Rûh Hakkında

9 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin eliyle müslüman olan Amerikalılardan birisi rûh hakkında bir soru sordu, "Bir cesedden çıkan rûh başka bir cesede giremez mi?" dedi. Efendi Hazretleri, "Hayır, olmaz öyle şey" buyurdular. Sonra dediler ki :

Ondan şu soruyu beklerim ben. Âlem-i ulvîden olan rûh nasıl cesedde haps olur, durur? Onu bana sorsun soracaksa eğer. Elli sene, altmış sene cesedde haps oluyor, duruyor içerisinde, sonra öldüğü vakitde nasıl çıkıyor? Bunu sorsun bana. Öteki kolay o. Bunu sorarsa ben ona ufacık bir şey söyleyebilirim. Allah vücûda rûhu nefh etdiği vakitde, "وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي ve nefahtü fîhi min rûhî, biz rûhumuzdan vücûda nefh etdik" diyor Allah, bu sözün tesiriyle rûh sarhoş olur, onun için bedende kalır. Altmış sene, yetmiş sene sonra, "يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ * اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ yâ eyyetühe'n-nefsü'l-mutmainne, ircı'î ilâ rabbik, ey mutmainn olan nefs, Rabbine dön" dediği vakitde o çıkıyor işte. Bu sözden ayılıyor ve dışarı çıkıyor.
Bu nefs-i mutmainneye böyle oluyor. İkincisi, Cenâb-ı Hakk diyor ki, "Habîbim, sen zâlimlerin rûhu çıkarken görsen, melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak çıkarırlar" diyor. Böyle kimselerde çıkmıyor rûh. Çünkü "İrcıî" emri yok. "İrcıî" emri olmadığı için sopayla dayakla çıkıyor dışarıya. Çıkmak istemiyor çünkü. 
Başka bir âyet-i kerîme daha var. "وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًاۙ * وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًاۙ ve'n-nâzi'âti garkan ve'n-nâşitâti neştâ" âyet-i kerîmesinde, üç yüz altmış melek sarılır, insanın vücûdunda ne kadar damar varsa, her damar dikenli tel gibi olur, öyle çıkarırlar dışarı diyor.

Amerikalılardan biri sordu, "Rûh âlem-i ervâhda kalır, onun bir nebzesi mi vücûda girer yoksa tamâmı mı girer?" dedi. Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Bir rûh var ki o rûhdan söz olmaz. Sûre-i İsrâ'da, "وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلًا yes'elûneke ani'r-rûh, kuli'r-rûhu min emri rabbî vemâ ûtîtüm mine'l-ilmi illâ kalîla" âyet-i kerîmesindeki rûh, rûh-ı sırdır. Bu rûh-ı sır ne hâriçde, ne dâhildedir. Bunun mâhiyetini Allahu Sübhânehû ve Teâlâ bilir. Ondan gayrı vücûdda haps olan rûhlar vardır. Ama bunların hepsinin birbiriyle ilgisi var.

Hâzirûndan biri, "Daha önce kâmil insan vuslatdadır demişdiniz, kâmil bir insanın rûhu da hapisde midir?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Hapis ama bildiğin hapis değil. Dünyâda bütün insanlar hapisdedir. İki türlü hapis var. Bir, dünyâda sicn vardır yani hapishâne dediğimiz yer. Bir de bu âlem yine hapisdir. Nedir o? Suyla çevrilmiş, havayla döndürülmüş, başka bir yere kaçamazsın, gidecek yer yok. Kâmilinki dünyânın içinde haps olma gibidir. Kâfirinki hapishânede, zindanda haps olma gibidir. Onun da gene aşağı doğru derekâtı var. Hilkati abdiyyete dönmesidir. Çünkü insanın iki vechesi var. Bir vilâyet kısmı var, Allah'a olan vechesi, bir de abdiyyet kısmı vardır. Yani yemesi, içmesi, vücûdunun ihtiyaçlarıyla meşgûl olması. Abdiyyete döndüğü vakitde firkate gider. Vilâyet sıfatı olduğu vakitde vuslatdadır. 

