Rûh Nedir Ne Değildir?

9 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Ruh

Rûh meselesi, en mübhem meselelerdendir. Yani bilinmesi, anlaşılması en müşkil şeylerden biridir rûh. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîminde "وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلًا yes'elûneke ani'r-rûh, kuli'r-rûhu min emri rabbî vemâ ûtîtüm mine'l-ilmi illâ kalîla" buyurmuşdur. Âyet-i kerîmede beyân olunduğu üzere, "Rûh nedir?" diye sorsalar, "Rûh şudur" diyerek kolayca cevâb vermek kâbil değildir. Zîrâ rûh elle tutulmaz, gözle görülmez, akılla kavranmaz, diğer hislerle idrâk edilmez. Nûrânî, latîf bir cevherdir rûh. Bu yüzden âlimlerin çoğu rûh üzerinde pek durmamışlardır, "Rûh ilâhî bir sırdır, onun mâhiyetini ancak Allah bilir" deyip geçmişlerdir. Rûh hakkında konuşanlar, daha çok âriflerdir, ilm-i ledünn sâhibi velîlerdir. Şimdi ehlullah hazerâtının beyânı üzere rûhun ne olup ne olmadığı hakkında bir iki şey söyleyeceğim.

Rûh, Cenâb-ı Hakk'ın kâbiliyyeti olan varlıklara sirâyet eden feyz-i ilâhîsinden ibâretdir. Şöyle ki. Bir kadınla bir erkek bir araya gelir de, erkeğin nutfesi kadının yumurtasıyla birleşir ve ana rahminde cenin meydana gelirse, bu cenin rûhu kabûle müstehak ve müstaidd olur ve canlanır. Yani rûhu kabûle müsâid ve müstaid bir varlık olması hâlinde, Cenâb-ı Hakk'ın cûd-ı ilâhîsi o varlığa can verir, rûh bahşeder. 

Diğer bir misâli de şudur. Bir kandil düşünelim, yağı var, fitili var, yanmaya hazır hâlde. Buna küçücük bir ateş dokundurulsa hemen yanar, ışık vermeye başlar. Beden itibarıyla rûhu kabûle hazır olan insan, yanmaya hazır bir kandil gibidir. Allah tarafından nefh vâki olunca hemen canlanır. Kandil yerine ampul yâhud elektrikle çalışan bir cihaz da düşünülebilir. Ampul yâhud cihaz sağlamsa, elektrik verildiğinde çalışacakdır. Elektriğin kaynağı santraldır, her yere o merkezden gitmekdedir.

Cenâb-ı Hakk feyyâzdır, lâyık olana feyzini verir, katiyyen esirgemez. Bunu güneş misâli ile de îzâh edebiliriz. Güneş ışık kaynağıdır, ışığını saçarken şuna vereyim, buna vermeyeyim demez. Hangi nesnede o ışığı almaya kâbiliyyet varsa, alır. Yani güneş her yeri aydınlatır, yeter ki aydınlanmaya müsâid bir nesne olsun ve arada bir engel bulunmasın. 

"Rûh, kadîm midir, mahlûk mudur?" meselesi de böylece tebeyyün ediyor. Rûh, kaynağı itibarıyla mahlûk değildir zîrâ ilâhîdir ama tezâhürü itibarıyla mahlûkdur daha doğrusu hâdisdir, kadîm değildir. Misâlini şöyle verelim. Bir ayna düşünün, paslı. Karşısında bulunan eşyâyı göstermiyor. Ne zaman ki o ayna parlatılıyor, karşısında bulunan şeylerin sûreti aynaya aksediyor. Ayna daha önce de vardı fakat sûretleri aksettirmeye müsâid durumda değildi. 

Rûh, Feyyâz-ı Mutlak'dan feyezân eden akıp gelen bir feyzdir demişdik. Peki nasıl oluyor bu akış, ne sûretle cereyân ediyor? Bu akış, bir kabın içindeki suyun bir mahalle dökülmesi gibi değildir. Çünkü bu durumda suyun bir kısmı bulunduğu yerden ayrılıyor, oradaki su azalıyor. Halbuki feyz-i ilâhî bir şeye akmakla azalmaz, parçalanmaz, bölünmez. İlâhî feyzin bir yere akması, güneş ışığının bir yere çarpması gibidir. Orası aydınlanır, güneşin parlaklığında bir eksiklik meydana gelmez. Diğer bir misâl ayna misâlidir. Bir insan aynaya baksa, yüzü aynaya akseder. Yüzünden bir şey eksilmez, yüzünden bir kısım kopup aynaya intikâl etmez.  

Bir de şu mesele var. "Rûh, insanın vücûdunda mıdır, hâriçde midir?". Rûh, suyun kabına girmesi gibi girmiyor vücûda. Bu tarz bir akış, cisimler içindir, maddî varlıklar için sözkonusudur. Rûh ile bedenin alâkası, akıllının akılla, ilmin âlimle, karalığın kara bir şeyle alakâsı gibi de değildir. Çünkü bunlar arazlara mahsûs sıfatlardır. Halbuki rûh, araz değildir, manevî bir cevherdir. Öyle bir cevher ki, hem kendini biliyor, hem Rabbini biliyor. Arazlarda bu kâbiliyyet yokdur. 

Rûh, bir cevher olduğu için, parçalara ayrılmaz, bölünme kabûl etmez. Şey'-i vâhiddir. Yine aynı sebebden rûh, mütehayyiz de değildir, yani mekâna bağlı değildir rûh. Yani rûh bedene bağlı da değildir, bedenden ayrı da değildir. Bir yere bağlı olmak ve ayrı olmak cisimlere âid bir husûsiyyetdir. Rûh cisim olmadığı için, bir mahalle girmekden, çıkmakdan, cisimlere bitişmekden, cihetle mukayyed olmakdan münezzehdir. Rûh, mekândan bağımsız olduğu gibi zamandan da bağımsızdır. Yani rûh yaşlanmaz, değişmez.

Bazıları "وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي ve nefahtü fîhi min rûhî" âyet-i kerîmesinden yanlış bir manâ çıkarıyor "min" kelimesine bakıp, rûhu Cenâb-ı Hakk'ın bir cüz'ü zannediyor ki bu, büyük bir hatâdır. Cenâb-ı Hakk'ın "Kendi rûhumdan" demesi, insan rûhunu kendisine izâfe etmesi, insanın Hakk'la münâsebetini gösteriyor, Allah'la insan arasında husûsî bir nisbete işâret ediyor. Nitekim Hakk'ı bilmek, Hakk'ı bulmak, Hakk'la olmak ancak rûhla mümkün oluyor. Ne akılla, ne ilimle ne de başka bir şeyle buna imkân bulamıyor insan.

Listeye geri dön