24 Kasım 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
HUTBE
Kâlallahu Teâla fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Ve kâle'n-Nebiyyü aleyhi's-salâtü ves-selâm.
Selâsetün lâ yerâ vechî ilâ âhiri'l-hadîs.
Sadaka Resûlullah ve nataka Habîbullah.
Sadakallahülazîm.
Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin vahdâniyyetine îmân getiren, bu îmânı lisân ile ikrâr kalbiyle tasdîk eden ve Habîb-i Hudâ, Şefî'-i Rûz--i Cezâ, Melce-i Fukarâ, cemî enbiyânın serdârı olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı canından, malından, her şeyinden ziyâde seven, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!
Yerin, göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, bizi yokdan vâr eyleyen, bir katre su parçası iken ana rahminde kudret fırçasıyla şekl-i insâna koyan Allah diyor ki, "Biz azîmü'ş-şân Habîbim Muhammed seni ancak şâhid olarak gönderdik, korkutucu olarak gönderdik ve müjdeci olarak gönderdik. Sende üç sıfat var. Hem şâhidsin, hem halkı korkutucusun, hem de müjdeleyicisin".
Tabiî korkutulan kimseler âsîler, kâfirler, fâsıklar, münâfıklardır. Müjdelenen kimseler de Allah'a îmân eden, Allah'a mutî olan, Allah'a itâatkâr, Allah'dan korkan kimselerdir. Ki Allahu Teâlâ, Allah'dan korkanlarla beraberdir. Allah, âsîlerle, zâlimlerle beraber değildir, müttakîlerle beraberdir.
Resûlullah şâhiddir. Yani yapdığımız her efâl ü harekâtımızı Cenâb-ı Hakk Habîb-i Hudâ'ya bildirir ve yevm-i kıyâmetde O'nu şâhid tutar. Bizden evvel geçen ümmetlerin kendi nebîlerine karşı yapdığı isyanlara Peygamber şâhid olur. Aynı zamanda bizim yapdığımız isyana da Resûlullah şâhid olur. Haftada iki akşam, Ümmet-i Muhammed'in efâl ü harekâtı Resûlullah'a bildirilir. Ne yapdınsa, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ, "Senin ümmetinden filan kimse şöyle yapdı Habîbim Muhammed" diye Allahu Teâlâ peygamberine bildirir. "İki akşam" diyor Peygamber Efendimiz, "bana ümmetin efâli bildirilir" diyor. Yapdığın isyân ve kötülük ise elbet ki Resûlullah senden rencîde olur. Senin yapdığın iş, Allah'ı, Peygamber'i sevindirecek bir işse, elbet ki Resûlullah senden memnûn olur.
Onun için yapacağın işe dikkat ve sırât-ı müstakîm olan Kur`ân-ı Mübîn'e ittibâ ile bu şerefe nâil ol. Çünkü dünyâ hayâtı seriyyü'z-zevâldir. Doğarlar. Küçükler büyürler. Büyükler ölürler. Mülk kimseye bâkî kalmaz. Hiç kimse için bekâsı yokdur kâinâtın. Hepimiz gelip geçiciyiz. Onun için götüreceğin şeye bak. Yola çıkan kimse, azık düzdüğü gibi, sen de seferdesin, seferî bir hayât yaşıyorsun. Önünde korkunç, ucu bucağı görünmeyen bir bahr-i amîk var. İnsanların imdâda yetişemeyeceği felâketler ve akabeler bizi beklemekde. Bir gün ansızın kapıya cansız at gelecek, malından, mülkünden, sevgili âilenden, ciğerpâre evlâdından seni soyacaklar, dûr edecekler, seni o cansız ata bindirecekler. Zerre kadar iyiliğe koş, zerre kadar kötülükden de kaçın. Ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi memnûn et.
Okumuş olduğum hadîs-i şerîfde, "Benim ümmetimden üç sınıf kimse, benim cemâlimi göremez". Yani "Benim şefâatime eremez". Böyle buyuruyor. Bu sıfatlar sende varsa bunları terke eyle ki Cemâl-i Muhammed Mustafâ'yla müşerref olasın. Çünkü bu şeref iki türlüdür. Birisi bu dünyâdadır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bazı ümmetinin o andaki felâketine yetişir, gelir yani o anda. Bir de mahşer gününde, Resûlullah'ın cemâlini görür ve şefâatine nâil olur.
Şimdi, Resûl-i Ekrem Efendimiz diyor ki, "Benim ümmetimden üç sınıf kimse benim şefâatime nâil olamaz, benim cemâlimi göremez". Felâket! Bunların bir tânesi, geçen hafta söylemişdik, âku'l-vâlideyn, ebeveynine âsî olanlar yani anaya babaya isyân edenler, onların haklarını yerine getiremeyenler. Bunlar Resûlullah'ın şefâatinden mahrûm olurlar. Bakınız, anaya babaya itâatın ve onlara hizmetin ne demek olduğuna. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Yemen diyârına doğru bakar, "Dost kokusu geliyor" derdi. Sonra ashâb-ı kirâm efendilerimiz buyurdular ki, "Yâ Resûlallah, dostum diyorsunuz ama bu dostunuz kimdir?". Dedi ki, "Üveys el-Karanî'dir". "Ama sizi gelip görmüyor". Buyurdular ki, "Annesinin hizmetinde". "Anasının hizmetinde, gelecek, benim hayâtımda bana yetişemeyecek fakat Allah, anasına yapmış olduğu hizmetden nâşî, itâatdan nâşî, muhabbetden nâşî, ona öyle bir makâm vermişdir ki, şu hırkamı alınız, kendisine teslîm ediniz ve deyiniz ki, benim ümmetime duâ etsin". Bu makâma erişdi Üveys. Nice insanlar var ki, annesine, ebeveynine karşı, öf demekle, yani küfür etmek, ismiyle çağırmak, hakâret etmek değil, dövmek sövmek değil de, "öf" demiş, bundan dolayı nâra girmişdir, cehenneme düşmüşdür yani. Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, "فَلَا تَقُلْ لَهُمَٓا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَر۪يمًا felâ tekul lehümâ üffin velâ tenher hümâ ve kul lehümâ kavlen kerîmâ" buyuruyor. Manâsı, "Ebeveyninize, ana babanıza öf demeyeceksiniz" diyor. Hattâ "anacığım", "babacığım" diye seslenilecek. Yani "ana", "baba" demek de câiz olmaz, "anacığım" ve "babacığım". Karşısında zillet kanatlarını yayacaksın.
Söyledim ya geçen hafta, cenneti bulmak isteyen, anasının ayağının üstünü değil, altını öpsün. Vâh olsun o kimselere ki, karısının sözünü tutarak anasının hakkını ayak altı eder. Yani iki tarafı idâre edemez. Bazı anneler kıskanç olabilir, gelini kıskanabilir fakat erkeğin vazîfesidir ki her iki tarafı da idâre etmesi şerâitdendir. Ne o tarafı kıracak, ne o tarafı kıracak. Annesinin, babasının sözünü ayak altı ederse, o adam nâra gitmiş demekdir.
Geçen hafta böyle kaba kaba konuşdum, size söyledim, şimdi yine söyleyeceğim. Bir adamın anası fâhişe olsa, kerhâneye götürmez fakat kerhâneden sırtına yüklenir evine getirir. Bir adamın annesi kâfir olsa, kiliseye götürmez ama kiliseden sırtına yüklenir evine getirir. Bir adamın babası fâsık olsa, sarhoş olsa, ayyaş olsa, meyhâneye götürmez fakat sırtına yüklenir meyhâneden evine getirir. Ve diliyle onu incitmez. İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh diyor ki, Esedullahi'l-Gâlib Ali ibn Ebî Tâlib, "Öf kelimesinden daha hafîf bir kelime olsaydı, Cenâb-ı Hakk Kur`ân'da onu zikrederdi, öfden daha hafîf bir kelime yok". Bir adam anasına yâhud babasına "öf" dese nâra müstehak olur. Öf dese öf! "Efendim kötü". Ne kadar kötü olursa olsun. Yüz sene ona hizmet etsen, anan seni karnında taşıdığı vakitde, bir kere vurduğun tekmenin hakkını ödeyemezsin. Yüz sene hizmet etsen!
Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme sahabeden biri sormuş, demiş ki, "Yâ Resûlallah, ananın hakkı mı büyükdür babanın hakkı mı?". Sallallahu aleyhi vesellem buyurmuş ki, "Ananın hakkı büyükdür". Sonra o zât tekrar sordu, Peygamberimiz yine aynı cevâbı verdi, "Ananın hakkı büyükdür". Sonra tekrar sordu, ""Ananın hakkı büyükdür" dedi Peygamberimiz. Sonra tekrar sordu, "Babanın hakkı büyükdür" dedi Peygamberimiz. Dedi, "Yâ Resûlallah üç anaya bir babaya verdiniz, niçin?" diye sorduğu vakitde, buyurdu ki, "Dokuz ay on gün seni karnında taşıdı, sonra sana bir buçuk sene süt verdi, altını temizledi senin, sonra seni omuzunda taşıdı, sonra sekiz sene senin yollarını gözetdi". Hattâ altmış yaşına gelsen, annen varsa eğer, yatıp uyumaz, pencereden bakar, seni gözetir, evlâdımın başına bir iş gelmesin diye. Altını temizledi. "Yâ Resûlallah ben bunların hepsini yapdım. Annem bana on sene yapdıysa ben ona yirmi seneden beri yapıyorum. Acaba hakkını ödeyebildim mi?". Resûlullah buyurdu, "Hayır, ödeyemedin. Hattâ bir gece uykusunu bozup da sana süt vermesinin hakkını ödeyemedin". "Niçin yâ Resûlallah" deyince, "Annen sana bakdığı vakitde, evlâdım yaşasın diye bakıyordu, sen onun ölümünü bekliyorsun, aradaki fark bu" dedi. "Çabuk ölse de kurtulsak, altını pisliyor" diye. Hakkını ödeyemezsin.
Onun için Resûlullah buyuruyor ki, "Üç sınıf kimse var ümmetimden benim, bunlar benim cemâlimi göremez, şefâatime eremezler. Bir tânesi, anasına babasına âk olan âsîler. Onlara ihsân etmeyenler, onlara ikrâm etmeyenler, onlara güleryüz göstermeyenler".
Hattâ hattâ babanın ve ananın arkadaşlarına dahi anan baban öldükden sonra, onları ihmâl etmeyeceksin, ikrâmda bulunacaksın. Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin mübârek hafîdi olan Hazret-i İmâm-ı Hasen radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri geliyormuş, ya İmâm-ı Hasen ya İmâm-ı Hüseyn, tabiî ikisi de Nûr-ı Muhammed'dendir, farkı yok bizim için, ya İmâm-ı Hasen ya İmâm-ı Hüseyn, yanlış söylemiş olmayayım, bakdı bir a'râbi geliyor, a'râbî demek çöllü, köylü demek. Köylü Arab'a a'râbî denir. Geliyordu, İmâm deveden aşağı indi, o arâbiyi, o köylüyü devesine bindirdi, başından agelini çıkardı, o köylünün başına koydu. Dediler ki, "Yâ İmâm, sen şehzâde-i Resûl'sün yani Resûlullah'ın hafîdisin, senden yüksek kimse yok. Bu köylü bir adamdır, buna niçin ikrâm ediyorsun?". "Babam Ali'ye muhabbet ederdi, ona hürmeten yapdım bu işi" dedi. Onun için anan, baban ölse dahi, ananın ve babanın sevdiklerini, ahbâb u yârânını unutmayacaksın, onlara ikrâm edeceksin, onlara ikrâm kendi ebeveynine ikrâm sayılır.
Bu bir. Daha uzun sözümüz var fakat vakit kısa.
İkincisi, "Benim ümmetimden benim cemâlimi görmeyecek, benim şefâatime eremeyecek bir sınıf kimse de, benim ismimi işitip de bana salavât-ı şerîfe vermeyendir". Yani Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ismini işitdiğin vakitde hemen derhal, "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed" de. Manâsı, "Ey benim Allahım, senin habîbin Muhammedine, onun evlâdına, ezvâcına, ashâbına, ehl-i beytine salât ü selâm eyle yâ Rabbi". Duâ edeceksin Resûlullah'a. "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed". Manâsı şu. "Ey benim rabbim, habîbin Muhammed'e, ehl-i beytine, âline, ashâbına, ensârına salât et yâ Rabbi" diyeceksin, duâ edeceksin.
Gene Resûlullah buyurdu ki, "Kıyâmetin en şiddet ve dehşetinde, bana yakîn olan kimse kimdir bilir misiniz ey benim ashâbım?". Buyurdular ki, "Allah ve Resûl'ü bilir". Buyurdu ki, "Bana salavât-ı şerîfeyi kim çok getiriyorsa, yarın kıyâmet gününde benim yanımda oturacakdır. Yanıma alacağım onu ben, civârıma iskân edeceğim".
Üçüncüsü, "Benim ümmetimden benim şefâatime nâil olmayacak, benim cemâlimi görmeyecek kimse, benim sünnetimi terk eyleyendir".
Sünnet denildiği vakitde, pek çok sünnet vardır, Resûlullah'ın âdetleri, bunları okumanızı tavsiye ederim, her şey kürsüde söylenmez. Biraz sa'y ü gayret lâzımdır. Biliniz ki mü'minler, ölüm vardır. Kazanç için, beş kuruş için birbirimizle çarpışıyoruz, mücâdeleler, kavgalar, gürültüler, patırtılar. Halbuki bu gürültüyle patırtıyla kazandığımız paraların hepsi burada kalacakdır. Çalışdın mücâdele etdin, üç mekteb bitirmişsin, dokuz tâne diploman varmış, hepsi kabrin hâricinde kalır, kabrin altına hiç birisinin faydası yokdur. Binâenalâzâlik, Resûlullah'ın şemâilini gösteren kitâblar vardır, şemâil-i Muhammediyye yani ahlâk-ı Muhammediyye, Resûlullah'ın ahlâkıyla mütehallık olmak için o kitâbları okuyunuz. Şimdi size bir misâl vereceğim.
Resûlullah diyor ki, "Benim üç âdetim vardır", iyi dinle! "beni terk edeni ben terk etmem". İki. "Bana buğz edeni ben affederim. Bana zulmedeni ben affederim". Üç. "Beni mahrûm edeni ben mahrûm etmem. Benim âdetlerim bunlar".
Bak, insanlık bunlar. Bu üç tânesi ki, insanlığın evc-i bâlâsı. Efendimizin güzel ahlâkı çok ya, üçünü söylüyorum size. Meselâ dişleri yıkamak, elleri yıkamak, bunlar da sünnet-i Resûl'dür. Meselâ yemeklerden evvel el yıkamak, sonra yemekden sonra el yıkamak, bunlar da sünnet-i Resûl. Bunlara da ittibâ etmek lâzım gelir. Misvak kullanmak yâhud diş fırçasıyla dişini yıkamak yâhud diş fırçası yoksa, misvak yoksa, parmakla dişleri ovuşturmak, bunlar da sünnetdir. Tabakda yemek bırakmamak, bunlar da sünnet-i seniyyedir. Fakat mühim olan, ehemm-i mühimm olan üç tânesini Peygamberimiz söylüyor, "Benim üç hasletim vardır". İyi dinle! "Beni terk edeni ben terk etmem. Bana zulmedeni ben affederim. Beni mahrûm edeni ben mahrûm etmem" diyor.
Hemen bir misâlini veriverelim. Komşun seni mahrûm etmiş, meselâ düğününe çağırmamış, sen onu çağır. Komşun seni terk eylemiş, sen onu terk etme. Git ara onu. Senin dîn kardeşin, mü'min kardeşindir. Zîrâ senin sevdiğin Muhammed Mustafâ'ya o da tâbidir. Mâdem ki Muhammed'i seviyorsun, sallallahu aleyhi vesellemi, O'nu sevenlerin hepsini seveceksin.
Sana bir misâl vereyim. Kulağını benden yana ver, iyi dinle, sana bir hayât dersi olacak. Buna müşâbih yani benzediği için söylüyorum. Bir ferd, "Karım beni seviyor mu sevmiyor mu?" diye düşünürsen eğer, sana bir miyâr vereyim. "Âilem beni seviyor mu sevmiyor mu?". Buna uyuyor, müşâbih de onun için söyleyeceğim. Eğer karın sana âid olanları seviyorsa, senin akrabâlarını seviyorsa, karın seni seviyordu. Senin akrabâlarını sevmiyorsa, o vakit seni seviyor zannetme, o vakit kendi nefsini seviyor. Onun için Resûlullah'ı hakkıyla seviyorsan sen, O'na âid olan herkesi seveceksin yani bütün mü'min kardeşlerini seveceksin. Zâten Resûlullah da öyle buyurmadı mı? Dedi ki, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız".
Îmân etmeyen de cennât u âliyâta giremez. Hem dünyâda cehennemde, hem âhiretde cehennemde. Îmânsız kimseler dünyâda cehenneme girerler. Dünyâ hayâtı onlar için cehennemdir. Hiç bir yerde eğlenemez, maîşeti dar olur, göğsü sıkı olur, sıkıntıdan kendini kurtaramaz. Onun için ne yapar? İç sıkıntısını def etmek için kendisine eğlence arar, içki arar filan. Halbuki o hiç fayda vermez, yarasını daha da büyütür. Onun için dînlenen, dinlenir. Her kim dîndâr olur, o adam dinlenir. Dînlenen, dinlenir. "Efendim ben nice müslüman biliyorum ki dîndar ama dinlenemiyor. Hakkıyla dîndâr değildir, îmân daha kalbe girmemişdir. Belki islâm olmuşdur, namaz kılıyor, oruç tutuyor ama îmân kalbe girmeyince, insan dinlenemez. Kolay iş değil.
Şimdi, Resûlullah'ı mâdem ki seviyorsun, Resûlullah'ın ümmetini seveceksin. Resûlullah öyle buyurdu, "Birbirinizi sevmedikçe, îmân etmiş olmazsınız". Îmân etmeyenin dünyâsı da âhireti de cehennemdir. Hem dünyâsı cehennem, hem âhireti cehennem. Dünyâda da rahat edemez ki. Hep belâlar, felâketler îmânın zaafından gelir. Îmân eden kişi hem dünyâda sâlim, hem âhiretde sâlimdir.
"Beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe, îmânınız kemâle ermez diyor Peygamberimiz. Resûlullah'ın ismini işittiğin vakitde, salât ü selâm okuyacaksın. "Efendim, helâdayım, ezân-ı Muhammedî okunuyor, ne yapacağım?" dersen, oraya rabt-ı kalb edersin, lisânen söylemezsin. Salavât-ı şerîfe vermenin fazîletlerinden bir tânesini anlatacağım sonra dersimize nihâyet vereceğim.
Diyor ki Cüneyd-i Bağdâdî, büyük velîlerden, Allah'a kurbiyyeti olan zevâtdan, "Bir delikanlı gördüm, Kabe-yi Muazzama'yı tavâf ediyordu". Kabe'nin her rüknünde bir duâ vardır. İnşâallah gidersiniz, Allah nasîb etsin, gidin. Ama taşı, toprağı ziyâret için değil, Kabe'nin rûhâniyyetine gidin. Bazı adam gidiyor, ismini hacı yapıyor. O felâket olur o. Zâten bir adamın hacı olup olmadığı şuradan belli olur. Hacca gitdi, gitdiği gibi gelirse, haccı kabûl değildir onun. İsmi hacı olur. Kötü huylarını bırakıp, iyi huyla dönerse, o vakit o adamın haccı kabûl olmuş demekdir. Yoksa gitdi adam, geldi gerisin geriye, yine aynı adam, haccı kabûl olmadı. Onun için hacca gidersen yalnız taşı, toprağı ziyâret değil, kendini insan etmeye çalış. Bu insanlık da ancak Kur`ân-ıu Mübîn'in boyasıyla boyanmakla olur.
Diyor ki Hasanü'l-Basrî Hazretleri, "Ben Kabe'ye vardım, bakdım Kabe'nin rûhâniyyeti yokdu. Sordum, "Nerededir Kabe?". Duvarlar duruyor ama. Dediler ki, "Rabîatü'l-Adeviyye geliyor, Kabe Rabîa'yı karşılamaya gitdi". Zevkine varamadınız gâliba, ne demek istediğimi anlatamadım size. Allah anlatır inşâallah.
"Bir delikanlı Kabe'yi tavâf ediyor, duâları okumuyor, yalnız Peygamber-i Zîşân Efendimize salavât-ı şerîfe veriyordu. Tavaf bitdi, çağırdım yanıma. 'Oğlum sen Kabe'nin rükünlerinde okunan duâları bilmiyor musun ki hep salavât veriyordun. Halbuki her rüknün bir duâsı vardır'. Dedi ki 'Efendi ben hepsini biliyorum. Biliyorum ama ben Allah'a ahd u peymân eyledim, Resûlullah'a salavâtdan başka bir duâ okumayacağım diye'. 'Bunun sebebi ne?' diye sordum. Dedi ki, 'Biz Horasanlıyız, Horasan hacılarındanız, geliyorduk, Basra'ya vâsıl olduk, babama ecel erişdi'.
Babam öldü diyor yani. Ölür ya. İnsanız, hepimiz öleceğiz. Ama yalan geliyor bize. Ölene var bize yok zannediyoruz.
'Babam öldü. Öldü, babamın yüzü tebdîl oldu. Babamın yüzü hınzıra döndü'.
"Efendim islâmda nesih yok diyorlar". Doğrudur. Bir kavmin hepsi birden nesh olunmaz. Manâ bakımından olur. Ferdî olarak da Allahu Teâlâ böyle elli senede, yüz senede bir yapar bazen. Bir tâne de İstanbul'da olmuşdu. Ben gitdim gördüm. Herif fâizciymiş, tefeciymiş. Balat'daydı. Bundan 25-30 sene evvel. Tefecilik yapıyormuş yani fâizci. Ölmüş, domuz olmuş yüzü. O zaman belediye teşkîlâtı yokdu, kimse cenâzeyi yıkayamadılar, korkdular, yanına sokulamıyorlar, acâib bir kafa olmuş böyle. Allah muhâfaza buyursun. Sonra Vâlide Hastahânesinin imamı yüzüne bir çuval atmış da öyle yıkamış dediler. Başka imamlar yıkayamadılar, korkdular yani yanına sokulamıyorlar, çirkin bir hâl almış. Neyse, geçiyoruz. Allah cümlemizin kalb gözünü küşâd etsin.
'Babamı o hâlde görünce başladım ağlamaya. Musîbet bir tâne değil ki, gurbetdeyim, babam vefât etdi, iki musîbet, bir de babam bu şekle girdi. Ağlıyorum. Ağlarken birdenbire çadırın kapısı açıldı. Nûr içerisinde bir zât içeri girdi, arkasında da yine nûrânî zâtlar vardı. Hızla yürüdü, babamın üstünden örtüyü kaldırdı, mübârek elleriyle başından ayağına kadar sıvadı. Babam eskisinden daha güzel oldu. Hemen kalkdım ayaklarına kapandım, ayaklarını öpdüm o zât-ı muhteremin. Dedim Efendim siz kimsiniz, beni bu felâketden kurtardını? O zât-ı muhterem buyurdu ki, ben âhir zaman nebîsi, senin peygamberin olan Muhammed Mustafâ'yım. Pederin bana her gün yüz salavât-ı şerîfe verirdi. Bugün melekler bana gelip haber verdiler ki, başına böyle bir felâket gelmiş. Her gün bana yüz salavât vereni ben unutmam, her hâlde ben ona yetişirim dedi. Ondan sonra ben ahd ü peymân eyledim ki bundan sonra ben duâ etmeyeceğim, Resûlullah'a salavât okurum ancak'.
Dersi kesiyorum, bu kadar. Şimdi, bu sözlerimden anlaşıldığına göre, yapacağınız iş bu sizin. Resûlullah'ı çok seviniz ve O'na salavât-ı şerîfe veriniz. Ebeveyninize itâat ediniz, onlara ikrâm ediniz, dille, elle onların gönüllerini yıkmayınız. Hattâ yüzünü, kaşını asma. Yapılmayacak bir şey dahi sana emretse, peki de. Meselâ gayr-ı meşrû bir şey emrederse yapmak câiz olmaz. Allah'a isyânda kula itâat olmaz. Dese ki baban sana, "Ben senden râzı olmam, ille rakı iç", o vakit itâat etmeyeceksin. "Peki içerim babacığım" filan diyeceksin, hemen oradan kaçacaksın, durmayacaksın. Yâhud anan seni kötülüğe teşvîk ederse, karına vur diyor, öldür diyor filan, Allah'a isyânda, kula itâat olmaz, o vakit onu idâre edeceksin, yaparım filan diyerek atlatacaksın. Ve ananıza babanıza ikrâm ediniz ve ihsân ediniz.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ahlâkıyla ahlâklanıp sünnetlerine temessük ediniz, yapışınız. Üç tânesini size söyledik. Biri, seni mahrûm edeni sen mahrûm etme. Resûlullah öyle söylemiş. "Beni mahrûm edeni ben mahrûm etmem. Beni terk edeni ben terk etmem. Bana zulmedeni ben affderim" demiş. Kim ki Resûlullah'ı seviyorsa sünnetine yapışarak, böyle yapması lâzım gelir.
Sünnetini icrâ edip rakıyla yapanlara ne diyelim! Sünnet düğünü yapıyor adam, rakı ikrâm ediyor. Hiç rakıyla sünnet cemiyeti olur mu! Hiç yakışmıyor yani yakıştıramıyoruz bunu. Bir mü'min bunu yapamaz. Resûlullah'a hakâret sayılır bu. İslâm dîni içkiyi men etmişdir. Kalk sen Resûlullah'ın sünnetinde, sevgili Peygamber'in men etdiği şeyi, O'nun sünnetinde icrâ eyle, olacak iş değildir. Hani insan böyle bir şeye mübtelâ dahi olsa, cemiyetde böyle bir şey yapmamalı, dışarıda zıkkımlanmalı sonra gelmelidir oraya. Câiz değil ya, ehven-i şerri söylemek istedim. İslâm'da zerresi haramdır, birasının da, rakısının da, şarabının da, viskisinin de. İnsan yapsa dahi böyle bir şeyi, günah diye yapmalıdır, "üzümünü hocalar yiyor, suyunu bize haram etmişler" diye Allah'ın ahkâmıyla alay etmemelidir. Sonra dînden çıkar adam. Günah diye yaparsa, Allah beni affetsin derse, günah olur. Ama böyle, "Hocalar üzüm yiyorlar, suyunu bize haram etmişler" diyenler dîn-i islâmın ahkâmını çiğnedikleri için ve inkâr etdikleri için islâm dîninden dışarı çıkarlar. Allah muhâfaza buyursun. Onun için sünnet düğünlerinde böyle şeyler yapmayınız. Çocuğu eğlendirin, karagöz oynattırın, hokkabaz getirin, onların hepsi câiz. Milli oyunlar oynayınız, şehveti tahrîk edecek şeyler yapmayınız. Karıyı çırılçıplak soyup da oynamak, bu, câiz olmaz ama millî oyunlar, zeybek oyunları filan bunların hepsi câizdir dînimizde bizim. Davul filan da vurulur düğünlerde, cemiyetlerde. Fakat böyle içki miçki olmaz.
İşte mü'minler, bakın bu tehdîdi bize söylüyor Resûlullah, "Benim ümmetimden üç sınıf insan benim cemâlimi göremez" diyor. Birincisi ebeveynine âk olanlar. İki. Resûlullah'ın sünnetini terk edenler. Üç. Resûlullah'ın ismini işitip Resûlullah'a salavât vermeyenler.
Anlatdığım sözler aklı başında olanlar için kâfî gelir zannediyorum. Eğer bunları burada dinleyip dışarıda unutuyorsan sana hiç faydası yok. İşittiğinle âmil ol ve ihlâs ile yap ki Allah seni dünyâdan ve âhiretde azîz etsin.
Yâ Rabbi Ümmet-i Muhammed'in âsîlerini ıslâh eyle.
Efendi Hazretlerinin bu hutbesini, ses kaydı net olmadığından, yalnız yazılı olarak yayınladık. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.