9 Kasım 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, o 18. namaz vakti ki, 18 vakit ne oluyor, üç gün 15, dördüncü gün üçüncü namazda dışarı çıkdı. Çünkü evleri câminin içindeydi. Ebûbekir Sıddîk mihrâba geçmek istemiş, geçecekmiş, Efendimiz kapıyı açınca, döndü bakdı Peygamber çıkıyor, mihrâbdan geri çekildi. Fakat Efendimiz işâret etdi eliyle, "Geç namazı kıldır" dedi. Yani "Benim hâlim yok" demek istedi ve ona iktidâ etdi, arkasında namaz kıldı ve onun imâmetinin câiz olduğunu gösterdi.
Burada bazı incelikler var, onları söylemeden geçmeyeceğiz.
Bir eli Hazret-i Abbâs'ın oğlunun elinde, amcasının oğlu Abdullah ibn Abbas'ın omuzunda, bir eli Hazret-i Ali'nin omuzunda olarak mescide geldi, getirdiler. Namazdan sonra yürüdü, getirildi ama ayakları yerde sürünüyor yani basamıyor yere ayaklarını. Öyle getirdiler, omuzda. O hâlde gene iki rekat namaz kıldı.
Gösterdi ki, insan hasta da olsa, rûhunun istirahati ibâdet ve tâat iledir. Onu gösterdi. Onun için insan bazen canı sıkıldığı vakitde, Cenâb-ı Hakk'ı zikretdi mi ya Cenâb-ı Hakk'a ibâdet kıldı mı, hemen o sıkıntısı üzerinden gider, hemen saâdete kavuşur o kimse.
Evet, sonra minbere çıkdı yani kürsüsüne çıkdı, oturdu. Dinleniyordu yani. Rahatsız ayakları. Sonra ayağa kalkdı. Allah'a hamd ü senâ etdi.
Biz de her husûsâtda, her işimizde Allah'a hamd ü senâ edeceğiz. Allah'ın verdiği her nimete şükredeceğiz. Allah'ın verdiği nimetlere şükredersek, Cenâb-ı Hakk bize ziyâde kılacak. Esteîzübillah, "لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ le in şekertüm le ezîdenneküm". "Eğer verdiğim nimetlere şükrederseniz, ben size ziyâde kılarım" diyor. Kim ki elindeki nimetin ziyâdeliğini istiyor Rabbine şükretsin.
Evet, şimdi sayalım şükürleri. Şükür demek, "Şükür Yâ Rabbi" diyerek yalnız, mücerred zikir değildir. Gözün şükrü, ibret ile bakmak. Kulağın şükrü, iyi kelâmı dinlemek, hayır kelâmı dinlemek, kötü kelâmlara kulağı tıkamak. Gözün şükrü, ibretli bakmak, kötü şeylere nazar etmemek. Çünkü Allah gözkapağı vermiş, bu gözkapağının demek ki bir manası var ki, bakılmayacak yerler var demek ki, perdeyi indireceksin. Lisân kezâ öyle. Dilin vazîfesi, şükrü, Allah'ı zikretmek. Kalbin şükrü, Allah'ı sevmek. Güzelliğin şükrü, iffet, ırz ve nâmusunu muhâfaza etmek. Malın şükrü, zekâtını vermek, sadakâtını vermek, yoksullara yardım etmek, açları doyurmak, çıplakları giydirmek, susuzlara su vermek. Vücûdun şükrü, Allah'a secde etmek. Rûhun şükrü, Allah'a oruç tutmak.
Sonra Allah'a hamd ü senâ etdi. Sonra dedi ki, "Bugün benim ömrümün son günü, dünyâda ömrümün son günü, âhiretimin ilk günüdür. Ben size şefkatli bir anne, merhametli bir baba, vefâkâr bir kardeş gibiydim, her derdinize ortak idim. Allah'dan aldıklarımı size tebliğ etdim. Allah'ı kendime refîk tutmasaydım, sizden birini kendime kardeş seçerdim, arkadaş seçerdim. Ama ben Allah'ı kendime refîk tutdum". Sonra tekrar söyledi ve dedi ki, "Şimdi beni iyi dinleyiniz. Bana kulaklarınızı veriniz. Kime vurdumsa işte Muhammed karşınızda duruyor, gelsin vursun. Kimin malını aldımsa, gelsin malını benden alsın". Üç defa tekrar etdi böyle, bağırdı. Ve ayakları titriyordu rahatsızlıkdan.
