Rızâ-yı İlâhîye Tâlib Olmak

15 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas
Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Rızâ-yı Hakk Teâlâ'yı taleb, yine Hakk'ın rızâsı içindir. Yoksa izhâr-ı keşf ü kerâmet için ve nefsin safâ-yı rûhânîsi için olmaz. Zîrâ terk-i edebdir. Sa'y ve mücâhede ve lutf ve ihsân ve zikr ve fikr ve hayr ve hasenât ve in'âmın Hakk rızâsı için olup, cennet ve hûr ve kusûr ve huzûr-ı Yezdân için olmasın, kâmil olsun. Ve nefsin kemâli sebebiyle kutb olayım ve gavs-ı a'zam olayım ümmîdiyle olmasın. Ve cümle ef'âl ve akvâlin mukâbelesinde Hakk'dan ücretim rü'yetdir me'mûliyle olmasın. Ücret me'mûlü, ağasından ancak ırgatlara olur, merdân-ı Hudâ onu iritkâb etmezler. Hakk Teâlâ ezelde seni her ne makâma lâyık görüp halk etdi ise, ihsân eder. Amelin mukâbelesinde velî olmak me'mûlün olsa, me'mûlü terk edüp, "es'elüke rıdâke (rızânı isterim)" demeli. Hattâ amelin mukâbelesinde ücret olarak Hakk Teâlâ seni kutb eder, me'mûl etdiğinde senede bir kerre tecellî-i cemâl edecek ise, me'mûlü terk edüp, "es'elüke rıdâke (rızânı isterim)" desen, belki günde bir kerre tecellî-i cemâl eder.
Bâb-ı rızâda tarîk-i Hakk'ın harem-i kudse akreb olanı ve gâyetle ahsen ve âsânı budur ki, sende ef'âl ve akvâl ve 'ibâdât ve hayrât ve hasenât ve zikr ve fikr ve huzûr ve murâkabenin ve cemî' ef'âl-i hasenenin hâssasından ve nûrundan ve ecrinden bi-gayrı hisâb olursa dahi bir zerre kadar kendi nefsin için hıfz etmeyüp, cümle evliyâ ve enbiyâ ve mü'minîn ve mü'minâtın ve 'usât-ı müslimînin ervâhına hediyye eyleyüp, 'amel-i sâlihden bir 'amel etmemiş ve 'indallah kıymet eder bir fiil senden sâdır olmamışdır, sen hemân mutlak bir topraksın, toprakdan dahi alçaksın. Zîrâ toprakda neler var ki nice bin emâneti hıfz edüp, rûy-i zemînde olan mahlûkların rızkların bitirüp, nice mekrûhları tebdîl edüp pâk eyler. Sende ne hâssa vardır ki, benim lâşem yere düşse, ol mahalde çürüse, yerinde bir ot dahi bitmez deyüp, nefsine fırsat verüp, "ene" deyüp âsî olma. Zîrâ Bayezid-i Bistâmî Hazretleri, yetmiş yıllık ibâdet ve tâatinin sevâbını rızâenlillah sırrına nâil oldukda, iki paraya satıp taksîm etmişdir. 
Zîrâ nefs kendinden sâdır olan 'amelleri, rûhü'l-kuds ile Hakk'ın beyninde perde olduğun bilüp, hîle ile ücret me'mûlüyle, sevâbdır, nûrdur diye gönülde saklar ki, senin rûhun tecellî-i cemâlden mahcûb ola. "Ol nûr ki 'abd ile Hakk beyninde perde ola, bana lâzım değildir" demek, kemâl-i irfândandır. Cümle gafletde Hakk'dan mahcûb, esrâr-ı ilâhîye vâkıf olamadıklarından ancak ilm ü amellerine ittikâ edüp derler ki, "Huzûr-ı Hakk'a vardığımızda elimiz boş bulunmasın". İbâdetlerimiz ve nâfilelerimiz ve hatm ve Kur`ân ve zikr ve tevhîd ve ihlâsımız ve sevâblarımızın cümlesi yedimizde sermâye-i saâdetdir. "اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟" dır. Va'd-i kerîmi vardır ki amelimiz ücreti ısyânımızı afv edüp elbette cennete idhâl eder ve bize hûri kızları ihsân eder ümîdiyle "لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ" âyetin okurlar. El-ân mukarrabîn kullarına ihsân eylediği cennet-i irfândan gâfil olup, cennet dediği cennetin adı nedir bilmez. Hânenin lâzım olan sâhibidir. Bilmeyen hânesinin tâlibidir. Bilmeyüp ve kalb-i selîmi bulmayup gelecekde ararlar. "El-intizâr eşeddün mine'n-nâr (beklemek ateşden şiddetlidir)". 
Ücret me'mûlüyle ibâdet edenler, "Şu kadar bu kadar oruç ve sâir ibâdât hediyyelerim ile yâ Rab kapuna geldim, kabûl edüp hediyyelerim mukâbelesinde bana cennet ve hûr ve gılmân ve kusûr" diye yedinde olan metâ'ları pâdişahlar pâdişahına gönderdikde, Hakk Teâlâ yüz yirmi dört bin peygamberinin ve Habîbi Fahr-i Âlem'in ve ümmetinin insân-ı kâmillerinin ihlâsıyla bî-garaz ve bî-illet mutlak rızâsı için eyledikleri tâati hazînelerini açup, ol sâile yani âbide gösterdi. Ol sâil kendi yedinde ittikâ etdiği şirk-i hafî ile ve gafletle olan cemî' ibâdâtı metâ'ını arz etdiğinden nice nâdim olmaz. Maa-hâzâ, "وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا" buyrulmuşdur. Şirk-i hafî ile, ucubla,  ücret me'mûlü ile pür-garaz ve pür-illet olan ibâdâtı öyle kerîm ve alîm pâdişaha arz etmek, gaflet ve hamâkatdir. Ârif ve âgâha lâyık olan budur ki, bâb-ı şâha ki fenâda gönül kapısıdır, o lutfa vardıkda bilcümle tehî-dest ve bî-vücûd ve muhtâç ve aç, zelîl ve hakîr ve fakîr ve nâçâr huzûr-i manevîde boynu bükük, tehî-dest, elleri bağlı, mahv ve fânî olup, lâ şey olup durmalıdır.
Listeye geri dön