HUTBE
Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Sadakallahü'l-Azîm.
Gönülleri nûr-ı îmân ile münevver, fuâdları envâr-ı Kur`ân ile muattar olan ve yüzlerince ve alınlarında eser-i secde bulunan, kalbleri aşk-ı Muhammed'le titreyen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler!
Okuduğum âyet, Resûl-i Ekrem'in kadr-i vâlâsında inzâl olunmuş bir âyetdir ki her Cuma günü, her mescidde, her beytullahda bu kadr-i vâlâ-yı Muhammediyyet ilân olunur, âşıklar da bu tanîn-i endâz eden âyetlerin manâsıyla, kalbleri titrer, gözleri yaşarır, Hakk'ın emrine imtisâl ederek, iki cihân fahri, mefhar-i âlem, sebeb-i hilkat-i benî âdem, mevcûdâtın efendisi olan Muhammed Mustafâ'ya salât ü selâm ederler. Bu salât ü selâm etmekle de cennet yolunu bulurlar ve cemâle erişirler.
Okuduğum âyet de şu. Denizden bir katre, şemsden bir hüzme, kâinâtdan bir zerre. Allah diyor ki, yani yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, bizi bir katre su iken rahm-i mâderde hayız kanıyla kudret fırçasıyla tersim eyleyen, bizi bu hâle getiren, yaşatan ve öldüren ve tekrar öldürüp tekrar diriltip cennetine alacak olan Allah diyor ki, "Ben Allahlığımla ve meleklerimle beraber, Habîbim Ahmed Resûlüm Muhammedim üzerine salât ü selâm etmekdeyim". Bir daha tekrar edelim. "اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ innallahe ve melâiketehû yusallûne ale'n-nebiyy, ben Allahlığımla, meleklerimle, Habîbim Ahmed Resûlüm Muhammed üzerine salât ü selâm etmekdeyim". "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا yâ eyyühellezîne âmenû, ey kendi ismimi bahşetdiğim mü'minler!". Allah'ın bir ismi mü'mindir, Allah sana kendi ismini vermişdir, kendi sıfatını. "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا yâ eyyühellezîne âmenû, ey m'üminler, صَلُّوا عَلَيْهِ sallû aleyhi, Hâbîbime siz de ne yapınız, salât ediniz, وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ve sellimû teslîmâ, tam bir teslîmiyyetle".
Resûlullah'a selâm veren, salât okuyan, selâmet bulur. Ulemâ bunu taksîm etmişler fakat biz bundan bahsetmeyeceğiz. İşte ömründe bir defa iki defa (okusan yeter) filan (diyenler var). Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin yani Resûl-i Ekrem Efendimiz'in yani rahmeten-lil-âlemîn olan Efendimiz ve Kâinâtın Efendisi'nin ismini işitip de Resûlullah'a salât vermeyen nâra düşmüşdür, hor ve hakîr olmuşdur. Resûlullah'ın ismini işitip de Resûlullah'a salât ü selâm eden kimse, cennetin yolunu bulmuşdur, dîdâra ermişdir. Çünkü Allah'dan sonra en büyük varlık, Habîb-i Hudâ Muhammed Mustafâ'dır. O'ndan daha büyük beşer, insan gelmemiş kâinâta ve gelmeyecekdir. İki yüz yirmi dört bin peygamberin seyyidi, efendisidir. Yüz on üç ulü'l-azim peygamberin, seyyididir, serveridir Hazret-i Muhammed Mustafâ. Cennet, cehennem, arş, kürsü, ne varsa O'nun nûrundan halk olunmuş ve O'nun için halk olunmuşdur. Allah'ın sevgilisidir. Bizim de sevgilimiz elhamdülillah.
O'nun ismini işitip salât vermeyi unutan, cennetin yolunu unutdu. O'nun ismini işitip O'na salât ü selâm okuyan, O'nun âline, evlâdına salât ü selâm okuyan, cennetin yolunu buldu, Hakk'ın rızâsına erişdir. Resûlullah'a bir salavât okuyana Allah on defa salât okur. Resûlullah'a bir salavât okuyana Allah on defa salât eder. Çünkü Cenâb-ı Hakk O'nun ümmetine O'na sevgisinden dolayı salât etmekdedir. "hüvellezî, o Allah ki, yusallî 'aleyküm, Allah size salât eder". Günahlarımızı affeder, terfî'-i derecât etdirir, cennete vâsıl eder, dîdâra kavuşdurur, vâsıl-ı cânân eder, vâsıl-ı zât eder. Bu husûsda binlerce hadîs-i şerîf vârid olmuş, iki cihân serveri, salavâtın efdaliyyetini, bize haber vermişdir. Her işitdiğin vakitde Resûlullah'a salât ü selâm et ki her salât ü selâmın Resûlullah'a haber verilir.