Sonra bir zât, halkı yararak, bir fukarâ yani sahabenin fakîrlerinden bir zât, halkı böyle yararak geldi Huzûr'a durdu, ayakda. Dedi ki, "Benden siz on dirhem almışdınız", on dirhem altın yani, "almışdınız, bu parayı bana vermediniz, iâde etmediniz". Dedi ki, "Sen doğru söylüyorsun, müslüman, mü'min, yalan söylemez, bana hatırlat bunu" dedi. "Nerede aldım?". O zât dedi ki, "Yâ Resûlallah, sen mescidden dışarı çıkmışdın, bir fukarâ senden bu on dirhemi istedi, senin yanında yokmuş, bana döndün dedin ki, sende on dirhem varsa bu fukarâya ver, sonra gel benden al dedin. Ben fukarâya on dirhemi verdim fakat gelip sizden o parayı almadım. Ben bir hak taleb etmiyorum ama siz böyle dediğiniz için ben bunu söylüyorum. Helâl ü hoş olsun". "Hayır" dedi Cenâb-ı Peygamber. "Olmaz öyle şey" dedi ve Hazret-i Ali'ye emretdi, dedi ki, "Yâ Ali buna on dirhem verin" dedi. Hakkını alsın diye.
Şimdi burada bir manâ var. Muhtâc olan kimse sana mürâcaat etdiği vakitde, yanında ona yardım edecek paran dahi olmasa, ödünç alıp vereceksin. Ama bunu yapma kudretine mâlik değilsen, onu tatlı sözle sav.
Sonra bir zât kalkdı ayağa, dedi, "Ben yalan söylüyorum, dilime sâhib olamıyorum yâ Resûlallah, bana duâ et, ben yalan söylemeyeyim". Çünkü dünyâda yalan her cemiyetde gâyetle kötü bir şeydir. Hattâ katilden daha eşeddir yalan söylemek, daha günahdır. Çünkü katile cezâ var, zinâya cezâ var, içkiye cezâ var, yalana gelince, esteîzübillah, "لَعْنَتَ اللَّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ lanetullahi ale'l-kâzibîn". "Allah'ın laneti kâzibler üzerinedir" diyor Cenâb-ı Hakk Kur`ân'da. Yalan en kötü bir şey. O adam kendi noksanını biliyor, "Aman yâ Resûlallah, duâ et, ben bu yalanı söylemeyeyim". Çünkü mahcûb olacak yarın yevm-i kıyâmetde. Hem dünyâda yüzü kara olur, hem âhiretde yüzü kara olur. Yalanı çıkar çünkü meydana. Ona Peygamber duâ etdi. Diyor ki, "Resûl bana duâ etdi, ondan sonra ben hiç yalan söylemedim" diyor o zât.
Gene burada da bir mana çıkıyor. İnsanlar bazı kötü ahlâklara mübtelâ olduğu vakitde, Allah'a karîb olan zevâtın duâsıyla bunlardan kurtulabilir, onu gösteriyor.
Sonra gene bir zât ayağa kalkdı, o da dedi ki, "Ben" dedi...
Biliyorsunuz ya İslâm'da güneş doğmadan ibâdet var, Sabah Namazı, ki o zaman perde kalkıyor yani, perde kalkıyor. Çok mühim seher vakti. Bizim dervîşler gibi yapmayın, onlar, bizimkiler, gece yorgun düşüyorlar, sabahleyin pek perdeyle filan alakâları yok, pencereyle alakaları var gâliba. Sabah namazına kalkmak lâzım.
"Sabah namazına kalkamıyorum" dedi, şikâyet etdi Cenâb-ı Peygamber'e. Efendimiz duâ etdi ona da. O da, bir daha uyku tutmadı gözünü, sabah namazına kalkdı.
