygamber'e tâbi olanlarda bu sıfatlar zuhûra gelir. Bu sıfatlara mâlik olanı Allah sever.