Rûh ve Âlem-i Ervâh

8 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

İsmail Hakkı Bursevi

İsmâil Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde "اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ" âyet-i celîlesini îzâh ederken buyuruyorlar ki :

'Âlem-i halkın evveli, 'âlem-i ervâhdır ki feyz-i mukaddes-i ilâhî ile vücûd bulmuşdur. Ve 'âlem-i emrin evveli bi-hasebi’t-ta'ayyün, hüviyyet-i zâtiyye-i ilâhiyyedir ki şuûn-i müstecinne-i gaybiyye 'âlem-i 'ilm ve arsa-i cilâya feyz-i akdes ile mansab olup geldi. Ve ona feyz-i akdes denildiği kuds-i zâtî ile mukaddes olduğundandır. Nitekim 'âlem-i halka göre feyz-i mukaddes denildi ki kuds-i sıfâtî ile mukaddes olduğundandır. Mertebe-i zât ise ziyâde ahmâ ve akdesdir. Zîrâ ne kadar gâile ve ihtilâf zuhûr etdiyse 'âlem-i sıfatda zuhûr etmişdir. Ve bizim âlem-i sıfat dediğimiz 'âlem-i 'ilm değildir. Zîrâ 'âlem-i esmâ ve sıfat 'âlem-i ceberûtdur ki mahfûzdur. Belki murâd 'âlem-i halka göredir ki ona 'âlem-i melekût derler. Zîrâ 'âlem-i melekûtun taraf-ı a'lâsı ervâh ve taraf-ı esfeli ecsâmdır. Ve ervâhın evveli 'akl-ı küll ve rûh-i Muhammedî'dir ki bunda madde ve müddet i'tibâr olunmadığından "Rûh, 'âlem-i emrdendir" denildi. Maksûd, "Âlem-i vücûbdan nefes- i rahmânî ile hâsıl olmuş nesnedir" demekdir ki işâret-i hissiyye kabûl etmez. Onun için rûhu 'âlem-i vücûba sefer eden bildi, gayrısı bilmedi. Ve "Rûh, mechûl-i mutlakdır" demek söz değildir. Zîrâ "قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي" 'ayn-ı ta'rîfdir.

Ve ecsâmın evveli 'arşdır ki bunda mâdde ve müddet i'tibâr olunduğundan "Cisim, 'âlem-i halkdandır" denildi. Maksûd, "Nefes-i rahmânîden tevellüd eden nesnenin eseridir" demekdir ki işâret-i hissiyye kabûl eder. Nitekim rûh-ı ilâhînin eseri olan rûh-ı hayvânî işâret kabûl eder. Zîrâ mebde-i hiss ve hareket olan kuvvet ve buhâr-ı latîfdir ki cesede münbess ve müteferrık olmuşdur. Ve cesede gerçi rûh denilmez, velâkin rûh-ı hayvânînin ona hulûlü ve onunla ittihâdı olduğundan hükm-i vâhidde kalınmışdır. Nitekim rûh-ı insânî tedbîr ve tasarrufla cesede murtabıtdır ki bu i'tibâr ile cesed ile birdir. Ve bu ma'nâdan ötürü 'ârifler cisim ve rûhu 'âlem-i emrden kılmışlardır. Zîrâ eserin eseri dahi eserdir. Ve burada vâcid-i muhakkıka göre dahi söz vardır ki mezâlik-ı akdâmdan olup halkın fehmine sığmadığı ecilden tayy olundu. Zîrâ "Vücûd-ı Hakk, vücûd-i halka bi'l-külliyye mugâyirdir" diyenlerle mükâleme dürüst olmaz.

Âlemler beş mertebedir. Âlem-i şehâdet, âlem-i misâl, âlem-i melekût, âlem-i ceberût, âlem-i lâhût. Buna hazerât-ı hamse derler. Bu gördüğümüz âleme, şehâdet âlemi yâhud mülk âlemi diyoruz. Elle tutulan, gözle görülen, maddeye ve zamana bağlı olan âlemdir bu. Bunun üstünde, âlem-i misâl vardır ki rüyâların görüldüğü âlemdir bu, onun için hayâl âlemi de derler buna. Misâl âleminin üstünde ise âlem-i ervâh vardır ki melekût âlemi de derler. Bu âlemde ne madde vardır ne zaman. Şehâdet âleminde ne varsa, bu âlemde bir karşılığı vardır. Vardır ama bu varlık maddî değildir, değişken değildir. Bu âlemdeki varlıklar, mücerred manâlar, özler, rûhlar mâhiyetindedir. Zâten o yüzden rûhlar âlemi denilmişdir bu âleme. Meselâ insanı ele alalım. İnsanın bedeni şehâdet âlemindendir, maddî unsurlardan, sudan, toprakdan meydana gelmişdir çünkü. Rûhu ise âlem-i ervâhdandır. Çünkü insan rûhu, ilâhî bir nefhadır, yani Hakk'ın bir tecellîsidir, maddî değildir, değişken değildir. Onun için rûhu göremeyiz, beş duyu ile hissedemeyiz. Yine onun için insan ölünce yok olan bedenidir, rûhu yok olmaz.

Listeye geri dön