Sana daha böyle komprime olarak bir kıssa anlatayım.
Diyor ki velîlerden, yüksek ulu velîlerden bir velî, "Kabe-i Muazzama'daydık, bir delikanlı Kabe'nin rükünlerinde yani tavâf rükünlerinde duâ etmiyor, mücerred salât ü selâm okuyor idi". Allahu a'lem ya Cüneyd-i Bağdâdî ya Bayezid-i Bistâmî. "Sonra ben dikkat etdim bu çocuğa, tavafdan sonra çağırıdım. 'Evlâdım, her rüknün bir duâsı vardır, bu duâları sen bilmiyor musun ki hep salât okuyorsun, o duâları okumadın' diye sordum, bana şu cevâbı verdi. 'Ben her rükün duâsını bilirim, fakat bundan böyle duâ etmeyeceğim, ancak Resûlullah'a salât ü selâm edeceğim. Sebebi de şu. Bir Horasanlıyız, hacca çıkdık, hac niyetiyle geliyorduk, Kûfe diyârında, babama ölüm erişdi. Ecel erişdi babam öldü. Fakat babamın şekli değişdi. İnsan şeklinden hâriç bir şekle girdi babam. Çirkin bir şekil aldı'...
Efendim, Ümmet-i Muhammed'e, umûmî olarak olmaz bizde. Böyle yüz senede, iki yüz senede bir defa olur, ibret olsun diye. İbn Şahne Târihinde, bir adam sabah namazında imamı taklîd etmiş, imamın okuduğu Kur`ân'ı taklîd etmiş, imam da veliyyullahdanmış, hahr-ı ricâle uğramış, kendisi maymun olmuşdur. İbn Şahne Târihi yazıyor bunu, kayıdlıymış yani, var. Yüz senede elli senede böyle bir şey olur.
'Babamın şekli değişdi. Ağlıyordum. İki musîbet erişmişdi. Birisi, babamı kaybetmişdim. İki, yolda kalmışdık. Üç, babam bu şekle girmişdi. Daha bir çok musîbetlere giriftâr olmuş idim. Ne yapabilirdim. Ağlıyordum. Birdenbire çadırın kapısı açıldı. İçeriye kâinâtı nûrlandıran bir zât girdi. Süratle yürüdü, babamın üzerinden perdeyi kaldırdı ve mübârek elleriyle babamın başından ayağına kadar sıvazladı. Babam eski güzelliğinden daha güzel oldu, daha nûrlandı. Hemen o zâtın ayaklarına kapandım ben, kimsiniz diye sordum kendisine, buyurdular ki, iki cihân fahri serdâr-ı enbiyâ Muhammed Mustafâ'yım ben'. Rûhâniyyet-i Peygamberî.
Evet efendim, nerede anılırsa, nerede aşk-ı Muhammed'le kalb çarparsa, rûhâniyyet-i Muhammediyye oradadır. Hattâ namazda okuduğun tahiyyatda, "es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyy", içinizde Arapça bilenler var, "aleyke" kelimesi muhâtabdır, müfreddir, "es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyy" dediğin vakitde Resûlullah'ın rûhâniyyeti sana selâm verir. İnşâalah duyarsın, yakın zamanda.
'Baban bana her gün salât ü selâm okurdu, bugün bu salât ü selâm bana gelmedi, o melekler babanın vefât etdiğini, böyle bir felâkete dûçâr olduğunu haber verdiler. Hayatında beni unutmayanı ben bu hâlinde unutur muyum' dedi. "Koşarak geldim'dedi. 'Ondan sonra ahdetdim ki' diyor, 'nereye gidersem gideyim duâ etmeyeceğim, Resûlullah'a salavât vereyim kâfî gelecek benim için'.