Aynı kişi, "Mesnevî'nin başında dinle neyden çün hikâyet etmede, ayrılıklardan şikâyet etmede diyor, neyden remz de insân-ı kâmil olduğuna göre bir ayrılık şikâyeti var gene" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Ayrılık şikâyeti var ama dediğim gibi, abdiyyete döndüğü vakitde. Hakk'la beraber olursa, "وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ve nahnu akrebu ileyhi min habli'l verîd", Allah diyor ki, "Ben size can damarınızdan daha yakınım" diyor, bunun farkına vardığı vakitde, o da Hakk'a yakın olduğu vakitde kalmaz firkat. Ama abdiyyete döndüğü vakitde, abd olduğu vakitde, o vakit firkati vardır. Vilâyet sıfatına büründü mü firkat kalkar. Ayrılıkdan vuslata gidiyor sonra çünkü.
Orada "ayrılıklardan şikâyet etmede"nin manâsı başka. Umûmî kâide o. Ayrılık olmayınca vuslata gidilmez. Firkatden vuslata gidilir. Onu söylüyor Hazret-i Mevlânâ. Umûmî olarak bütün beşerin ahvâli ayrılıkdadır. Ama vuslat var sonra, nihâyetinde. Vuslata gidiyor nihâyetinde.

"Bu hâl devamlı mıdır, yoksa gelip gider mi?" diye sorulunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Gelip gider. Zâten tahammül edemez, kaldıramaz. Bir çok şey var ki o hâl devam etse insan kaldıramaz. Meselâ bir felâketin acısı hep böyle devâm etse insan yaşayamaz. Bir müddet sonra unutursun kederi, gaflete girersin. Gaflet bir nimetdir.

Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâm bunu göstermiş. Kabe-i Muazzama'nın fethi günü diyor ki Hazret-i Ali'ye, "Çık yâ Ali omuzuma, putları kır" diyor. Demiş, "Yâ Resûlallah ben senin omuzuna nasıl basabilirim?". Demiş, "Bas yâ Ali, kır". "Yâ Resûlallah sen benim omuzuma bas" deyince, "Sen bugün beni kaldıramazsın, erirsin benim altımda" demiş. Bu şimdi zâhirî ve târihî bir vukûât. Bir de bâtınî, tasavvufî manâsı var, "Benim Hakk'la öyle bir zamanım olur ki" diyor Cenâb-ı Peygamber, "o vakit, ne melâike-i mukarrabîn, ne Cebrâil, ne Mikâil bu esrâra vâkıf olabilirler". Vilâyet sıfatı bu Peygamber'in. Ama abdiyyete döndüğü vakit, âilesi ile yatıyor, kalkıyor, yıkanıyor, yemek yiyor, su içiyor filan. Ama vilâyet sıfatına büründüğü vakitde, bak, gözün akıyla karası birbirine ne kadar yakın, ondan daha yakın oluyor Allah'a. "fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ".

İnsan da öyledir. İnsanlar da yüceldiği vakitde, hattâ isterse yücelmesin, bidâyetde olsun, bakarsın bir gün gelir, kalbi açılır, ferahlanır, Allah'a yönelir, o vilâyet sıfatıdır işte. Bazen de uğraşır uğraşır o makâmı alamaz, hep dünyâ onu meşgûl eder. Bu da abdiyyet sıfatıdır. Bir gün zikrullaha giriyorsun, zevk alıyorsun, kendinden geçiyorsun, uçuyorsun semâları filan geçiyorsun. İşte vilâyet sıfatı. Bir gün giriyorsun zikrullaha, yorgunluk hissediyorsun ve zevk almıyorsun. Abdiyyet sıfatı. 

Şimdi burada bir mesele var. "Gafletle yapdığımız zikrullahdan biz ecir alır mıyız Allah tarafından?" diye sorarsak, müjde vereceğim, evet alırız. O vecde gelenler var ya içimizde, üç kişi vecde gelse, diğerlerini o üç tâne vecde gelene bağışlıyor Allah. Onlara bağışlıyor. Hattâ oturanlar bile, zikretmeyip de böyle otursa baksa, o oturanlar da zikredenlere bağışlanır. İllâ ki aşk meclisinde buluna. 

www.muzafferozak.com

Listeye geri dön