8 Nisan 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine Amerika'daki bir sohbetlerinde rüyâ hakkında sorulunca buyurdular ki :
Umûmî olarak rüyâ, Allahu Teâlâ'nın istikbâl hakkında kullarına bir haber sunmasıdır. Husûsi olarak bizim için, dervîşlerin mertebelerini tesbît etmeye yarar. Rüyâ yalnız müminlere mahsûs değildir. Yani Allahu Tealâ'yı inkar eden münkirlerin yâhud Allah'a şirk koşan müşriklerin dahi rüyâları çıkabilir. Hayvanlar da rüya görebilir. Hattâ Türkçede bir darb-ı mesel vardır. "Aç tavuk kendini arpa anbarında görür" derler. Hayvanın gördüğü rüyâ da kendi mertebesi kadardır. Bir peygamberin rüyâsı ile sıradan bir insanın rüyâsı müsâvî olmaz. Peygamberlere gelen vahiy rüyâ ile başlar.
Bir de rüyaya taleb vardır, tâlib olmak. Ona istihâre denir. Hattâ ashâb-ı kirâm diyor ki, "Kur`ân nâzil olduğu vakitde, Peygamber bize âyetleri nasıl talîm etdiyse, istihâreyi de öyle talîm etdi". Buhârî-i Şerîf'de aynen böyle kayıtlıdır. Bir rüyâ var, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ kullar taleb etmeden gösteriyor, bir de kulların taleb ederek rüyayı görmeleri var.
Sonra, rüyâyı gördükden sonra bir de görülen rüyânın yorumlanması meselesi var. Yorumlama meselesi ehemm-i mühim. Şimdi bir kıssa anlatacağım. Vaktiyle bizim tarîkimizde olan bir hâdise bu.
Vaktin şeyhülislâmı, kasasının anahtarını kaybetmiş. Ne yapsın? İstihâre etmiş, acaba anahtarı nasıl bulabilirim diye. Bir rüyâ görmüş, rüyâsında, bahçeye çıkmış, bahçede portakal ağaçları var, portakal ağaçlarından birisinden bir portakal koparmış ve o portakalı kesmiş, anahtar içinden çıkmış. Şeyhülislam uyanmış. Şimdi, rüyâ güzel, istihâre güzel ama portakal nedir ve portakalı kesip içinden kasanın anahtarının çıkması ne demekdir? İşin içinden çıkamadı. Rüyâyı gördü ama işin içinden çıkamayınca, adamlarına dedi ki, "Burada rüyâdan anlayan, tanıdığınız bir insan var mı? Bu rüyâyı halledecek kimse var mı?".
Nasıl ki vaktiyle Hazret-i Yûsuf zamanındaki Mısır Sultanı rüyâ görüp rüyâsını tabir ettirmek için muabbir aradığı gibi, şeyhülislam da bir muabbir aradı, "Bu rüyâyı tabir edecek muabbir var mı?" dedi. Dediler ki, "Tarîkat-ı Halvetiyye'den Cerrâhî Şeyhi Abdurrahmân Efendi var". Şeyhülislam arabasına bindi ve tekkeye geldi. Kapıyı çaldı, içeri girdi. Şeyh Efendi ona önce ikrâmda bulundu sonra sebeb-i ziyâretini sordu. "Ben kasamın anahtarını kaybetdim ve istihâre etdim, istihâremde böyle bir rüyâ gördüm" dedi. Hazret-i Şeyh tebessüm etdi ve dedi ki, "Hizmetinize bakan zâtı konağınıza gönderin, kütübhâne odasına girsin, oradaki en büyük kitabı alsın ve buraya getirsin". Şeyhülislam Efendi'nin konağına gidip kütübhândeki en büyük kitâbı alıp tekkeye getirdiler, Hazret-i Şeyh'in önüne koydular. Hazret-i Şeyh besmele çekip dividinden bıçağı çıkardı ve kitâbın arasına sokdu ve kaldırıp açdı. Anahtar orada duruyor. "Buyrun anahtarınızı" dedi. Şeyhülislam şaşırdı ve dedi ki, "Siz bunu nasıl anladınız? Biz de okuduk, biz de ilim tahsîl etdik". O dedi ki, "Bu bize ilâhî bir ilhâm ile bildirildi. Yani bunun talîmi yok, ancak Cenâb-ı Hakk'ın vereceği bir kudretle olur bu iş.
Muabbirine bu tabir ilmini Allah giydiriyor. Netekim de işte, Yakûb aleyhisselama ve Yûsuf aleyhisselâma te'vîl-i ehâdis mucizesi verilmişdir yani rüyâ tabiri mucizesi. Yani Hazret-i Yakûb aleyhisselâma ve Yûsuf aleyhisselâma verilen bu mucizât, te'vîl-i ehâdis, te'vîl-i rüyâ, rüyâ te'vîli, bu mucizâta kim vâris olursa, bu husûsda o işi halledebilir. Bu bir mevhibe-i rabbânîdir, kisble olmaz. Biz bazen görüyoruz, kitâb açıyorlar, tabirnâme açıyorlar, işte elma görürsen şu, at görürsen bu, köpek görürsen bu, filan filan, kitâbdan rüyâ tabiri olmaz. Olsa olsa rüyâ göreni merakdan kurtarır, yani "öğrendim rüyamın tabirini" der.
Peki rüyâ nedir? Göz yok, madde yok. Gören nedir, görülen nedir? Zîrâ rüyâ ilmullahdır. Çünkü gaybı ancak Allah bilir. Kul ancak Allah bildirdiği vakit gaybı bilir. Şimdi bu ilmullahı kul nasıl öğrenecek? İlmullahdan yani ümmü'l-kitâbdan, o kul hakkında yâhud o ümmet hakkında yâhud kâinâtda ne olacaksa, levh-i mahfûzdan o emir çıkar. Levh-i mahfûzun tarifi mümkün değil ama, insanların anlaması için söyleyeceğim, şurada bazen ders notları yazıyoruz, hani bir tahta var ya, işte onun gibi bir şey. Bu kulların yapdığı bir şey, o Allah'ın yapdığı bir şey. O bununla tarif olunmaz ama ancak bu şekilde tarif edebiliriz. İlmullahda olacak olan hâdisât, yani ümmü'l-kitâbdan bir levh-i mahfûza aksettirilir. Emir böyle çıkar. Çıkınca, Cenâb-ı Hakk'ın emir ve irâdesi ile vücûddaki bulunan rûh, o levh-i mahfûza uzanır. Yani ışığı gitdi, kendi burada. Cenâb-ı Hakk ona levh-i mahfûzda olacak olan hâdisâtı gösterir. Bu o kadar hızlı olur ki rûh bedenden alâkayı kesmez. Zîrâ keserse beden ölür. Rüyâ âleminde rûh bedenden çıkar ama bedenden alâkasını kesmeden levh-i mahfûza uzanır, ümmü'l-kitâbdan oraya ne nakş olduysa, onu görür ve geri döner. Bu da rüyâyı gören zâtın tecelliyâtına göre olur. Bir câhil adamın rüyâsı başkadır, bir pâdişahın rüyâsı başkadır. Bir câhil adamın gördüğü rüyâ ile pâdişahın gördüğü rüyâ aynı olsa tabirleri ayrı ayrıdır.
Rüyâ hangi rûha tesâdüf ederse, hiyoroglif yazısı gibi şekillerle nakş olunur. Rûh-i insânî gördüğü vakitde rüyâ ters tevîl olunur. Meselâ affedersiniz pislik görse, yan insan necâseti görse parayla tevil olunur. Neden? Sebebine gelince, bir tarlaya bir şey ekildiğinde üzerine gübre atılırsa, oradan tohum neşv ü nemâ bulur. Necâset de paraya benzer, çoğaltır.
Şimdi bir misâl daha vereceğim. Birisi geldi, büyüklerimizden birisine, dedi ki, "Efendim ben bir rüyâ gördüm, rüyâmda ezan okudum". Hazret-i Şeyh ona dedi ki, "Sen sandığını sepetini hazırla, hacca gideceksin" dedi. Onun sözü bitmeden başka birisi geldi, o da aynı rüyayı görmüş. Şeyh Efendi dedi ki, "Çaldığını ver, yoksa yakalanıp rezîl olacaksın" dedi.
Dervîşlerin rüyâsıyla sâlik olmayanların rüyâları da bir olmaz. Çünkü dervîşlikde ilk rüyalar başladı mı görülmeye, yılan görür, akrep görür, vahşî hayvanlar görünebilir kendisine. Bu dervîşin sıfatıdır. Onun rüyâsı dünyâ ile tevîl edilmez. Meselâ gördüğü rüyâ üzerine kendisine tevhîd verilir, yâhud ism-i celâl, yâhud ism-i zât verilir, bulunduğu mertebeye göre. Aynı rüyâyı sâlik olmayan bir kimse göre, meselâ yılan görse, eline para geçer.
Bir sabah namazdan çıkmışdım. O vakit Süleymaniye Câmisinde imamlık yapıyordum. Sabah namazını kıldım, kahveye geldim, oturdum. Bir zât geldi, yanıma sokuldu, fakat adam korkudan tir tir titriyor, o kadar tevahhuş içerisinde. Kahveciye döndü, "Efendiye bir çay getir" dedi. Ben anladım ki bana bir şey soracak. O adam beni tanımıyor ben de onu tanımıyorum. "Nedir senin müşkülün bakayım? Niye böyle titriyorsun?" dedim. "Efendim ben bu akşam bir rüyâ gördüm, rüyamda karnım delindi, içinden büyük bir yılan çıkdı" dedi. Ben güldüm. Adam korkuyor çünkü yılan kötü bir şey diye tevîl olunur. Düşmanlıkla tevîl olunur, zulümle tevîl olunur. Gören sâlikse eğer, nefs-i emmâreyle tevîl olunur. "Şimdi sen bir çay daha ısmarla bana" dedim ona. Bir tâne daha çay içdim. Dedim, "Sen bir mal-mülk için yani mîrâs için devlete müracaat etmişsin, o mal senin eline geçecek. Ve halk bunu duyacaklar sana hased edecekler. "Yâhu sen nereden biliyorsun bunu? Edirne'de arazilerim var" dedi ve hemen cebinden çıkardı ve evrakları gösterdi. Bunu ben kendi kerametimi anlatmak için söylemedim, bir misâl olarak verdim.
Hazret-i Mûsâ'nın asâsı da gösteriyor işte. Hazret-i Mûsâ'nın asâsı niye ejderhâ, yılan oluyor? Kaplan olabilir, fil olabilir, Allah öyle yapabilirdi. Pars olabilirdi, yırtıcı bir hayvan, korkunç bir hayvan olabilirdi. Hayır, yılan oldu. Neden? Hazret-i Mûsâ'nın asâsı, ayna gibi. Firavun zâlim olduğu için, asâya yani aynaya yılan olarak aksediyor. Yani asâ mirât oluyor, Firavun'un nefsi yılan çünkü zâlim, o yüzden kendisine yılan görünüyordu. Âhiret aleminde de öyle. Çünkü insan dünyâda ne yaparsa âhirete onu götürebilir. Ne cehennmde ateş, ne cennetde nimet vardır. Herkes buradan oraya götürür. Cehennemde ateş var diyen aldandı. İnsan ne kadar günah yaparsa, o ateşi sırtına yüklenir ve âhirete onu götürür. Yani öldü işi bitdi değil, asıl ondan sonra iş başlıyor. Çünkü dünyâda insanlar rüyâda gibidir. Ne vakit ki ölüyorlar, o vakit uyanıyorlar. Bütün insanlar uyku hâlinde, hep hayâl çünkü yapdığımız şeyler. Fakat bu hayâlin nihâyetinde bunun bir semeresini alacağız. İster iyilik, ister kötülük.
Şimdi enteresan bir târihî vukûât anlatacağım. Bunun gibi şeyler çok var bende ama bu da çok mühim bir şey olduğu için anlatacağım. Sadrazam Said Paşa'nın başına gelen hâdiseyi anlatacağım. Olan bir hâdise, kendisi nakletmiş. Osmanlı Sadrazamları denilen kitâbın içerisinde kayıt var. Ben oradan okumadım ama kitabı yazan zât benim ahbâbım idi, bana o söyledi.
Said Paşa, talebeyken, hafta tatilini bir şeyhin yanında geçirsin, olgunlaşsın diye, babası parayı Aksaray'da Oğlanlar Şeyhi olan zâta verirmiş. "Said, sen git tâtil gününde haftalığını Şeyh Efendi'den al" dermiş. Gâyesi şu. Çocuk para için gidecek oraya fakat bir müddet Efendi'nin yanında kalacak. Yani Şeyh Efendi'den istifâde etsin diye.
Eski Osmanlılar ve kafası işleyen adamlar, mutlakâ gençleri bir yaşlı, tecrübeli zâtın yanına gönderirlerdi, hayâtdan bir şey öğrensin diye. O yaşlı zâtın tecrübesinden istifâde etsin diye. Târihde yapılan hatâları görüp istikbâlini tayîn etmek, yâhud târihdeki muvaffakiyyetleri görerek, gene istikbâldeki muvaffakiyyetleri tayin etmek, mesele bu. Onun için yaşlı adamların yanına gönderiyorlar. Bir de şu kâide var onu da söyleyelim de geçelim. Târihden ibret almayan, istikbâlde kendisi târihe ibret olur. Onun için târihi öyle okuyacaksın, ibret almak için okuyacaksın.
Şeyh Efendi'ye her hafta uğrayan bir çingene varmış, maşa, tava, ızgara gibi şeyler satarmış. Her hafta geliyor Efendi'ye asılıyor, ya bir maşa satacak, ya bir ızgara satacak. Zorla. Şeyh Efendi kibar adam, kapısına geleni mahrûm etmiyor. İşte o günün parasıyla iki kuruş, üç kuruş veriyor, alıp bir tarafa koyuyor. Ama her hafta bu böyle. Gene bir Cuma günü Said harçlığını almak için gelmiş, Şeyh Efendi Said'e bir mecidiye vermiş. Said'in haftalık harçlığı bir mecidiye imiş, yani altının beşde biri, epeyi bir para. Tam o sırada çingene gelmiş kapıya dayanmış, "Şeyh Efendi, aç kapıyı" diye seslenmiş. Şeyh Efendi, "Bugün kapıyı açmayacağım, evin içerisi ızgaraya, maşayla doldu başdan aşağı" demiş. Çingene demiş ki, "Efendim bugün ben bir şey satmayacağım, bir rüyâ gördüm o rüyayı anlatacağım, onun için geldim ben". Şeyh Efendi, "Peki öyleyse gel içeri" demiş ve çingeneyi içeri almış. Çingene rüyâsını anlatdı ama rüyânın ne olduğunu bilmiyoruz. Anlatınca Şeyh Efendi dedi ki, "Oooo bugün senin işin yolunda". "Neden" dedi çingene. "Bu rüyâyı Said'e satalım biz" dedi Şeyh Efendi. "Güzel bir rüyâ bu, Said'e satalım para kazan". Çingene, "Olur mu?" dedi. "Tabii olur, neden olmasın" dedi Şeyh Efendi. "Hem de iyi para alırız" dedi. Meselâ bir ızgara o vakit yirmi para, kırk paraysa, bir mecidiye mühim bir para, altın paranın beşde biri. Şeyh Efendi, Said'e döndü "Said, ver o parayı bizim kara oğlana" dedi. Said, parayı verdi. "Satdın mı rüyâyı?", "satdım", "sen aldın mı?", "aldım", "ben de şâhid oldum" dedi. Orada bulunanlara da "siz de şâhid oldunuz değil mi" dedi, "olduk" dediler. "Haydi Allah selâmet versin" dedi.
Said Paşa diyor ki, "Şeyhe fenâ hâlde kızdım, içimden küfür etdim, böyle bokdan şey mi olur diye. Yüzümü asdım, böyle şey mi olur, benim bütün harçlık gitdi" diyor. O böyle yüzünü asınca, Şeyh Efendi ona dönüp demesin mi, "Said, ucuz aldık bunu bir mecidiyeye" diye. Said, "Ne ucuzu efendim, bizim para havaya gitdi" dedi. Şeyh Efendi dedi ki, "Bu çingenenin gördüğü rüyaya göre onun sadrazam olması lâzım gelir, ben sana onu satın aldım, sen istikbâlin sadrazamısın, seni tebrik ederim" dedi. "Çok ucuza aldık bir mecidiyeye" dedi. Ve hakîkaten de Said Paşa sadrazam oldu. Ve dostlarına "ben bu sadrazamlığı bir mecidiyeye aldım" diyormuş.
Sonra, asıl en mühim mesele bu, Said Paşa'dan sonra sadrazam olan Talat Paşa, aslen çingene. O sonradan geliyor, işin tuhafı o. Ben Talat Paşa'nın aslen çingene olduğunu bilmiyordum, Fransızca bir kâmus'da gördüm.
Size bir takım misâller vermeğe çalışdım. Yani şöyle anlayacağız, rüyânın bir mübeşşirât olduğunu, bir müjde olduğunu, taraf-ı ilâhiyyeden kulların istikbâline âid bazı şeyleri bildirmesi, bir müjde, tebşîrât.
www.muzafferozak.com