11 Temmuz 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Rüyâ peygamberlere olunan vahyin kırk altıda bir cüzüdür. Ve âlem-i gaybdan, bize gayb olan âlemden bize verilen mesajlardır. Ve Allah'ın bize çıkmaz işlerimizde bir yardımıdır. Bütün semâvî kitâblar, hepsi rüyânın, rüyâ-yı sahîhanın emr-i mühim olduğunu kabûl ederler. İbrâhim Peygamber'in gördüğü rüyâ, oğlu hakkında, oğlunu kurbân etme hakkında görmüş olduğu rüyâ, aynı zamanda Hazret-i Yûsuf'un görmüş olduğu rüyâlar, hem Kur`ân'da, hem Tevrat'da, hem de Zebûr'da, İncil'de olduğu muhakkakdır.
Bir şeyi görmek göz ile olur. Ve görülen şeyin de bir madde olması lâzımdır. Rüyâda bunun ikisi de yokdur. Ne göz vardır, ne de madde vardır. Görülen nedir, gören nedir? Öyleyse demek ki, gözsüz ve maddesiz insana gösteriliyor rüyâ. Ve bu rüyâyı gören kuvvetler de insanın içinde bulunan rûhlardır. Çünkü insanda rûh bir tâne değildir. Eğer rûh bir tâne diye iddiâ edilecek olursa, uyuyan bir insanın rûhu kabz olunmamışdır fakat insan onun yanına oturduğu vakitde sıkılır. Uyuyan bir kimsenin rûhu kabz olunmamışdır, rûhu vardır ama yanında oturduğun vakitde sıkılırsın. Çünkü onun senden haberi yokdur, senin ondan haberin var. Zîrâ o uyuyan kimse, rûh-ı hayvânîsi onun vücûdunda kalmışdır, rûh-ı insânîsi ve rûh-ı sultânîsi vücûdla münâsebeti olmakla beraber, âlem-i lâhûtda bir mevki işgâl etmekdedir o ânda.
İnsanda bulunan rûhlar şöyledir. Rûh-ı şecerî vardır, rûh-ı hayvânî vardır, rûh-ı insânî vardır, rûh-ı sultânî vardır, rûh-ı sır vardır. Rûh-ı şecerî kıllardaki olan rûhdur. Rûh-ı hayvânî de kanda ve damarda olan kuvvetdir, makâmı orasıdır. Hattâ bir hayvanı kesseler böyle, parçalasalar, o etlerin böyle oynadığını görürüz biz, ki biz buna çok şâhid olduk Rûh-ı hayvânînin de makâmı, insanın eti ve kanı ve damarlarındadır. Ve aynı zamanda da bu makâm vücûdda bulunan şeytanın makâmıdır. Sonra rûh-ı insânî vardır, onun makâmı kalbdir. Rûh-ı sultânî vardır insanın vücûdunda o da kalbin merkezi, gönül dedikleri, fuâd, Arapçası fuâd, Türkçesi gönüldür.
Şimdi, rûh-ı hayvânî rüyâ görür, şu tesirdedir bu. Meselâ harâretli bir adamın su görmesi, dere görmesi, nehirler görmesi gibidir. İkincisi. Hâceti olan bir kimsenin yüznumara görmesi, yâhud kırlar, vîrânelikler görmesidir, su dökmek için. Bunu rûh-ı hayvânî görür. Bunun da manâsı vardır ama herkesin bileceği, içinden çıkacağı bir davâ değildir. Hattâ Kur`ân-ı Kerîm'de Sûre-i Yûsuf'da, Yûsuf Peygamber'in devrindeki pâdişah, bir rüyâ görmüş. Yedi tâne zayıf öküz, yedi tâne şişman öküzü yemiş, yedi tâne de sarı başak, yedi yeşil başağın üzerine yatmış. Hükümdar bu rüyâyı soruyor, diyorlar ki bütün muabbirler, rüyâ tabîr edenler diyorlar ki : "قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ kâlû edgâsü ahlâm, vemâ nahnü bi tevîli'l-ahlâmi bi âlimîn". "Bu acâib bir rüyâdır, biz bunu tevîl edemeyiz, tabîr edemeyiz" diyorlar. Yâni rûh-ı hayvânînin gördüğü rüyâların da manâsı vardır, herkes, her muabbir bunu tabîr edemez. Yani o devrin, Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm zamanındaki pâdişahın muabbirleri bu rüyâyı tabîr edemediler, dediler ki, "Biz bunu bilmiyoruz, biz bunun içinden çıkamayız". Ama peygamber olan Yûsuf, bu rûh-ı hayvânînin görmüş olduğu rüyâyı tabîr ederek, pâdişaha dedi ki, "Yedi sene bolluk olacak, yedi seneden sonra kıtlık olacak. Siz buğdayları alınız, buğdayları başaklarıyla beraber muhâfaza ediniz" dedi. Rüyâ aynen de öyle çıkdı. Yani rûh-ı hayvânînin gördüğü rüyâyı da peygamber tabîr edince aynen öyle çıkmışdır. Yani ehli olması lâzım rüyânın tabîrinde.
Evet, insan istediği rüyâyı göremez ama bazen insan kendisi rüyâyı tabîr edebilir. Ama bu bir hissiyâtdır yani öyle olabilir. Şâyet böyle olmazsa, maneviyyatda, gördüğü rüyâyı, sevdiği bir zâta, meselâ bana karşı büyük muhabbeti var, benim de şeyh olduğumu, bir mürşid olduğumu biliyorlar, rüyâsını beni karşısına getirerek, böyle tahayyül ederek beni karşısına getirir, rüyâyı anlatır. Sanki ben karşısında varmışım gibi. Halbuki ben Türkiye'deyim. O akşam ona gelirler, bu rüyânın, görmüş olduğu rüyânın tabîrini ona yapabilirler. Bu da câizdir. Olabilir böyle şeyler yani. Ve olmakdadır böyle. Böyle oluyor. Bunun esâsında da şu var. Bu bir vahdeti ve tevhîdi gösterir yani. Ben İstanbul'dayım vücûd bakımından, o Amerika'da. Fakat kalben teveccüh ederek karşısında beni farzederek rüyâsını bana arz etdiği vakitde, zâhirde ayna bin parça olmuşdur, hakîkatde birdir, o kendi rüyâsını kendine tabîr ederler. Beni görerek tabîr eder.
İkincisi. Herkesin harcı değildir rüyâ tabîr etmek. Rüyâlar da herkese söylenmez. Çünkü herkese söylenecek olursa, bunların hep misâlleri var, hepsini birer birer veririz, herkese söylenecek olursa, öyle hâl olur ki, bazı zevâtın tabîri üzere, yanlış yapdığı tabîr üzere rüyâ tecellî eder.
Öyle de olur. İnsanın kendi özünden de gelir. Meselâ su dökeceği geldi, o kendi özünden o. Öteki ilâhî olarak gösterilir. Yani ikisini de cem ederiz. İnsanda hem öyle zâhir olur ki onu rûh-ı hayvânî görür. Hasta olan adamın o hastalık şiddetiyle gördüğü hayâller, korkunç şeyler, uçurumdan düşmeler, bilmem neler filan. Veyâhud susuz adamın su görmesi, aç adamın ekmek görmesi, sıkışmış bir adamın helâ görmesi, bu içinden gelir, özünden gelir, doğru. Burada birleşiyoruz. Ben de bununla beraberim. Ama ilâhî rüyâlar, Hakk tarafından gelir. Peygamberlere gelen vahiyler, kendinden mi geliyor. Eğer kendinden gelse, vahye muntazır olmaz peygamber, hemen söyleyiverir. Vahye muntazır oluyor. Birleşiyoruz orada yani. Zâten ilim birdir, iki olmaz. Mücerred insanın içinden gelecek olsa rüyâ, kendi benliğinden, indinden, o vakit istediği şeyi görebilir rüyâsında. Mâdem ki kendinden geliyor, buna hâkim olabilir. Ama hâricî görülen rüyâlarda, meselâ yılan görüyor, paraya tevîl olunuyor, balık görüyor, paraya tevîl olunuyor, güzel bir şey görüyor, çirkine tevîl olunuyor, çirkin bir şey görüyor, güzele tevîl oluyor. Halbuki bir insanın içinden geldiği vakitde, göreceği rüyâya hükümrân olması, hâkim olması şartdır. Halbuki rüyâ insanın elinde değil. İstemediğini görüyor.
Sunucu, "Modern psikolojinin çalışmaları hayvânî rûhun gördüğü rüyâları açıklamak husûsunda faydalıdır der misiniz?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Faydalı derim. İlmin çirkin tarafı olmaz. İlim dâimâ güzeldir. Aramak iyidir. Ola ki tesâdüfen bir şeye isâbet edebilirler.
Şimdi, meselâ rüyânın benlikden gelmeyip, ilâhî olduğunu şöyle söyleyebiliriz. Bir adam bir rüyâ görse, bu adam Türkiye'de bir çoban olsa, Amerika'da bir çoban aynı rüyâyı görse, bunun ikisinin tevîli, tabîri ayrıdır muabbir için. Modern görüşe göre, kendi görüyor, içinden geldiğini biliyor, tevîli ne yapacak, tevîl meselesini? Onu nasıl yapacak, ona nasıl el atacak?
Sunucu sürenin dolduğunu söyleyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Böyle geniş bir mevzu yarım saate sığdırılmaz. Atlas Denizini bardağa sığdırıyoruz. Olur mu!