Efendiler! İşte böyle bir peygambere sâhibiz, elhamdülillah. Allah bizi Muhammed'inden ayırmasın. Allah, yerin göğün sâhibi, O'na salât ediyor. Yerin göğün sâhibi, melekleriyle beraber, resûlüne salât ediyor. Öyle bir peygambere tâbiiz, öyle bir resûlün ümmetiyiz, elhamdülillah. Kur`ân bize nâzil olmuş. O peygamber ki nûru evvel. O peygamber ki, ba'si âhir. O peygamber ki evvelü'l-hâşir. Yani olan olur, semâ yarılır, yıldızlar dökülür, kabirler eşilir, denizler kaynar, evvelâ haşr olan Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, sallallahu aleyhi vesellem. O'nun kabr-i münevverlerinden bir nûr zâhir olur, Allah Cibrîl-i Emîn'i oraya gönderir. "Habîbim Muhammed'e git Yâ Cebrâil, burakı götür". Gider, Resûlullah Efendimiz mübârek başlarından toprağı silkerek haşr olunur, evvelü'l-hâşirdir. Ve kalkar kalkmaz, Cebrâil aleyhisselâma, "Ümmetlerim nerede Yâ Cebrâil?" diye sorar. "Vallâhi Yâ Resûlallah, senden evvel kimse haşr olmadı, ilk sen kalkıyorsun". Nasıl ki bir çoban koyunlarına sâhibse, arıyorsa, biraz misâli çirkin ama anlatmak için güzel, bir baba nasıl ki, bir anne nasıl ki evlâdını rahmetle, şefkatle, yani bir harb zamanında, bir darb zamanında, bir baba evladını kaybetdi, bir ana evladını kaybetdi, nasıl harbden sonra evladını arıyorsa, Resûlullah seni ve beni öyle arayacakdır. İşte bu tanışmayı, bu teârufu, salavât temîn eder, salavât-ı şerîfe. Resûlullah'ın ismini işitdin mi, salât ü selâm okudun mu, mesele kalmaz.
Haydi bir kıssa daha anlatacağım bugün size, şimdi zuhûr etdi.
Şeyh Süleymân-ı Cezûlî Hazretleri diyor ki, "Abdest alacakdım, bir kuyunun başına vardım, fakat kuyuda ip de yokdu, kova da yokdu. Düşünüyordum ne yapacağım diye. Bir kız çocuğu gördüm, ufak yaşda. Duvarın üstünden bana bakıyordu. 'Kızım bir kova, ip yok mu su çıkarayım şuradan, abdest alacağım' dedim. Güldü. 'Senin gibi ârif-i billah bir adam, bir kuyudan suyu çıkarmaya kudretin yok mu senin' dedi. 'İpsiz kuyudan su çıkar mı?' dedim. 'Resûller çıkarmışdı, onlara vâris olan velîler de çıkarabilirler, Allah kâdirdir bu işe' dedi. Ve kalkdı geldi, bir şey söyledi kuyuya, su taşdı" diyor Hazret-i Şeyh, öyle söylüyor kitâbın baş tarafında. "'Buyrun' dedi diyor. Su taşdı. Abdest aldım su tekrar çekildi. Fesübhânallah! Şaşırdım" diyor, "on iki on üç yaşında bir kız çocuğu, bu şekilde bir kerâmet kendisinden zâhir ola".
Bunları çok görmeyin islâm evliyâlarına. İki cihân onların elindedir, iki cihân! Böyle çok görme kuyudan su çıkarmayı filan. Aklı kurbân edeceksin Hazret-i Muhammed'in yoluna ve O'nun sevgilileri yoluna aklını kurbân edeceksin. Olur mu olmaz mı? Olur. Neler oldu da haberinyok senin hâlâ, farkında bile değilsin.
Şeyh gitdi evine, yatdı, düşünüyor. "Gece yarısı" diyor "âilem yanımdan kalkdı, dışarı çıkdı, ben de peşinden kalkdım nereye gidiyor bu kadın diye. Sokağa çıkdı, dışarı çıkdı ama önünde bir arslan arkasında bir kaplan, deryâya doğru yürüdüler" diyor.
O vakit İspanya bizde. Yani İberik Yarımadası bizde o vakit. Sekiz yüz sene islâm elinde kaldı orası, sonra müslümanlar birbirine düşdüler, sonra kâfir geldi hepsini kesdi ve çıkardı oradan atdı. Daha İstanbul beş yüz otuz sene, beş yüz yirmi altı sene filan bizde. Eğer tevhîdi bozarsan, islâmı zedelersen, birbirini sevmezsen, Kur`ân'a sarılmazsan, buradan da seni çıkarabilirler yani. Onu söylüyorum, onun için söylüyorum sana bunu. Sekiz yüz sene bizde olduğu hâlde, hepsini kesdiler atdılar. Rumeli altı yüz sene bizim elimizde kaldı, Rumeli'de kimse kalmadı şimdi, ceddinin, babanın, dedenin mezar taşlarını bile sökdüler atdılar. Tevhîdi bozma! Allah Resûlü diyor ki, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız. Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez" diyor Peygamber sallallahu aleyhi vesellem. O sevgili Peygamberimiz, Habîb-i Hudâ, Şefî'-i Rûz-i Cezâ, Muhammed Mustafâ, sallallahu aleyhi vesellem.
