27 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Büyük mürşidlerimizden Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri bir sohbetlerinde, " قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يرًا" âyet-i celîlesini izâh ederken buyuruyorlar ki :
Hakk Celle ve A'lâ Kitâb-ı Kerîminde buyurur Hazret-i Peygamber'e : "Şol va'îd olunan nâr-ı cehennem mi hayırlıdır veyâhud cennet-i huld mü hayırlıdır?".
Cennet-i huld diye vasfeder. Şeref üzere şeref, nimet üzere nimet idüğüne işâretden ötürüdür Rabbimizin huld ile tavsîfi. Cennet, devlet üzere devletdir ki, giren ebedü'l-âbâd çıkmaz. Na'îm-i dâim de zâil olmaz. "Dünyâ devleti gibi, vâsıl oluncaya kadar zahmet çekilip ba'de'l-vusûl nice ola, devâm üzere ola mı, yoksa zâil mi ola" denmez. Bâkî ve dâimdir, va'd olunan cennetin vasfı budur. Kezâlik cehennem ki müşrikûn ve ehl-i isyân için va'îd olunan yerdir, vasfı nedir, bildirmişdir ki kullar görsün, bu evlerin hangisin ihtiyâr eder. Âkil bu kadar anlar ki cennet huzûr ve râhat yeridir ki ona sa'y eder.
Ya bu ne ile ele girer? Takvâ ile. Hakk'dan havf ve haşyet, nefsini rızâya muhâlif olan işlerden vikâye etmekle. Yani cennet müttakîler için va'd olunmuşdur. "كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يرًا". Dünyâdaki amelleri ve takvâları hasebiyle cezâlanacak bir yer oldu. Mercî'-i masîrleri oldu.
Dünyâda iken herkese iki nesne tasallut olunmuşdur. Biri şehvet-i batın ve biri dahi şehvet-i fercdir. Şehvet-i batın dediklerine sabır ne müşkil, türlü nimet ister gezer, bir türlüsüne kanâat etmez. Şer'in ruhsat verdiği mertebede helâlinden tenâvül edip haramadan ictinâb ederse ne deriz? Zâhirin tashîh eder. Ancak o hâlde kalır. Himmet ehli olup ehl-i terakkî olamaz. Onu taleb eden kimse, "Islâh-ı tabîat edeyim, sâhib-i terakkî olayım" derse riyâzat ede. Bu kerre şer'-i mutahharın ruhsat verdiklerinden bile nefsini men' eder, açlığa ve susuzluğa sabreder, riyâzat eder.
Meselâ Zünnûn-ı Mısrî yirmi yıl mikdârı bir aşı nefsi arzu eder fakat vermez. Bir gün dervîşlerine, "Falan aşı pişirseniz de bilece yesek" dediler. Fukarâ sevindiler, ol buyurdukları aşı ihzâr etdiler. Aşı yiyecek mahalle gelince, Zünnûn'a bu kerre içeriden nefsi demeye başladı ki, "Hele Zünnûn, yirmi yıldan beri arzu etdiğin aşı sana tedârik etdirdim, nicesin?" deyince, fi'l-hâl çekildi, duruverdi, "Siz yiyin" demeye başladı. "Niçin Yâ Şeyh?" dediler. "Aslı vardır" dedi.
Ol asrın pâdişahı, kuşluk uykusuna yatmışdı. Hazret-i Peygamber'i düşünde görür. Emreder ki, "Matbahında pişen taamdan her ne ise bir sofraya koy, Zünnûn'a götürün, bizim emrimizle alsın, kabûl etsin. Emr ile olanı yesin ve nefsiyle barışsın" denildi. Pâdişah kalkdı, matbahına girdi, et'ımeden bir sininin içine koyup gönderdi. Kapı dakkolundu. Açsalar görseler ki bir sininin içine o arzu etdiği taamdan koymuşlar". Aslı nedir?" diye suâl etdiklerinde, "Aslı şudur, şudur, kabûl buyursunlar" deyince o arzu etdiği mukâbelesinde bu kadar tevkîr ve tazîm ile olan emre imtisâlen kabûl edip tenâvül buyurdular. Sâhib-i terakkî oldular.
Kezâlik bir kimse Zünnûn'u Harem-i Kabe'de görür, ağlar. Dudaklarında zaferan rengi zâhir olup durur. "Nedir, niye ağlarsın?" diye ibrâm ve ilhâc edince buyurdular ki, "Otuz yıldır bir taamı arzu eder gezerdim. Tabîatıma uymayıp murâdın vermemişdim. Yatdım, uyudum, ol murâd etdiğim taamı pişirmişler, önüme getirdiler. İmtinâ eyledim, cennetin hâzini olan Rıdvân, "Bu nimeti sana Rabbin cennetden nasîb eyledi, niçin kabûl etmezsin?" dedi. Aldım yedim. Hâlâ lezzeti damağımdan gitmedi. Ona ağlarım, şöyle lezzet-i safâdan ayrıldım" diye cevâb verdi.
Hâ işte böyledir. Riyâzat bedenindir, mücâhede nefsindir. Bu görünen nefs değildir, biz onu tabîat ile tabîr ederiz. Nefs dedikleri daha içeride, görünmez bir kuvvet-i mutasarrıfedir, âsârıdır görünen. Yedi sıfat ki, kibir ve ucub ve riyâ ve gadab ve hased ve hubb-i mâl ve hubb-i câh, bu yedi sıfat mukâbelesinde yedi cehennem halk olunmuşdur.
Eğer tabîat ve eğer nefs, bu iki sıfat mekrinden ve keydinden ne ile halâs olur kişi? Tevhîd ile. Pes, bir kerre demekle, müşrik, şirk-i celîden halâs olur, îmân haddine dâhil olur. Öyle merâtibe vusûl onunla olunca kişi tevhîde mülâzemet ede. Yoluyla tevhîdin şerefin anladın mı? Tevhîd, tevhîd, tevfhîd! Eğer nefsinin ve eğer tabîatının mekr ve keydlerinden halâs olmak mı istersin, bu kelime-i tayyibeye mülâzemet eyleyesin.
Rabbimiz tevfîk ve hidâyet eyleye. Âmîn.