13 Şubat 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Büyük İslâm âlimleri...Sen İslâm âlimi denildiği vakitde, öyle mahalle imamını, benim gibi adamları gözönüne getirme! Resûlullah onların hakkını vermiş : "ulemâi ümmetî ke enbiyâi benî isrâil, benim ümmetimin ulemâsı, Benî İsrâil peygamberleri gibidir".
Hattâ edeb bakımından böyledir, ilim bâbında, ehl-i islâmın ulemâsı, bazı enbiyâdan ilim bakımından ileridir. Çünkü onlara verilen suhufla, Tevrat ile, İncil ile ve Zebûr ile onlar ifâde etmişlerdir. İslâm ulemâsı Resûlullah'ın nâibi olmak münâsebetiyle, Kur`ân'dan haber vermişdir. Fakat edeb meselesi vardır orada. Enbiyâ en yüce makâmı tutmuş, en ön safı. Onun arkasından evliyâullah, Allah'ın velîleri, Allah'ın dostları. Söyledik ya hani, velîler iki kısım. Bir, vilâyet-i âmme, bir, vilâyet-i hâssa vardır. Benim söylediğim, bu velîler dediğim, vilâyet-i hâssa. Hattâ cennetin seksen safı Ümmet-i Muhammed'e âiddir. Yüz saf olacakdır cennet ehli, seksen safı Ümmet-i Muhammed olacak.
Hattâ şöyle bir şey daha var, söylemeden geçemeyeceğim, çünkü bazı zevâtın belki yanlış anlama, kavrama ihtimâli vardır. Onun için şöyle anlatacağım. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mirâca gitdiği vakitde, Hazret-i Mûsâ ile karşılaşmışlar, Kelîmullah ile. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm ile görüşmüşler, demiş ki Cenâb-ı Mûsâ aleyhisselâm, "Yâ Resûlallah, bu hadîsi nasıl söyledin? Yani ulemâi ümmetî ke enbiyâi benî isrâil diye buyurdun, nasıl olur bu?'" dedi. "Ben bir kelîmim" dedi, "Allah bana kelîmiyyeti verdi ve enbiyâ içinde gözde bir peygamberim, bana Tevrat nâzil oldu" dedi.
Anlatdığım kıssa, isteyenler, Arapça bilenler, Tefsîr-i Rûhü'l-Beyân'a baksınlar, Sûre-i Tâhâ tefsîrine, orda var.
Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed, senin ümmetinden gelecek olan, istikbâlde gelecek olan, bir âlimin rûhunu Hazret-i Mûsâ'ya göndereceğim, ikisi konuşsunlar karşılıklı". Birisi Mûsâ Kelîmullah, birisi Ümmet-i Muhammed'in âlimlerinden. Kim geldi? Muhammed Gazâlî Hazretleri. İhyâu Ulûm sâhibinin rûhâniyyeti zuhûr etdi. Efendimiz dedi ki Hazret-i Mûsâ'ya, "İşte görüş, ben dedim ki, benim ümmetimin âlimleri, Benî İsrâil'in enbiyâsı gibidir demiş idim, işte sana benim âlimlerimden birisi, görüş onunla". Hazret-i Mûsâ sordu, "İsmin nedir?" dedi İmâm-ı Gazâlî'ye. İmâm-ı Gazâlî dedi ki, "Ebû Hâmid Muhammed ibn Muhammed el-Gazâlî et-Tûsî" dedi. Hazret-i Mûsâ dedi ki, "Yâ Resûlallah, bu zâtı âlim diye bana takdîm etdin, ben buna bir söz söyledim, bu bana on tâne cevâb verdi. Halbuki münâzarada bir söze bir sözle cevâb vermek lâzım gelir" deyince, Hazret-i İmâm-ı Gazâlî, Hazret-i Mûsâ'ya şu soruyu sordu, "Allah sana Tûr-i Sînâ'da وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى vemâ tilke bi yemînike yâ Mûsâ, sağ elindeki nedir diye sordu. Sen ne dedin yâ nebiyyallah? قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى kâle hiye âsâye etevekkeü aleyhâ ve ehüşşü bihâ alâ ganemî veliye fîhâ mearibü uhrâ. Asâmdır Yâ Rabbi, üzerine dayanırım, dallara vurur, koyunlarıma ot dökerim, yani yaprak dökerim, yediririm, başka işlerimde kullanırım. Bunları söylemedin mi?". "Evet" "Niye asâm demedin?" dedi. Hazret-i Mûsâ cevâb verdi, dedi ki, "Cenâb-ı Hakk bana elindeki nedir diye sorunca, ben bu fırsatı bir ganîmet bildim, ne yapdım, sözü uzatdım ki Allah ile konuşayım diye". O vakit Cenâb-ı Hazret-i İmâm-ı Gazâlî dedi ki, "Sen de bir ulü'l-azm peygambersin, bana ismin ne dedin, bir sözle söylesem, sohbet kısa kesilecek, sözü uzatdım ki senin gibi bir nebî ile ben görüşeyim diye, görüşmeyi uzatayım diye". Onun üzerine, "Sadakte Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem. "Doğru söyledin" dedi Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm.
Onun için edeb bakımından böyledir. Çünkü ulemâ-i ümmet yani Ümmet-i Muhammed'in ulemâsı, yani Cenâb-ı Peygamber'in âlimleri, onların dereceleri çok yüksekdir. Çünkü onlar, nûru doğrudan Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden ve Kur`ân'dan almışlardır. Edeb bakımından öyle konuşulur. Tabii enbiyânın makâmı ayrı. Enbiyâ birinci safdır. İkinci saf Allah velîleridir. Bunlar ki vilâyet-i hâssa sâhibleri, kerâmet-i ilmiyye, kerâmet-i kevniyye, kerâmet-i vücûdiyyeye mâlik olmuş zevât-ı âlî-kadrdir. Sonra ulemâ-yı benâm hazerâtı sırayla böyle.
Hattâ inşallah, inşallah, inşallah, cennete vâsıl olduğumuz vakitde, Cenâb-ı Hakk bir çok ikrâmdan sonra, "Ey kullarım benim emrimi tutdunuz, benim Muhammedim sallallahu aleyhi veselleme ittibâ etdiniz ve cennetime dâhil oldunuz. Size birçok ikrâmlarda bulundum. Benden başka ne istiyorsunuz, bir isteğiniz var mı?" dediği vakitde, herkes birbirine bakacak da, o vakit diyecekler ki, "Ulemâya soralım". Allah'dan ne isteyelim diye ulemâya danışacaklarmış, ulemâ diyecekmiş ki, "Cemâlullahı isteyiniz". Orda dahi Hazret-i Peygamber'in ulemâsı, orda dahi Ümmet-i Muhammed'e mürşidlik edecekdir yani.
Ulemâ demek, başı sarıklı ma'nâsına değildir. Allah'ı kim biliyorsa o âlimdir. Ondan gayrı kuru emekdir o. Kim Allah'ı biliyorsa, celâliyle, cemâliyle, kemâliyle, O'nu tanıyorsa, O'na gönül verdiyse, Allah'ı sevdiyse, Allah'a teslîm olduysa, Allah'ın kulu olduğunu bildiyse, o âlimdir. Ondan gayrisi isterse yirmi kamyon dolusu kitâb okusun, bunlardan birisi bulunmazsa kendisinde, kuru emekdir. Çünkü insan yirmi tâne de otuz tane de fakülte bitirse, iyi dinle beni, yirmi otuz tâne de fakülte bitirse, hepsinin diploması kabrin hâricinde kalır.
www.muzafferozak.com