Resûlullah'ın Büyüklüğü ve O'nun Sünnetine İttibâ - Hutbe - 31 Aralık 1982

29 Ekim 2020 tarihinde yayınlanmıştır.

Rebiulevvel

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ * فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
Lekad câeküm resûlün min enfüsiküm 'azîz, 'aleyhimâ 'anittüm harîsun 'aleyküm bil mü'minîne raûfun rahîm. Fe in tevellev fe kul hasbiyallahu lâ ilâhe illâ hû, 'aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbü'l-'arşi'l-'azîm.
Sadakallahü'l-azîm.

Okumuş olduğum âyât u beyyinât, Sûre-i Tevbe'nin nihâyetindeki âyetdir. Bu ay Rebîulevvel ayı olmak münâsebetiyle, Resûl-i Ekrem'in zuhûru olmak münâsebetiyle, mü'minler ve âşık-ı sâdıklar indinde, pek ihtirâma lâyık bir aydır. Geçen hafta söylediğimiz gibi, Mevlûdü'n-Nebî yani Resûl'ün doğduğu gece, belki Leyle-i Kadir'den de efdaldir. Bilen için ve âşıklar için. Müşâbih olduğu muhakkakdır fakat âşıklar için Leyle-i Kadir'den de efdaldir. Leyle-i Kadir'de Kur`ân-ı Mübîn, Kur`ân-ı Azîm, kelâmullah nüzûl etmiş, kime nüzûl etmiş? Resûl-i Ekrem'e. Resûl-i Ekrem gelmeseydi Kur`ân nüzûl etmeyecekdi. Ona binâen bu ayda yapacağımız bazı husûsâtlar ve Peygamberimizin bazı evsâfından, denizden bir katre, şemsden bir hüzme, olarak sizlere, dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalışacağız.

Yerlerin ve göklerin sâhibi, biline ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, bizleri bir katre menîden, ana rahminde hayız kanıyla kudret fırçasıyla yoğuran Allah, "لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ lekad câeküm resûlün min enfüsiküm", sizin cinsinizden bir resûl size gönderdim, diyor. Bu resûl kimdir? Resûller resûlüdür, peygamberlerin dahi peygamberidir. Nasıl ki bütün yıldızlar, güneşden ziyâlarını aldıkları gibi, bütün peygamberân-ı izâm da nûrlarını Hazret-i Muhammed'den alırlar, sallallahu aleyhi vesellem.

Yine bir hadîs-i kudsîde, "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk", Habîbim Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem...Geçen hafta söylediğim gibi, gene söyleyelim.  Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, her şeyin hâliki, mâliki olduğu halde, Cenâb-ı Peygamber'e yani Efendimize, yani Mahbûb-i Kibriyâ'ya, yani Ahmedi, Hamîdi, Muhammed Mustafâ'ya, sallallahu aleyhi veselleme, hiç bir yerde, "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir. Kur`ân-ı Kerîm'de dört yerde Efendimize ismiyle hitâb vardır, Resûl-i Ekrem'in sıfatıyla berâber. "Vemâ Muhammedin illâ resûl" gibi. "Mâ kâne Muhammedün ebâ ehadin min ricâliküm velâkin Resûlallahi ve hâteme'n-nebbiyyîn" gibi. Yâhud "Hüvellezî eresele resûlehû bi'l-hüdâ ve dîni'l-hakki li yuzhırahû 'ale'd-dîni küllih, ve kefâ billahi şehîden Muhammedün Resûlullah" gibi. 

