Resûlullah'ın Muhabbetini Nasıl Kazanabiliriz? - Hutbe - 24 Şubat 1984

4 Ekim 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Rüyetullah

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
İnnallâhe ve melâiketehû yusallûne ale'n-nebiyy, yâ eyyühellezîne âmenû sallû 'aleyhi ve sellimû teslîmâ
Sadakallahü'l-Azîm.
Allahümme salli 'alâ seyyidinâ Muhammedin ve 'alâ âli Muhammedin ve sahbihî vesellim.

Yüzleri nûr-ı îmân ile münevver, gönülleri Allah'ı tevhîd ederek ve O'nun muhabbetine lâyık olarak, O'nun habîbine gönül vererek ziynetlenen, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, rezzâkı, fettâhı olan Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri Sûre-i Ahzab'da Resûl-i Ekrem'in şân-ı vâlâsı hakkında bizleri irşâd buyuruyor. Ve diyor ki, denizlerden bir katre, güneşden bir huzme, kürre-i arddan bir zerre, vereceğimiz ma'nâ, "Ben, Allahlığımla meleklerimle beraber muhakkak, innalahe ve melâiketehû yusallûne 'ale'n-nebiyy, nebîm olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma salât ediyorum". "Ben Allahlığımla, ben Allah", Celle Celâluhû, "meleklerimle beraber, muhakkak Habîbim Ahmed Resûlüm Muhammed sallallahu aleyhi veselleme, mahbûbuma salât ediyorum, ey îmân ile müşerref olan, benim varlığımı birliğimi tasdîk eden, beni tevhîd eden, Habîbim Muhammed'e gönül veren ve îmân eden mü'minler, ne yapınız, siz de, sallû 'aleyhi, O'na salât ediniz, ve sellimû teslîmâ, öyle bir salât ki, selâm ki, hakkıyla". Şimdi buna mukâbil biz Cenâb-ı Hakk'a diyoruz ki, "Allahümme, Yâ Rabbi, salli 'alâ Muhammed, sen Muhammed sallallahu 'aleyhi vesellemin üzerine salât et" diyoruz Cenâb-ı Hakk'a. Allah diyor ki bize, "Ben meleklerimle beraber Habîbim Muhammed'e salât ediyorum, ey mü'minler, siz de Habîbim üzerine salât ediniz" diyor bize, emr ü fermân buyuruyor. Biz diyoruz ki, "Yâ Rabbi, sen ver Habîbin Muhammed'e salât". 

Bunun manâsı ne demekdir? Yani ma'nâsı şu ki müslümanlar, Habîb-i Hudâ, Şefî'-i Rûz-i Cezâ, Melce-i Fukarâ, Şemsü'd-duhâ, Bedrü'd-dücâ, Nûrü'l-verâ, fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ, rahmeten-lil-âlemîn olan Peygamberimiz, sallallahu aleyhi veselleme, O'na lâyık olan salâtı biz kullara verdiğin ilimle bilemeyiz Yâ Rabbi. Ancak O'na lâyık olan salavâtı sen Allahlığınla bilirsin". Zîrâ hakâik-i Muhammediyyeye bi-zâtihî Cenâb-ı Hakk vâkıf oldu. Kullar Peygamber'e bakdılar, göremediler. Görenler îmân etdi ama, Allah'ın kısmeti kadar, nasîbi kadar görenler îmân etdiler. Hakîkat-i Muhammediyyeyi bilen ancak Hakk Teâlâ'nın bildirimiyle, Habîbi Muhammedinin muhabbetini onun kalbine atarak, o muhabbeti ona verdi. Ondan gayrı hiç bir ferd, hiç bir melek, hiç bir insan, hiç bir nebî, Resûl-i Ekrem'in sırrına esrârına vâkıf olamadı. 

