14 Nisan 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Amerika'daki bir TV sohbetlerinde rüyâların mâhiyeti hakkında sorulan bir soru üzerine buyurdular ki :
Rüyâlar, gözsüz görülen, maddesiz anlaşılan ve taraf-ı ilâhîden kula gelen haberlerdir. Göz yokdur, madde yokdur, gören nedir görülen nedir? İşte taraf-ı ilâhîden kullara, yazısız, harfsiz, savtsız, sözsüz resimle gösterilen bir takım müjdelerdir yâhud korkulardır. Bütün peygamberlere Allahu Teâlâ vahiyle hitâb etmiş fakat bu vahyin evveliyâtı rüyâ iledir. Meselâ son peygamber olan bizim peygamberimize evvelâ rüyâ ile vahyolunmuş, altı aydan sonra da rüyâ kesilmiş, melek gelmiş vahiy getirmişdir.
İnsan vücûdunda rûh altı tânedir. Vücûdun cemâdî kısmının yani cansız kısmının rûhu vardır. Halbuki dünyâdan cansız hiç bir şey yokdur. Sonra vücûddaki nebâtî kısmın rûhu vardır. Gene vücûdun hayvânî kısmının rûhu vardır. Sonra vücûdda rûh-i insânî vardır. Sonra bir de gene vücûdda rûh-i sultânî vardır. Sonra bir de rûh-i sır vardır. Bu rûh-i sır, ne vücûdun dâhilindedir ne hâricindedir. Bu, insanların tarîfden âciz olduğu bir tecelliyât-ı ilâhîdir ki insanlar bunu lisânlarıyla tarîf edemezler. Vücûdun ne dâhilinde ne hâricindedir. Bu kadar söyleyebiliriz yalnız. Çünkü bazı ma'nâlar var ki, bunlar yirmi sekiz harfle, otuz harfle ifâde edilmez, yirmi sekiz bin harf lâzımdır.
Rûh-i cemâdîye göre, rûh-i nebâtî bir yüce mertebededir. Rûh-i nebâtîye göre rûh-i hayvân bir derece üstdedir. Rûh-i hayvânîye göre rûh-i insânî bir derece üstdedir. Sonra gene rûh-i insânînin fevkinde rûh-i sultânî bir derece üstdedir. Sonra rûh-i sır gelir.
Bunu niye anlatdım, rüyâlar iki kısımdır. Birtisi âlem-i hayâlden görür, biri âlem-i misâlden görür. Yani ne olacaksa kendisine bildirilir. âlem-i hayâl dediğimiz şu. Rûh-i cemâdî, rûh-i nebâtî, rûh-i hayvânî, bunların gördükleri daha kemâle ermemişdir, bunların gördükleri âlem-i hayâldir. Meselâ ne gibi? Susuz yatarsa bir adam, gece dereler görür, çeşmeler görür, sular görür, filan. Aç yatarsa, ekmek görür, filan. Yâhud bir sıkıntısı varsa helâ görür, yüznumara görür, filan. Böyle. Bunlar âlem-i hayâldir.
Rûh-i insânîye gelince. Rûh-i insânî rüyâ görür, onu melekler gösterirler kula. Ters olarak gösterilir. Meselâ balık görülür, balık parayla tevîl olunur. Muabbirin ilmine âid bir şeydir o. Yılan görür yine parayla tevîl olunur. Hem düşmanla, hem parayla. Deniz görür, devletle tabîr olunur. Rüyâyı gösteren Allah, rüyânın tabîrini de muabbir olan zâtın kalbine ilhâm eder.
Bir de rûh-i sultâni var, o da kalbin merkezinde bulunan noktada bulunur o, kalbin merkezindeki noktada. Rûh-i sultânînin yeri orasıdır. O, rüyâyı hüve hüvesine görür. Meselâ Amerika'ya gelmeden, Amerika'yı görür, Afrika'ya gitmeden, Afrika'yı görür. Sonra gitdiği vakitde, "Ben bunu görmüşdüm rüyâda" der.
