26 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Envârü'l-Kulûb nâmındaki eserinde buyuruyorlar ki :
Yahudi âlimlerinden Zeyd bin Sane, ilâhî hidâyete mazhar olmuş ve ezelî îmânını izhâr buyurmuşdu. Kendisi, olayı şöyle anlatıyor :
Huzûr-ı fâizi'n-nûr Cenâb-ı Fahr-i Risâlet'e girmek bahtiyarlığına nâil olmuş ve vech-i saâdetleri ile şeref bulmuşdum. Nübüvvet alâmetleri mübârek ve münevver yüzlerinde açıkça görülüyordu. Ancak kuşkularımı tamâmiyle gidermek için, aklımca iki husûsu daha tecrübeye ihtiyacım vardı. Birincisi hilm sıfatı idi. Bildiğime göre, peygamberân-ı izâmda hilm, gazabından ziyâde olmalıydı. İkincisi de, başkalarının câhilâne muameleleri, peygamberlerin ilminin artmasına sebeb olur diye biliyordum. Bu iki müşkilimi mutlaka halletmeliydim. Ondan sonra gönül rahatlığı ile îmânımı arz ve izhâr edebilirdim. Bunun için de, kendileriyle münâsebetlerimi sıklaştırmağa başladım. Belirli bir süre sonra ödenmek üzere kendilerine veresiye hurma verdim. Fakat aklım fikrim o iki tecrübede idi. Bunun için, borcun ödenmesine bir kaç gün kala, kendileri ile karşılaşdım ve elbiselerinden tutarak sordum, "Yâ Muhammed, borcunu daha vermeyecek misin? Siz Abdülmuttalib oğulları, borcunuzu uzatmayı seversiniz" dedim. Hazret-i Ömerü'l-Fârûk radıyallahu anh bana çok kızdı ve bağırdı, "Ey Allah'ın düşmanı! Habîb-i Edîb-i Kibriyâ'ya böyle muamelede bulunmağa nasıl cesaret edebiliyorsun! Vallâhi o zât-ı akdesin huzûrunda edebe aykırı davranarak kendilerini incitmekden korkmasam, senin o murdar kafanı pis gövdenden ayırırdım" dedi.
Resûl-i Zî-şân aleyhi ve âlihî salavâtullahi'l-Mennân Efendimiz, büyük bir sükûnetle tebessüm buyurarak dediler ki, "Ya Ömer, gerek ben ve gerekse alacaklım olan bu zât, senden daha başka muamele beklerdik. Gönül isterdi ki, ona böyle şiddetle bağırıp çağıracak ve tehditde bulunacak yerde, alacağını daha yumuşak bir dille ve tatlılıkla istemesini ihtâr ve bana da derhal borcumu ödememi tavsiye edebilirdin ve böyle davranman daha uygun olurdu. Şimdi senden ricâ ediyorum, git benim nâmıma bu zâta borcumu öde ve kendisine karşı öfke ile konuşduğun ve tehdid etdiğin için ayrıca yirmi sağ ölçek de fazla ver" buyurdular.
Hazret-i Ömerü'l-Fârûk radıyallahu anh, bu emr-i peygamberîyi derhal yerine getirdi ve benden de özür diledi. Kendisine, "Ya Ömer, ben bu alacak mes'elesini kasden tertipledim. Resül-i Zî-şân'ın mübârek yüzlerinde nübüvvet alâmetlerini farketmişdim. Fakat bazı husûsları daha görmem gerekiyordu. Şimdi anladım ki, bütün kemâl sıfatları kendilerinde mevcûddur, inandım ve îmân etdim ki o gerçekden hak peygamberdir. Şâhid ol yâ Ömer, îmân ve îkânım tamamlandı. EŞHEDÜ EN LÂ İLÂHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÛ VE RESÛLUH diyerek şeref-i islâm ile müşerref oldum.
Azîz müslümanlar! İşte ahlâk-ı islâmiyye budur, ahlâk-ı Muhammediyye budur. Allahu Teâlâ'nın sevdiği ve övdüğü huy budur. İslâm ve îmân yolu budur. Kulu Hakk rızâsma erdirecek, cennete girdirecek, cemâli gördürecek yol ve ahlâk budur. İşte mü'min ve Muhammedî olduklarını iddiâ edenlere yakışan güzel ahlâk budur. Böyle üstün bir ahlâk seviyesine özenenler, dâimâ yücelmişlerdir, "mak'ad-ı sıdk"a ermişler, matlûb ve maksûda erişmişlerdir. Kur'ân-ı Azîm'i hakkıyla ve lâyıkıyla okuyanlar, ilm-i Nebî'ye ve hilm-i Muhammedî'ye vâris ve sâhib olurlar. Hakk velîleri, hep bu yolu izlemişler ve her nefeslerinde Hak rızâsını gözlemişlerdir.
Bundan önceki dersimizde, İbrahim Edhem ve Bayezid-i Bestami Hazretlerinin, kendilerine vuran ve sövenlere nasıl muamele etdiklerini anlatmışdım. Unutduysanız, ricâ ederim bir daha okuyunuz, anlayınız ve anlatınız. Yoksa, yapılan hareket veya hakârete aynen mukâbele etmek hüner değildir. Resûl-i Zî-şân'a ümmet olduklarını ileri sürenler ve Hakk velîlerinin yolundan gitmek istediklerini söyleyenler, kendilerine yapılan haksızlık ve kötülükleri affederler, hattâ affetmekle de kalmazlar, ona kîn de beslemezler ve imkân olursa ihsân ve ikrâmda bulunurlar. Ne var ki, bu yazıldığı veya söylendiği kadar kolay bir mes'ele değildir.
Vâris-i enbiyâ olanlar merhametli olurlar. Zîrâ tâbi oldukları Nebiy-yi Zî-şân gâyet merhametli, raûf ve rahîmdir. Bütün yaradılmışlara karşı şefkat ve merhamet müslümanlığın şi'ârıdır. Teşbihde hatâ olmaz, kendisini merkeb tepen birisinin, merkebe tekme vurması bir nevi merkebleşmek olmaz mı? Kendisini ısıran köpeği ısırmağa kalkışanın o köpekden ne farkı kalır? Peygamberler ve Hakk velîleri birer insan-ı kâmildirler. Onların nûrlu izlerinden gitmeyen insanlar ise, sûretâ insan gibi görünseler bile aslında hayvan sıfatı ile sıfatlanmış olurlar. Birinciler, kendilerine yapılan haksızlık ve kötülüğü bağışladıkları halde ikinciler, ayniyle mukâbele etmek isterler. Aradaki fark bu kadar basit ve sâdedir.