Hattâ "ve kefâ billahi şehîdâ" âyet-i kerîmesinde de incelik var. Kâfirler Peygamberimizin nübüvvetini, papazlar, hahamlar, o devirde yaşayan müşrikler, Peygamberimizin nübüvvetini kendi evleri gibi, kendi evladları gibi, kendi hâneleri gibi, kendi nefislerini bildikleri gibi bildikleri halde, hasedlerinden nâşî Peygamberimize îmân etmediler. Hattâ toplandılar, geldiler, dediler ki, "Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "Sen bizi kölelerimizle berâber bir safa mı oturtacaksın?. Ben şimdi Bilal'le berâber, bir safda olur muyum?. Bilal benim kölem. İki mescid yap. Bir zâdegân, zenginler mescidi, bir de fukarâ mescidi. Sana biz îmân edelim. Veyâhud bir gün fakîrlere hitâb et, fakîrler toplansınlar, bir gün zenginler toplansın, onlara hitâb et. Sana îmân edelim ve Cezîretü'l-Arab'daki Arabı getirelim senin önüne çökertelim Biz sana Muhammedü'l-Emîn dedik. Nebî olmasına nebîsin ama biz kölelerimizle berâber, fakîrlerle berâber bir safda oturmayız".
Nerden geldiğini, nereye gitdiğini, neden halk olunduğunu, niçin halk olunduğunu bilmeyen kişiler, unutanlar bunlar, kibirliler. Evvelin menî, âhirin cîfe. Karşındaki hakîr gördüğün adamla, elli sene evvel berâberdin yani menî idin. O da menî idi sen de menî idin. Sen de suydun o da suydu. Bunu düşünemediler. Tabii İslâm bunu kabûl etmiyordu. Allahu Teâlâ Hazretleri renge, ırka, şuna, buna bakmıyor, Allah'dan kim ittikâ ederse, Allah'dan kim korkarsa, kim müttakî ise, kim verâ sâhibi ise, Allah indinde kerîm olan, yücelen o kimse idi. Bunun farkında değillerdi. 

İnkâr edince, Cenâb-ı Peygamber üzülüyor, mahzûn oluyor.

Efendiler! Resûl-i Ekrem'in kalbi gâyetle incedir. Çok rahîmdir, çok şefîkdir, hemen kırılır, hemen darılır yani üzülür. Onun için Resûl-i Ekrem'i üzme. Âline, ashâbına, ensârına, evliyâsına, ulemâsına dil uzatarak O'nu üzme. Resûl-i Ekrem'i üzme. Sünnetlerine ihânet ederek O'nu üzme. Hattâ bir zât Resûl-i Ekrem'i görmüş, âlem-i ma'nâda, zâhid bir adam. Efendimiz ona yüz vermemişler. Demiş ki, "Yâ Resûlallah, ben ulemâdan işitdim ki, peygamberler ümmetlerini baba evlâdını tanır gibi tanırmış. Beni tanımadınız mı?" deyince, "Benim sünnetimi terkedeni ben tanımam" buyurmuşlar. 

Ama sünnet denildiği vakit, bir çok sünnetler var. İctimâî sünnetler var, ferdî sünnetler var. Biz ekseriyâ ferdî sünnetleri tutarız, ekserimiz, ama ictimâî sünnetlere el uzatmayız. İctimâî sünnetler çok mühim.  Oralara hiç uzanmayız. Meselâ diyor ki Ümmü'l-mü'minîn Hazret-i Hümeyrâ, yani seyyidinâ emîrü'l-mü'minîn Ebâbekir Sıddîk Hazretlerinin kerîme-i muhteremesi, yani annemiz, ümm'ül-mü'minîn, mü'minlerin annesi, Peygamberimizin âilesi. Yine Hazret-i Ömer'in kızı, radıyallahu anh emîrü'l-mü'minîn Ömer ibn Hattâb'ın kızı diyor ki, iyi dinle!, "Bir gün biz Resûl-i Ekrem'e dedik ki, 'Yâ Resûlallah, eskiden ashâbın fakîr idi, onlara evde ne varsa verip yediriyordun, bunu biz de kabûl ediyorduk ama şimdi ashâbın biraz zenginleşdiler. Senden fazla bir şey istemiyoruz dünyâlık, sabahleyin kalkdığımız vakit ekmek torbasında bir parça ekmek bulalım". Çünkü Resûl-i Ekrem geceden hepsini dağıttırıyordu fukarâya. Kapısının önünde Ashâb-ı Suffe oturuyor, onların yiyeceğini Peygamber temin ederdi, sallallahu aleyhi vesellem. 

Yapabildin mi? Yapabilecek misin? İctimâî sünnetlerden bir tânesi. Meselâ Hazret-i Hamza'yı, pek sevdiği amcasını, paramparça etmişler, paramparça edenleri ve ciğerini çiğneyenleri Peygamber affetmişdir. Yapabilir misin böyle bir şey, soruyorum? Tabağın sonunu sıyırıyorsun, gâyetle güzel. Misvakla dişini yıkıyorusun, o da güzel, sünnet-i seniyye. Böyle sünnetleri yapabilecek misin acaba? Amcasını kaç parça yapdılar ve ciğerini yediler, onları dahi Peygamber affetdi, sallallahu aleyhi vesellem.

