HUTBE
Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahü'l-azîm.
Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, kalbleriyle Allah'ın vahdâniyyetine inanan, ve kalblerini Allah muhabbetiyle, Resûlullah meveddetiyle süsleyen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb cemâline âşık olanlar.
Bugün sebeb-i hilkat-i âlem olan, bu âlemlerin yaradılmasına sebeb olan, Resûl-i Ekrem, Resûl-i Efham Efendimiz hakkında bazı konuşmalar yapacağız. İnşaallah konuştuklarımız Allah indinde ve Resûlullah indinde mergûb ve mahbûb olur. Olur da, Cenâb-ı Resûlullah, sallallahu aleyhi vesellem, nigâh-ı iltifât ile bizlere nazar eder, Cenâb-ı Hakk da bizleri âlî kılar. Resûl-i Ekrem bir kimseye nigâh-ı iltifât ile nazar etti mi Allah onu yüceltir ve yükseltir. Müslümanların başına gelen felâketlerden bir tânesi de, Resûl-i Ekrem sallallahu teâlâ aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri hakkında müslümanların ma'lûmatları azdır yani bilgileri. Meselâ bilgisi şudur : Mekke'de doğdu, Medîne'ye hicret etti, türbesi oradadır, babasının ismi Abdullah, annesinin ismi Âmine'dir, dedesinin ismi Abdülmuttalib'dir, şeceresi Hazret-i İbrâhîm'e dayanır. Bu kadar bilirler. Bunu Ebû Cehil senden daha iyi bilir çünkü kendisi de aynı kavimdendir. Hemen hemen Resûl-i Ekrem'e çok karîb. Ammisi de öyle yani Ebî Leheb, değil mi?
Şimdi bugün bizim burada konuşacağımız, Resûl-i Ekrem kimdir ve nedir ve Allah'ın nesidir?
Birincisi, Resûl-i Ekrem Cenâb-ı Hakk'ın nûrundan halkolunmuşdur. İkincisi, Allah'ın sevgilisidir. Allah sevmiş, O'na âşık olmuş, O'nu muhabbetden halketmişdir.
Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl
Biz Hazret-i Peygamber'in ismini andığımız vakit, O'nu bir kabîle reisi yâhud bir mahalle muhtarı, bir kaymakam, nahiye müdürü, vâli, haydi bilemedin bir emîr gibi biliyoruz. Halbuki hâdisât öyle değil. Hâdise böyle değil. Bir kimse Resûl-i Ekrem'i hakkıyla bilmezse, o kimse vazîfe-i insâniyyesini yapmamış demekdir. O kimse, vazîfe-i dîniyyesini ve vazîfe-i islâmiyyesini yapmamışdır.
Şimdi burada bir husus daha var. Kur`an-ı Kerîm'e bakın, içinizde hâfız olanlarınız var, belki de âlimleriniz var. Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîm'de hiç, "Yâ Muhammed" hitâbıyla Peygamber'e hitâb etmemişdir. Dört yerde esmâ-yı nebî geçiyor. Beş yerde geçer. Birisi Îsâ Peygamber'in rivâyetiyle geçer. İncil'de ve semâda peygamberimizin ismi Ahmed'dir. Ondan gayrı dört yerde ismi geçiyor, arkasından sıfatını söylemek şartıyla. Allahu Teâlâ Peygamber'e hitâb ettiği vakit, "Yâ eyyühe'n-nebiyyü" "Yâ eyyühel müddessiru", "Yâ eyyühel müzemmilü" diye hitâb etmişdir. "Yâ Muhammed" hitâbı yokdur. Tefsîrlerde var, halk anlasın diye koymuşlar. Hattâ yine Sûre-i Hucurât'da, Allah diyor ki, "Peygamber'i birbirinizi çağırır gibi çağırmayınız, amelleriniz yani a'mâl-i hayriyyeniz habt olur, bâtıl olur" diyor. Yani bir adam Cenâb-ı Peygamber'e "Yâ Muhammed!" diye seslense, estağfirullah, bir arkadaşına seslenir gibi, bütün yaptığı a'mâl-i hayriyye habt olur yani bâtıl olur. Cenâb-ı Hakk Sûre-i Hucurât'da öyle diyor.
"قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ kul in küntüm tuhibbunallahe fettebi'ûnî yuhbibkümullahu yağfirleküm zünûbeküm vallahu gafûrur rahîm". Bir âyet-i kerîme de budur. Yine deryâdan bir katre olarak. "Söyle Habîbim, Mahbûbum, Mergûbum, Ekmele'r-rusül, resûllerin en kâmili, en ekmeli, sebeb-i hilkat-i âlem, söyle. Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana tâbi olunuz ki Allah sizi sevsin". Yani bir kul Resûl-i Ekrem'e tâbi olmayınca Allah'ın muhabbetine lâyık olamaz. Bir kapı vardır, o kapı Muhammed kapısıdır, sallallahu aleyhi vesellem, oradan içeri kim girerse, Hakk'ın rızâsına erişir.