Sonra arkadan gene bir zât halkı yararak Huzûr-ı Risâlet'e geldi bir adam, belli ki fakîr bir adam böyle garîb. Dedi, "Yâ Resûlallah, Allah aşkına kimin hakkı varsa gelsin benden alsın dediniz, bir sefere gidiyorduk, siz bana kamçıyla vurdunuz" dedi. "Kamçıyla vurdunuz sırtıma, kamçıyla ama bu vurduğunuz kamçıyı kasden mi vurdunuz sehven mi vurdunuz bilmiyorum. Yalnız böyle bir hâdise oldu. Allah aşkına dediğiniz için çıkdım. Ben hak taleb etmiyorum ama olan hâdisâtı anlatıyorum" dedi. Sallallahu aleyhi vesellem buyurdular ki, Bilâl oradaydı, Bilâl-i Habeşî, "Yâ Bilâl, git eve, evden benim kamçılarımı getir". O seferdeki kamçısını getirttirdi. Fakat sahabe başladılar ağlamaya. Çünkü hasta Peygamber. Kamçıyla kendisine vurduracak. Feryâd u figân göğe tutdu. Hazret-i Ebûbekir Sıddîk ayağa kalkdı, "Yâ Resûlallah, kamçıyı bana vursun senin yerine". Efendimiz dedi ki, "Hayır, ben vurmuşum kamçıyı, bana vurması lâzım gelir". Hazret-i Ömer gene kezâ, "Yâ Resûlallah, bana vursun". "Yok, sana vurmakla benden sâkıt olmaz, hak budur". Hazret-i Haseneyn, ayağa kalkdılar, torunları yani, çok sevgililer, birisi İmâm-ı Hasen, biri İmâm-ı Huseyn, isimleri orada yazılı bak, "Yâ Resûlallah, dedemiz, sevgili dedemiz, kamçıyı bize vurursa sana vurmuş gibi olur, bırak bize vursunlar". Anlıyor musun ne demek istiyorum? "Bize vuran sana vurmuş gibi olur, bize vursunlar". "Yok evladlarım, oturun. Allah size hayr-ı kesîr versin, olmaz öyle şey. Muhakkak bana vurulması lâzım". Ve kamçı getirildi. Getirildi, o zâtın eline Peygamber kamçıyı verdi, "Al, buyur". O zât sordu şimdi Peygamber'e, "Dedi Yâ Resûlallah kamçıyı bana vurduğunuz vakitde, benim sırtım çıplakdı", malûm ya Arabistan'da ehram giyiyorlar, "ehram kaymışdı, çıplak etime vurdunuz, şimdi sizin sırtınızda entari var, bunun üzerine vurursam kısas yerini bulur mu, hak yerini bulur mu?". "Bulmaz" dedi Peygamber, "mâdem ki çıplak etine vurduk sen de benim çıplak etime vuracaksın". Ve Resûl-i Ekrem sırtını açdı. Resûl-i Ekrem'in mübârek kalbinin arka tarafında, sırt tarafında, sol yok, sâğ-ı sânîsinin arka tarafında bir mühr-i şerîf var, mühür.
yazılı arkasında. O mühürü açdı. O adam kamçıyı atdı ve Peygamber'e sarıldı, başladı öpmeye. Herkes bekliyor. Dedi, "Yâ Resûlallah, benim vücûdumun her bir zerresi bir Ukkâşe olsa sana fedâ ola. Evet böyle bir hâdise oldu ama ben nasıl kalkarım da sana kamçı vurabilirim. Korkuyordum ki ben cehenneme atılayım, senin vücûduna kim el değerse, kim temas ederse, o ateşe yanmaz. Bu korkudan halâs olayım diye bu talebde bulundum ve sana onun için sarıldım" dedi. Ve Resûl-i Ekrem buyurdu ki, "Ehl-i cennetden birini görmek istiyorsanız işte bu zâtı görün" dedi Cenâb-ı Peygamber ve duâ buyurdular. Dersimiz de burada bitdi, tamam bu kadar, bu akşamlık kâfî.
www.muzafferozak.com