Hele Mekke günü, Mekke'yi feth etdiği vakit, sordu Mekke ashâbına, dedi, "Bana îmân edenlere böyle eziyet ve cefâ etdiniz, beni memleketimden sürüp çıkardınız, bana îmân edenleri çıkardınız, bizim muhâcir olmamıza sebeb oldunuz. Şimdi Allahu Teâlâ bana nusret verdi, abdine, abd-i hâssına, benden ne bekliyorsunuz, size ne yapayım ben şimdi?". Hepsi boyunlarını bükdüler dediler ki, "Biz Yûsuf'un kardeşleriyiz" dediler. Malûm ya, vaktiyle Yûsuf'un kardeşleri de Yûsuf'a ihânet etmişler, kuyuya atmışlardı. Onu hatırlatıyorlar Peygamberimize. "Biz Yûsuf'un kardeşleriyiz". O vakit Fahr-i Risâlet buyurdu ki, "Hepinizi affetdim" dedi. Af. Affa girdiniz. 

Mü'minin kalbinde kîn, adâvet, buğz, hıkıd, benlik, varlık, ucub, kibir, riyâ, bunlar olmayacak. Kalb tertemiz olacak ki, tecellî-i ilâhî oraya nüzûl eyleye, tecellî eyleye. Onun için diyor ki bir veliyyullah, 

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişah konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan

Kalbin tathîr olmayınca Hakk Teâlâ oraya tecellî etmez. Allah'ın sevmediği bu sıfatları at. Bu da kimlerdir? Allah Resûlü Muhammed Mustafâ'nın ahlâklarıyla ahlâklanırsan eğer, işte o vakit, kalbinden Allah'ın adüvvünü çıkarmış olursun. O'nun da sünnetlerine riâyet etmek şartıyla. Evet, geçiyoruz. Küffâr-ı hâkisârın böyle ziyet ve cefâsına karşılık, Efendimiz üzülüyor, sallallahu aleyhi vesellem, Hakk Teâlâ buyuruyor ki Peygamberimize, tesellî bakımından...

Bu ne demek biliyor musun? Allah Celle Celâluhû Hazretleri melekleriyle berâber muttasılen Resûl-i Ekrem'e salât ediyor. Peygamberimize Allah tazîm eder, sevgilisidir çünkü, çünkü mahbûbudur. Cennet, cehennem O'nun için halk olunmuşdur. Cennetin, cehennemin anahtarı Hazret-i Muhammed'in elindedir. Sallallahu aleyhi ve sellem. Resûl-i Ekrem'in elindedir. Sallallahu aleyhi ve sellem. Sallallahu aleyhi ve sellem. Sallallahu aleyhi ve sellem.

Cenâb-ı Hakk diyor ki Habîbine, "Habîbim, küffâr-ı hâkisâr senin nübüvvetini inkâr ediyorsa...

Kalbleri inanıyor ama lisânları tekzîb ediyor. Bazı adamın ağzı yalanlar, kalbi tasdîk eder. Bazısının kalbi yalanlar, ağzı tasdîk eder. Basızının hem kalbi tasdîk eder, hem lisânı takrîr eder. Mü'minler bunlar. Bu, mü'min bu. Birisi hükmen mü'mindir, birisi mü'min. 

"Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, küffâr-ı hâkisâr senin nübüvvetini inkâr ediyorsa, yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki olan ben Allah, senin nübüvvetini tasdîk ediyorum. Bu sana kâfî değil mi? Sana şâhid benim" diyor Hazret-i Allah Celle Celâlûhû Hazretleri.

Onun için,  "لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ lekad câeküm resûlün min enfüsiküm", yâhud "min enfeseküm". Bir de şâz kırâatı var orda. Sizin en enfesiniz, en güzeliniz, en nâdideniz. Her bakımdan. Huy bakımından, vücûd bakımından, güzellik bakımından, söz bakımından, öz bakımından. Hazret-i Muhammed'den daha güzel bir mahlûk yaratılmamış. Ne gelen cemî enbiyâ, yüz yirmi dört bin peygamber, ne de peygamberlerden sonra gelen. Resûl-i Ekrem'e benzeyen hiç kimse yaratılmamışdır. Benzeyen olmuşdur fakat aynısı değil. 