Burada üstünde durulacak bir mesele var. Niçin resimle gösteriliyor rüyâ? Yazıyla gösterilebilirdi veyâhud da sözle de söylenebilirdi. Yani başına ne gelecekse, müjde mi, yoksa korku mu, yâhud bir kimseyle karşılaşmak mı, bu ya lisanla söylenebilir, veyâhud yazıyla da gösterilebilirdi. Ama böyle olmuyor bu, resimle niye gösteriliyor? Mesele bu.
Sunucu bu suâle cevâben, "Benim bu konuda bir fikrim var, uyku hâlindeyken şuurumuz devre dışı kaldığı için bu şekilde oluyordur belki?" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Hayır. Ben şimdi soruyu sordum ve cevâbını vereceğim. Bugüne kadar sorulmamış bir soru bu benim şimdi sorduğum. Enteresan bir soru. Hiyeroglif gibi. Çünkü herkes okuma yazma bilmez ki, herkes de işittiğini iyi anlayamaz ama resim gösteriliyor ki resim ayne'l-yakîndir. Biri ilme'l-yakîn oluyor, biri ayen'l-yakîn oluyor. Yani gözle gösteriliyor. Çünkü rüyâ hayvanda da var. Hayvan da rüyâ görüyor. Câhil de görüyor rüyâyı. Yazıyla olsa ne hayvan yazıyı okuyabilir, ne insanın câhili yazıyı okuyabilir. Okuyamayınca bir şey anlamaz. Rüyâ denilen nesne dünyâdan kalkar. Halbuki o bir haberdir ki, Hakk Teâlâ'nın insanlara bir müjdesidir veyâhud bir korkusudur. Öyleyse bunun anlaşılması lâzımdır. Resimle gösterilmesinin sırr-ı hikmetinin bir tânesi bu.Sunucu, "İnsan olarak rüyâlarımızla irşâd olmayı beklemek, rüyâlarımızdan rehberlik beklemek veyâ belirli husûsâtın cevâblarını rüyâlarımızdan beklemek, kendimizi bazı şeyleri rüyâda görerek öğrenmeye hazırlamak, bunu temin etmek mümkün müdür?" diye sorunca, Efendi Hazretleri "Tabii" buyurdular. "Bu nasıl tahakkuk ettirilebilir?" diye sorunca da, Efendi Hazretleri şöyle buyurdular :
Ashâb-ı kirâm diyor ki, "Peygamber Kur`ân'ın âyetleri nâzil olduğu vakitde, Kur`ân'ı bize nasıl talim etdiyse bu rüyânın da görülmesi hakkındaki meseleyi bize öyle talîm etdi" diyor. Biz müslümanlar, buna istihâre tabîr ediyoruz. Yani isteyerek, arzu etdiğimiz bir şeyi görmek, hakkımızda iyi midir kötü müdür, muvaffak olacak mıyız olmayacak mıyız, buna istihâre tabîr ediyoruz.
Sunucu, "Bu usûl gizli midir, tarîkat ehline mi münhasırdır, yoksa herkese açık mıdır?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Yo, yo, yo, umûmî, umûmî. Yalnız tarîkat-ı aliyyede sınıf yükselmesi, nefislerin sıfatlarının değişmesinin anlaşılması sâlike gösterilen rüyâ iledir. Sâlike gösterilen rüyâ ile şeyh onun sıfatının değiştiğini tayîn eder. Tarîkat-ı aliyyede, benim şeyhim ne gördüyse, söylemez o ne gördüğünü, ben onu gördüğüm vakit şeyhim bana hilâfet verir. Ya rüyâyı şeyh kendi görür, o mürîd hakkında, yâhud mürîd görür rüyâyı, şeyhe anlatır, şeyh onun makâmını değiştirir. Meselâ benim başıma gelen hâdisât gibi ki ben bunu canlı bir misâl olarak vereceğim.