Resûl-i Ekrem, Peygamberimiz salllallahu aleyhi vesellem, sebeb-i hilkat-i âlemdir. Bu kâinât O'nun için halk olunmuşdur. Resûl-i Ekrem, âdemoğullarının mefharıdır, fahridir, iftihârıdır yani. Niçin Kabetullah'ı tavâf ediyoruz? Niçin Beytullah oraya yapılmış? Mekke'ye. Neden? Hiç bunun sırrını düşündün mü? Kitâblarda gördün mü? Görmüşsündür herhâlde. Resûl-i Ekrem'in vücûdunun toprağı, Kabetullah'ın yerinden alındığı için, Allah orayı Beytullah yapdı. Onun için âşıklar gidiyorlar ne yapıyorlar, Kabetullah'ı tavâf ediyorlar. Resûl-i Ekrem'in vücûdunun toprağı, Kabetullah'ın yerindendir. 

Nûh Peygamber'in necâtı Resûlullah'ın nûruna hâmil olmasındandır. Büyük felâket geldi, Nûh ve Nûh'a îmân edenler kurtuldular. İbrâhim Peygamber'i ateş yakmadı. Neden? Çünkü Resûlullah'ın nûruna hâmil idi Halîlullah. Oğlu İsmâil'i bıçak kesmedi. Neden? Resûlullah'ın cedd-i a'lâsı. Cümle enbiyâda nûr-ı Muhammed'den eser vardır. Cümle evliyâda da nûr-ı Muhammed'den eser vardır. Ona binâen Cenâb-ı Hakk Kur`ân'da gene, "هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ hüvellezî yusallî 'aleyküm ve melâiketuhû li yuhriceküm mine'z-zulumâti ile'n-nûr" buyuruyor. Resûl-i Ekrem'e müntesib olduğumuz için, O'nun ümmeti olduğumuz için, Allah bize de salât ediyor, melekleriyle beraber. O'nun ümmetiyiz diye.  Bu lutfa binâen. Cennet bize vaad olundu. Allah'ın cemâli bize vaad olundu. Kur`ân bize nâzil oldu. Leyletü'l-Kadr bize verildi. Mi'râc bize ikrâm olundu. Matlab-ı a'lâ maksad-ı rânâ olan cemâli-i bâ-kemâl-i ilâhî bize vaad olundu. "وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙاِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ vücûhün yevme izin nâdıratün ilâ rabbihâ nâzira". Hakk Teâlâ kendini gösterecek, bu nimete ereceğiz inşâallah. Çünkü Muhammed Mustafâ'nın ümmetiyiz, sallallahu aleyhi vesellem. Sevgilisi olmak münâsebetiyle, O'nun da "Benim ümmetim" dediği bizlere Cenâb-ı Hakk'ın büyük nimetleri vardır. Zâten Resûl-i Ekrem salllallahu aleyhi veselleme Hakk'ın muhabbet ve meveddeti olmasyadı, yapdığımız suçlardan dolayı Cenâb-ı Hakk bizi kürre-i ardda bırakmazdı. Benî İsrâil'in kavmi gibi kaldırırdı dünyâ yüzünden. Kâfir bir lokma ekmek, münâfık bir yudum su bulamazdı içmeye. Ama Cenâb-ı Allah ne diyor, "وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ  vemâ kânallahu li yu'azzibehüm ve ente fîhim, Habîbim Muhammed sen onların arasındasın, onun için onlara azâb etmeyeceğim. Onlar arasında sen rahmetsin, benim rahmet-i ilâhiyyemin tecessümüsün kâinâta". "وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ vemâ erselnâk eillâ rahmeten lil âlemîn".

Şimdi, mü'minler! Resûlullah'ı her şeyimizden ziyâde sevmedikçe, îmân kemâle ermeyecekdir ve ermez. Muhabbet de insanların irâde-i cüziyyesinde değildir. Muhabbet irâde-i külliyyededir. Ne yapacağız? Bu muhabbet-i Muhammediyyeyi celb etmek için ne yapacağız, nasıl çalışacağız? Resûlullah'ın en küçük sünnetine varasıya kadar riâyet edeceğiz, evlâdına, âline, ehl-i beytine, ashâbına, evliyâsına hürmetkâr olacağız ve muhabbet edeceğiz ki, bu muhabbet tohumunu kalb tarlasına ekmiş oluruz. Eğer bunu gözyaşıyla sulayabilirsek, yakın zamanda bu meyva verecekdir. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız. Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe, îmânınız kemâle ermez". Yarın kıyâmet gününde, nedâmet ânında, Resûlullah'ın kurbiyyetinde, yakınında bulunmak istiyor musun? Resûlullah'a salât ü selâm okuyacaksın. O'na muhabbet evvelâ oradan başlar. Çünkü Allah da sana bunu emrediyor. Ve salât ü selâmı sen Allahu Teâlâ Hazretlerine havâle ediyorsun. 