Mübârek boyları uzuna yakındı. Orta boyluydu, uzuna yakın. Bazı mucizâtından söyleyeceğim. Bir cemâatle gitdiği vakit, ne kadar yavaş yürüse, mutlakâ halkın önünde yürürdü. Önden gördüğü gibi arkadan da görürdü, sallallahu aleyhi vesellem. Mubârek başı üzerinde dâimâ bir bulut peydâ olur, 'Onu güneşden korurdu. Hiç gölgesi yere düşmemişdir. Üzerine sinek konmamışdır. Mubârek gözleri uyur kalbi uyumazdı. Cesurdu. Harblerde ekserî zaman katıra binerdi. Çünkü katır koşamaz. Ashâbının kalbine şekk ve şübhe gelmesin diye katır üzerinde bulunurdu. Onlar ata binerlerdi, deveye binerlerdi, katır koşamaz, Efendimiz katıra binerlerdi. Ve bizâtihî yirmi yedi muhârebede düşmana karşı göğüs germiş. Uhud harbinde mubârek dişini kırmışlar, kavmine azâb gelecek diye korkmuş, üzülmüş, "Yâ Rabbi kavmim beni bilmiyor, kavmime hidâyet et" diye duâ etmişdir. Ve kendisine şefâat-i kübrâ, makâm-ı mahmûd ihsân olunmuşdur, sallallahu aleyhi vesellem. Önünden gördüğü gibi arkadan da görürdü. Gece yürüdüğü vakit nûrundan giden kişiler yollarını görürlerdi. Bir çocuğun başına mubârek elini sürse, o çocuğu Resûlullah'ın okşadığını tanırlardı. Çünkü mubârek tenleri pembe güle kokardı, sallallahu aleyhi vesellem.

Sakallarının bir tutamdan fazlasını kestirir, saçlarını kulağının yumuşağına kadar bazen de omuzuna kadar bırakırlardı. İki defa başına ustura vurdurmuş ve saçlarını ashâbına hediye olarak bırakmışdır. Sakallarını da ashâbına hediye olarak bırakmışdır. Câmilerde ziyâret etdiğimiz, Resûl-i Ekrem'in saçından yâhud sakalındandan. Sakallarının bir tutamdan ziyâdesini aldırır, mubârek saçlarını kulağının yumuşağına kadar veyâhud bazen omuzuna kadar bırakırlar idi. Acıkmadan oturmaz, doymadan kalkardı. Kapısı açık, müşriki, kâfiri, kim gelse, Resûl'ün lokmasını yerdi, sallallahu aleyhi vesellem. Hurma ağacı, on senede, otuz senede, yüz senede meyva verir. Resûl-i Ekrem mucizât olarak, hurma ağacını dikmiş, dikdiği saatde yemiş vermişdir. Elini işâret etmekle, kamer şakk olmuş, ikiye ayrılmışdır. "قْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ ikterebeti's-sâ'atü ve'n-şakka'l-kamer" âyeti buna delîldir. Küffâr demişler ki, "Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem, "Ayı şakk et, îmân ederiz" demişler, Hakk Teâlâ buyurmuş ki, "Habîbim Yâ Muhammed, işâret et, kudret benim elimdedir", Allah şakk etmişdir, kameri ikiye ayırmışdır. Cümle peygamberde zâhir olan mucizâtın kâffesi Resûl-i Ekrem'de zâhir olmuşdur. Mucizât-ı kevniyye, mucizâtı-ı ilmiyye, mucizât-ı vücûdiyye Cenâb-ı Hakk tarafından Resûl-i Ekrem'e hediyyetullahdır. Hattâ şurada oturman bile 'onun berekâtıyledir. Kâdirin bir lokma ekmek bulması, münâfıkın bir yudum su içmesi, Hazret-i Muhammed hürmetinedir. Eğer İstanbul feth olunacak demeseydi, senin ceddin gelip burayı zabt etmeyecekdi, sen de bugün burda oturmayacakdın.
Esteîzübillah. "وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ vemâ kânallahu yuazzibehüm ve ente fîhim". "Habîbim Ahmed, sen onların arasında olduğun müddetçe, onlara azâb etmeyeceğim" diyor. Hakk'ın azâbıyla kullar arasında Cenâb-ı Peygamber bir rahmet perdesidir, sallallahu aleyhi vesellem. İbret olsun diye ümmetin bir tarafı yıkılır, fakat hepsi birden kürre-i arddan kaldırılmaz. Cenâb-ı Hakk'ın Ümmet-i Muhammed'e en büyük belâsı da, yani belâ ile teveccühü, yapdıkları kötülüklerden, yapdıkları isyandan dolayı, zâlime onları esîr etmesi, kâfire esîr etmesidir. Ondan daha büyük belâ olmaz. Ümmet-i Muhammed'e bu verilmişdir. Kavm-i Nûh su ile helâk olmuş, Kavm-i Şuayb ateşle kaldırılmışdır fakat Ümmet-i Muhammed zalemeye pâyimâl olmuşdur ve esâret acısını tatmışdır, küffâr-ı hâkisârın kamçısı altında inlemişdir. Ne vakit ki Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi veselleme tâbi olacağız, O'nun sünnetiyle, O'nun ahlâkıyla ahlâklanacağız, Allah'ın kitâbını kendimize minhâc edineceğiz, o vakit, kâinâta hâkim olacağız, iki cihâna sultân olacağız.

