15 Şubat 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Lugat manâsı itibarıyla rûhâniyyet, rûhla alâkalı demekdir. Istılahî manâsı ise, rûhun cisme hâkim olması, ruhânî kuvvetlerin cismânî kuvvetler üzerine gâlib olması, maneviyyâtın maddiyyâta üstün gelmesi demekdir. Allah dostlarının, tasarruf kâbiliyyetine de rûhâniyyet tabir edilmesinin sebeb-i hikmeti budur. Tasarruf sâhibi velîlerin kendilerinden yardım isteyenlerin yardımına koşmaları da rûhâniyyetleriyle olur. Bu yüzden sôfîler "Himem-i rûhâniyyet-i evliyâullahı üzerlerimize sâyebân eyle yâ Rabbi" diye duâ ederler.
Malûm ya her şey zıddıyla kâimdir, mâdem ki cismâniyyet vardır öyleyse bunun mukâbili olarak rûhâniyyet de vardır. Meselâ insanın bir maddî kısmı vardır, bir de manevî tarafı vardır. Maddî olan kısmı, bedenidir. Beden, cismânîdir. Manevî olan kısmı ise rûhudur. Rûh, madde olmadığı için cismânî değildir, manevî bir varlıkdır. Rûh, zamanla mekanla yâhud fizik kâideleriyle mukayyed değildir. İşte rûhâniyyet denildiği zaman rûhla alâkalı bir takım husûsiyyetler anlaşılır.
Rûh, nefha-i ilâhî olması hasebiyle bedenden çok farklı özellikler taşır. Bedenin sâhib olmadığı pek çok kâbiliyyet rûha verilmişdir. Bedenin âciz olduğu pek çok işi rûh kolaylıkla yapabilir. Yeter ki rûh bedenin esâreti altında azıksız, nefessiz kalmış olmasın.
Rûhâniyyetin ne olduğunu daha iyi anlamak için rûhun mâhiyetini de biraz bilmek lâzımdır. Rûhun iki yönü vardır, biri Hakk'a bakan yönü, diğer halka bakan yönüdür. Hakk'a bakan yönü rûhun nefha-i ilâhî ve nefes-i rahmânî olmasındandır. Halka bakan yönü ise, rûhun bu âlemdeki sûretlerle ve cisimlerle irtibatlı olmasındandır. Meselâ rûh olmasa beden bir işe yaramaz, ona cân veren, onu sevk ve idâre eden rûhdur. Ne var ki, eğer rûh bedenin mahkûmiyeti altında olursa, tıpkı zindandaki bir mahkûm gibi, kuvvetini kaybeder, yapabilecek olduğu şeyleri yapamaz. Ne zaman ki rûh nefse galebe eder, nefsi mahkûmiyyeti altına alır, işte o zaman rûhun kuvveti açığa çıkar.
Rûhâniyyeti, rûhun Hakk tarafından aldığı kuvveti halk tarafına aktarması şeklinde de tarîf edebiliriz. Her rûh sâhibinde az ya da çok vardır bu kâbiliyyet. Ama bi'l-kuvve yani potansiyel olarak vardır. Bu kâbiliyyeti açığa çıkarmak çalışmaya bağlıdır. Bu da nefs ile mücâhede etmekle, rûhu nefsin elinden kurtarmakla ve memleket-i insâniyyeye rûhu hükümrân kılmakla olur. Yani önce insan kendi nefsi üzerinde tasarruf sâhibi olmalıdır ki diğer mahlûkât üzerinde de tasarrufda bulunabilsin.
Evliyâullahın kerâmâtı ve tasarrufâtı, işte bu rûhâniyyetden gelir. Onlar, rûhlarını öyle kuvvetlendirmişlerdir ki, hiç kimsenin güç yetiremeyeceği işleri, kolaylıkla yaparlar. Uzak mesâfeleri göz açıp kapayıncaya kadar kat edebilirler. Zamânı ve mekânı dürebilirler, istedikleri vakit istedikleri yerde olabilirler.
Rûhâniyyet tabiri mekânlar için de kullanılır. Meselâ "Ne rûhaniyyetli bir câmi" deriz. Burada rûhâniyyet, o mekânın insana huzûr veren, kalbe inşirah veren bir yer olduğunu ifâde eder. Ya orada bir Allah dostu vardır. Ya bir velînin kabri vardır orada. Yahud sâlih insanlar, ibâdetle ve zikrullahla o mekânı nûrlandırmışlardır.