Fazîletinden bir tânesinden bir kıssa anlatalım, inşâallah o vakit komprime gibi kalbimize yerleşecek salât ü selâm meselesi. 

Diyor ki bir veliyyullah, büyüklerden birisi, "Bir delikanlı gördüm, Kabetullah'ı tavâf ediyordu, Kabe'yi, fakat her rüknün bir duâsı olduğu hâlde, bu delikanlı dâimâ salât ü selâm okuyordu Kabe'yi tavâf ederken. Dikkat etdim buna ben, nazar-ı dikkatimi celb etdi. Sonra onun tavâfı bitdikden sonra", yedi şavt bir tavafdır, hep yediyle başlar iş, "çağırdım yanıma, 'Evlâdım, Kabe'nin rükünlerinin duâları vardır, sen bu duâları bilmiyor musun, sana öğreteyim' dedim, 'biliyorum efendim' dedi. 'Peki, ben gördüm ki sen hiç duâ etmiyordun, hep salât ü selâm okuyordun'. 'Ben ahd u peymân etdim, bundan böyle ben duâ etmeyeceğim, ancak Allah'a salât ü selâm okuyayım, bana bu kâfî gelecekdir'. 'Gördüğün bir şey mi var?'. 'Evet, gördüğüm ve şâhid olduğum bir şey var ki bunu herkes görmedi, ben gördüm' dedi. 'Anlat bakalım' dedim. 'Biz Horasan hacısıyız. Hacca geliyorduk. Buraya uzak bir yerde konakladık. Pederim o gece orada vefât etdi'.

Efendiler! Akşam yatarken gündüz yapdıklarınızı bir nazar-ı i'tibâra alınız, Allah sizi hesâba çekmeden siz kendi nefslerinizi hesâba çekiniz. Ne yapdın hayırdan ve şerden? Kimi kırdın, kimi incitdin? Allah için ne yapabildin o gün için? Mutlakâ kendine bir soru sor ve tefekkür et. Sonra istiğfâr et. Yatarken, "Yâ Rabbi, inşâallah kalkarım ama kalksam da kalkmasam da "eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh" diyerek yat. Tövbe istiğfâr et. Çünkü bir nefesde Allah'a iki şükür vermek lâzım, birinde şükür ediyoruz, birinde veremiyoruz şükrü. Ecel bize gözümüzü açıp kapayıncaya kadardan yani lemhi'l-basardan daha yakın ecelimiz. Onun için dâimâ her gün her gün böyle, Hakk Teâlâ'ya hemen yaklaşmaya çalış. İhmâl etme tövbeyi, ibâdet ve tâatı. "Sonra ibâdet ederim, tekâüd olayım inşallah öyle başlarım" deme! Hemen kulluğa başla. Şu sözü unutma. Allah'a muhtâc olduğun kadar Allah'a ibâdet eyle. Yapamazsın ya. Her ân Allah'a muhtâcız. Şu alnını, cebînini toprağa vur. Ve dağlardan yüce gördüğün burnun da toprağa vurulsun Allah önünde. Hiç olduğunu, bir menîden halk olunduğunu hatırla. Ama hâmil olduğun esrârı da unutma sakın hâ! Hâmil olduğun esrâr-ı ilâhiyye var, bir defîne var yani, onu unutma! O defînenin başı da, Hazret-i Muhammed'e ümmet olmandır. 