Îmânımızın tâzelenmesi için size gene bir kıssa anlatayım ve nihâyet vereyim dersime. Çünkü Efendimiz hakkında ne söylesek azdır, bütün meddahlar bir araya toplansalar, Peygamber'i medh etseler, medh etmiş olmazlar. Resûlullah'ın meddâhı Hazret-i Allah'dır Celle Celâluhû.

Resûl-i Ekrem'e her gün salât ü selâm getir. Kıyâmet gününde, civâr-ı Mustafâ'da yani Peygamber'in civârında bulunmak istiyorsan Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm getir. Bir daha söylüyorum! O kıyâmetin şiddetinde ve dehşetinde yani güneş insanların beyni üzerine indirilip, kafatasları içerisinde beyinler kaynadığı vakitde, Resûl-i Ekrem'in sancağı altında bulunmak istiyorsan, arşın gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, Resûlullah'a salavâtı çok getir. Kapalı kapılar feth olunur, küşâd olunur, bağlı yollar açılır, cennetin bahçesinden güller saçılır, sallallahu aleyhi vesellem.

Şimdi bir kıssasını vereceğim, Hasenü'l-Basrî'den. Hasenü'l-Basrî Hazretleri, vaktimiz dar olduğu için kısa kesiyorum, isterdim ki anlatayım size Hasenü'l-Basrî Hazretlerini, Hasenü'l-Basrî, Hayder-i Kerrâr Cenâb-ı İmâm-ı Ali'nin talebesidir ve Resûl-i Ekrem'in bardağından su içmişdir küçükken. Resûl-i Ekrem'in bardağından su içmiş Hasenü'l-Basrî Hazretleri. Bir kadın geldi ona dedi ki, "Yâ İmâm, genç bir kızım öldü, anneyim, kalbim yanıyor". 

Allah kimseye evlad acısı vermesin.  Cenâb-ı Hakk diyor ki hadîs-i kudsîde, "Ben bir mü'mine bir musîbet ile, malına, canına, evlâdına, teveccüh edersem, o mü'min de sabr-ı cemîl ile bunu karşılarsa, kıyâmet gününde onu hesâba çekmeye utanırım" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû. O kadar acı bir mesele. Evlad acısının ne olduğunu bilmeyenler, bilmezler onun acısını. Onun için söylüyoruz.

Hasenü'l-Basrî Hazretlerine kadın geldi, yanıyor, "Kızımı görmek istiyorum yâ İmâm, bunun bir çâresi var mı?" diye sordu. 

Kur`ân öyle bir kitâb ki, her şey onda mevcûd. Bilene, bulanan, olana. Bilmezsen bir şey yok. Ama evvelâ Kur`ân'ın sâhibi ile arayı iyi etmelisin ki Sana Kur`ân söylesin.

