Rüyâ ve Tabîr

10 Nisan 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Rüya

Rüyâ, görmek ma'nâsına gelen rü'yet kökünden gelir. Rü'yet bir kaç türlüdür. Biri baş gözüyle görmekdir. Bunun da şartları vardır. Göz lâzımdır, gözün bozuk olmaması lâzımdır, görülecek şey yani cisim, madde, şekil, sûret her ne ise onunla göz arasında bir engel olmaması lâzımdır, görülecek nesnenin çok uzakda olmaması, çok küçük olmaması lâzımdır ve bir de ışık lâzımdır. Bunlar da yetmez, aynı zamanda insanın uyanık vaziyetde olması yani şuurlu olması da şartdır. Baygın, sarhoş, kendinden geçmiş bir kimse diğer bütün şartlar sağlansa da göremez. Bir nesneyi baş gözüyle görmek bu şartlara bağlıdır. 

Rüyâda ise bunların hiç biri yokdur. Çünkü ne görülen bir cisim ne de gören bir göz vardır. Üstelik şuur da yokdur. Çünkü rüyâ gören insan uykudadır, bilinci yerinde değildir. Öyleyse rüyâyı gören kuvvet görünmeyen bir kuvvetdir ki o da rûhdur. Göz nasıl cisimleri, maddeleri, şekilleri idrâk ediyorsa, rûh da ma'nâları, hakîkatleri idrâk eder. Ne var ki bunun için uykuya ihtiyâç vardır. Zîrâ uyanıkken bu hakîkatleri perdeleyen pek çok şey vardır. Aklımız, hislerimiz, düşüncelerimiz, meşgûliyetlerimiz bunlar hep hakîkatleri, ma'nâları görmemize mâni olur. Uyuyunca bu perdeler ortadan kalkar ve uyanıkken göremediğimiz şeyleri görmeye başlarız.

Rüyâlar çeşit çeşitdir. Herkesin rüyâsı bir olmadığı gibi, aynı kişinin gördüğü rüyâlar da her zaman aynı kıymetde, aynı ehemmiyyetde olmaz. Zîrâ bazı rüyâlar nefsânî, bazıları şeytânî, bazıları da rahmânîdir.

Rahmânî rüyâlar, sâdık rüyâlardır. Bu rüyâlar mutlakâ tahakkuk eder yani bir gün gelir ortaya çıkar. Ne var ki, bunların da çoğu tabire muhtaçdır. Nefsânî rüyâlar, gün içinde yaşadığımız hâdiselerden, kafamızı meşgûl eden şeylerden, hastalık, üzüntü, neşe, endîşe, açlık, susuzluk gibi bize ârız olan bir takım hâllerden neşet eder. Meselâ akşam çok tuzlu yemekler yiyen kimsenin rüyâsında sular, pınarlar görmesi gibi. Yâhud da akşam çok su içen ve uykusunda sıkışan bir kimsenin rüyâsında tuvalet araması gibi. Şeytânî rüyâlar ise, ekseriyâ korkutucu ve çirkin rüyâlardır. Bunları katiyyen kimseye anlatmamalı, hemen istiâze edip Allah'a sığınmalıdır.

Ehâdis, vâkıa, ma'nâ, ahlâm, mübeşşirât gibi tabirler de hep rüyâlar için kullanılır. Meselâ ahlâm şeytânî rüyâlar için kullanılır. İhtilâm tabiri de burdan gelir. Zîrâ bazı rüyâlar azdırıcıdır, guslü îcâb etdirir. Mübeşşirât, rahmânî rüyâlar için kullanılır, bu gibi rüyâlarda bir takım müjdeler vardır. Sôfiyye tâifesi rüyâlara ma'nâ yâhud vâkıa derler zîrâ sâliklerin rüyâları manevî hâllerini gösterir.

Rüyâ, Kur`ân-ı Kerîm'de de bir çok defa zikredilmişdir. Rüyâ hakkında en geniş malûmât Yûsuf Sûresindedir. Bu sûre-i celîlede rüyâ ve rüyâ tabiri hakkında pek çok sırlar vardır. Bunlardan bazılarını zikredelim.

Sûre-i Celîle'nin başında Yûsuf aleyhisselâmın daha çoçukken gördüğü bir rüyâdan bahsedilmişdir. Babası ona bu rüyâyı kardeşlerine söylememesini tenbihlemişdir. Zîrâ zâten kendisini kıskanan kardeşlerinin, bu rüyâyı duyarlarsa onu daha çok kıskanacaklarından endîşe etmişdir. İşte her rüyânın herkese niçin söylenmemesi gerekdiğini buradan anlıyoruz.

İkinci bir husûs da, tabir ilminin çalışarak elde edilemeyeceği, bir mevhibe-i ilâhî olduğudur. Bunu da yine Kur`ân haber vermekdedir.

Üçüncüsü, kâfirlerin dahi sâdık rüyâlar görebileceğidir. Nitekim o meşhûr rüyâyı gören Mısır sultânı, îmân sâhibi değildi. Gördüğü rüyâ ise Yûsuf aleyhisselâmın tabir etdiği gibi aynen çıkmışdır.

Dördüncüsü, Yûsuf aleyhisselâmın çocukken gördüğü rüyânın tahakkuku uzun yıllar sonra olmuşdur. Demek ki rüyâ sâdık da olsa hemen gerçekleşmeyebilir. Ertesi gün tahakkuk eden rüyâlar olduğu gibi, yirmi yıl sonra, elli yıl sonra ortaya çıkan rüyâlar da vardır. 

Rüyâlara ma'nâ verme işine tabîr yâhud tevîl denir. Kur`ân-ı Kerîm'de her iki kelime de kullanılmışdır. Rüyâyı tabir eden kişiye muabbir denir. Rüyâ yorumlarının yazıldığı kitâblara da tabirnâme denir. Rüyâ tabîri bir ihtisas işidir, her rüyâyı herkes tabîr edemez. Tabîr ilmi kesbî ilimlerden değildir. Allah bu ilmi dilediği kuluna ihsân eder.

Bilindiği gibi, vahyin başlangıcı da rüyâ ile olmuşdur. Resûl-i Ekrem Efendimiz vahyi altı ay kadar rüyâ ile almışdır. Kur`ân-ı Kerîm yirmi üç senede nâzil olduğu için, "Rüyâ, nübüvvetin kırk altıda biridir" denilmişdir. Tabii burada kasdedilen rüyâlar sâdık rüyâlardır, rahmânî rüyâlardır. Yoksa nefsânî ve şeytânî rüyâların hiç bir kıymeti yokdur. 

Resûl-i Ekrem Efendimizin rüyâlara kıymet verdiğini de gâyet iyi biliyoruz. Nitekim büyük hadîs kitâblarında "Kitâbü’r-Rü'yâ" veya "Kitâbü Ta'bîri'r-Rü'yâ" başlığı altında Hazret-i Peygamber'in rüyâlarına ve O'nun tabir etdiği bazı rüyâlara yer verilmişdir.  Resûlullah'ın ekseriyâ sabah namazların sonra sahâbîlere dönerek, "İçinizde rüyâ gören var mı?" diye sorduğunu ve rüyâ anlatan olursa rüyâyı tabîr etdiğini biliyoruz. Efendimiz zaman zaman kendi rüyâlarını da anlatmış, tabîr etmiş, yâhud ashâbdan birisinin tabîr etmesine müsâade buyurmuşlardır. Nasîb olursa bu rüyâlardan da bahsederiz.

Listeye geri dön