'Babam öldü fakat babamın şekli değişdi. Hacı namzedi. Şekli değişdi babamın. Ben o hâlde o şekilde halka bunu haber veremezdim. Çünkü bir rezâlet olacak ve uzun seneler babam darb-ı mesel olacakdı halkın ağzına, lisânına. Söyleyemezdim. Düşünüyordum, ağlıyordum, "Yâ Rabbi, bizi bu musîbetden kurtar ve halâs et. Sen settâre'l-uyûbsun Yâ Rabbi, biz Muhammed ümmetiyiz'.

Efendiler! Vaktiyle Benî İsrâil'de, söylemeden geçmeyeceğiz, Benî İsrâil'de adam ne günah yaparsa, Cenâb-ı Hakk o günahın şekline onu koyuverirdi. Meselâ bir çok insanlar akşamdan insan sabahleyin domuz olmuşdur Benî İsrâil'de. Ümmet-i Muhammed'de de bu oluyor ama manevî olarak oluyor. Bir de elli senede, yüz senede, iki yüz senede bir defa  maddî olarak olur ki ibret olsun diye kâinâta. Yaaa domuz oluverirdi adam. Domuz ameli işlemişdir, domuz olurdu Benî İsrâil'de. Allah Kur`ân'da söylüyor, istersen bak. "كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ kûnû kıradeten hâsiîn", "biz maymun yapdık" diyor. "Maymun olun" dedi İsrâil'in bir kavmine, onlar maymun oldular. Bize de oluyor ama Ümmet-i Muhammed'e, Habîb-i Hudâ'ya olan muhabbetinden Cenâb-ı Hakk'ın, manevî olarak bizde oluyor. Yani amelimiz dönüyor bizim. Ama yüz senede bir defa zâhir oluyor ki halk bundan ibret alalar diye. Meselâ NÛh Tûfânı bizde de olur ama bütün dünyâyı kaplamaz. Bir tarafı yıkar, bir taraf ibret alsın diye. Resûl-i Ekrem'e hürmeten Cenâb-ı Hakk bir tarafı yıkar, bir taraf ibret alsın diye. İbret almazsan, sonra ibret olursun başkalarına. İbret almazsan, sonra ibret olursun başkalarına. Bir daha söylüyorum, sözüme dikkat et. İbret almazsan, ibret olursun sonra başkalarına. 

'Ağlıyordum. Derken çadırın kapısı açıldı. İçeriye nûrânî bir zât girdi. Arkasında gene nûrlu insanlar vardı ama o zât hızla yürüdü ve pederimin yüzünü açdı. Ve mübârek elleriyle pederimin yüzünü tutdu topuğuna kadar, ayağının toğuğuna kadar sıvazladı. Babam eskisinden güzle oldu. Bir nûr zâhir oldu ki, dille tarif edilmez. Hemen bu zâtın ayaklarına sarıldım. "Kimsiniz bizi bu felâketden kurtardınız?" dedim. O zât-ı muhterem bana dedi ki, "Ben Muhammed Mustafâ'yım", sallallahu aleyhi vesellem, "Baban günahkar bir adamdı, fakat her gece bana yüz salât ü selâm okurdu. Akşam okumayınca melekler gelip haber verdiler". 

Çünkü bir melek var, o melek sen salât verdiğin vakitde, isminle, cisminle haber veriyor Peygamber'e. Öyle diyor Peygamberimiz. "Senin ümmetinden İstanbul'da filan oğlu filan kimse Yâ Resûlallah sana yüz salât ü selâm verdi, okudu". "Bu nasıl olur?" filan. Senin akıl terâzin, benim akıl terâzim bunu çekemez. Bu, aklın mâverâsındadır. Akl-ı maâşla değil bu iş.

"Geldi vefâtını haber verdi ve bu musîbete dûçâr olduğunu haber verdi. Geldim onu felâketden kurtardım". 

"Efendi" diyor "Ben bunu görünce başka duâ mı okurum" diyor. Mâdem ki Resûlullah ile mukarrebiyyet var salât ü selâmda, bağlılık var birbirimize, bu bana kâfî geldi" diyor. 