"A Hanım" dedi, "niçin görmek istiyorsun? Ahreti görmek iyi olsaydı eğer Allah insanlara dünyâdan gösterirdi. Bazı mü'minlere gösteriyor bunu, îmânlar tâzelensin diye. Sen buna tahammül edemezsin sonra, evlâdını göreceksin". Kadın "Dayanamıyorum yâ İmâm, görmek istiyorum evlâdımı" dedi. Ve Hazret-i İmâm ona tarif etdi, bir ilaç, Hazret-i Muhammed'in eczâhânesinden, Kur`ân reçetesiyle, dedi, "Cumartesi akşamı şu şu sûreleri oku, şöyle yap", kadıncağız onu yapdı ve kızını gördü. Kızını azâbda gördü. 

Bazı şeyleri insanın bilmemesi bilmesinden hayırlıdır. Herkes bunu bilmez. Her şeyi bilmek isteriz, istikbâli öğrenmek isteriz. İyi bir şey değildir istikbâli öğrenmek. Allah'a itimâd et, Allah'a bağlan. O kadar kâfî senin için. Yarın ne olacağımız malûm değil. Şimdiden bilirsen ne olur? İnsan ölüm saatini bilseydi, kimse bir taş üzerine bir taş koymazdı. Bilmemek hayırlıdır. Bazı gafletler, bilmekden hayırlıdır. Ölümü unutma yalnız. Allah'ı unutan helâk olur. Ölümü unutan gene helâk olur. Geçiyoruz.

Gördü evlâdını azâbda, ağlayarak geldi Hazret-i İmâm'a, "Yâ İmâm, ciğerim yanıyor, keşke görmeseydim, sizin sözünüze geldim ama iş işden geçdi, ne yapayım?" dedi. Ne yapabiliriz? Ahretde olanlara dünyâdakile rne yapabilirler? "Hayır yap" dedi, "Hayır yap". Allah bunu Ümmet-i Muhammed'e bahşetmişdir. Sağların duâsı ile, sağ olanların hayır hasenâtı ile, azâbda olanların, âhretde olanların azâbları tahfîf olur yâhud kaldırılır. Bu Ümmet-i Muhammed'e bahşolunmuş, Peygamberimize. Beş şey var bir tânesi de bu.

İki gün sonra Hasenü'l-Basrî gördü, güzel bir hanım ve başında murassa bir taç, şâirler dahi bunu hayallerinde tahayyül edip söyleyemezler. Dedi, "Sen hangi peygamberin âilesisin? Hangi peygamberin kızısın?" diye ona sordu. Dedi ki, "Yâ İmâm, ben peygamber âilesi değilim, peygamber kızı da değilim, bir velî kızı da değilim. Sana gelip kızını görmek isteyen ihtiyar kadın vardı ya, işte o kızım ben" dedi. Hazret-i İmâm, "Ama o azâbdaymış" deyince, kız dedi ki, "Bu kabristanda böyle beş yüz kişi vardı, hepimiz azâbdaydık, bir zât-ı akdes geldi, kabristan kenarında on defa salavât-ı şerîfe okudu, bizim rûhumuza bağışladı, Allah buyurdu ki, Habîbime salât okunan yerde ben azâb bırakmam, o beş yüz kişinin azâbı, cennet bahçesine tahvîl olunup, nimete tahvîl olundu" dedi.
Şimdi salât ü selâmın bir sırrını da söyleyeyim. On bin salavât-ı şerîfeyi veren kimse, on bin salavât-ı şerîfe...

Bu birden verilmez, güç. Çünkü bazı adam, "yirmi bin defa Allah de" diyor. Bu esmâ-yı ilâhî oyuncak değil ki, yirmi bin defa Allah denir mi. İnsan on bin defa çivi dese aklını kaçırır. Lüzûm yok öyle şeylere. İbâdetin az olsun fakat devamlı olsun. Resûl-i Ekrem öyle söylemiş. Aşkın ziyâde ise, Allah'a yanıyorsan elli bin de diyebilirsin, ona karışmayız biz. Elli bin de dersin yüz bin de dersin. Allah'a aşkı varsa eğer, "lâ mahbûbe illâ hû" diyorsa ona bir sözümüz yok. Geçiyoruz.

On bin salavât-ı şerîfeyi, peyderpey okumak şartıyla, okuyan bir müslüman, muhakkak Resûl-i Ekrem'in şefâatına nâil olur ve sancağı altında cem' olur ve civâr-ı Mustafâ'da iskân olur ve yed-i envereyn-i Muhammediyye'den, Hayder-i Kerrâr'ın elinden Âb-ı Kevser'den sîrâb olur.