Yine bir âyet daha okuyalım. Yine deryâdan bir katre olarak. Nice böyle âyât u beyyinât var. "وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى Vemâ ramayte iz ramayte velâkinnallahe ramâ". Bedr Harbinde, Resûl-i Ekrem yerden bir avuç taş aldı ve düşmanlarının üzerine attı. Hepsi kör oldular. Yine bir rivâyetde de hicret gecesi, Mekke-i Mükerreme'den Medîne-i Münevvere'ye hicret edeceği vakit, Resûl-i Ekrem, sallallahu aleyhi vesellem, Allah'ın emriyle yerden taş alarak düşmanın üzerine attı. Peygamber oradan çıktı gitti, Peygamber'i görmediler. Baktılar, göremediler. Zâten bakıyorlardı göremiyorlardı yine baktılar görmediler. Eskiden bakıyorlardı, ma'nâsını göremiyorlardı, bu sefer maddesini de görmediler. Çünkü iş bakmakda değil görmekdedir. Allah gösterirse görürsün. İş bakmakla değl, görmekle. Bak dikkat buyur şimdi! Cenâb-ı Hakk diyor ki, "وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى vemâ ramayte iz ramayte velâkinnallahe ramâ", "Sen o taşları attığın vakit, sen atmadın Habîbim Muhammed" ya kim attı? "Senin elinle ben attım" diyor Hazret-i Allah. "وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى Vemâ ramayte iz ramayte velâkinnallahe ramâ".
Yine bir âyet okuyalım. Her bir âyet üzerinde ayrı ayrı durmak lâzım. Ama gül bahçesinden bir demet yapıyoruz, birer birer çiçeklerden koparıyoruz.
"لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ lekad câeküm resûlün min enfüsiküm 'azîzün 'aleyhimâ 'anittüm harîsun 'aleyküm bil müminîne raûfun rahîm". Yani "Size, sizin cinsinizden bir resûl geldi" buyuruluyor. Bu, bir ma'nâsıdır. Kur`ân'ın yedi ma'nâsı vardır. Bir ma'nâ zâhirde, yedi ma'nâ bâtındadır. "Bâtında yetmiş ma'nâ var" diyenler de var. Yani Kur`ân'ın yetmiş bâtın ma'nâsı var diyenler de vardır ki hakdır. Yedi milyon da var ama bizim kafa kâfî değil, bizim terâzi tartmıyor. Kur`ân'ın yetmiş ma'nâsı da var ama bizim terâzî tartamıyacak.
"لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ lekad câeküm resûlün min enfüsiküm". Sizin cinsinizden bir resûl geldi yani insan cinsinden. İnsanın kıymeti ondan. Allah ne diyor? "Ey âdemoğlu! Semâyı, ardı, arşı, kürsüyü, cenneti, cehennemi, melâikeyi, güneşi, ayı, yıldızları, denizleri, deryâları, ummânları senin için halkettim, seni de kendim için halkettim" diyor. Kıymetin çok, neden? Çünkü Allah sevgilisini cinsimizden seçti yani insanoğullarından seçti. "إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ innallahe'stafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle 'ımrâne 'alel 'âlemîn" âyet-i kerîmesi de bunu beyân etmekdedir. Allah, Âdem'i ve Nûh'u ve Âl-i Imrân'ı içimizden seçti.
"لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ kekad câeküm resûlün min enfüsiküm". Sizin cinsinizden bir resûl geldi. Yâhud "min enfeseküm". Böyle de okunur. Bu, şâz kıraatıymış, şâz olsun. Bu kıraata göre, "Sizin en güzeliniz, sizden geldi" yani en güzeliniz, en enfesiniz ma'nâsına geliyor. Sonra, Raûf, Rahîm, Azîz. Yani Allah O'na kendi isimlerini veriyor. Raûf, Rahîm, Aziz Allah'ın isimleridir. Allah bu isimlerini ResÛl-i Ekrem'e vermiş. Sallallahu aleyhi vesellem.
Yine başka bir âyet-i kerîmeden bir ma'nâ verelim. "إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ innellezîne yubâyi'ûneke innemâ yübâyi'ûnallah". "Habîbim Muhammed, sana her kim bîat ettiyse, bana bîat etti" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. Yani "Sana bîat bana bîat, sana muhabbet bana muhabbet, sana ihânet bana ihânet" diyor.
Yine bir âyet okuyalım. "ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ * فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ sümme denâ fetedellâ. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ". Gözün akıyla karası kadar hattâ ondan daha yakın Hakk'a yaklaşdı. Zarf ile mazrûf oldular.
Yine Allah hiç bir nebiy-yi zîşânın hayâtına kasem etmiyor ama Resûl-i Ekrem'in hayâtına kasem ediyor. "Hayâtına kasem ederim ki yâ Muhammed bu böyledir" diyor. Sallallahu aleyhi vesellem. Yine Allah hiç bir nebînin cemâline kasem etmiyor, habîbi Muhammed'inin cemâline kasem ediyor. Allah hiç bir nebînin saçının siyahlığını yemîn etmiyor, habîbi Muhammed'inin saçının siyahlığına yemîn ediyor.
Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan Allah, en başda okuduğum âyet-i kerîmede, "Meleklerimle berâber, muttasılen, habîbim Muhammed'e salât ediyorum" diyor ve her cuma günü de müezzin efendiler bu âyet-i kerîmeyi okuyarak şân-ı Muhammedî'yi i'lân ediyorlar ve Kur`ân da, dâimâ bunu i'lân etmekde."إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ innallâhe ve melâiketehû yusallûne ale'n-nebiyy", "Allah, melekleriyle berâber habîbi Muhammed'e salât etmekdedir". "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ". "Ey îmân eden mü'minler! Siz de O'na salât ediniz, öyle bir salât ki tam hakkıyla". İsm-i şerîfini yani Muhammed ismini işittiğin vakit, salât verirsen eğer, yarın yevm-i kıyametde Resûl-i Ekrem'e yakın olursun.
Bir adam kıyâmet gününde getirilir, a'mâl-i sâlihâtı yerden semâya kadardır ama içerisinde muhabbet-i Muhammediyye yok. Reddolunur, kafasına vurulur.
Her iş Muhammed Mustafâ ile, sallallahu aleyhi vesellem. Müşküller O'nunla hallolur. Ümmet-i Muhammed'in başına gelen bu felâket, Peygamber'den muhabbeti kesmeleri yüzündendir. Halbuki muhabbeti onlar kesmedi, Resûlullah onlardan muhabbeti kesdi. Sallallahu aleyhi vesellem.
Yarın sen de ben de gideceğiz. Hani bir çukur var ya, amel çukuru, ona kabir diyorlar. Dünyânın son menzili, âhiretin ilk menzili. Amel sandığı. Hepimiz gideceğiz oraya. Gençler! Size de söylüyoruz. İhtiyarlar! Size de söylüyoruz. Orta yaşlılar! Size de söylüyoruz. Kimse kurtulmayacak. Bizi oraya kapayacaklar. Bizi oraya teşyi' edenlerin yani götürenlerin ayaklarının sesleri, ayaklarının tıpırtıları kabirden işitilirken, iki melek gelecek, Resûl-i Ekrem hakkında soru soracakdır. "Bu zâtı nasıl biliyorsun?" diyecekler.
Kulaklarını benden yana ver! Kulağından gaflet pamuğunu çıkar! Gözünden de gaflet perdesini yırt! Melekler, kabirdeki kişiye, "Bu zât hakkındaki ma'lûmatın nedir?" derler. Bu âlemde Resûl-i Ekrem'e muhabbet ettinse, kalbin O'nun muhabbetiyle çarptıysa, gözyaşı döktünse, bunu yapamadınsa, hiç olmazsa ismini işittiğin vakit, O'na, âline, evlâdına, ezvâcına salât u selâm getirdinse, diyeceksin ki, "O Allah'ın sevgilisi Muhammed Mustafâ'dır". Eğer bundan haberdar değilsen, diyeceksin ki "Müslümanlar O'na peygamber derdi ama biz uzakda kaldık" diyeceksin ve azâba müstehak olacaksın. Sorulacak olan, "Hüviyyet-i Muhammediyye"dir.
"İnnallahe halaka âdem 'alâ sûretihî" hadîsinde de beyân edildiği üzere, Cenâb-ı Hakk beşeri, Hazret-i Muhammed'in sıfatında koydu yani öyle halketti. Sallallahu aleyhi vesellem.
Şimdi, ismini işittiğin vakit, felâha ermek istiyorsan, hemen salât ü selâm oku. Kim ki Resûl-i Ekrem'e salavâtı unuttu, yani ismini işitti, salâtı vermeyi unuttu, o kimse cennetin yolunu unuttu. O kimse helâk oldu.
Yâ Rabbi! Kableri çeviren sensin. Aşk, muhabbet insan irâdesinde değildir. Kalbimizi habîbin Muhammed'in muhabbetine çevir ve gönlümüzde muhabbet-i Muhammediyye ve meveddet-i Ahmediyye zuhûra getir. Bize iltifat nazarıyla nazar edip, bizi nârından âzâd et, dâhil-i cennet, mazhar-ı zât eyle yâ Rabbi.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sıratin müstakîm.
Yâ şefî'al-müznibîn yâ rahmete'l-lil-'âlemîn
Katre-i nûrundan olmuş halk-ı eflâk u zemîn
Nice etsin vasf-ı zâtın böyle bir 'abd-i kemîn
Oldu hakkında senin nâzil çü Tâhâ vü Yâsîn
Hâk-rûb-i âsitânın şehper-i Rûhü'l-emîn