Ben bir rüyâ gördüm, o gün işim vardı, mühim bir işim vardı, gidemedim göremedim. Ertesi günü tekrar bir rüyâ gördüm, gene şeyhi gidip göremedim. Sonra üçüncü günü bir rüyâ gördüm, şeyh beni döğdü rüyâda, kulağımdan kaldırdı böyle yukarı doğru, tokatladı filan. Ben dedim ki, "Üç defadır rüyâ görüyorum, şeyhime gidip rüyâyı haber veremedim, şeyhim beni onun için dövdü, gideyim haber vereyim". O gün gitdim şeyhe, birinci gördüğüm rüyâyı anlatdım, ikinci gördüğüm rüyâ çok çirkin bir rüyâ idi, onu utandım söylemeye, hayâ etdim şeyhe anlatmaya rüyâyı. Üçüncü rüyâyı da söyleyince, şeyh bana dedi ki, "Hayır! Bu iki rüyânın arasında bir rüyâ daha görmen lâzım senin. O rüyâyı görmeyince üçüncü rüyâyı sen göremezsin" dedi bana. "Çok çirkin bir rüyâdır, utanıyorsun gâliba söylemeye, onu söyle bana" dedi. Onun üzerine ben dedim ki, "Utandım, hayâ etdim, söyleyemedim size" dedim ve rüyâyı anlatdım. "Hah oldu şimdi "dedi.
Sunucu, "Rüyâ hakkında bir kitâb yazsanız ne güzel olur" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Yazayım inşâallah. Eğer basmayı taahhüd ederlerse, gideyim uğraşayım yazayım bu husûsda bir kitâb. Yalnız rüyâ kitâb ile tabîr olunmaz, yalnız rüyâlar hakkında biraz malûmat verilir. Çünkü ilhâmdır, az evvel söylemişdim. Meselâ gene bizim büyüklerden birisine, bir zât geliyor diyor ki, "Efendi ben bir rüyâ gördüm" diyor. "Anlat bakayım rüyânı". Ben minâreye çıkdım, ezân okudum minârede" diyor. "Ooo sen çantanı hazırla, bu sene hacca gideceksin, Mekke'ye gideceksin" diyor adama. O söz biter bitmez bir adam daha içeriye giriyor, diyor ki, "Efendim ben bu akşam bir rüyâ gördüm, rüyâmda minâreye çıkdım, ezân okudum". Ona diyor ki, "Çaldığını geri ver, rezîl olacaksın" diyor. Orada bulunanlar da şaşırmışlar. Çünkü ikisi de aynı rüyâyı görüyor, birisini Mekke'yle tebşîr ediyor, birisini bu şekilde tenzîr ediyor. Sonradan efendiye sormuşlar, "Aynı rüyâyı iki kişi gördüler, birinin Mekke'ye gideceğini, birisinin de hırsız olduğunu söylediniz, bu nasıl olur" demişler. "Birinci rüyâyı anlatdığı vakitde bana ilhâmât-ı rabbâni ile Kur`ân'dan hac âyetleri kalbime nâzil oldu, bidlim ki o adam Mekke'ye gidecek ve o adam Mekke'ye gidiyor İkinciye gelince, benim kalbime Kur`ân'dan hırsızlık âyetleri ilhâm olundu, es-sâriku ve's-sârikatu fakta'u eydiyehümâ, onun üzerine öyle söyledim" diyor. İlhâm iledir tabîrler.
Meselâ aynı rüyâyı bugün görürsün, gelip bana rüyâyı söylersin, ben sana rüyânı tabîr ederim. İki ay sonra yâhud üç gün sonra aynı rüyâyı gene görsen, ikinci rüyânın ma'nâsı ayrıdır, rüyâ aynı olduğu hâlde.
www.muzafferozak.com