Yetmiş bin "lâ ilâhe illallah" diyen mü'min, ama ağzı başka yerde kalbi başka yerde olmayacak, herşeyiyle Allah'da olacak kendisi, yetmiş bin tevhîd çeken kimse, cehenneme müstehak olsa, yetmiş bin tevhîd hürmetine Allah azâbını def' ü ref' eder. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hadîs-i şerîflerinde, "lâ ilâhe illallah sümünü'l-cenne, cennetin bahası lâ ilâhe illallahdır" buyuruyor. Gene diğer bir hadîs-i şerîfde "Lâ ilâhe illallah miftâhü'l-cenne, cennetin anahtarı lâ ilâhe illallahdır" diyor. Gene ölüne de okuyabilirsin, ölüne. Ölmüşüne de okuyabilirsin. Kendi sağlığında da okuyabilirsin. Yavaş yavaş, birdenbire yetmiş bin değil. Her namazdan sonra yüzer tâne yüzer tâne. 

Tabii namaz kılıyorsun, mü'minlere lâyık olan Cenâb-ı Hakk'a secde etmekdir ve Allah'a rükû' etmekdir, Allah'a kıyâm etmek, Allah ile sohbet etmekdir. Namaz, mü'minin mi'râcıdır. Elbet ki mü'minler peygamberlerini kırmazlar, Resûlullah'ın yolundan yürürler, Allah'ın farz ettiği ibâdeti yerine getirirler, değil mi? Beş vakit kılmak nimetine nâil olmadınsa, Cenâb-ı Hakk'a duâ et, de ki, "Yâ Rabbi, biz kullar sevmediğimiz kimseyi huzûrumuza almıyoruz, sen beni huzûruna al, sev beni, al huzûruna Yâ Rabbi". Böyle duâ et.

Cumadan cumaya gel, o da îmânının alâmetindendir senin. Bayramdan bayrama gel, o da îmânının alâmetindendir. Ömründe bir defa cenâze namazı kıl, o da îmânının alâmetindendir. Ama mü'mine lâyık olan nedir? Beş vakit namazını vaktinde, beş vakit namazını vaktinde edâ etmekdir. Hudû ve huşû ile, yani ta'dîl-i erkâna riâyet ederek. 

Eğer kılarsan hesâbını yap. Al eline defter kalem. Günden kırk defa Sûre-i Fâtiha okuyorsun. Yirmi tâne Sûre-i Fâtiha'ya ekli olarak sûre okuyorsun, Kur`ân sûresi. Yüz seksen defa sübhâne rabbiye'l-azîm diyorsun. Üç yüz altmış defa sübhâne rabbiye'l-a'lâ diyorsun. Yirmi defa tahiyyât, kırk defa salât ü selâm okuyorsun. Bak hesâb et, beş vakit namazda olan ibâdetleri. Estağfirullah, Allah'a karşı böyle bir şey değil ama namazın ne büyük nimet olduğunu söylemek için bunları söylüyorum sizlere mü'minler.

Bu ay, Resûl-i Ekrem'in zuhûru ayıdır, geceleri pek uyumayınız. Uyuyun, sabahleyin vücûdun zayıf düşmesin ama uzun uyumayın. Gece kalk, bir aşır Kur`ân-ı Kerîm oku, "Okumasını bilmiyorum efendi" diyorsan, bildiğini oku. "فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ fakraû mâ teyessere mine'l-Kur`ân". "Kulhüvallah"ı oku. "Kulhüvallah"ı da bilmiyorum" diyorsan, "Bismillahirrahmânirrahîm" oku, salât ü selâm oku ve Resûlullah'a gönder ki bu ay, kalblerin Resûlullah ile birleşmesi ve tanışması ayıdır. Bu ayda gönüller Resûlullah ile tanışırlar. Resûlullah'ın gönlüyle senin gönlün, senin gönlünle Resûlullah'ın gönlü tanışır ve anlaşır ve sevişir. İhmâl etmeyiniz.
 
 Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com
  
Ez ezel tâ be ebed Muhtâr-ı Mevlâ bir odur
Me'haz-i nehr-i se'âdetdir Muhammed Mustafâ
"Rahmeten li'l-'âlemîn"dir hem habîbullah odur
Şâh-ı evreng-i şefâ'atdir Muhammed Mustafâ

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 31 Aralık 1982 (15 Rebîulevvel 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön