3 Kasım 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Ashâb-ı kirâm demek Resûl-i Ekrem'in arkadaşları. Peygamber'i görmüş, Resûl-i Ekrem'e îmân etmiş, Resûl-i Ekrem'in huzûrunda oturmuş. Bâhusûs seyyidina Ebâbekir, Ömer, Osman ve Ali gibi ki Hazret-i Ali Efendimizin evinde büyümüşdür. Diğer ashâb ki, Huzeyfetü'l-Yemânî gibi, Ebü'd-Derdâ gibi, bu zevât gece-gündüz Peygamber'in dâimâ berâberinde yani Ashâb-ı Soffe gibi. Hattâ Ashâb-ı Soffe, yemeği içmeği terk etmişler, bir lokma ekmeğe râzılar, bir hırkaya râzılar, Peygamber'in kapısı önünde oturuyorlar ve Resûl-i Ekrem dışarı çıkdığı vakitde, "Ey Allah'ın Resûlü! Ey Allah'ın Habîbi! Allah sana ne öğretdiyse bize onu takrîr et, öğret" diyorlar Peygamber'e, bekliyorlar. Resûlullah'ın cemâli ile doyuyorlar yani onunla geçiniyorlar.Hatırlarsanız, "İnsanın kemâli, kemâl sâhibleri ile berâber olmakdan geçer" demişdik. Tarîkat-ı aliyye de işte bu esâs üzerine kurulmuşdur. Zâten Ashâb-ı Soffe de, ilk dervîşler olarak kabûl edilmişdir. Mürîd, mürşidine ne kadar sıkı bağlanır, mürşidini ne kadar çok sever, mürşidinden istifâde etmek için ne kadar gayret gösterir ve ne kadar fedâkârlıkda bulunursa, işte o kadar çabuk ilerler ve o kadar yükseğe yükselir. Diğer bir ifâde ile, mürîdin mürşidden istifâdesi, halkdan uzletine ve mürşidine teslîmiyyetine bağlıdır.