Haydi bir tâne daha söyleyelim bakalım. Resûl-i Ekrem'i seveceksin, sevmeden olmaz, îmân kemâle ermez. Hattâ şunu da söyleyeyim sana ben, hatırıma gelmişken.

Resûlullah bir gün, günlerde bir gün, Ömer ibn Hattâb'a sordu, radıyallahu anh, Hazret-i Ömer'e yani. Hazret-i Ömer'i biliyorsun değil mi, Peygamber tarafından tayîn olduğu mevkilerini? "Benden sonra peygamber gönderilseydi" diyor Peygamberimiz, "Ömer gelirdi" diyor. Ömer'in mevkii bu. Sordu bir gün, "Yâ Ömer, beni ne kadar seversin" dedi. Dedi, "Yâ Resûlallah, her şeyimden ziyâde seni severim ama nefsimi senden ziyâde severim" dedi. Doğru söyledi. Efendimiz buyurdu ki, "Yâ Ömer, beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a kasem ederim ki îmânın kemâle ermedi". 

Çünkü mü'minlere evlâ olan nefslerinden ziyâde Peygamber'i sevmek, mü'minlere evlâ olan kendi annelerinden ziyâde Hazret-i Peygamber'in âilelerini sevmekdir. Nâmûs-ı Muhammedî. Hele Cenâb-ı Fâtımetü'z-Zehrâ. Hele Cenâb-ı Fâtımetü'z-Zehrâ. Buyurmuşlar ki, "Bid'atün minnî" buyurmuş Peygamber, "Fâtıme benim parçam" diyor. Kaç defa huzûra gelirse, Resûlullah ayağa kalkardı Fâtımetü'z-Zehrâ'ya. Alır bağrına basar, ellerini öperdi. O kadar severdi. Biz bunu aramızda müslümanlar maalesef, "Canım Ayşe Fatma gibi, böyle olsun" filan diyoruz. Estağfirullah, estağfirullah. Küfre kadar iş gider. Bu isimler mukaddes isimlerdir, kudsî isimler, Allah'ın salât etdiği isimler bunlar. Hem cisimler, hem isimler. 

"Hak nebî olarak beni gönderen Allah'a kasem ederim ki, Yâ Ömer, îmânın kemâle ermedi". Ağladı Hazret-i Ömer, radıyallahu anh Hazretleri. 

Ömer'in kerâmâtını da biliyorsunuz. Üç aylık yoldan ordularına emir verirdi Hazret-i Ömer. Meselâ İran Harbinde Sâriye'ye emir vermişdir, üç aylık yoldan. "Yâ Sâriye, el-cebel!" diye, hutbe okurken birden bire. Sonra sormuşlar kumandana, diyor ki, "Düşman bizi sarıyordu, emîrü'l-mü'minînin sesini işittik" diyor, "Dağa çık! Dağa çık! diye seslendi, çıkdık kendimizi kurtardık" diyor. Gene aynı zamanda Nil Nehrine mektûb yazmış, onun mektûbundan sonra bir daha Nil Nehri insan boğmamışdır. Vakt-i câhiliyetde insanları süslerler, biz kız çocuğunu suya atmayınca nehir taşmazdı vaktiyle, Hazret-i Ömer'den evvel, Hazret-i Ömer mektûb yazdı, mektûb oraya atılınca, bir daha sefere böyle bir halt karıştırmadı Nil Nehri. Haddine mi düşmüş.

Hazret-i Ömer ağladı ve dedi ki, "Yâ Resûlallah, şimdi seni her şeyimden ziyâde seviyorum" deyince, sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki, "Şimdi Yâ Ömer îmânın kemâle erdi".

Çok mühim mü'minler! Resûl-i Ekrem mir`ât-ı Hakk'dır, mahbûb-ı mutlakdır. Bazı esrârı ağzımızdan kaçacak olursa, belki halkın bir çokları hazmetmeyebilir, bu sözleri buradan söyleyemeyiz. Onları inşâallah ârif-i billah olmak isteyenler gelip sorarlar filan konuşuruz, anlaşırız filan. Yani burada söylenecek söz değil. Yani bazı kimseler bunu kaldıramaz. Yani ilk mekteb talebesine fakülte dersi verilmez. Bazı talebeler var, daha ilk mekteb talebesi. Henüz daha bu işe ayak atmışlar, bu yola dönmüşler. 

İkinci. Gene salât ü selâmın fazîletinden bahsedeceğim. Bir kıssa daha. Sana ibret olsun. Komprime yani. 

Bir kadın geldi Hasenü'l-Basrî’ye. Bu Hasenü'l-Basrî, tarîkat-i aliyyenin, bütün tarîkat-ı aliyyenin başıdır. Hazret-i Ali'den ahzetmişdir, Hazret-i Ali’nin tilmîzidir. Tâbiînin evvelidir. Efdalü't-tâbiîn Üveyse'l-Karanî'dir. Tabiînin evvelidir Hasenü'l-Basrî Hazretleri.

Bir kadın geldi, dedi ki, “Genç bir kızımı kaybetdim Yâ Hasen, Yâ İmâm, kızımı görmek istiyorum. Ahretde o, anneyim özledim çok, kızımı görsem. Kâbil değil mi? Mâdem ki Kur`ân var elimizde, "وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ velâ ratbin velâ yâbisin illâ fî kitâbin mübîn", yaş ve kuru onun içindedir. Hiç kâbil değil mi evlâdımı görmek, ahretdekilerle konuşmak, onları görmek?”. Hasen-i Basrî buyurdular ki, “Sen Kur`ân oku ona, hayır yap, senin için kâfî hanım. Görme, isteme görmek”.

Bir çok şey vardır ki bilmemek, bilmekden hayırlıdır. Ecelimizin ne gün olduğunu bilsek, kimse bir taşın üzerine bir taş koymaz. Sen paraları sayıyorsun, halbuki Azrâil gelmiş senin ensende dolaşıyor, haberin yok. Kasaya koymadan canını alıverir Azrâil. Uğraşır mısın öyle şeylerle o vakit. Hiç belli değil yani. Hiç belli değil zamânı, zemîni, mekânı.

Kadın çok ricâ edince, dedi, “Şöyle yaparsın” dedi, “Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece şu sûreleri okursun, şöyle yaparsın, yatarsın” dedi kadına. Kadın yapdı öylece ve Allahu Teâlâ da onun ricâsını, niyâzını kabûl etdi ve evlâdını ona gösterdi. Gösterdi ama kız azâb içerisinde. Kabir azâbı hak ve gerçekdir. 

Burada mim koyun şimdi. İyi dinleyin beni.

Hazret-i Osman ibn Affân, zinnûreyn olan Osman ibn Affân Hazretleri, Peygamber'in iki kızını almış. Kur`ân'ı cem eden zât. Mahşer denildiği vaktide müteessir olurmuş ama, kabir denildiği vakitde çok müteessir olurmuş. Sormuşlar kendisine, demişler ki, "Yâ emîre'l-mü'minîn, mahşerden bahsedildiği vakitde müteessir oluyorsunuz ama kabirden bahsedildiği vakitde çok müteessir oluyorsunuz. Bunun sırrı nedir?" demişler. Demiş ki, "Mahşer umûmîdir, kabir ferdîdir" demiş. "Tek başınasın kabirde, tevahhuş eder insan" demiş. Haşyet. Ama mahşerde kalabalık. Milyonlarca insan var".

Peki Osman kimdir, onu da söyleyeylim. Sahabeden birisi yolda gelirken kadının birine bakmış, kötü nazarla bakmış.

"Efendi, zamanımızda kadın çıplak geziyor". Allah senin gözüne kapak yapmış, gözünü kapatırsın, bakmazsın. Adam ol. Adam ol! Nefsini dizginle. Bakdığın kadın ya birinin kız kardeşi, ya annesi, ya ablası ya evlâdıdır. Senin kız kardeşine, karına, kızına baksalar râzı olur musun? Olmazsan, sen de râzı olma başkasına bakmaya.

Bakmış, olur ya. Allah râzı olsun ondan, bakmış, bize haber veriyor. Huzûr-ı Osman'a gelmiş adam, Hazret-i Osman yüzüne bakdı, "Kalk, yıkan da gel" dedi. Osman bu. Dedi, "Yâ emîre'l-mü'minîn, ben cenâbet değilim". "Gözünle zinâ etmişsin sen. Gözlerin zinâ etmiş senin. Haydi git yıkan da gel huzûruma!" dedi. Osman da bu, radıyallahu anh, Osman-ı Zinnûreyn.

Kabirden çok tevahhuş edermiş Hazret-i Osman-ı Zinnûreyn, kabirden. 

Kadın azâbda görmüş kızını. Allah muhâfaza buyursun. Gelmiş Hazret-i İmâm’a, dedi “Yâ İmâm, kızımı azâbda gördüm” dedi, “ne yapacağım şimdi?”. Dedi, “Ben sana söylemedim mi, görmemek hayırlıdır. Kur`ân oku, affı için Allah’a ricâ et, yalvar”.

Ümmet-i Muhammed’e bahş edilen Allah’ın bir lutfudur bu. Nedir o? Dirilerin duâsıyla ölülerin azâbı ref’ olur, kaldırılır yani. Ama ölünün mü’min olması şartdır. Ölülerin mü’min olması şart.

“Ne yapayım?”. “Kur`ân oku, şöyle yap, şöyle yap, hayır hasenât”. Sonra, birkaç gün sonra, Hasenü'l-Basrî Hazretleri gördü. Güzel bir hanım, başında murassâ bir taç, sırtındaki giymiş olduğu elbise, dünyâ elbiselerinden değil, kıymet biçilmez. Sordu, “Ey hâtûn, sen bir peygamber kızı mısın, kimsin sen?” dedi. “Yâ İmâm, sana gelen bir kadın vardı ya, kızımı görmek istiyorum dedi, işte o kızım ben” dedi. Hazret, “Ama o azâbdaymış”. “Bizim kabristanda beş yüz kişi böyle azâbdaydık, bir zât geçdi bizim makberenin önünden, Resûlullah’a on salavât verdi, o on salavât hürmetine beş yüz kişinin azâbı ref’ oldu” dedi.

Şimdi elâleme böyle olursa, sana nasıl olacak, senin vücûd iklîmine, senin vücûd iklîmine nasıl olacak, nûr-ı Muhammediyye, meveddet-i Ahmediyye, salât ü selâm.

Hattâ içinizde vakitleri müsâid olanlar, eski yazı bilenler, Delâil-i Hayrât almalı ve onu okumalıdır, Süleyman Cezûlî Hazretlerinin. Gündelik hizibleri vardır, okumalıdır, devâm etmelidir yani. Zararlı bir şey değil hâ! Kapalı kapılar açılır. Resûlullah'la arayı iyi edersin. Mahşer gününde livâsı altında cem olursun. Cennet yolunu bulursun. Cemâl-i Resûlullah'ı görürsün. Bu âlemde görürsün Peygamber'in cemâlini. "Efendim, görürsek ne olur?". Kim ki Resûlullah'ı bu âlemde gördü, şefâatine nâil oldu demekdir. Onu âşıklara sormak lâzım.

Bir tâne daha kıssa geldi, söylemeden geçmeyeceğim.

Bir zât-ı muhterem, malını mülkünü kaybetmiş, iflâs etmiş yani. Yüz altın borçlu kalmış, o devirde. Yüz altın borçlu. Ağlıyor, namuslu adam, ağlıyor, sızlıyor, "Aman Yâ Rabbi, bana bu parayı ver, borçlu kaldım, ben ölürsem çoluğum çocuğum bu şey altında kalacak". Hep Peygamber Efendimize ilticâ ediyor, Peygamber sallallahu aleyhi veselleme. Bir gece Resûlullah'ı görmüş rüyâsında. İyi dinle, kulağını benden yana ver! "Aman Yâ Resûlallah" demiş, "borçlu kaldım bana imdâd et" demiş. "Dünyâda şefâatin hakdır, âhiretde şefâatin hakdır". Demiş ki, "Yüz altını almak için git Hekimoğlu Ali Paşa'ya". Câmisi Koca Mustafa Paşa'ya giderken. O vakit sadrazammış Hekimoğlu Ali Paşa. Osmanlı sadrazamıymış. "Git Ali Paşa'ya, benden selâm götür, sana yüz altın versin" demiş Efendimiz sallallahu aleyhi veselllem. İyi dinle! O zât da demiş ki, "Yâ Resûlallah, ben bunu söylerim ama, Ali Paşa beni yalanlar" demiş. "Nasıl yani ben bunun doğru olduğunu ona ifâde edeyim" demiş. Efendimiz demiş ki, "O bana her Cuma akşamı yüz salavât okur" demiş, "geçen Cuma gecesi okumadı" demiş, "unutdu" demiş. "Sana şâhid olsun bu, şâhidin bu olsun" demiş. Gitmiş Hazret, sadrazamı görmüş, demiş ki, "Efendim, Resûl-i Ekrem'in...". "Efendim! Ne söylüyorsun!"demiş. "Resûl-i Ekrem'in selâmı var size". "Aleykümselâm ve rahmetullahi ve berekâtuh", ayağa kalkmış. "Evet?". "Bana yüz altın vereceksiniz". "Nerede gördün Peygamber'i sen?" demiş. "Rüyâmda". "A kardeşim" demiş, "keşke ben görseydim de sana bin altın verseydim" demiş, "bana görünmedi sana niye görünüyor yani". Demiş ki, "Ben bunu söyledim Efendimize, Yâ Resûlallah beni yalanlar paşa, dedim, dedi ki Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki, ben ona bir burhan ve şâhid vereceğim, seni yalanlayamaz. Paşa Cuma akşamları yüz salavât okur bana. Geçen Cuma gecesi okumamışsın, şâhidim bu" deyince, paşanın yüzü bembeyaz oldu. "Bir daha söyle bakayım" dedi. "Resûlullah'ın selâmı var, Peygamberimizin, bana yüz altın vereceksiniz". "Bir daha söyle". "Resûlullah'ın selâmı var, bana yüz altın vereceksiniz". "Bir daha söyle". Ve yedi sefer böyle dedikden sonra adam demiş ki, "Paşa Hazretleri benimle alay etmeyin, vereceksiniz verin" deyince, "Âh evlâdım, kaç defa selâm söyleseydin o kadar sana yüz altını artıracakdım" demiş, "niye yedide kesdin sen bu işi" demiş, yedi yüz altın vermiş kendisine. "Mâdem ki Resûlullah bana selâm gönderdi bana" demiş, "mesele kalmadı".

Vakit dar olmasa size daha neler söylerdim bugün. Bu kadar kâfî.

Yâ Rabbi, aşk, muhabbet kisb ile değildir Yâ Rabbi, biliyoruz, mevhibe-i rahmânîdir, sen bizim kalblerimizi aşk-ı Habîbinle, meveddet-i Ahmediyye ile pür-nûr et, lisânımızı Habîbine salât ü selâm vermekle süsle, gönlümüzü muhabbet-i Muhammediyye ile tezyîn et Yâ Rabbi. Yâ Rab, sana ibâdet eden ve sâlih amel işleyen, dâimâ senin rızâ-i şerîfinde bulunan zümreye bizi dâhil eyle Yâ Rabbi. Bizim a'zâ-yı cevârihimizi sana küfür, şirk, zelle icrâ etmekden koru. Her ne kadar bizim irâde-i cüziyyemiz varsa da, verdinse de, senin irâde-i külliyen yanında ne olur Yâ Rabbi. Gâlib sensin. Sana teslîm olduk. Bizi iki cihânda selâmete erdir ve Habîbin Muhammed'le cennete girdir ve cemâlinle müşerref eyle Yâ Rabbi. 

Vallâhu yed'û dâri's-selâm, ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtın müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 24 Şubat 1984 (22 Cemaziyyülevvel) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön