9 Nisan 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri ile Amerika'da yapılan bir televizyon mülâkâtında, programın sunucusu açılış konuşmasını bitirdikden sonra, şu soruları sordu, dedi ki, "Rüyâ nereden gelir? Rüya görmemizin hikmeti nedir?". Efendi Hazretleri cevâben buyurdular ki :
Rüyâ, peygamberlere olunan vahyin kırk altıda bir cüzüdür. Ve âlem-i gaybdan, bize gayb olan âlemden bize verilen mesajlardır. Ve Allah'ın çıkmaz işlerimizde bir yardımıdır. Bütün semâvî kitâblar hepsi rüyânın, rüyâ-yı sahîhanın emr-i mühim olduğunu kabûl ederler. İbrâhim Peygamber'in gördüğü rüyâ, oğlu hakkında, oğlunu kurbân etme hakkında görmüş olduğu rüyâ, aynı zamanda Hazret-i Yûsuf'un görmüş olduğu rüyâlar, hem Kur`ân'da, hem Tevrat'da, hem de Zebûr'da ve İncil'de olduğu muhakkakdır.
Bir şeyi görmek göz ile olur ve görülen şeyin de bir madde olması lâzımdır. Rüyâda bunun ikisi de yokdur. Ne göz vardır ne de madde vardır. Gören nedir, görülen nedir? Öyleyse demek ki, rüyâ insana gözsüz ve maddesiz gösteriliyor. Ve bu rüyayı gören kuvvetlerde insanın içinde bulunan rûhlardır. Çünkü insanda rûh bir tâne değildir. Eğer rûh bir tâne diye iddiâ edilecek olursa, uyuyan bir insanın rûhu kabz olunmamışdır fakat insan onun yanında oturduğu vakitde sıkılır. Uyanın bir kimsenin rûhu kabz olunmamışdır, rûhu vardır ama yanında oturduğun vakitde sıkılırsın. Çünkü onun senden haberi yokdur, senin ondna haberin var. Zîrâ o uyuyan kimse, rûh-i hayvânîsi onun vücûdunda kalmışdır, rûh-i insânîsi ve rûh-i sultânîsi vücûdla münâsebeti olmakla beraber, âlem-i lâhûtda bir mevki işgâl etmekdedir o anda.
İnsanda bulunan rûhlar şöyledir. Rûh-i şecerî vardır, rûh-i hayvânî vardır, rûh-i insânî vardır, rûh-i sultânî vardır, rûh-i sır vardır. Rûh-i şecerî, kıllardaki olan rûhdur. Rûh-i hayvânînin de makâmı, insanın eti ve kanı ve damarlarındadır. Ve aynı zamanda da bu makâm, vücûdda buluna şeytanın makâmıdır. Sonra, rûh-i insânî vardır, onun makâmı, merkezi kalbdir. Rûh-i sultânî vardır, insanın vücudunda kalbin merkezi olan gönül dedikleri fuâddır. Arapçası fuâd, Türkçesi gönüldür.
Şimdi, rûh-i hayvânî rüyâ görür, şu tesîrdedir bu. Meselâ harâretli bir adamın rüyâda su, dere görmesi, nehirler görmesi gibidir. İkincisi hâceti olan bir kimsenin yüznumara görmesi yâhud kırlar, vîrânelikler görmesidir, su dökmek için, abdest bozmak için. Bunun da manâsı vardır ama herkesin bileceği, içinden çıkacağı iş değildir. Hattâ Kur`ân-ı Kerîm'de Sûre-i Yûsuf'da Yûsuf Peygamber'in devrindeki pâdişah bir rüyâ görmüş, yedi tâne zayıf öküz, yedi tâne şişman öküzü yemiş, yedi tâne de sarı başak, yedi yeşil başağın üzerine yatmışdır. Hükümdar bu rüyâyı soruyor, bütün muabbirler, rüyâ tabir edenler diyorlar ki, "kâlû edgâsü ahlâm vemâ te'vili bi âlemîn". "Bu acâib bir rüyâdır, biz bunu tevil edemeyiz, tabir edemeyiz" diyorlar. Yani rûh-i hayvânînin gördüğü rüyâların da ma'nâsı vardır ana herkes, her muabbir bunu tabir edemez. Yani o devrin, Hazret-i Yûsuf aleyhisselâmın zamânındaki pâdişahın muabbirleri, bu rüyâyı tabîr edemediler, dediler ki, "vemâ tevîli bi âlemîn", yani "biz bu rüyâyı bilmiyoruz, içinden çıkamayız". Ama peygamber olan Yûsuf, bu rûh-i hayvânînin görmüş olduğu rüyâyı tabir ederek pâdişaha dedi ki, "Yedi sene bolluk olacak, yedi seneden sonra kıtlık olacak. Siz buğdayları alınız, buğdayları başaklarıyla beraber muhafaza ediniz" dedi. Rüyâ aynen de öyle çıkdı. Yani rûh-i hayvânînin gördüğü rüyâyı da peygamber tabir edince aynen öyle çıkmışdır. Yani ehli olmasın rüyânın tabirinde.
Programın sunucusu, "İnsan kendi rüyâsını kendi tabir edemezse, batı dünyasında yaşayan bizler, sizin gibi bir muabbir bulamayacağımıza göre, rüyâmızı nasıl tabir etdireceğiz?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Evet, istediği rüyâyı göremez ama bazen insan kendisi rüyâyı tabir edebilir. Ama bu bir hissiyâtdır yani öyle olabilir. Şâyet böyle olmazsa maneviyyatda gördüğü rüyâyı sevdiği bir zâta meselâ bana karşı büyük muhabbeti var, benim de şeyh olduğumu, bir mürşid olduğumu biliyorlar, rüyâsını beni karşısına getirerek, böyle tahayyül ederek, beni karşısına getirir, rüyâyı anlatır. Sanki ben karşısında varmışım gibi. Halbuki ben Türkiye'deyim. O akşam ona gelirler, bu rüyânın, görmüş olduğu rüyânın tabirini yapabilirler. Bu da câizdir, olabilir böyle şeyler ve olmakdadır böyle, böyle oluyor. Bunun esâsında da, bu bir vahdeti ve tevhîdi gösterir. Ben İstanbul'dayım vücûd bakımından, o Amerika'da, fakat kalbe teveccüh ederek karşısında beni farzederek rüyâsını bana arz etdiği vakitde, zâhirde ayna bin parça olmuşdur ama hakîkatde birdir. Kendi rüyâsını kendine tabir ederler. Beni görerek tabir eder.
İkincisi, herkesin harcı değildir rüyâ tabir etmek. Çünkü rüyâlar herkese de söylenmez. Eğer herkese söylenecek olursa, bunların hep misâlleri var, hepsini birer birer veririz, herkese söylenecek olursa, öyle bir hâlolur ki, bazı zevâtın tabiri üzere, yanlış yapdığı tabir üzere rüyâ tecellî eder.
Programın sunucusu, "Modern psikoloji rüyaların insanın kendi benliğinden geldiğini söylüyor, halbuki size göre rüyâların geldiği yer insanın hâricinde. Bu iki görüşü telif etmek mümkün mü?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Öyle de olur yani insanın kendi özünden de gelir. Meselâ su dökeceği geldi, o kendi özünden o. Öteki ilâhî olarak gösterilir. Yani ikisini de cem ederiz. İnsanda öyle de zâhir olur. Bunu rûh-i hayvânî görür. Hasta olan adamın o hastalığın şiddetiyle gördüğü hayaller, korkunç uçurumdan düşmeler, bilmemneler filan, veyâhud susuz adamın su görmesi, aç adamın ekmek görmesi, sıkışmış bir adamın helâ görmesi, bu içinden gelir, özünden gelir, doğru. Burda birleşiyoruz, ben de bununla beraberim. Ama ilâhi rüyâlar, ilâhîdir, Hakk tarafından gelir. Peygamberlere gelen vahiyler kendinden mi geliyor? Eğer kendinden gelse, vahye muntazır olmaz peygamber, hemen söyleyiverir. Halbuki vahye muntazır oluyor. Yani orada birleşiyoruz. Zâten ilim birdir iki olmaz. Rüyâ, mücerred insanın içinden, kendi benliğinden gelecek olsa, o vakit istediği şeyi görebilir rüyâsında. Mâdem ki kendinden geliyor, buna hâkim olabilir. Ama hâricî görülen rüyâlarda, meselâ yılan görüyor, paraya tevîl olunuyor, balık görünüyor, paraya tevil olunuyor. Güzle bir şey görüyor, çirkin etevil olunuyor, çirkin bir şey görünüyor, güzele tevil olunuyor. Halbuki bir insanın içinden geldiği vakitde, göreceği rüyaya hükümran olması, hâkim olması şartdır. Halbuki rüya insanın elinde değil. İstemediğini görüyor. Şimdi meselâ benlikden gelmeyip, ilâhî olduğunu şöyle söyleyebiliriz. Bir adam bir rüyâ görse, bu adam Türkiye'de bir çoban olsa, Amerika'da bir çoban, aynı rüyâyı görse, bunun ikisinin tevili, tabiri ayrıdır muabbir için. Modern rüyâda kendi görüyor, içinden geldiğini biliyor, tevili ne yapacak, tevil meselesini?
www.muzafferozak.com