"Kadın gidiyor, ben de peşlerine düşdüm" diyor, deryânın kenarına indiler, deniz kenarına indiler, ileride bir ada vardı, adacık, kadın postunu atdı, benim âilem, aslanlar orada durdular, kadın adaya gitdi, bir müddet sonra döndü geldi. Tekrar aslanlar biri önüne biri arkasına düşdü. Ben onlardan evvel geldim yatağa yatdım. Ve böyle üç gece biz bunu böyle takîb etdik. Dördüncü gece, kadının elinden tutdum", iyi dinle!, "sen bu kerâmete nereden erdin? Üç gecedir beni takîb ediyorum, böyle böyle hâdise böyle oldu" dedim kendisine. Dedi ki diyor, "Daha yeni mi sen buna vâkıf oldun? Ben yirmi senedir aynı hâletdeyim. Her gece teheccüdü o adada kılarım, teheccüd namazını".
Ne zevk değil mi? Anlayan için.
"Neyle buldun bunu?". "Sorayım" dedi diyor. Ve gitdi sordu soracağı yere, geldi dedi ki, "Salavât-ı Şerîfe ile buldum". "Hangi salavâtla?". "Dediler ki salavâtı söyleme, o âlimdir, kâmildir, fâdıl adamdır, salavâtları toplasın bir kitâb yapsın, o kitâbı sana okusun, içinde varsa söylersin". Kadın bunu teblîğ edince o zât, ellerini ve kollarını sıvadı, âlim adam. Ve bütün Resûlullah'a söylenen salavât-ı şerîfelerin hepsini cem etdi. İsmine Delâlilü'l-Hayrât dediler. İsmine, bu kitâbın ismine, Delâlilü'l-Hayrât dediler. Sonra kadına okudu. "İki yerde var" dedi, "bizim erdiğimiz bu makâma, bu salavâtla erdik yani". "Hangisi?". "Dediler ki söyleme, bütün kitâbı okusun". Bütün kitâbı yukarıdan aşağıya okusun diye, hepsini tekmil okusun diye söylemedi. "Söylemedi" diyor, "âilem söylemedi".
Şimdi, bunu size arz eyledik, bu islâmın zevk kısmı, kerâmât kısmı. Müstakîm olursan, Allah sana kerâmeti verir. Sakın sen kerâmet için Allah'a ibâdet yapma. Çirkin olur o. Ama sen müstakîm olursan, istikâmet sâhibi, doğru, Allah senin başına tâc-ı kerâmeti koyar. Ne cennet için Allah'a ibâdet kıl, ne cehennemden korkarak Allah'a ibâdet et. Allah'a Allah olduğu için ibâdet eyle. Muhammed Mustafâ'ya Allah'ın habîbi Muhammed olduğu için sevgi, muhabbet göster. İki cihân felâhı ve saâdeti bu yoldadır. Sizi hakka ve hakîkate çağırdım.
Yakın bir zamanda amel sandığına gireceğiz. İyi dinleyin! Yalan değil, böyle olacak! Pâdişahı, paşası, kralı, hacısı, hocası, şeyhi, gedâsı, beyi, hepsi bununla karşılaşacak. İlk soru Hazret-i Muhammed hakkındadır. Gösterecekler, "Bu zât hakkındaki malûmâtın nedir?" diye. Söylediğim yer Müslim'den söylüyorum, Müslim kitâbından. Kur`ân'dan sonra en mühim kitâblarımızdan iki tânesi, sahîhayn, Buhârî ve Müslim vardır, Müslim'den söylüyorum. "Bu zât hakkındaki malûmâtın nedir?" diyecekler. Mü'minler görür görmez, "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, bizim sevgilimiz, Allah'ın sevgilisi Muhammed Mustafâ" diyecekler. Münâfıklar diyecek ki, "Müslümanlar ona peygamber derdi, biz onu tanımıyoruz" diyecekler. O vakit azâba giriftâr olacaklar. Mü'minler saâdete erişecek, münâfıkların, kâfirlerin yolu sapacakdır, nâra doğru.
Yâ Rabbi bizi Muhammed'inden ayrıma. O'nun nazar-ı iltifâtıyla nârından âzâd, mazhar-ı zât eyle Yâ Rabbi.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.